Zor zamanlardan öğrenmek! Deneyimden notlar…

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Cezaevleri insan düşüncesinin yoğunlaştığı mekânlardır.

Cezaevlerinde adeta zaman durmuş gibi yaşanır.

Cezaevlerinin daracık her bir mekânında zihnin, bilincin, psikolojin ve elbette gelmiş cezaevi kapılarına takılmış anılarınla baş başasındır.

Cezaevlerinde dış dünya ile bağ, onu yaşamadan kurulur.

Yaşamadığın dış dünyada olup bitenlerin tarihsel sıralamasını karıştırman hiç şüphesiz rastlantı değildir.

Yeryüzünde olup bitenleri yaşadığın kendi ülkenin bir kentinden, bir ilçesinden izlemişsindir.

Basından ya da başka bir yolla elde ettiğin her enformasyon o gün bulunduğun mahaldeki bir özgün yaşantıyla, bir etkinlikle aynı ana rastlar, karıştırmazsın.

"Özgür" insan ise her gün başka bir günü yaşar. Yaşadığı bir gün öteki güne benzemez.

O nedenle "yaşamadığı" her olay, yaşadığı başka bir olayla yan yanadır.

Yaşadığını kolay kolay unutmuyor insan. Yaşamadığını da o yaşadığı olay sayesinde hatırlıyor.

Cezaevindeki yeknesak yaşantı, böyle bir çağrışım olanağını her zaman vermez.

 
"Darbe Cezaevlerini" unutmamak

1980'li yıllardaki cezaevi yaşamımızı anımsıyorum.

Elâzığ 3 No'lu Cezaevi Özel Askeri Bölüm'de, bir avuç arkadaş ile uzun yıllar yerin üç metre dibinde havasız, morgdan bozma daracık hücrelere konmuştuk.

Sonrasında 4 arkadaşla yine uzun bir süre, bu kez de 2 No'lu tecrit bölümünde, önce ayrı ayrı daracık hücrelere, sonra kalabalık faşist grupların kaldığı iki büyük koğuşun arasında küçücük bir koğuşa konacaktık.

Yine de yaşam her zaman yeknesak değildi.

Neden mi dersiniz...

Çünkü hukuk bilmez cuntanın başımıza diktiği zalim goriller, bizleri yeraltına hapsetmekle, tecrit hücrelerine ve koğuşlarına koymakla bitiremeyeceklerini, pasifize edemeyeceklerini anlama yetisinden kat be kat uzaklardı.

Ellerine geçirdikleri devrimcileri her gün, her saat cezalandırmak için akla hayale gelmedik.

Yaratıcılıkla (!) buldukları işkence ve baskı yöntemlerini kullanarak zulmü derinleştirmek cezaevlerinin günlük gerçeği idi.

Bütün bu nedenlerden dolayıdır ki dış dünya ile kurduğumuz bağla elde ettiğimiz enformasyonu, cezaevlerindeki asla unutulması mümkün olmayan ve her gün bir yenisi yaşanan "operasyonlar" , "baskınlar", "işkenceler", "ölümler", "ölüm oruçları" gibi yaşantı parçacıklarımızın çağrıştırmasıyla, sanki dışarıda yaşıyormuş gibi sıralama hatası yapmaksızın anımsardık.  

 
Yaşayan 78 Kuşağı'nın, yaşayan değerleri 

Bilincimizi boşaltmak için elinden geleni yapanlar, bu suretle dış dünya ile bağ kurmamızın koşullarını yok etmek isteyenler, yaptıkları zulümlerle cezaevi hayatımızı öylesine "canlı" hale getirdiler ki o daracık yeraltı hücreleri, tecritler, koğuşlar devrimci tutsaklar için kocaman bir dünyaya dönüştü. 

Zihinsel uyanıklık, belleksel canlılık, devrimci direngenlik o nedenle değil mi ki ayakta kaldı...

Darbeci gorillerin en çok ortadan kaldırmak istedikleri şey iletişimdi.

TTE (Tek Tip Elbise), ziyaret yasakları, tecrit koğuşları, hatta yeraltı hücreleri bunun içindi.

Ancak bir noktayı unutuyorlardı: Hiçbir tecrit, hiçbir hücre, hiçbir yalnızlaştırma politikası, bir sosyal varlık olan insanın sosyal varlık olma özelliğini yok edemezdi.

Sosyal olmanın özü iletişimse, yerin değil üç, yedi kat altına gömülen insan, bir yolunu bulur ve sosyal varlık olmanın gereğini yerine getirir; ister kuş kanadıyla, ister kuş diliyle olsun egemenlerin akıl sır erdiremeyeceği en geniş iletişim ağını kurardı.

İletişim olunca dayanışma, deneyim paylaşımı, "gizli komün" yaşamı, zulme karşı ortak direniş ağları da örülürdü.

Böylece zihinler uyanıklığını, bellekler canlılığını, devrimci irade direngenliğini en zor koşullara uydurur, insanlık onurunu korurdu.

Böyle olmasaydı, yıllar ve yıllarca cezaevlerinde "çürütülmeye" çalışılan yurtsever, ilerici, devrimci insanlarımızın çürümüş olması, toplumsal halk değerlerinin yok edilmesine tepki göstermemesi gerekirdi.

 
Gerçek, yalnızca gerçek

Elbette ki genellemeler gerçeğin tümünün üzerini örtmemeli...

Elbette ki insan onurunun direniş saflarını dahi idealize etmemeli...

Beşeri zaafların üstesinden gelememe halleri de vardı.

Hele de ne zaman ve nasıl yapılacağı belli olmayan "şok operasyon"larla, işkencelerle, ölümlerle, yasaklarla kuşatıcı ve çaresizleştirici koşulların getirdikleri...  

Son ana kadar ölümüne direnen bir arkadaşımızın beklenmeyen bir anda ve beklenmeyen şekilde teslim olduğuna, bir başka arkadaşımızın dayanamayıp intihara teşebbüs ettiğine tanıklık etmek kahredici idi.

Bütün bunlar kabul edilebilir, hazmedilebilir değildi ama birilerinin de çözüm gücü olma zorunluluğu vardı. 

Konuşuyor, konuştukça insanı öğreniyor, insana karşı sorumluluk bilincimiz artıyor, anlamaya çalışıyor ama anladıkça da an'lık düşünme tuzağına düştüklerini fark ediyorduk...

Koşullar o denli çaresizleştiriciydi ki bu cendereden kurtulamayacaklarını düşünen bazı arkadaşlar teslim olurken, bazıları ama böyle de yaşayamayacaklarına inanıyor, hastalanıyor, hatta intihar yolunu seçiyorlardı.

Kelimenin geniş anlamıyla 12 Eylül darbesi, Türkiye toplumunun ve özel olarak da kuşağımızın üzerinden silindir gibi geçmişti.

78'liler Kuşağı, sorgu birimlerinde ve cezaevlerinde "ezildi", dışarıda "yitik ve yok hükmünde" sayıldı ama herşeye rağmen çürütülemedi...

78'liler Kuşağı, an'lık düşünmemeyi, her şeyin geçeceğini, karanlık gecelerin aydınlık bir sabahının da olduğunu zor zamanlardan geçerek öğrendiler.

 
Ve 78'liler yeniden sokakta, yeniden tarih sahnesinde

12 Eylül'cüler topluma diz çöktürmek için 78'lileri astılar, işkenceden geçirdiler, yüzbinlerce insanı cezaevlerine doldurdular, binlerce insanı yurttaşlık haklarından mahrum ettiler.

Ama olmadı, tüketemediler.

Çünkü insan tükenmez!

Zulüm varsa isyan tükenmez çünkü.

İşte 78'liler, 12 Eylül darbesinden 20 yıl sonra yeniden sokağa çıktılar...

Ve tarihi yürüyüşlerini başlattılar.

20 Ağustos 2000 yılında 78'liler Vakıf Girişimi'ni kurdular.

Parlamento da Yurttaşlık Haklarını kazandılar, "yitik ve yok hükmü"nü tarihin çöp sepetine attılar.

78'li ve 78'liler kimliklerini kazandılar ve dosta düşmana ilan ettiler.

Anayasa'nın Geçici 15'inci maddesini kaldırdılar, darbe şeflerini yargıya taşıdılar.

Sağlam duruşları ve yüksek bir özgüven duygusuyla, ülkenin en netameli konularına sahip çıktılar: 

Başta Kürt meselesini ve Kürt meselesinde demokratik çözümün getirilmesini yüksek sesle dilendirdiler.

Bunları yaptılar. Hepsi Türkiye toplumunun ve halkların kazanımı olarak tarihe geçti.  

 
Öte yandan,

Cumhuriyet'in demokrasiyle tamamlanması bağlamında,

78'lilerin bir yıldır hazırlandığı bütünlüklü fikriyatları ve değerleri yüzyıllık Cumhuriyetle tarihi yüzleşme perspektifi ile parlamentoya taşınması idealini günlük siyasetin tarihsel düşünmeye ve tarihsel duruşa yabancı siyasi cilveleri nedeniyle gerçekleştiremediler ama…

Özgürlük, eşitlik, adalet, demokratik devrimci değerler üzerine bestelediğimiz şarkımız bitmedi, sürüyor…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU