Bugün Kıbrıs'ta yaşanan siyasi çıkmaz ve bölünme, tek bir anla açıklanamayan, tarihsel kökleri derin olan bir sorundur.
Fakat 1963'te yaşanan olayları anlamadan, bugünkü kilitlenmeyi kavramak neredeyse imkânsızdır.
Tam 62 yıl önce, Ada'da başlayan bir anayasal kriz, toplumlar arası çatışmaya, ardından da kalıcı bir siyasi bölünmeye yol açtı.
Bu dönemin arkasında ise, yalnızca lokal siyasi çekişmeler değil, uluslararası müdahalelerin de ağır bir mirası vardır.
Bir ortaklık devletinin doğuşu
1960 yılında bağımsızlığını kazanan Kıbrıs Cumhuriyeti, dünyadaki ortaklık devletlerinin en özel örneklerinden biriydi.
Zürih ve Londra Antlaşmaları ile uluslararası güvence altına alınan 1960 Anayasası, Ada'daki Rum ve Türk toplumlarının siyasi eşitliğini sağlamak amacıyla benzersiz bir yapı oluşturmuştu.
Bu yapının merkezinde "iki toplumluluk" ilkesi yer alıyordu.
Bu ilke, klasik bir ulus-devlet anlayışından temelde farklıydı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Tek bir "Kıbrıs milleti" yaratmak yerine, anayasa hukuki olarak iki ayrı kurucu toplumun varlığını tanımıştı.
Anayasanın ikinci maddesi uyarınca, her vatandaş zorunlu olarak Rum ya da Türk toplumundan birine dahil olmak durumundaydı.
Etnik veya dini açıdan bu tanımlara uymayanlar bile, 3 ay içinde bireysel tercih yoluyla bu iki toplumdan birine katılmak zorunda bırakılmıştı.
Devletin sembollerinden yönetim mekanizmasına kadar her alan bu ilkenin yansımasını taşıyordu.
Cumhuriyetin resmi dilleri Rumca ve Türkçeydi.
Devlet kuruluşlarında memur sayılarında 7’ye (Rumlar) 3 (Türkler) oranları uygulanıyordu.
Her toplum kendi ulusal bayramlarını kutlama hakkına sahipti.
Bu sadece teorik bir tasarım değildi; her toplumun siyasi eşitliğini güvence altına almak için devlet mekanizmasının tamamında karmaşık kontrol mekanizmaları işletiliyordu.
Yönetimde güç paylaşımı: Veto hakkının gücü
Anayasa'nın en önemli özelliği, yürütmedeki çift başlılıktı.
Rum toplumu tarafından seçilen cumhurbaşkanı ve Türk toplumu tarafından seçilen cumhurbaşkanı yardımcısı, dış politika, savunma ve güvenlik gibi hayati alanlarda ayrı ayrı ve kesin veto hakkına sahipti.
Bu hak, devletin en temel egemenlik yetkilerine dokunuyordu.
Bir toplumun diğerine üstünlük kurmasını yasaklayan bu mekanizma, anayasal tasarımın temelini oluşturuyordu.
Yasama organında ise "ayrı çoğunluk" sistemi uygulanıyordu.
Vergi yasaları, belediyeler ve seçim kanunu gibi temel konularda kararlar alabilmesi için hem Rum hem de Türk milletvekillerinin kendi grupları içinde ayrı ayrı çoğunluk sağlaması gerekiyordu.
Bu, sayısal çoğunluğa sahip Rum toplumunun, azınlık konumdaki Türk toplumun çıkarlarını göz ardı ederek yasalar çıkarmasını engelliyordu.
Yargı sistemi de benzer biçimde karma yapılandırılmıştı.
Yüksek Anayasa Mahkemesi bir Rum, bir Türk ve bir tarafsız başkandan oluşuyordu.
Adaletin dağıtımında eşitlik ve tarafsızlık sağlanmaya çalışılıyordu.
Çatlaklar oluşmaya başlıyor
Fakat bu parlak anayasal mühendislik, hayata geçirildiğinde ciddi sorunlarla karşılaştı.
Kamu hizmetinde yüzde 70 Rum, yüzde 30 Türk oranının uygulanmasındaki gecikmeler, Cumhuriyet Ordusu'nun yapısı konusundaki anlaşmazlıklar ve 5 büyük şehirde Türk belediyelerinin kurulmaması gibi uyuşmazlıklar yükselmişti.
Bu pratik zorluklar, iki toplum arasında artan bir siyasi gerginliğe zemin hazırladı.
Cumhurbaşkanı Makarios, bu gerginliğin ortasında köklü bir hamle yaptı.
1963'ün sonbaharında, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük'e 13 maddelik bir anayasa değişikliği teklifi sundu.
Teklif, hiç gizli kalmayan bir hedefle hazırlanmıştı: devletin iki toplumluluk karakterini ortadan kaldırmak.
Çözümsüzlüğün mimarı: 13 maddelik teklif
Makarios'un teklifi, bir bütün olarak ele alındığında, iki toplumlu ortaklık devletini üniter bir yapıya dönüştürmeyi amaçlıyordu.
Veto hakları kaldırılacak, ayrı çoğunluk sistemi ortadan kaldırılacak, ayrı belediyeler birleştirilecek, Toplum Meclisleri zayıflatılacaktı.
Kamu hizmeti ve ordu kotaları nüfus oranlarına endekslenerek, Türk toplumun sayısal azınlık statüsüne indirgenmesi hedeflenmişti.
(Bu konuları hukuksal bağlam içinde, Kudret Özersay’ın ASAM’dan çıkan Kıbrıs Sorunu: Hukuksal Bir İnceleme kitabında ayrıntılı olarak bulabilirsiniz.)
Bu teklifler, sadece siyasi bir anlaşmazlık değildi; devleti kuran hukuki ve siyasi önermenin kendisine yönelik bir meydan okumaydı.
Türk tarafı teklifi reddetti.
6 Aralık 1963'te Türkiye, 16 Aralık'ta ise Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Küçük, kesin bir dille bu talepleri reddetti.
Makarios ise ortaklık devletinin temelini oluşturan "ortak rıza" ilkesini yok saydı ve konuyu "tamamen Kıbrıs'ın iç meselesi" ilan etti.
Bu tutum, uluslararası antlaşmalara açık bir ihlaliydi.
Çatışma ve bölünme
Anayasal gerginlik, kısa süre sonra silahlı çatışmaya dönüştü.
21 Aralık 1963'te başlayan toplumlar arası çatışmalar, Ada'yı yıktı.
Garanti devletleri (Türkiye, Yunanistan, İngiltere) müdahale etti ve 30 Aralık'ta bir ateşkes sağlandı.
Lefkoşa'yı ikiye bölen ve kontrolü İngiliz birliklerine bırakılan "Yeşil Hat" kuruldu.
Bu hat, sadece askeri bir tampon bölge olmadı; Ada'da fiilen iki ayrı yönetimin kurulmasının başlangıcı oldu.
Uluslararası müdahalenin talihsiz rolü
Sorun uluslararası bir platforma taşındı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 4 Mart 1964'te aldığı kararla bir Barış Gücü (UNFICYP) kurulmasını tavsiye etti.
Fakat bu "barış hareketi" aslında sorunu daha da derinleştirdi.
BM, temel bir hukuki hataya imza attı.
Komutan Yardımcısı, Dr. Küçük ve diğer Türk temsilcilerin 1963'ten itibaren devlet mekanizmasından fiilen dışlanmış olmasını göz ardı ederek, sadece Rum temsilcilerden oluşan yönetimi "Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yasal hükümeti" olarak muhatap aldı.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı'nın dış ilişkilerdeki veto hakkı -devletin uluslararası hukuki kişiliğinin temel taşı- ileri işletilmiyordu.
Bu tutum, fiili bölünmeyi kalıcı bir siyasi ve hukuki nitelik kazandırdı.
Kıbrıslı Türkler, siyasi ve hukuki olarak devletin dışına itildi.
1960'ın ortaklık devleti, 1964'te de resmileştirilen iki ayrı siyasi yapıya dönüştü.
Günümüze uzanan miras
62 yıl sonra, Kıbrıs sorunu çözülebilmiş değildir.
Yeşil Hat hâlâ vardır. İki farklı idari yapı hâlâ vardır.
Bu durum, sadece askeri bir kilitlenme değil, başlangıçta atılan hukuki ve siyasi hataların sonucudur.
1963-1964 yıllarında yaşananlar, sadece bir çatışma değildi; bölünmenin hukuki ve kurumsal temelini attı.
Makarios'un anayasal dengeyi tek taraflı değiştirme girişimi, Türk tarafın buna direnmesi ve ardından çıkan çatışmalar kaçınılmazdı.
Fakat bu noktada BM'nin müdahalesi, sorunu kalıcı hale getirdi.
Rum tarafından yana ağır basan uluslararası tanıma, anayasal düzeni resmileştirdi ve iki toplumun siyasi ayrışmasını yasal bir temele oturttu.
Kıbrıs'ın bugünkü bölünmüşlüğü, o dönemde alınan bilinçli seçimlerin doğal sonucudur.
Makarios uzlaşmayı seçmemiş, BM de Rum tarafını tercih etmiştir.
Uzlaşma yolundan gidilseydi -anayasal yapının korunması ve iki toplumun siyasi eşitliğinin devam ettirilmesi yolundan gidilseydi- belki bugün Kıbrıs farklı bir durumda olurdu.
Ama o tercihler yapılmadı.
Sonuç, 62 yıldır devam eden bir bölünmedir
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish