Kamu diplomasisi ile istihbarat arasında stratejik eşikler

Cihad İslam Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Claire Merchlinsky/The Economist

Kamu diplomasisi ile istihbarat, ilk bakışta birbirinden oldukça farklı roller ve yöntemlerle tanımlanan iki alan gibi görünür.

Biri daha açık, görünür, resmi ve halkla ilişkiler düzleminde işlerken; diğeri daha çok gizlilik, örtülülük ve seçici bilgi kullanımı üzerine kuruludur.

Ancak bu iki alan, özellikle uluslararası ilişkilerde "algı yönetimi"nin ve "yumuşak güç"ün ön plana çıktığı çağdaş jeopolitik ortamda, giderek daha fazla örtüşen işlevler kazanmıştır.

Kamu diplomasisi, bir devletin dış kamuoylarını etkilemek, kendi kültürel, siyasal ve değerler sistemini tanıtmak amacıyla yürüttüğü faaliyetleri kapsar.

Joseph Nye'ın "yumuşak güç" kavramı bu çerçevede belirleyicidir: Zorlamadan, cezalandırmadan ya da maddi teşviklerden ziyade, çekim gücü oluşturarak hedef kitleleri ikna etme stratejisidir burada söz konusu olan.

Bu bağlamda medya kuruluşları, kültürel değişim programları, diaspora ile ilişkiler, akademik iş birlikleri ve dijital platformlar kamu diplomasisinin temel araçları arasında yer alır.

İstihbarat ise klasik anlamda karar verici mercilere yönelik bilgi toplama, analiz etme ve geleceği öngörmeye dönük stratejik çıkarım üretme faaliyetlerini içerir.

Ancak günümüz istihbarat anlayışı sadece bilgi edinme ile sınırlı değildir; özellikle "etki operasyonları" (influence operations) ya da "aktif önlemler" (active measures) başlığı altında, doğrudan kamuoylarını şekillendirmeye, algı inşa etmeye ve hedef ülkelerde sosyal/siyasal gündemi yönlendirmeye dönük uygulamalar da barındırmaktadır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu noktada kamu diplomasisi ile istihbarat arasında stratejik bir eşik oluşur.

Her iki alan da temel olarak "bilgi" ve "algı" kavramları üzerinden hareket eder.

Stratejik iletişim (strategic communication) disiplini, bu örtüşmeyi açıklamada önemli bir zemin sunar.

Devletler artık sadece savaş alanında değil, söylem düzleminde ve dijital mecralarda da karşı karşıya gelmektedir.

Bu yeni düzlemde kamu diplomasisi, istihbarat örgütlerinin önünü açan bir zemin oluşturabilir; tersi de geçerlidir: İstihbarat birimlerinden gelen analiz ve yönlendirmeler, kamu diplomasisi stratejilerinin şekillenmesinde kritik rol oynar.

Buradaki temel farklardan biri meşruiyet düzlemindedir.

Kamu diplomasisi çoğu zaman yasal, açık ve şeffaf araçlarla yürütülürken, istihbaratın bu alana müdahil olması durumunda hem uluslararası hukuk hem de ahlaki sorumluluklar açısından tartışmalı bir zemin oluşabilir.

Ne var ki bu ayrım, özellikle hibrit savaşlar ve siber tehditler çağında giderek bulanıklaşmaktadır.

Dezenformasyon, psikolojik harekât ve hedefli içerik üretimi gibi araçlar, hem kamu diplomasisi hem de istihbarat tarafından kullanılabilir hale gelmiştir.

Bu çerçevede, kamu diplomasisi ve istihbarat artık birbirine paralel değil, iç içe geçmiş yapılar olarak değerlendirilmelidir.

Modern devletin algı yönetimi kapasitesi, yalnızca diplomatik temsilciliklerin veya medya organlarının değil, aynı zamanda istihbarat örgütlerinin katkısıyla da şekillenir hale gelmiştir.

Bu birleşim, hem fırsatlar hem de ciddi sorumluluklar barındırmaktadır.


Tarihsel arka plan: Soğuk Savaş ve propaganda

Kamu diplomasisi ile istihbaratın iç içe geçme süreci, rastlantısal değil; modern uluslararası ilişkiler tarihinin derinlerine kök salan bir gelişmedir.

Bu birliktelik özellikle Soğuk Savaş döneminde sistematik bir biçimde kurumsallaşmış ve küresel propaganda savaşlarının ana omurgasını oluşturmuştur.

Bu dönemde kamu diplomasisi yalnızca kültürel yakınlaşma ve diyalog değil, aynı zamanda ideolojik mücadele aracı olarak kurgulanmış; istihbarat aygıtları ise bu mücadeleye hem içerik hem strateji sağlayan merkezî aktörler olmuştur.

Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği'nin kapalı toplum yapısına karşı "açık toplum" söylemini yerleştirmek için kamu diplomasisini yoğun bir biçimde kullanmıştır.

Voice of America (VOA) ve Radio Free Europe/Radio Liberty (RFE/RL) gibi medya organları, bu çabanın ön saflarında yer almış; görünürde gazetecilik faaliyeti sürdüren bu kurumlar gerçekte CIA tarafından finanse edilerek, doğrudan istihbarat planlamasının parçası haline getirilmiştir.

Yayınlar yalnızca haber vermeyi değil, aynı zamanda hedef toplumların politik bilinçlerini şekillendirmeyi amaçlamış; rejim karşıtı söylemler ve alternatif yaşam tarzı imgeleri üzerinden algı mühendisliği yapılmıştır.

Bu dönemde kamu diplomasisi söylemleriyle ambalajlanan faaliyetler, gerçekte psikolojik harekâtın temel araçları haline gelmişti.

Aktif önlemler (active measures) adı verilen Sovyet karşıtı kampanyalarda, kamuoyu oluşturmak kadar, rejim sadakatini sarsmak, güvenlik zaaflarını derinleştirmek ve alternatif fikir önderlikleri yaratmak da hedeflenmiştir.

Bu çerçevede istihbarat örgütlerinin medya stratejileriyle yakın çalıştığı, içerik üretiminde yönlendirici olduğu ve kamu diplomasisi aygıtını bir tür "stratejik vitrin" olarak kullandığı açıkça görülür.

Benzer şekilde, İngiltere'nin BBC World Service üzerinden yürüttüğü küresel yayınlar da yalnızca habercilik değil, aynı zamanda etki yaratma araçları olarak işlev görmüştür.

Kraliyet hükümeti, özellikle İngiliz Milletler Topluluğu ülkelerinde kamuoyunu yönlendirmek ve Sovyet nüfuzunu sınırlamak amacıyla BBC'nin yayın politikalarını zaman zaman diplomatik önceliklere göre şekillendirmiştir.

Bu yönlendirme, istihbarat raporlarıyla beslenen bir söylem stratejisiyle bütünleşmiş; medya içerikleri, hedef coğrafyalarda duygusal ve ideolojik karşılık üretmek üzere tasarlanmıştır.

Soğuk Savaş döneminde kamu diplomasisi ile istihbarat arasındaki ilişki, yalnızca işlevsel değil, aynı zamanda yapısaldır.

Bu ilişki, liberal demokrasilerin kendi değer sistemlerini meşrulaştırmak için yürüttükleri görünür faaliyetlerin ardında, görünmeyen stratejik hesapların bulunduğunu da göstermektedir.

Bu durum, "şeffaf diplomasi" ve "gizli etki" arasındaki sınırları bulanıklaştırmış; propaganda ile kamu diplomasisi arasındaki farkı neredeyse kavramsal olmaktan çıkarmıştır.

Bugün kamu diplomasisinin sahip olduğu dijital ve teknolojik imkânlar düşünüldüğünde, bu tarihsel dönemin yöntemleri ilkel kalabilir.

Ancak, hedef kitleye nüfuz etme, alternatif gerçeklik üretme ve meşruiyet alanını yeniden tanımlama yönündeki stratejik motivasyonlar bakımından bu dönem günümüz politikalarının temelini oluşturmaktadır.

Bu süreklilik, çağdaş istihbarat ve kamu diplomasisi uygulamalarının anlaşılması için vazgeçilmezdir.


Günümüzde kamu diplomasisi-istihbarat kesişimi

Soğuk Savaş'ın çift kutuplu, ideolojik ve daha sınırlı medya dünyası yerini, çok merkezli, hızla akan ve denetimi güçleşen bir enformasyon evrenine bırakmıştır.

Bu yeni düzlemde kamu diplomasisi ile istihbarat arasındaki ilişki hem daha karmaşık hem de daha belirgin hale gelmiştir.

Zira dijital çağda, devletlerin algı yaratma kapasitesi yalnızca kültürel projelerle değil, aynı zamanda sosyal medya manipülasyonları, bot ağları, siber operasyonlar ve hedeflenmiş içerik stratejileriyle şekillenmektedir.

Bu araçların çoğu hem kamu diplomasisi bağlamında kullanılmakta hem de istihbarat operasyonlarının temel enstrümanlarına dönüşmektedir.

Bu bağlamda, günümüzde dikkat çeken örneklerin başında Rusya'nın 2016 ABD başkanlık seçimlerine müdahale girişimi gelir.


Amerikan istihbarat raporlarına göre, Rusya'ya bağlı GRU (Askeri İstihbarat Servisi) ve Kremlin destekli Internet Research Agency (IRA) gibi oluşumlar, kamu diplomasisi görünümünde yürütülen fakat örtük istihbarat temelli psikolojik harekât tekniklerini kullanmıştır.

Sosyal medya üzerinden oluşturulan sahte hesaplar, etnik, dini ve politik fay hatlarını hedef alarak Amerikan toplumunda kutuplaşmayı derinleştirmiş; seçmen davranışını etkilemeyi amaçlayan içerikler yayılmıştır.

Bu faaliyetler, klasik propaganda yöntemlerinden farklı olarak, dijital platformlar üzerinden bireysel psikolojiye kadar nüfuz edebilen yeni bir kamuoyu mühendisliği modeli sunmuştur.


Benzer bir stratejik model Çin'in Konfüçyus Enstitüleri üzerinden yürüttüğü kamu diplomasisi çalışmalarında gözlemlenir.

Bu enstitüler resmî olarak kültürel ve dilsel değişim merkezleri olarak tanıtılsa da, Batılı ülkelerde yapılan çok sayıda araştırma, bu yapıların aynı zamanda Çin'in yumuşak güç stratejisinin bir parçası olarak istihbarat toplama faaliyetlerine destek verdiğini ileri sürmektedir.

Akademik özgürlük, düşünce üretimi ve bilgi paylaşımı alanlarında bu kurumların etkisi zamanla bir "nüfuz aracı" haline gelmiş; bazı Batı ülkelerinde enstitüler kapatılmış ya da kısıtlanmıştır.

Bu örnek, kamu diplomasisi adı altında yürütülen faaliyetlerin stratejik manipülasyon sınırlarına nasıl yaklaşabileceğini göstermektedir.


Bir başka örnek ise İsrail'in Hasbara politikasıdır.

İsrail, kamu diplomasisini yalnızca tanıtım faaliyeti olarak değil, bir "savunma hattı" olarak kurgular.

Hasbara, kamuoyunu ikna etmeye ve İsrail'in uluslararası meşruiyetini güçlendirmeye yönelik sistematik bir anlatı üretme çabasıdır.

Bu politikanın, Mossad gibi istihbarat kurumlarının açık kaynaklara dayalı analizleri ve içerik yönlendirmeleriyle desteklendiği bilinmektedir.

Burada istihbarat, kamu diplomasisinin stratejik içerik üretiminde bilgi sağlayıcı değil, doğrudan şekillendirici rol oynar.


Bu örnekler göstermektedir ki günümüzde kamu diplomasisi artık salt "iyi niyetli tanıtım" faaliyetlerinden ibaret değildir.

Devletlerin bu alanda yürüttüğü politikalar, çok katmanlı, çoğu zaman örtük stratejiler içeren ve doğrudan algı yönetimine odaklanan bir yapıya bürünmüştür. İstihbarat birimleriyle kurulan bu yakın ilişki, kamu diplomasisinin etkisini artırmakta; ancak aynı zamanda etik, şeffaflık ve meşruiyet tartışmalarını da beraberinde getirmektedir.

Küresel bilgi rekabetinin bu derece sertleştiği bir dönemde, kamu diplomasisi ile istihbaratın etkileşimi artık kaçınılmazdır.

Ancak bu etkileşimin nasıl yönlendirileceği, hangi sınırlarla çevreleneceği ve hangi normatif ilkelerle denetleneceği, önümüzdeki dönemin en kritik sorularından biri olarak ortadadır.
 


Türkiye bağlamı: Kamu diplomasisi ve istihbaratın stratejik uyum arayışı

Türkiye'nin kamu diplomasisi ile istihbarat arasındaki ilişkiyi kurma biçimi, hem kendi tarihsel tecrübelerinden hem de küresel güç rekabetindeki yerinden beslenmektedir.

Uzun yıllar boyunca devlet kapasitesi daha çok güvenlik odaklı yapılandırılmış ve kamu diplomasisi, geleneksel diplomatik araçların gölgesinde kalmıştır.

Ancak 2000'li yıllarla birlikte değişen uluslararası konjonktür, Türkiye'yi daha aktif, çok boyutlu ve küresel etkileşime açık bir dış politika izlemeye yöneltmiş; bu doğrultuda kamu diplomasisi stratejik bir araç haline gelmiştir.

Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü (2010-2018) bu dönüşümün simgesel adımıydı.

Bu yapı, yalnızca Türkiye'nin tanıtımı değil, aynı zamanda dış kamuoyunda Türkiye lehine bir algı inşa etme amacı güden, çok aktörlü ve çok kanallı bir platform olmayı hedefliyordu.

Bu çabalar çerçevesinde Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA), Yunus Emre Enstitüsü ve TRT World gibi kurumlar kritik roller üstlendi.

Her biri farklı kitlelere hitap eden bu kurumlar, Türkiye'nin yumuşak güç enstrümanları olarak konumlandı.
Ancak bu kamu diplomasisi girişimleri, zaman zaman güvenlik gündemiyle iç içe geçti.

Özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası oluşan yeni güvenlik paradigması, kamu diplomasisini yalnızca "tanıtım" değil, aynı zamanda uluslararası meşruiyet sağlama, anlatı kurma ve dezenformasyonla mücadele aracı olarak konumlandırdı.

Bu noktada kamu diplomasisi ile istihbarat arasındaki eşgüdüm daha görünür hale geldi.


Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) bu yeni süreçte yalnızca klasik güvenlik tehditlerine karşı bilgi toplayan bir yapı olmaktan çıkıp, stratejik iletişim, karşı propaganda ve küresel algı yönetimi alanlarında da etkin olmaya başlamıştır.

Bu dönüşüm, istihbaratın kamuoyuna dönük yönünün güçlenmesiyle birlikte kamu diplomasisiyle daha organik bir ilişki kurmasını da beraberinde getirmiştir.

Örneğin, terörle mücadele kapsamında uluslararası medyaya servis edilen görseller, yayınlanan raporlar ve dijital platformlardaki içerikler, yalnızca bilgi verme değil, aynı zamanda hedefli algı oluşturma niyetini taşımaktadır.

Bu faaliyetler hem diplomatik hem istihbari bir derinlik kazanmakta; söylem düzeyi ile operasyonel düzey arasında geçişkenlik oluşmaktadır.


Ayrıca, dijital medya stratejileri, kamu diplomasisi ile istihbaratın en çok kesiştiği alanlardan biri haline gelmiştir.

Özellikle FETÖ, PKK/YPG ve DEAŞ gibi yapıların dijital propaganda kapasitesine karşı Türkiye, hem teknik hem de anlatısal düzlemde karşı stratejiler geliştirmekte; bu stratejilerin arkasında diplomatik reflekslerin yanı sıra istihbarat kaynaklı analizler de yer almaktadır.

Sosyal medya platformlarında yürütülen dezenformasyonla mücadele politikaları, içerik üretiminden ağ analizine kadar çok katmanlı bir işleyişe sahiptir ve burada kamu diplomasisi ile istihbarat iç içe geçmektedir.


Tüm bu gelişmeler, Türkiye'nin artık kamu diplomasisini yalnızca bir "tanıtım faaliyeti" olarak değil, ulusal güvenlik stratejisinin tamamlayıcı bir bileşeni olarak gördüğünü ortaya koymaktadır.

Bu durum, kamu diplomasisi alanında çalışan kurumlar ile istihbarat topluluğu arasında daha sistematik, veriye dayalı ve eşgüdümlü bir ilişki inşa edilmesini gerekli kılmaktadır.

Ancak bu ilişkinin demokratik denetim, şeffaflık ve uluslararası hukuk ilkeleri çerçevesinde yürütülmesi, meşruiyet zeminini korumak açısından hayati önemdedir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU