Ukrayna-Rusya savaşından sonra dikkatimi çeken bir konu var.
Bazı analistler, ABD’yi eleştirirken Rusya ya da Çin’i olduğundan daha olumlu gösteren bir tutum içine giriyor.
Bu kişilerin önemli bir kısmının etki ajanı olmadığını, hatta çoğunun Türkiye’nin çıkarlarını merkezde tuttuğunu biliyorum.
Yine de ABD eleştirisinin niçin çoğu zaman başka bir güce yönelişle birleştiğini merak ediyorum.
Bu yazı, o sorunun peşine düşen bir sorgulama.
Türkiye’de ABD’ye yönelik tepkinin sebepleri açık: Irak işgali, PYD/PKK politikaları, FETÖ meselesi, çifte standartlar, müdahalecilik…
Bunların her biri gerçek ve rasyonel eleştiriler. Ancak ilginç olan, eleştirinin bir noktadan sonra duygusal bir boşluk üretmesi.
ABD’den uzaklaşınca zihnin o boşluğu doldurmak için otomatik olarak Rusya veya Çin’e yönelmesi. Bu, dış politikadan çok psikolojinin işlediği bir alan.
Karşıtlık üzerinden kimlik kurmak
İnsan zihni çoğu zaman kendini "karşısında durduğu şey" üzerinden tanımlar.
Politika alanında bu oldukça yaygındır.
ABD eleştirisi, bir noktanın ardından sadece dış politikaya dair bir değerlendirme olmaktan çıkar; kişinin kendini konumladığı bir kimlik haline gelir.
Bu kimlik zamanla şöyle bir denklem kurar:
ABD yanlış yapıyor. O halde onun karşısında duran aktörler daha makul olmalı.
Bu aslında bilinçli bir tercih değil; zihnin rahatlamak için ürettiği otomatik bir düzen.
Anti-Amerikan kimlik oluştuğu anda, ona karşı koyan her güç potansiyel olarak "yakın" görünmeye başlar.
Rusya ve Çin’in buradaki cazibesi, onların ne yaptığıyla değil, ABD’ye nasıl meydan okuduklarıyla ilgilidir.
Bilişsel boşluğu doldurma ihtiyacı
ABD eleştirisi arttıkça, zihin "Peki bu hegemonun karşısında kim duracak?" diye sormaya başlar.
Zihin boşluğu sevmez. Eleştiri bir yıkım duygusu yaratır; kişi kendini bir düzenin dışına çıkarmıştır ama yerine yeni bir düzen koyamamıştır.
Bu zihinsel rahatsızlık şöyle bir formüle dönüşür:
ABD çok kötü, o zaman birileri ondan daha iyi olmalı.
Bu noktada Rusya ve Çin "alternatif güç" olarak öne çıkar.
Savaş suçları, otoriterlik, baskı mekanizmaları, gri propaganda faaliyetleri…
Bütün bu gerçekler geri plana itilir. Çünkü zihnin temel amacı analitik doğruluk değil, duygusal dengeyi yeniden kurmaktır.
Zihin, karmaşık uluslararası tabloları kendince basit bir siyah-beyaz modele indirerek rahatlar.
Güce yakın durma ve underdog sempatisi
Bir diğer mekanizma "underdog etkisi."
ABD gibi bir güce karşı çıkan aktörler otomatik olarak "sempatik" hale gelir.
Bu siyasetin doğasında var. İnsanlar büyük güçlerden "hesap sorulamazlığı" nedeniyle bıktıklarında, meydan okuyan aktörlere bir tür "romantik destek" verme eğilimine girerler.
Rusya ve Çin burada "zayıf" olduğu için değil, ABD’nin karşısında pozisyon aldığı için sempati toplar.
Oysa Rusya Ukrayna’da sivilleri bombalıyor, Çin Doğu Türkistan’da yoğun baskı uyguluyor.
Ama anti-Amerikan kimliğin oluşturduğu sis tabakası bu gerçekleri gölgede bırakabiliyor.
Sempati, aktörlerin gerçek niteliklerinden çok, karşı pozisyonlarının cazibesine dayanıyor.
Benlik güvensizliği: Kendi duruşuna güvenemeyen, başkasına yaslanıyor
Burada çok temel bir psikolojik nokta daha var:
Kişi kendi konumuna güvenmediğinde, duygusal olarak daha güçlü bir aktöre yaslanmaya başlıyor.
ABD eleştirisi, özellikle Türkiye gibi orta güçlerde, kişide şu duyguyu tetikleyebiliyor:
Tamam ABD yanlış yapıyor ama dünya bu düzene nasıl karşı koyacak? Benim ülkem tek başına yapabilir mi?
Bu soru zihinde rahatsızlık yaratıyor.
Bu rahatsızlık, kişiyi Rusya/Çin gibi alternatif güçlere yönlendiriyor.
Kendi ülkesine, kendi analizine, kendi duruşuna yaslanmak daha zor; çünkü sorumluluk gerektiriyor, belirsizlik içeriyor.
Oysa başka bir büyük güce yönelmek zihinsel olarak daha kolay ve güvenli bir çıkış gibi geliyor.
Burada dış referans arayışı devreye giriyor. Rusya veya Çin, kişinin kendi analizindeki boşlukları dolduran bir "güç sembolü" haline geliyor.
Benlik zayıfsa, dış aktörlere yaslanmak cazip hale geliyor.
Türkiye neden bu döngüye daha yatkın?
Bu noktada Türkiye’nin tarihsel ve coğrafi gerçekleri devreye giriyor.
Osmanlı’nın son iki yüzyılı büyük güçler arasında denge siyasetiyle geçti.
"Aşırı yaklaşma, aşırı uzaklaşma, birine yaslanıp diğerini dengeleme" refleksi devlet aklının içine yerleşti.
Bu refleks bugün toplumsal psikolojiye kadar sızmış durumda.
Türkiye hiçbir zaman kendini tam olarak güvende hissetmedi, hiçbir büyük güce tam güven duymadı, ama hiçbirine tamamen sırt da dönmedi.
Bu ikili duygu hâlâ yaşıyor. ABD eleştirisi bu nedenle bir boşluk yaratıyor; zihin o boşluğu hemen bir başka güçle doldurmak istiyor.
Pragmatik hesaplar mı, psikolojik yönelim mi?
Rusya ve Çin’e yönelişi sadece psikolojik nedenlerle açıklamak eksik olur.
Türkiye’nin bu iki aktörle ilişkilerinde tamamen rasyonel sayılabilecek unsurlar da var.
Tek merkezli bir sistem yerine birden fazla güç odağının bulunduğu bir dünyanın Türkiye’ye daha geniş bir manevra alanı sağlayacağı düşüncesi tarihsel deneyimlerle uyumlu.
S-400, TürkAkım, nükleer santral gibi projeler; Çin’le ticari ilişkilerin büyümesi…
Bunlar sempatiyle değil, ekonomik ve güvenlik hesaplarıyla ilgilidir.
F-35 krizinden PYD/PKK meselesine kadar yaşanan gerilimler, Türkiye’nin alternatif arayışını daha anlaşılır kılıyor.
Rusya’nın enerji payı ve Çin’le artan ticaret hacmi, ilişkilerin duygusal değil, pratik nedenlerle sürdüğünü gösteriyor.
Fakat kritik soru şu:
Pragmatik iş birliği nerede bitiyor, psikolojik idealizasyon nerede başlıyor?
Örneğin:
- S-400 almak stratejik olabilir; ama "Rusya gerçek dost" anlatısı psikolojiktir.
- Çin’le ticaret yapmak rasyoneldir; fakat Doğu Türkistan’ı görmezden gelmek bir savunma refleksidir.
Devletler arası ilişkilerde iş birliği duygusal bağlılık gerektirmez.
Birçok ülke Rusya ve Çin’le yoğun ekonomik temas kuruyor; fakat bu aktörleri idealize etmiyor.
Buradaki fark, iş birliği ile duygusal anlatıyı birbirine karıştırmamakta.
Türkiye’de ise zaman zaman stratejik adımlar, duygusal bir "Batı bizi anlamıyor, Doğu bizi anlıyor" söylemine dönüşebiliyor.
Bu nedenle asıl mesele iş birliğini sürdürürken gerçeği perdelememek, avantajla birlikte riskleri de soğukkanlı biçimde görebilmektir.
Eleştiri doğal, idealizasyon psikolojik
ABD’yi eleştirmek doğal; Rusya ve Çin’le iş birliği yapmak da çoğu zaman zorunlu.
Önemli olan, bu ilişkilerin stratejik gereklerini duygusal idealizasyona dönüştürmemek.
Türkiye’nin çıkarları ancak hem psikolojik refleksleri hem de pragmatik hesapları aynı anda görebildiğimiz ölçüde korunabilir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish