Cemal Süreya-Sezai Karakoç-Can Yücel Örneğinde "e-bildikçe", "e-cehalet"in nasıl arttığı

Secaattin Tural Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Türkçede "e-bilmek" fiilinin yeterlilik anlamına geldiğini söylesem, herhalde bilinen bir gerçeği söylemenin dışında bir ilgi çekiciliği olmayacaktır.

Hatta "İlim cehaleti arttırır" tezadıyla oluşturulan olumlu önerme de bilinen bir gerçeğin tekrarından öteye geçmez.  

Fakat "e-bilmek" dijital-elektronik bilgi, bir başka deyişle internetten elde edilen bilgi anlamına gelirse eminim mesele biraz farklılaşacaktır.

Artık yeterlilik fiili yetersizliği, bilgi ise cehaleti işaret edecektir.

Bilgiyi geleneksel yöntemlerle elde etmeye çalışanlar, öğrendikçe ne kadar çok şey bilmediğini fark ederken, Google hazretlerinin müritleri ise milyonlarca bilgi kendilerine ulaştıkça sorgulamaksızın kendilerinden geçeceklerdir.

Postmodern dünyanın ve buna bağlı olarak her alana yayılan dijitalleşmenin getirdiği yeni dünya düzeninin sonucu olan bu tavır yalnızca amatör hevesten öteye geçmese belki de yalan yanlış da olsa bilginin dolaşıma sokulması bir nebze olsun hoş görülebilir; fakat konunun uzmanlarının da genel tavrı haline geldiğinde mesele ciddi bir boyuta taşınır.

Yazının başlığında neden üç ünlü şairimizin isminin geçtiğini sorabilirsiniz.

Özne elbette onlar değil, onlar sadece nesne olarak, yani öznelerin yaptığı eylemden etkilenenlerdir, bir başka deyişle kurban da diyebilirim.

Neyin kurbanı mı?

Tabii ki "e- cehalet"in.

Şöyle ki;

Gerek ortaöğretimde gerekse üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerindeki ilgili derslerde, yazarların hayat hikâyelerinin magazinleştirilmesi öğrencilerin dikkatini çekmenin yollarından biridir ve öğrenciyle diyalogu kuvvetlendirdiği için dersin amacına ulaşması yönünden gereklidir.

Tabii ki Türk şiirinin en önemli şairlerinden ikisi olan Cemal Süreya'nın soy adından "y"nin atılması ve Sezai Karakoç'un bu olaydaki rolü ile ilgili Google arama motorundan fışkıran "e-bilgi"ler söz konusu diyalogun en kolay kurulduğu örneklerdir...

Çünkü internette Karakoç ve Süreya'nın aynı kıza âşık olduğu ve -tabirimi hoş görün "kim onu tavlarsa" soy isimlerinden bir harfi atacaklarına dair girdikleri iddia sonucunda Karakoç'un kazandığı ile ilgili gerçekdışı anekdot, kurgu olmaktan çıkmış, adeta edebiyat tarihi bilgisi haline gelmiştir.

Edebiyatın gücü adına aslında bu dedikodudan kurgu ve gerçeklik üzerine kuramsal bir tez çıkabilir, ama kurgu olduğunu bildiğimiz müddetçe, tabii ki.

Halbuki bu anekdot giderek anonim bir bilgiye, hatta Karakoç'un "Mona Roza" adlı şiirinin tahlilinin arka planını bile oluşturacak düzeye erişmiştir.

Elbette Cemal Süreya'nın bir arkadaşıyla hafızasının gücüne güvenerek girdiği iddia sonucunda hatırlayamadığı bir telefon numarası yüzünden "Elma" şiirinde de belirttiği gibi, soy adından bir harfi attığını yalnızca bu yazının sahibi değil, internet sayfaları da paylaşıyor.

Peki bu iddianın âşk yüzünden değil de bir telefon rehberi yüzünden olduğunu sanki sadece kendim biliyormuş gibi sizi neden meşgul ediyorum?

Çünkü bu mesele göründüğü kadar basit değil.

Neden mi?

Şöyle izah edeyim öyleyse:

Âşık olduğu kızı bir başkasına kaptırmak yüzünden olmadığını, bunun yanlış bir bilgi olduğu yakın tanıklar tarafından da zaten vurgulanmış.

Cemal Süreya'nın kızının bu olayı babasına sorduğunda meselenin bir telefon rehberindeki numarayı hatırlayamamaktan kaynaklandığına dair ifadesinin yanında, aynı zamanda bu iddianın nesnesi konumuna getirilen Muazzez Akkaya'nın ailesinin ve sonrasında kendisinin ifadelerini burada hatırlamak gerekiyor.

Fakat durumun vahameti de burada başlıyor zaten.

Demek ki bu ifadeler olmasa biz Karakoç'un Muazzez Akkaya'yı okul kantininde tavladığını, Cemal Süreya'nın uzaktan gözleri nemli izlediğini düşüneceğiz.

Halbuki bu iki şairin hem dünya görüşüne hem poetikalarına hem de kişisel özelliklerine baksalar teori baştan çökerek hoş bir kurguya dönüşür ve düzeltmek için Cemal Süreya'nın kızının ya da Akkaya'nın tanıklığına ihtiyaç kalmaz.

"Mona Roza" şiirinin akrostiş olması zihinleri gıdıklamış belli ki.

Halbuki bütün iyi şiirlerde olduğu gibi Akkaya da önce sevgilinin ilk imgesi sonrasında ise ikinci imgeye yükselerek aşkın bir sevgili imgesine dönüşmüştür.

Yıllar sonra Türkiye'ye döndüğünde söz konusu şiirden ve dolayısıyla akrostişten haberdar olan Muazzez Akkaya'nın şaşkınlığın yanı sıra, Karakoç'un bile şiirine zarar vermek pahasına akrostişi bozmuş olması anekdotun tadını kaçıran unsurlardandır.

Söz konusu hikâyenin tarafları gerçeği anlatmamış olsalar bile, iddiaya konu olan hanımefendiyi Karakoç'un değil, Süreya'nın kendisine âşık edeceği de şaka bir yana daha akla yakın geliyor gibi.

Hani bir şiirde geçiyor ya -siz tam metni bulursunuz eminim-;

Tanrı Cemal Süreya'yı yarattıktan sonra kadını bir kez daha yarattı


Bu da bir hayal, sakın ola ki bu da bir "e-bilgi"ye dönüşmesin, işin daha ilginç bir yanı da muhafazakâr çevrelerin bu hikâyenin çekiciliğine kapılmaları.
 


"Yazının sonuna geldik ama Can Yücel nerede?" diye sorabilirsiniz.

Türk şiirinin önemli isimlerinden olan Can Yücel'in, yazmadığı bir metnin en bilinen şiiri olarak anılması ve şiir matinelerinde okunması da en az yukarıdaki hikâye kadar ilgi çekicidir.

Şimdi efendim, bu bilgiyi biz zaten biliyorduk, bir âşk hikayesine indirgeyenler de ideal olmayan, popüler okuyuculardır, demeyin lütfen.

İnanmayan edebiyat derslerinde eğitim kurumlarının her düzeyi için bunu test edebilir.

Bence denemede bulunup riske girmeyin!

Akademi dünyası da dahil.

Ne de olsa bir üniversitede Karakoç ile ilgili bir panel veya sempozyumda Muazzez Akkaya'ya Sezai Karakoç üzerine konuşma yaptırıldı!

Bunun yanında anlı şanlı gazete ve dergiler halen "y"nin atılma hikayesini ki hikâye olsa çok güzel olurdu ama gerçekmiş gibi yazıyorlar.

Evet, eskiden âlimler çok bildikçe ne çok şey bilmediğimi anlıyorum anlamında okumanın cehaleti aldığını ama aslında artırdığını ifade etmek isterlerdi büyük bir tevazuyla.

Şimdi ise gerçekten de "elektronik bilgi" cehaleti arttırıyor.

Tabii ki postmodernizm, sanal dünya, simulakr, Baudrillard, hipergerçekçilik vs. diyeceksiniz…

Ben de biliyorum da inanın bunlarla ifade edilemeyenin de ötesinde bir yerdeyiz.

Akademik distopya diyebileceğim bir ortam içindeyiz ki belki bu da başka bir yazının konusu olabilir.

Demek oluyor ki "e-bilgi"ye "BAĞLANMAYACAKSIN!"

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU