Politik terör

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Independent Türkçe/ChatGPT

Terörle mücadele mi, teröre karşı savaş mı?

Bu sorunun cevabını arayacağız.

Dünya, terör kavramını çok uzun yıllardır tartışmaktadır.

Dünyada terörün ne olduğunu bilmeyen kalmadı, özellikle de "politik amaçlı terör" konusunu gündemimize taşıdık. 

Zaman içinde "uluslararası" ve "stratejik" boyuta evrilen teröre karşı "savaş ilanı" söz konusu oldu.

Çoğu zaman politik amaçlı terör, "ayrılıkçılık" peşinde koşanların yöntemiydi.

Daha sonra büyük güçler belli coğrafyalarda politik amaçlı hedeflerini gerçekleştirirken terörü bir "proje" olarak kullandılar. 

Bu bir basamak atlamak gibi düşünülecek değişimdi.

Bu değişimde neyi düşünmelisiniz?

Terörle mücadele etmek anlayışı yeterli olacak mı?

Bu soru soruldu.

Bu işin mimarları "savaş" ifadesini kullandılar.

Bunlar acaba eksik mi düşünüyorlardı veya hatalılar mıydı?

İşte bu çerçeve içerisinde düşünüldüğünde bugün terörle ilgili kuramsal bir tartışma yapma ihtiyacı hasıl oldu.

Terör kavramının gelişimi sürecinde, El Kaide terör örgütünün New York’ta 11 Eylül 2001 saldırısı bir dönüm noktasıdır.

11 Eylül sonrasında ABD, "küresel radikal İslami teröre" karşı "savaş" ilan etti.

Bu savaş, koalisyon güçleri tarafından, ağır silahlarla, tıpkı savaş yaparcasına gerçekleştirildi.

Ülke halklarıyla ve çeşitli kurumsal yapılarla ilişkiler geniş boyutta ele alınmaya başlandı.

Peşinden ülkelerin tekrar imarı ve siyasal düzenlerin kurulması buna eklendi. 

Terörün küreselleşmesi ve uluslararası boyuta taşınması söz konusu oldu.

Büyük olaylar ülkelerin sınırları dışında ve çeşitli ilişki yumaklarıyla birlikte cereyan etmeye başladı.

Terör nihayetinde bir politik hedefi gerçekleştirmek amaçlı gibiyken, bir coğrafyayı istikrarsızlaştırmak, yozlaştırmak ve istismara açık yönleriyle beraber "stratejik kazanım" elde etmeyi sağlamak yönlerine anıldı.

Silahlı ve silahsız propaganda, politika ve diplomasi, ekonomik açılımlar ve ilişkiler, sosyo-kültürel etkileşim gibi alanlarda faaliyetler çok boyutlu olarak ele alındı, uygulamalara dahil edildi.

Terör örgütlerinin yapısal ve yöntemsel tariflerini, terör üzerinden ayrılıkçı hareketlerin geliştirilmesini, bir davanın terör yöntemiyle yerleşmesini ve sonuç alınmasını örneğin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile anlatmak mümkündü.

Yaser Arafat ile İzak Rabin karşılıklı oturup bir anlama zemini bile yarattılar.

(Sonra olanlar başka, bugün ne Arafat ne de Rabin var!)

Bütün dünya FKÖ’yü terör örgütü olarak bildi.

Dahası var, FKÖ’nün kendisi de açıkça, terör yöntemiyle amaçlarına ulaşmak istediklerini gizlemediler.

Kamplarda örgüt militanı yetiştirdiler, uçak kaçırdılar, olimpiyat eylemi yaptılar, bombalar patlattılar, çeşitli propaganda araçlarını kullandılar…

İsrail, Filistin davası için mücadele eden her türlü hareketi terör olarak gördü.

En son noktada olduğu gibi, İsrail Hamas’ı en başından itibaren "terör örgütü" olarak isimlendirdi.

Bu onların devlet politikasıdır. 

Her devlet kendi politikasını belirler!.. 

Durum şudur:

Terör nasıl bir politik amaç güder, karşısındaki de kendi politikasını belirler.

Terörün "senin/benim terör örgütü" meselesi buna dayanır.

Hem kuramsal hem de realizm olarak konu açıktır.

Son olarak İsrail’in 7-8 Ekim 2023 itibariyle başlayan süreçte, ateşkes ve barış görüşmelerinin yapıldığı bugün dahil, onlar tarafından (ABD gibi başkaları için de durum aynı), Hamas bir "terör örgütü" şeklinde tanımlanır.

Sorular şunlardır:

İsrail neden terörle mücadele değil de savaş etmeyi daha çıkarına bir hareket tarzı olarak gördü?

Mukayeseli olarak bakalım, Türkiye 40 yıldan fazla zamandır, bugün dahil, "terörle savaş" yerine, "terörle mücadele etme" terimini kullanmayı neden seçti?

Kuramsal olarak hangisi daha doğru ve etkili, sonuçta (ülkelerin kendi milli hedefleri açısından) ne elde edildi ne kaybedildi?

Hatta bundan sonraki terörün ve uluslararası ilişkilerin gelişimi süreçlerinde, gelecekte hangi terim daha fazla oranda (söz konusu ülkelerin milli amaçlarına ulaşmaları adına) politikanın önünü açar veya kapatır?

Hemen hatırlatayım, PKK terör örgütü ülkede "bölücü" örgüt olarak tanımlandı.

Daha sonra etki alanını geliştirdi ve çıkış noktası olan Türkiye dışında, içinde Kürt nüfus bulunan ülkeleri kapsayan şekilde, bölgesel bir terör örgütü oldu.

Bu örgüt, çeşitli isimleriyle ve angajmanlarıyla beraber düşünülürse, uluslararası alana evrildi.

Siyasi hedefler değişti. 

Bugün PKK terör örgütü "bölücü değilim, ancak siyasette varım" diyor!

Zaten tüm amaç bir siyasi kazanım durumu değil mi?

Çok geniş manada siyaset, iddiadır, plan ve projedir, savunmaktır, davadır, hedef koymak ve ona ilerlemektir, güç kazanmaktır, gücü yönetmektir… 

Elimizde ne var?

En başından beri silahlı ve silahsız eylemleri yapan kapsamlı siyasi faaliyetler için kurulmuş ve hatta bir proje olduğu dahi tartışılmış olan bir yapı!

Şimdi eğer konumuz "terörle mücadele" ise şu soruya bakın isterim:

Acaba PKK terör örgütü (ve onun işbirlikçileri) bugün ne tür bir kazanıma evet deme noktasında?

Muhataplar kimler?

Öcalan, Kandil, SDG, vs. Hakları neler?

Kimler ne diyor ve neyi almak istiyor?

Zaten her şey siyaset!

Bir de İsrail’in savaş ilanı örneği var.

Buradaki savaş ise neyi gerektirir?

"Mücadele" yumuşak bir ifadedir, bir orta yolu bulmaya çalışmakla açıklanır.

Bu mücadele terimi uluslararası alandaki kontrolünüzü daraltır, elinizi bağlar. 

"Savaş" terimi serttir. Eğer savaş ilanı kullanıldı ise diğer bir gücün buna dahil olup olmaması, bir savaşa girip girmemesi, "müttefiklik" veya "düşmanlık" kavramlarıyla ele alınır. 

Eğer terörü savaş yolu ile çözeceğim dediyseniz ve İsrail’in Hamas’a karşı ilan ettiği gibi, bir savaş ilanı söz konusuysa, o halde bir üçüncü tarafın pozisyonu yine bir savaş haliyle açıklanabilir olur.

Bölgesel veya küresel çaplı olup uluslararası konuma çıkan bir terör konusuna bakalım.

Çünkü günümüzde durum budur.

Tanımlı bir terör örgütüyle savaş veya mücadele etmeyi düşünen tarafından artık şu hesap edilir:

Muhatap sadece bir örgüt değildir, onu destekleyenleri de kapsamındadır.

Eğer girişilecek karşı faaliyetlere "mücadele" derseniz bu yapacaklarınız açısından dar bir alanda hareket etmenize sebep olur, "savaş" derseniz hatları daha keskinleştirmiş olursunuz ve kontrollü sizde olur.

Yıllardır Türkiye, PKK terör örgütüyle mücadele ederken, kavramsal açıdan şöyle düşündü; bu bir savaş olursa sonunda barış da olur! 

Halbuki PKK terör örgütü, (1982 sonrasında) etki sahasını ABD’nin savaşına maruz kalan Irak’taki kamplarına doğru yaydı, merkezini ve etki alanını Irak/Kandil’e taşıdı, örgütün politikası (2005’ten itibaren) KCK olarak açıklandı, bölgesel istikrarsızlık politikasında aparat oldu (vekil, proxy), başka ülkelerin (örneğin ABD, bazı Avrupa ülkeleri ve İsrail’in) milli çıkarlarına ve amaçlarına hizmet etti, küresel terör örgütü olarak kabul edilen Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) hadisesiyle irtibatlı göreve dahil edildi, ABD tarafından Suriye’deki Arap Baharı sürecine eklemli İç Savaş (2011-2025) döneminde (resmen 2015’ten beri) SDG projesi olarak geliştirildi, bakılırsa bugün çok kapsamlı bir yapı halinde oldu. 

Türkiye nasıl mücadele etti?

Ülke içinde terörle mücadele! Bu tamam.

Ama bugün PKK terör örgütü o değildi ki!

Kenya’da yakalanıp (1999’da) ülkeye getirilen ve sonra yapılan mahkeme tarafından (şu anki durumuyla) ağırlaştırılmış müebbet hapisle hüküm giyen terör ele başı Abdullah Öcalan’ın siyasi angajmanları (görüşleri, mektupları, beyanatları, önerileri…) resmi bakımdan kabul gördü ve bugün bunu savunan bir politik ortam ortaya çıktı.

(Türkiye'de idam cezası 2004 yılında yapılan bir değişiklikle kaldırılmış, fakat idam cezası yerine infaz koşulları çok ağır olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yasalaşmıştır. Terör ele başı Öcalan, bu infazını İmralı adasında çekmekledir!)

FKÖ gibi düşünün, terörün yöntemi ne?

Silahlı ve silahsız politika.

PKK terör örgütü olarak bakın, durum ne?

Aynısını söyleyebilirsiniz. 

Peki, terör ele başı hapishaneden yol gösteriyor, siyasetini sürdürüyor, "barış ve siyaset zamanı" diyor.

Tekrar İsrail-Hamas örneğine dönelim, Trump kendi lisanıyla bu duruma "barış" diyor; ancak ellerindeki plan ise bir "mutabakat" metni.

Hepsi bu!

Hamas "kendimi feshettim" derse, o halde İsrail’in 8 Ekim’de ilan ettiği "savaşı" kim kazanmış olacak?

Üstelik (Gazze’de taş taş üstünde bırakmayan ve 67 bin sivilin ölümüne sebep olan ve halen yaklaşık 2 milyon Gazzeliyi perişan hale getiren) Netanyahu bu duruma "ateşkes" diyor.

Hatta, "Filistin devletini tanımam, İsrail ülkesinin bir Filistin otoritesiyle paylaşılmasını asla kabul etmem" diyor. 

Konu ettiğim noktadan bakın, burada terörü, savaş ve mücadele kavramlarını mukayese etmekteyim. 

Eğer Hamas silah bırakırsa İsrail’in 8 Ekim’de ilan ettiği "savaş" hali bitmiş olacak, "terörist" dediği Hamas silah bırakacak…

Peki, Filistin devleti ve ülkesi hakkında müspet konuşan bir İsrailli politikacı duydunuz mu?

Mukayeseli düşünün…

Ama şunu söyleyebilirsiniz, İsrail kendi çıkarına politikasını yapıyor ve bu yönde; "Gazze hakkında ben şunu isterim, üstelik İran, Lübnan, Suriye, SDG şöyle olmalı" diyor…

Acaba başka neler diyor da bizler bunları öğrenemiyoruz…

Hatta bölgesel alanda, İsrail’in politik amaçları için, hedeflediği ve vurmadığı siyasi ve milis lider kadro veya öne çıkan isim (neredeyse) kalmadı.

Yani rakip (ona göre düşman veya terörist) karar vericileri bile, etkili askeri operasyonlar yoluyla, bir nevi kendisi belirlemiş oldu.

Bu da uluslararası ve bölgesel siyasetin ne seviyede ve nasıl yapılabildiği noktasındaki bir uygulama türü halinde.

En başından en sonuna kadar esasen konu "siyaset" değil mi?

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU