Çoklu krizler çağında güven arayışı

Yusuf Sunar Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Independent Türkçe/ChatGPT

Hem dünyada hem Türkiye'de uzun süredir biriken gerginlikler, yorgunluklar ve beklentiler bir dönüm noktasına ulaşmış durumda.

Dünya siyaseti, büyük krizlerin yavaş yavaş "normalleştiği" bir döneme girdi; fakat bu normalleşme, istikrarın değil, alışkanlığın sonucu.

Dünya artık savaşlara, ekonomik belirsizliklere, lider krizlerine ve diplomatik restleşmelere alıştı. 

Rusya-Ukrayna savaşının üçüncü yılına girmesiyle birlikte, dünya artık cephe haberlerini olağan borsa verileri gibi tüketiyor.

Gazze ve Lübnan hattında süren soykırım, neredeyse kanıksanmış durumda; ateşkes haberleri bile birer diplomatik ritüel hâlini aldı.

Avrupa'da art arda gelen erken seçimler, aşırı sağın yükselişi ve merkez partilerin çözülüşü artık "olağan siyaset" diye tanımlanıyor.

ABD'de Trump'ın yönetim tarzı küresel belirsizliklerin en büyük kaynağına dönüşmüş durumda; bir ülkenin iç politikası artık neredeyse tüm dünyanın nabzını etkiliyor.

Ekonomide de tablo farklı değil; enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar, tedarik zincirindeki kırılmalar ve maliyet artışları artık yeni bir norm hâline geldi.

Enflasyon, birçok ülkede artık geçici bir sarsıntı değil, kalıcı bir düzen unsuru olarak görülüyor.

Pandemi döneminde başlayan merkez bankası bağımlılığı ve devlet müdahaleciliği, "piyasa ekonomisinin yeni kuralı" gibi kabul edilir oldu.

Bütün bu gelişmelerin ortasında insanlık, krizlere alışmış ama çözüm üretme kabiliyetini yitirmiş bir çağa doğru ilerliyor sanki.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Krizler artık korku değil, kanıksanarak karşılanıyor; tehlike artık istikrarsızlık değil, bu alışkanlığın ta kendisi.

Eskiden bir ülke ekonomik kriz yaşarken başka bir ülke bundan yalnızca dolaylı biçimde etkilenirdi; bugün ise bir enerji krizi, bir gıda krizini; gıda krizi, göç krizini; göç krizi ise siyasi ve toplumsal krizleri tetikliyor.

Yani artık bir kriz diğerini "izlemiyor", krizler üst üste biniyor, birbirine karışıyor ve yeni bir "normal" oluşturuyor.

Artık mesele bir savaş, bir pandemi veya bir ekonomik durgunluk değil; tüm bu krizlerin birbirini tetikleyen/güçlendiren etkiler üretmesi meselesi.

Bu durumu izah etmek üzere çoklu krizler çağı tanımı kullanılmış. 

Çoklu krizler çağında kriz biterken bile kriz duygusu bitmiyor.

Toplumlar, krizlerle yaşamayı öğreniyor ama çözüm üretme kapasitesini yitiriyor.

Kriz, artık "istisna hâli" değil; yeni bir yaşam biçimi.

Bu da siyasetten ekonomiye, bireysel psikolojiye kadar her alanı etkiliyor:

  • Politika kısa vadeli reflekslerle yürütülüyor.
  • Ekonomi sürekli "geçici tedbirler"le idare ediliyor.
  • Toplumlar "sürekli alarm hâli" içinde yaşıyor.
  • Umut, yerini yorgun rızaya bırakıyor.

Türkiye de bu küresel sarmalın içinde.

Ekonomik daralma, adalet sistemine güvensizlik, kutuplaşma, gençlerin gelecek kaygısı, çevre tahribatı, göç yönetimi ve dış politika belirsizlikleri artık ayrı meseleler değil; birbirini besleyen yapısal bir kriz bütünü.

Yani, Türkiye'de yaşanan ekonomik kriz aynı zamanda adalet krizinin, siyasi temsil krizinin ve sosyal psikoloji krizinin de bir yansıması.

Eylül ayında Türkiye genelinde yapılan Türkiye endeksi verileri, Türkiye'de ekonomik sıkıntıların hâlâ en belirleyici gündem maddesi olduğunu bir kez daha  gösteriyor.

Halkın yarıdan fazlası, ülkenin en önemli sorununun ekonomi olduğunu düşünüyor.

Bu, yalnızca gelir kaybının değil, geleceğe dair belirsizlik duygusunun da bir yansıması anlamına geliyor.

Artık mesele, fiyat artışlarından çok, "Yarın ne olacak?" sorusuna dair herhangi bir öngörüde bulunamamakta düğümleniyor.

Emekliler, gençler, esnaf, sanayici... Herkes aynı sessiz cümleyi kuruyor:

Plan yapamıyoruz.


Elbette bu belirsizlik hali yalnızca Türkiye'ye özgü değil.

Almanya'da sanayi üretimi daralıyor, ABD'de faiz politikası orta sınıfın belini büküyor, Çin'in yavaşlayan büyümesi küresel ticaret zincirini yeniden şekillendiriyor.

Dünya ekonomisi, "yüksek risk, düşük güven" dengesine oturdu.

Fakat fark şu: Türkiye, bu küresel dalgalanmayı kurumlarının kırılganlığı nedeniyle daha sert hissediyor.

Çünkü ekonomik istikrarın en büyük dayanağı olan "güven", yalnızca para politikasıyla değil, yönetim anlayışıyla da inşa edilmelidir.


Peki, bu tablo içinde ne yapılabilir?

  • Birincisi, gerçeklik duygusunu korumak gerekiyor. Siyasetçiler, toplumun sabrını test etmeyi bırakmalıdırlar.
  • İkincisi, adil bir paylaşım düzeni kurulmalıdır. Gelir dağılımı adaletsizliği artık yalnızca ekonomik bir sorun değil, toplumsal huzurun önündeki en büyük engeldir. Bu konuda atılacak somut adımlar toplumun moralini hızla yükseltebilir; örneğin emekli maaşlarının insani düzeye çekilmesi, kamu ihalelerinde şeffaflığın artırılması, gençlerin istihdamına öncelik verilmesi.
     
  • Üçüncüsü, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi artık bir tercih değil, zorunluluktur. Merkezi yönetim, sorunları tek merkezden çözme ısrarını bırakmalı; belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütleriyle daha işbirlikçi bir yönetim anlayışına geçilmelidir.
     
  • Ve son olarak, dil ve üslup reformu gereklidir. Türkiye, yıllardır biriken kutuplaşmanın yorgunluğunu taşıyor. Kamuoyu verileri, artık kimsenin birbirine bağırmak istemediğini açıkça gösteriyor. Siyasette sakin, yapıcı, müzakereci bir ton, bugünün en etkili değişim aracıdır.

Eylül 2025 verileri bize şunu söylüyor:

Türkiye toplumu umudunu tamamen yitirmemiştir; fakat umut, artık kendiliğinden değil, emekle üretilecek bir duygu haline gelmiştir.

Bu dönemde akıl, sabır ve adalet duygusu; yüksek vaatlerden, büyük sloganlardan ve keskin ideolojilerden daha kıymetli hale gelmiştir.

Belki de bu yüzden, bugünün en değerli siyasi ve toplumsal sözü şudur:

Hakikate sadakat, sağduyuya davet.


Türkiye'nin geleceği, bu iki kavramın yan yana durabilmesinde bağlı olduğuna inanıyorum.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU