Türkiye'nin modernleşme sürecinde kültür politikaları, yalnızca toplumsal dönüşümün eşlikçisi değil, aynı zamanda ulusun kimliğini şekillendiren temel bir unsur oldu.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren sanatın modern ulusu temsil etmede nasıl konumlandırıldığı, modernlik ve uygarlık fikrinin sanat aracılığıyla nasıl dolaşıma sokulduğu tartışmaların merkezindeydi.
Bu tartışmalar bize, modernlik ve uygarlık tahayyüllerinin, sanatın her zaman reddetmek zorunda olduğu şiddet süreçlerinden bağımsız olmadığını hatırlatıyor.
Modernist estetik ve ulusal eğitim projesi
Cumhuriyetin kültür politikaları, başlangıçtan itibaren estetik alanı modernist bir eğitim anlayışına dayandırdı.
Sanatın, modern kişiliği şekillendiren bir araç olduğu varsayımı, sanatı destekleme ve ona erişimi sağlama çabalarının temelini oluşturdu.
Böylece kültür politikası yalnızca sanatsal üretimi düzenleyen değil, sanatın nasıl algılanacağını çerçeveleyen bir mekanizma olarak işledi.
Ancak bu çerçevenin, azınlıkların mülksüzleştirilmesiyle oluşan sessizlikleri de kapsadığını hatırlamak gerekir.
Servet vergisi veya "Vatandaş Türkçe konuş!" kampanyası gibi örnekler, kültürel çoğulculuğun nasıl homojenlik uğruna tasfiye edildiğini gösteriyor.
Türkiye'nin modernleşmesini yeterince temsil etmediği düşünülen kültürel kaynaklar ise ya kayboldu ya da dünyanın başka köşelerine dağıldı.
Kültürel homojenlik ve sansürün sürekliliği
Sanat ve kültür alanındaki projeler uzun süre ulus-devletin homojenlik fikrine bağlandı.
Etnik ya da dilsel çeşitliliğe yapılan göndermeler, kavramsal bir tehdit olarak algılandı.
Bu nedenle cumhuriyetin tarihine kültür ve sanat üzerinden bakıldığında, sansür politikaları vazgeçilmez bir kavşak olarak belirir.
Yönetimler, yaptıkları ya da yapmadıklarıyla yalnızca devlet kurumlarını değil, özel sektörün kültür-sanat girişimlerini de yönlendiren bir çerçeve oluşturdu.
Sponsorluklar, bağımsız girişimler veya programlı destekler, her durumda devletin görünmez sınırları içinde şekillendi.
Bugün de özellikle Kürt meselesine, devlet şiddetine ya da toplumsal öteki deneyimlerine temas eden sanat üretimlerinin sansürle karşılaştığını görüyoruz.
Sanatın özerkliği argümanı ise paradoksal biçimde, sanatı politik müdahaleden korumak için değil, politik ifadeyi bastırmak için kullanılıyor.
Hafıza patlaması ve çoğulculuğun eşiği
Son çeyrek yüzyılda Türkiye de diğer pek çok ülke gibi bir "hafıza patlaması"na sahne oldu.
Homojenliğin modernlikle özdeşleştirildiği ulusal geçmiş anlatısı sarsılırken, çoğulculuk yeni bir modernlik eşiği olarak ortaya çıkıyor.
Sessizliklerin kırıldığı, unutulmuş geçmişlerin gün yüzüne çıkarıldığı bu dönemde sanat ve sergiler önemli bir rol oynuyor.
Bu eserler, yalnızca resmi anlatılara ters düştükleri için değil, aynı zamanda hakikatle farklı bir ilişki kurdukları için kavramsal sorun alanları açıyor.
Türkiye'nin yakın tarihinde devlet şiddeti, tutuklamalar, zorla kaybetmeler ve sistematik gözdağıyla iç içe geçmiş sansür deneyimleri, yerini kimi dönemlerde kısmi özgürleşmelere bıraktı.
2000'li yıllarda yapılan bazı anayasal reformlar -Kürtçe yayın yasağının kaldırılması, Q, W ve X harflerinin serbest bırakılması gibi- kültürel kaynak olarak dilin tanınmasına işaret eden önemli dönüm noktalarıydı.
Bu reformlar, ulusal hafıza rejiminin kırılganlığını görünür kıldı.
İkinci yüzyılda sanatın ufku
Cumhuriyetin 102. yılında sanat, artık yalnızca ulusu temsil eden bir araç olarak değil, bastırılmış hafızaların ve çoğul kimliklerin yeniden görünür olduğu bir alan olarak öne çıkıyor.
Bugün çağdaş sanat, resmi anlatıların sınırlarını parçalayarak alternatif hatırlama biçimleri yaratıyor; ötekiliğin mirasını görünür kılıyor; sessizlikleri kırarak toplumsal iyileşmeye alan açıyor.
Bu, yalnızca geçmişin yükünü taşımak değil, aynı zamanda çoğulculuğu modernliğin yeni ufku olarak ilan etmek anlamına geliyor.
Sanat, cumhuriyetin ikinci yüzyılında, hakikatle kurduğu farklı ilişki sayesinde, toplumsal belleği dönüştüren en güçlü praksislerden biri olmayı sürdürecektir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish