Millet ve milliyetçilik denemesi

Özgür Çelik Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Millet, tarih boyunca ne yalnızca aynı kökten gelen insanların biyolojik devamlılığı ne de siyasal bir topluluğun hukuki sınırlarıyla açıklanabilmiştir.

İnsan topluluklarının millet hâline gelmesi, ortak hatıraların, paylaşılan bir kültürel hayalin ve geleceğe ilişkin müşterek iradenin zaman içinde yoğrulmasıyla ortaya çıkan zihinsel ve ahlaki bir inşa sürecidir.

Bu nedenle millet, tarihî bir süreklilik iddiası taşırken aynı zamanda modern dünyanın zorunluluklarıyla şekillenen dinamik bir varoluş biçimi olarak da kendini gösterir.

Bugün ulus-devlet döneminden çok merkezli ve katmanlı bir küresel düzene geçiş, bu varoluş biçimini yeniden düşünmeyi gerektiriyor.

Bu çerçevede 21'inci yüzyıl Türk milliyetçiliği, sadece geçmişten devralınan kimlik ve kurum mirasının devamı olarak görülemez.

Aksine, bu mirasın yeni dünya düzeni içinde nasıl anlam değiştirdiğini, hangi unsurlarının hâlâ taşıyıcı olduğunu ve hangilerinin yeniden yorumlanması gerektiğini sorgulamak zorundadır.

Modern milliyetçilikler büyük ölçüde endüstriyel toplumların ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmişti; ortak eğitim, ortak dil, standart kültür ve yekpare bir hafıza üretimi üzerinden sağlamlaştırılmışlardı.

Bugün ise iletişim ağlarının sınır tanımayan hareketliliği, toplumu birleştirdiği kadar yeni ayrışmalar üretiyor; bilgi ekonomisi kültürel sermayeyi her zamankinden daha belirleyici kılıyor; uluslararası göç hareketleri milletlerin iç dokusunu etkiliyor; küresel güç dengelerindeki dalgalanmalar devletlerin hareket sahasını yeniden biçimlendiriyor; propaganda ve kimlik siyasetinin hızlanan etkisi ise sosyal gerçeklikleri dönüştürüyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu şartlar altında Türk milliyetçiliğinin karşısındaki temel soru, kimliğin hangi unsurlarının zamanla esneyebileceği ve hangilerinin milletin sürekliliğini sağlayan çekirdeği oluşturduğudur.

Kimlik, tarih ve kültürle ilişki kurduğu sürece derinlik kazanır; fakat hareketsiz kaldığı noktada kırılganlaşır.

Geleneklerini dondurulmuş birer müze parçası hâline getiren toplum, kendi tarihsel dinamizmini kaybeder; buna karşılık geçmişini yeniden yorumlayabildiği ölçüde canlılığını korur.

Geleceğe dair iddiası olan bir milliyetçilik, geleneği bir engel değil yaratıcı bir imkân olarak görmeli; kültürel sürekliliği değişimin ritmine direnmeden sürdürebilmelidir.


Millet, ortak bir zihniyet olmadan varlığını devam ettiremez.

Bu zihniyet, ortak aklın, müşterek ahlaki ölçülerin, ortak hafızanın ve paylaşılan ümidin toplamından doğar.

Yeni yüzyılda bu müşterek zeminin nasıl kurulacağı, fiilî birlik ile zihinsel birlik arasındaki gerilimin nasıl yönetileceği hayati bir sorudur.

Sosyal medya çağında toplumsal algılar hızlıca şekilleniyor ama aynı hızla dağılıyor; bu nedenle milliyetçilik çoğu zaman duygusal tepkilerin veya dışlayıcı kimlik siyasetinin aracı hâline geliyor.

Oysa millet olmanın gerçek temeli, duygusal dalgalanmaların ötesinde ortak çıkarların, ortak değerlerin ve uzun vadeli bir gelecek tasavvurunun inşasını gerektirir.

Milletleşmenin özünde, topluluğu rastlantısal bir kalabalık olmaktan çıkarıp tarihe yön verebilen bir özneye dönüştürme iddiası vardır.


Milletin siyasal boyutu, sadece devletin sınırları ve egemenlik anlayışıyla tanımlanamaz.

Devlet, milletin kurumsal iradesidir; ancak bu iradenin meşruiyeti hukukî eşitlik, adalet duygusu ve vatandaşlık bilinciyle güç kazanır.

Milliyetçilik, devleti kutsallaştıran değil; devletin milletin refahını, özgürlüğünü ve saygınlığını güvence altına almasını talep eden bir bilinç hâline geldiğinde kurucu bir rol oynar.

Bu yüzyılın Türk milliyetçiliğinin devletten beklentisi, toplum üzerindeki vesayet anlayışını meşrulaştırmak değil; toplumun yaratıcılığını, üretkenliğini ve özgürlüğünü destekleyen bir düzen kurmaktır.

Devletin bekası da ancak toplumun dinamizmine ve güven duygusuna yaslandığı ölçüde anlam taşır.


Günümüz dünyasında ekonomik kırılganlık, kimlik temelli çatışmaların en büyük tetikleyicilerinden biridir.

Ekonomik adalet zayıfladığında millî birlik de zayıflar; insanların ortak kader duygusu yerine kaygı ve güvensizlikle tanımlanan alt kimliklere yönelmesi kolaylaşır.

Bu nedenle çağdaş bir milliyetçilik, yalnızca kültürel veya siyasal bir iddia değil aynı zamanda ekonomik bir vizyon taşımak zorundadır.

Yüksek nitelikli üretim, bilimsel düşünce, teknolojik yenilik kapasitesi ve kültürel sermayenin güçlendirilmesi, yeni çağın millî varlık temelini oluşturur.

Böyle bir gelecekte milliyetçilik sadece geçmişin mirasını korumak değil; geleceği üretmek anlamına gelir.


Medeniyet meselesi, modern Türk milliyetçiliğinin en çok konuşulan ama en az derinleştirilen alanlarından biridir.

Milletin kimliğini yalnızca kendi sınırları üzerinden tanımlayan yaklaşımlar, onu dünyada fikrî ve kültürel bir özne olmaktan uzaklaştırır.

Oysa milletlerin kendilerini daha geniş bir medeniyet havzasının parçası olarak konumlandırabilmesi hem özgüven hem de evrensel bir ufuk gerektirir.

Bu ufuk, kimliğin çözülmesi demek değildir; yerli olanı evrenselle konuşabilir bir seviyeye taşıyan bir esnekliktir.

Böyle bir esneklik, kültürel özgünlüğü korurken modern dünyanın üretim, bilim ve estetik dillerine katılmayı gerektirir.

Medeniyetler arası etkileşim bir tehdit değil; millî kimliğin zenginleşmesi için bir fırsattır.
 


Milletleşme hem hatırlamak hem unutmakla ilgilidir. Ama aynı zamanda seçici ve bilinçli bir tarih bilinci gerektirir.

Tarih, nostaljinin veya sürekli yeniden üretilen öfkenin deposu hâline geldiğinde milletin zihinsel özgürlüğünü daraltır.

Sağlıklı bir tarih bilinci ise köklere aşinalığın yanında eleştirel düşünme kabiliyetini de canlı tutar.

Bu kabiliyet kaybolduğunda millî kimlik dogmaya dönüşür; dogmalaşan her şey de zaman içinde hem etkisini hem anlamını yitirir.

Bugün Türk milliyetçiliğinin önündeki en büyük tehlikelerden biri, iki uç arasında salınmak:

  • Bir yanda kimliği aşırı daraltan etnik kapanma;
  • Öte yanda kimliği tamamen içi boş bir kozmopolitliğe dönüştüren çözünme.

Bu iki uca karşı üçüncü bir yol gereklidir: Farklılıkları dışlamayan ama ortaklıkları güçlendiren; kültürel sürekliliği korurken çağın gerekliliklerini yerine getiren; devleti kutsallaştırmadan kurumsal meşruiyet üreten; geçmişi donmuş bir hafıza değil yaratıcı bir kaynak olarak gören bir milliyetçilik.

Millet, kendi kaderini tayin eden bir topluluk olma iddiasını özgürlük, hukuk, bilim, kültür ve ahlakla temellendirdiğinde sürdürebilir.

Türk milliyetçiliği yeni yüzyılda bu 5 alanı aynı anda düşünmek zorundadır.

Ne yalnızca bir duyguya, ne sadece bir çıkara, ne de sadece tarihe dayandırılabilecek bir olgudur; çok boyutlu bir varoluş bütünlüğüdür.

Bu bütünlük sağlandığında milliyetçilik bir reaksiyon değil bir yön tayini hâline gelir.

Millet, geçmişten aldığı anlamı geleceğe taşırken kendini yenileyebilen, kendi eksenini belirleyebilen bir siyasal ve kültürel özneye dönüşür.

21'inci yüzyılın Türk milliyetçiliği, işte bu öznenin yeniden kuruluş çabasıdır: Tarihten beslenen ama onun yükü altında ezilmeyen; kültürün derinliğini koruyan ama çağın akışına kapılarını kapatmayan; devletin gücünü önemseyen ama onu mutlaklaştırmayan; toplumu koruyan ama onu edilgenleştirmeyen; yerli olanı değerli bulan ama evrenselle konuşmaktan çekinmeyen bir bilinç…

Bu bilinç, Türkiye’nin yalnızca geçmişinin değil, geleceğinin de sürekliliğini sağlayacak yeni milliyetçilik ufkudur.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU