Birkaç gün önce The Economist'in bir podcast bölümünde İtalya Başbakanı Giorgia Meloni hakkında yapılan bir sohbeti dinledim.
Konuşmacılar, Meloni'nin nasıl olup da üç yıldır iktidarda kalabildiğini tartışıyorlardı.
Avrupa'da son yıllarda istikrarlı hükümet bulmak neredeyse bir istisna haline geldi; İngiltere'de başbakanlar aylarla, Fransa'da cumhurbaşkanları çoğunluklarla, Almanya'da ise koalisyonlar sayısız pazarlıkla ölçülüyor.
Ama İtalya -ki Avrupa'da hükümet ömrü en kısa ülkelerden biridir- bu kez farklı bir tablo çiziyor.
Hükümetini yılda ortalama bir kez değiştiren bir ülkede Meloni, üç yılı geride bırakmak üzere.
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yalnızca Silvio Berlusconi beş yıllık tam dönemi tamamlayabilmişti; Meloni, bu istatistiği zorlayan ikinci lider olma yolunda ilerliyor.
Bu durum yalnızca bir kadının siyasi kararlılığıyla açıklanamaz.
Arkasında, Avrupa demokrasilerinin son on yılda içine sürüklendiği yapısal kriz var.
Meloni'nin "şaşırtıcı dayanıklılığı" aslında, Avrupa siyasetinin kırılganlığını yansıtan bir ayna işlevi görüyor.
Bir "riskli tercih"ten siyasi denge ustasına
Meloni 2022'de başbakan olduğunda, Avrupa başkentlerinde tedirginlik hakimdi.
Onun neo-faşist bir gençlik hareketinden gelmesi, "illiberal demokrasi" korkularını tetiklemişti.
Ancak bu korkular gerçekleşmedi.
The Economist'in İtalya muhabiri John Hooper'ın da belirttiği gibi, Meloni yönetimi beklenenin aksine ılımlı, pragmatik ve istikrarlı bir çizgi izledi.
Ne Brüksel'e meydan okudu ne NATO'dan uzaklaştı ne de iç politikada otoriterleşme belirtileri gösterdi.
Bu "dayanıklılığın" ardında 3 temel unsur var:
- Siyasi beceri: Meloni, sağın üç ayağını (Fratelli d'Italia, Lig ve Forza Italia) aynı çatı altında tutmayı başardı. Kendisinden daha sağda olan Matteo Salvini'yi ve merkeze yakın Forza Italia'yı ittifaktan koparmadan, dikkatli bir denge kurdu.
- Yavaş reform, düşük risk: Hükümeti çok fazla girişimci değil; ama bu aynı zamanda az düşman anlamına geliyor. İtalyan kamuoyu "fazla icraat yapmayan" bir hükümetten hoşnut kalabiliyor, çünkü sık krizlerden yorulmuş durumda.
- Ekonomik şans: Göreve geldiğinde ülke, önceki hükümetin mirası olan devasa sübvansiyonlarla ve AB'nin pandemi sonrası toparlanma fonuyla büyük bir para akışı içindeydi. Yaklaşık 400 milyar avroluk bu kaynak, yönetimin nefes almasını sağladı.
Meloni'nin Avrupa yanlısı tavrı da dikkat çekici oldu.
Ukrayna'ya destek verdi, AB kurumlarıyla çatışmaktan kaçındı ve göç konusunda -mahkemelerle ters düşse bile- yargı kararlarına uymayı tercih etti.
Çünkü biliyordu ki, mahkemeye meydan okuyarak radikal bir gündem dayatmak, koalisyonun merkez direği olan Forza Italia'nın desteğini kaybettirir ve hükümeti düşürürdü.
Bu pragmatik sınır bilinci, onun iktidarını sürdürmesinin en önemli nedeni haline geldi.
Avrupa'da istikrarsızlık sarmalı
Meloni'nin görece başarısı, Avrupa demokrasilerinin genel kırılganlığını daha görünür hale getiriyor.
İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya gibi köklü parlamenter sistemlerde bile hükümet ömürleri kısalıyor, partiler parçalanıyor, seçmen güveni eriyor.
Bu sürecin ardında yalnızca liderlik hataları değil, kurumsal ve sistemik sorunlar yatıyor.
- Temsilde adalet – yönetimde istikrar ikilemi
Avrupa'daki istikrarsızlığın köklü nedeni, çoğu ülkede benimsenmiş olan nispi temsil (PR) sistemleridir. Bu sistemler, demokratik temsili artırırken yönetim istikrarını zayıflatır. Düşük seçim barajları, küçük ve popülist partilerin parlamentoya girmesini kolaylaştırır.
Sonuçta hiçbir parti tek başına iktidar olamaz, koalisyonlar kaçınılmaz hale gelir. Parti sayısı arttıkça uzlaşma olasılığı düşer, hükümet kurma süreçleri uzar. Almanya 2017 seçimlerinden sonra 171 gün hükümet kuramamıştı; İtalya ise 1946'dan bu yana 64 hükümet değiştirdi.
Nispi temsil, "temsilde adaletin" bedelini "yönetim kırılganlığı" olarak ödetiyor.
- Merkez partilerin erozyonu
2008 krizi sonrası uygulanan kemer sıkma politikaları, Avrupa'nın merkez sağ (Hristiyan Demokratlar) ve merkez sol (Sosyal Demokratlar) partilerinin güvenilirliğini aşındırdı. Geleneksel seçmen tabanı, bu partileri elitlerin temsilcisi olarak görmeye başladı.
Bu boşluğu, "sistemin dışından gelen" popülist hareketler doldurdu. İtalya'da Beş Yıldız Hareketi (M5S), Almanya'da AfD, Fransa'da Le Pen'in Ulusal Birlik Partisi ve İngiltere'de Brexit kampanyası aynı toplumsal refleksin farklı tezahürleri.
Parti sisteminin bu şekilde merkezkaç hale gelmesi, uzlaşma kültürünü ortadan kaldırıyor. - İdeolojik kutuplaşma ve koalisyon felci
Siyaset bilimci Giovanni Sartori'nin tanımıyla kutuplaşma, partiler arasındaki ideolojik mesafenin artmasıdır. Bugün Avrupa'daki çoğu koalisyon, "geçici teknik uzlaşmalar"dan ibaret. İlk kriz anında dağılmaları bu yüzden kolay.
2021-22 arasında İtalya'da Mario Draghi'nin teknokratik ulusal birlik hükümetinin çöküşü bu dinamiğin tipik örneğiydi. Beş Yıldız Hareketi, popülaritesini kaybettiğini fark edince, ideolojik saflığını öne çıkararak hükümete güven oyu vermekten kaçındı. Böylece kendi tabanını konsolide etti ama ülkeyi siyasi belirsizliğe sürükledi.
İşte bu ortamda Meloni'nin üç yıl ayakta kalabilmesi, "İtalya mucizesi"nden çok "Avrupa çelişkisi"nin göstergesi. Avrupa genelinde hükümetler düşerken, Meloni'nin yerinde kalabilmesi sistemin normlarının değiştiğini kanıtlıyor: artık istikrar, reformdan değil, durağanlıktan doğuyor.
Küresel şoklar altında kırılgan demokrasiler
Avrupa'daki sistemik zayıflıklar, dışsal krizlerle birleşince daha da görünür hale geliyor.
COVID-19 pandemisi, tedarik zinciri bozulmaları, Ukrayna savaşı ve enerji krizi gibi gelişmeler, hükümetlerden hızlı ve bazen siyasi olarak "acı verici" kararlar almasını gerektirdi.
Fakat parçalanmış koalisyonlar bu tür kararları alamıyor.
Almanya enerji tavan fiyatını belirlemekte aylarca zorlandı; Fransa'da emeklilik reformu ülkeyi felce uğrattı; İngiltere'de mali politika hataları hükümetleri devirdi.
Meloni'nin "yavaş ama kararlı" çizgisi bu tabloda bir istisna oluşturuyor.
Çünkü o, riskli kararları geciktirerek toplumsal kutuplaşmayı dondurmayı tercih etti.
Bu, klasik anlamda bir reform başarısı değil; fakat siyasal istikrar açısından işlevsel bir denge.
Sonuç: İstikrar mı, durgunluk mu?
Meloni'nin şaşırtıcı dayanıklılığı, Avrupa siyasetinin geleceğine dair iki farklı okuma sunuyor.
- Birincisi, iyimser okuma: Avrupa, popülist kökenli ama kurumsal sınırları kabul eden yeni bir lider tipine geçiyor. Meloni bu dönüşümün öncüsü olabilir.
- İkincisi, kötümser okuma: Avrupa artık reform yapamayacak kadar kutuplaşmış durumda; Meloni'nin "sessiz istikrarı" aslında bir durgunluk istikrarı.
Her iki okuma da aynı soruya çıkıyor:
Avrupa, temsil adaletinden vazgeçmeden yönetim etkinliğini nasıl koruyabilir?
Bu soruya yanıt bulunmadıkça, kıta demokrasileri kısa ömürlü koalisyonlar, kırılgan hükümetler ve tepkisel liderlik döngülerinden kurtulamayacak.
Meloni'nin dayanıklılığı, bir başarıdan çok bir uyarı olarak okunmalı:
Avrupa'da artık kriz yönetebilen değil, krizle yaşamayı öğrenen hükümetler dönemi başladı.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish