Tekrar Yalta ne kadar mümkün?

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AP

Alaska'dan Yalta'ya uzanan bir ihtimal

Donald Trump ile Vladimir Putin'in Alaska'da gerçekleştirmesi muhtemel yüz yüze görüşme, küresel dengeleri etkileme potansiyeline sahip, yüksek profilli bir diplomatik olay olarak gündeme yerleşti.

Bu olasılık, 1945'teki Yalta Konferansı'ndan esinle "Yeni Yalta" tartışmalarını yeniden canlandırdı.
1945'te Roosevelt, Stalin ve Churchill'in buluşması, II. Dünya Savaşı sonrası düzenin mimarisini şekillendirmişti.

Bugün ise mesele, ABD ile Rusya'nın Ukrayna krizi ve diğer bölgesel çatışmalar karşısında yeni bir "küresel etki alanları paylaşımı" yapıp yapamayacağı sorusunda düğümleniyor.

Aslında bu tartışmanın merkezinde iki farklı zaman ve iki farklı dünya var.

Yalta'nın yapıldığı dönemde Avrupa, savaşın yıkımı altında, ABD ve SSCB'nin belirleyici olduğu iki kutuplu bir düzenin eşiğindeydi.

Bugün ise dünya, çok kutuplu, karmaşık karşılıklı bağımlılıklara dayalı ve uluslararası hukuk normlarının en azından retorik düzeyde hâlâ önemsendiği bir düzende ilerliyor.

Ayrıca, günümüz liderleri kendi iç politikalarının, medya baskısının ve küresel ekonomik ağların kısıtlamaları altında hareket ediyor; bu da kapalı kapılar ardında alınan kararların ömrünü kısaltıyor.


Yalta Konferansı: Tarihsel arka plan ve mirası

Şubat 1945'te Kırım'daki Yalta'da buluşan Roosevelt, Stalin ve Churchill, savaş sonrası Avrupa'nın haritasını, Almanya'nın teslim koşullarını ve Birleşmiş Milletler'in kuruluş ilkelerini belirlediler.

Kararlar arasında:

  • Almanya'nın koşulsuz teslimiyeti ve işgal bölgelerine ayrılması
  • Doğu Avrupa'nın Sovyet etkisine girmesi
  • Polonya'nın sınırlarının batıya kaydırılması
  • BM Güvenlik Konseyi'nde veto sistemi

Bu düzen, Soğuk Savaş boyunca "Yalta Düzeni" olarak adlandırıldı.

Büyük güçlerin nüfuz alanlarını belirleyerek doğrudan çatışmayı önledi, ancak ulusların kendi kaderini tayin hakkını sınırlandırdı.

Burada kritik olan nokta, Yalta'da küresel güç merkezinin Avrupa'dan ABD ve SSCB'ye kaydığının kabul edilmiş olmasıydı.

Bu, güç dengelerinin radikal biçimde değiştiği anlardan biridir.

Bugün böyle bir dönüşümün olabilmesi için, mevcut küresel ekonomik güç merkezlerinin -Çin, AB, Hindistan- masaya oturmadan dışarıda bırakılması neredeyse imkânsızdır.


"Yeni Yalta" analojisinin güncel anlamı

Bugünkü "Yeni Yalta" tartışmaları, büyük güçlerin yeniden bir masa etrafında oturarak etki alanlarını resmen tanımlaması fikrine dayanıyor.

Ukrayna meselesi, Güney Kafkasya, Ortadoğu ve Hint-Pasifik bölgesi bu paylaşımın muhtemel başlıkları olarak öne çıkıyor.

Ancak 1945'ten farklı olarak:

  • Dünya çok daha fazla aktöre sahip
  • Ekonomik karşılıklı bağımlılık yoğun
  • Kamuoyu ve medya, diplomatik süreçleri anında izleyebiliyor
  • Uluslararası hukuk ve insan hakları normları, en azından söylemsel düzeyde, meşruiyet aracı olarak kullanılıyor.

Bu koşullar, bir "Yeni Yalta"nın hem daha zor inşa edileceğini hem de daha kısa ömürlü olacağını gösteriyor.

Artık iki liderin kapalı kapılar ardında aldığı kararların onlarca yıl yürürlükte kalması pek mümkün değil.

Ayrıca, küresel ekonomi 1945'e kıyasla çok daha entegre; enerji tedarik zincirleri, finansal piyasalar ve teknoloji ağları, büyük güçlerin tek taraflı hamlelerini anında cezalandırabilecek esneklikte.


Trump'ın dış politika doktrini: "Önce Amerika" ve işlemsel diplomasi

Donald Trump'ın dış politika anlayışı, geleneksel ittifaklara sadakatten ziyade kısa vadeli kazanımlara ve ikili pazarlıklara dayanıyor.

"Ne alıyoruz?" sorusu, onun diplomatik yaklaşımının özeti.

Bu tavır:

  • NATO'ya kuşkuyla bakmak
  • Çok taraflı kurumlara mesafeli durmak
  • Ekonomik bağımsızlığı, küresel ticaret entegrasyonunun önüne koymak
  • Gerekirse müttefikleri zor durumda bırakabilecek anlaşmalara açık olmak

Trump'ın Ukrayna konusundaki önerileri de bu çerçevede:

Kırım ve Donbas bölgelerinin Rusya'ya bırakılması, Ukrayna'nın NATO hedeflerinden vazgeçmesi gibi formüller gündeme gelebilir.

Burada eksik kalan boyut, ABD iç siyasetidir.

Böylesine radikal bir anlaşma, ABD Anayasası gereği Kongre'nin onayını gerektirir.

Hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi senatörlerin büyük kısmı, Ukrayna'nın toprak kaybını "ABD'nin güvenilirliğinin çöküşü" olarak görecektir.

Bu nedenle Trump, kendi siyasi tabanını ikna etse bile, Kongre'de büyük direnişle karşılaşacaktır.
 


Senaryo 1: Ukrayna karşılığında Rusya'nın Güney Kafkasya ve Ortadoğu'dan çekilmesi

Bu senaryoya göre:

  • Rusya, Ukrayna'daki kazanımlarını koruyacak
  • Karşılığında Güney Kafkasya ve Ortadoğu'daki askeri varlığını sonlandıracak.

1. Güney Kafkasya

  • Ermenistan'daki Gümrü üssü ve Erebuni Hava Üssü
  • Abhazya'daki Gudauta üssü
  • Güney Osetya'daki birlikler

2. Ortadoğu

  • Suriye'deki Tartus deniz üssü
  • Hmeymim hava üssü
  • Şayrat üssü

Bu üsler, Rusya'nın bölgesel nüfuzunun ve küresel güç projeksiyonunun temel direkleri.

Ayrıca bu bölgeler, sadece askeri-stratejik değil, enerji ve ticaret yolları açısından da kritik.

Rusya'nın Suriye üzerinden Doğu Akdeniz'e erişimi, enerji ihracat rotaları ve savunma sanayi iş birlikleri açısından kaldıraç işlevi görüyor.

Dolayısıyla, bu kaldıraçtan vazgeçmesi, Ukrayna kazanımlarını resmileştirme karşılığında bile pek olası değil.


Senaryo 2: Ukrayna karşılığında Çin'e karşı ABD-Rusya ittifakı

Bu senaryo, Washington ve Moskova'nın Pekin'e karşı ortak hareket etmesini öngörüyor.

Ancak engeller:

  • Rusya-Çin stratejik ortaklığı, Batı'ya karşı derinleşmiş durumda
  • Ekonomik yaptırımlar nedeniyle Rusya, Çin'e daha bağımlı
  • ABD-Rusya arasında derin güven sorunu var
  • Rusya'nın "çok kutuplu dünya" söylemini terk etmesi gerekir

Ekonomik açıdan bakıldığında tablo daha da netleşiyor:

Rusya-Çin ticaret hacmi 2023'te 230 milyar dolara ulaştı ve Rusya'nın enerji gelirlerinin yüzde 60'ı Çin'den geliyor.

ABD-Çin ticaret hacmi ise 750 milyar doları aşıyor. Bu büyüklükteki ekonomik ilişkiler, tarafların birbirinden tamamen kopmasını neredeyse imkânsız kılıyor.

Teknolojik boyut ise ayrı bir engel. ABD ile Çin arasındaki yarı iletken, yapay zekâ ve kuantum bilişim rekabeti, askeri gücün ötesinde ekonomik ve teknolojik egemenlik mücadelesine dönüşmüş durumda.

ABD'nin Çin'i bu alanlarda sınırlama stratejisine Rusya'nın katılması, kendi teknoloji tedarik hatlarını da riske atmak anlamına gelir.


Senaryo 3: "Kısmi normalleşme" - Daha olası bir yol

Daha gerçekçi bir alternatif senaryo, "kısmi normalleşme" olabilir:

  • Ukrayna'da mevcut durum dondurulur (resmen tanınmasa da)
  • Rusya'ya yönelik bazı yaptırımlar kademeli olarak hafifletilir
  • ABD, Çin'e odaklanırken Avrupa, Rusya'yla ilişkilerde daha fazla sorumluluk üstlenir

Bu senaryo, Trump'ın işlemsel yaklaşımına da uygundur:

Kısa vadeli gerilim azaltma, karşılığında ekonomik veya siyasi taviz alma.

Ayrıca, Kongre'de tamamen reddedilme ihtimali, diğer iki radikal senaryoya kıyasla daha düşüktür.

Ancak Ukrayna kamuoyu ve Doğu Avrupa ülkeleri açısından bu da ciddi güvenlik kaygıları doğurur.


NATO, AB ve diğer aktörlerin muhtemel tepkileri

  • NATO: Ukrayna'nın "takas malzemesi" haline gelmesi, ittifakın güvenilirliğini zedeler. Doğu Avrupa üyeleri, ABD'ye olan güvenlerini kaybedebilir.
  • AB: Avrupa, savunma özerkliğini artırma yönünde adımlar atar.
  • Türkiye: Güney Kafkasya ve Ortadoğu'daki güç boşluğu, Ankara'ya yeni fırsatlar sunar ama riskleri de beraberinde getirir.
  • Çin: ABD-Rusya yakınlaşmasını düşmanlık olarak görür, Hint-Pasifik'te daha agresif bir duruş sergiler.

Bu tablo, "Yeni Yalta" girişimlerinin sadece tarafları değil, üçüncü ve dördüncü aktörleri de sert şekilde etkileyeceğini gösteriyor.

Ayrıca, Türkiye gibi orta ölçekli güçler, böyle bir yeniden paylaşım sürecinde hem pazarlık masasında hem de sahada çok daha aktif rol almak zorunda kalabilir.


Daha geniş jeopolitik etkiler

Böyle bir anlaşma:

  • Uluslararası liberal düzenin temel ilkelerinden sapma
  • Ulusal egemenlik ve toprak bütünlüğü kavramlarının aşınması
  • Yeni güç bloklarının oluşması
  • Bölgesel krizlerin küresel gerilimlere dönüşmesi

Özellikle Batı ittifakı açısından, Ukrayna'nın feda edilmesi, ABD'nin güvenlik garantilerinin sorgulanmasına yol açar.

Bu, Çin veya başka bir güç karşısında ortak savunma refleksini zayıflatır.

Aynı zamanda, uluslararası hukuk ve demokratik değerlerin büyük güç pazarlıklarında kolayca göz ardı edilebileceğini göstererek, küresel düzende daha fazla istikrarsızlık yaratır.


Mümkün mü, gerekli mi?

Tarihsel Yalta, iki kutuplu dünyanın başlangıcıydı.

Bugün ise çok kutuplu ve akışkan bir düzen var.

  • Senaryo 1, Rusya'nın vazgeçmeyeceği stratejik bölgeleri kapsıyor.
  • Senaryo 2, mevcut Rusya-Çin ortaklığını yok sayıyor.
  • Senaryo 3, kısmi normalleşme, en azından teorik olarak daha olası görünüyor; ancak bu da ciddi güvenlik ve meşruiyet sorunları barındırıyor.

Dolayısıyla "Yeni Yalta" teorik olarak mümkün olsa da pratikte istikrarlı ve kalıcı olması zordur.

Asıl sorulması gereken, "Tekrar Yalta mümkün mü?" değil, "Tekrar Yalta gerekli mi ve bu, kimin pahasına olacak?" sorusudur.

Bu soru, demokratik değerleri ve uluslararası hukuku feda ederek "büyük anlaşmalar" peşinde koşmanın tehlikelerine işaret ediyor.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU