Ölüm bir hatırat ambarı.
Bahçenin hemen önünde, soldaki kayısı ağacının altında, toprak zeminde bir masa, masayı çevreleyen eski bir çift koltuk, balkon duvarını saran çiçekler güneşe dönmüş.
Kadife çiçekleri, akrep çiçekleri, saksıyanlar, papatyalar, sarmaşıklar ip yardımıyla ikinci kata misafir çıkmış. Reçellik güller.
Fiskiye durmadan dönüyor sabahları. Horozlar henüz ötmekte. Otlar ıpıslaktır.
Semaver bacasından ağır ağır bir duman çıkarıyor gökyüzüne.
Balkonun cephesine bakan, köklerini yayarak büyüyen bir incir ağacı.
İncir ağacının her iki tarafını kapatan kayısı ağaçları, incirin hemen önünde küçük bir çam ağacı var.
Çam ağacının sağında henüz ağaç olmak için güçsüz ama dik duran bir ceviz fidanı var.
İki kayısı ağacını ve inciri geçince vişne ağacı beliriyor, vişneden sonra gene üç kayısı ağacı, kayısının arkasına gizlenmiş bir şeftali, hemen çaprazında ekşi elma ağacı duruyor.
Ve bahçenin dışında kalan, korunaklı alana domates, patlıcan, biber, salata, kabak, maydanoz, dereotu, roka, soğan… ekilmiş.
Bu bir bahçe; bir zamanlar sahibi vardı, o yüzden görülmeye aşina bir bahçe.
Ağaçların dalları arasında neresinden bakarsanız bakın her daim göz göze geldiğiniz Ağrı Dağı, karlı tepesiyle öylece gözlüyor sizi.
Sahibi yok artık bahçenin. Bahçenin giderek soluklaştığı, ama sahibinin ölümden sonra da bahçede gezdiği görülebiliyor.
Bu bir hatırat sadece. Bahçede gezindiği, çiçeklerin ve fidelerin köklerini çapaladığı, süpürgesiyle bahçenin yüzünü temizlediği, bahçeyi suladığı bir geçiş.
Geri dönmeyen fakat hafızada da silinmeyen bir var olma biçimi. Geride kalanları yok etmeye teşne.
Yılların geçtiği, mevsimlerin birbirine karışıp bahçeyi çeşit çeşit renklere büründürdüğü, kah giyindirdiği kah çıplak bıraktığı bir döngü.
Bu döngünün içinde bahçenin sahibi yok artık. Ölünün hatırat ambarı duruyor bahçede. Konuşuyor. Hareket ediyor. Gözleri beliriyor.
Nefessiz kaldığı anlarda oturduğu masa göze çarpıyor. Elinde süpürge. Dinleniyor.
İncecik kemikli yüzüne, oyulmuş zeytin gözleri uzakları çağırıyor.
Ellerini süpürgenin sapına yerleştirmiş, ak düşmüş saçları eşarbının kenarından dışarı fırlamış. Durgun.
Biraz sonra kalkacak, bahçeyi elden geçirmeye devam edecek.
Ama hiçbir zaman kalkamıyor. Her şey geride kalıyor.
Geride bıraktıklarına bu hatıraları armağan ediyor. Yaşam sürsün diye.
Yaşam elbet sürecek, onun gezindiği bahçede yaşam sürecek, onun yerini torunları aldı. Onun gibi bahçeye bakamasalar bile bahçede olacaklar.
Bir karga sürüsü göğü kucaklayarak uçuyor, birkaç hacıleylek kavak ağaçlarına konuyor.
Ve bir kez daha, biryerden değil, birkaç yerden bizi öldürmeye devam eden o duygu, yeniden canlanıyor.
Gaspodinov'un Bahçıvan ve Ölüm kitabının her bir sayfasında beni yakalayan duygunun merkezinde yalnızca bahçe vardı.
Yasın tazeliğini yitirmediği günlerden.
Annemin ölümünün üzerinden üç yıl geçmişti henüz -yakında yedinci yıla girecek.
Bahçedeyiz. Tatsız, solgun bir bahçede oturuyoruz.
Bahçenin eski süslü hali yok.
Çünkü annem gittiğinden beri çiçek ekmiyoruz bahçeye.
Toprak bile sahibini bekliyor.
Çiçeklerin ekildiği balkon duvarının önü kupkuru, toprak çatlamış, ifadesizce ve yaşamsızca duruyor.
Bu sahibiyle yaptığı gizli bir anlaşma olsa gerek.
Bir anda durumun farkına vardığımızda, her şeyin mevsim geçişiyle birlikte çok geç olduğunu anlıyoruz.
Gene de bir umut, yeşermeye gücü olan her şeyin dışarı çıkacağına inanıyoruz.
Kürekle, toprağı deşip kesekli parçaları toz haline getiriyoruz, biraz su.
Sonra tohumları serpiyoruz. Bazı çiçekleri saksılarından ayırıyoruz.
Tohumları ektiğimiz yere, çiçekleri de dikiyoruz. Biraz sabır olmalı.
İnsan bunu göstermeli. Sabır içinde müthiş bir ayrılık barındırır.
Ama ayrılığı her zaman olumsuz algılamamak gerekir.
Bir şeyin uzun zaman sonra gerçekleşme hali, bir şeyin insanı tamamen terk etme hali.
Tohumun unuttuğunu toprak hatırlatır. İnsan gülerken değil, ağlarken kendi evinde hisseder.
Beni bu duyguda tutan, bakan şey ise başkalarının acılarına bakarken insanın kendine daha önceleri duyduğu öfke ve acımasızlık merhamete bırakıyor yerini.
Ağlıyorum, evimdeyim. Başkalarının acılarını görüyorum, merhametime sığınıyorum.
Güneş doğuyorsa, buzullar eriyorsa, yağmur yağıyorsa, toprak kokuyorsa, bunun bir anlamı olmalı.
Ölüm bir hatırat ambarıdır ve hayat sürüyor. Hayat sürmekte, zaman bize bakmadan ilerlemekte.
Ev Öldü Ben Ağaçları Seyrettim, öykü kitabımda belki de içimden söküp atmak ve yüzleşmek adına yazdığım; Avlu, Bahçe, Yol, Yüz, Koku, Ev, Zaman bölümleriyle çoğu şeyden kopacağımı sanmıştım.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ev Öldü Ben Ağaçları Seyrettim hem bir ülke haritasını andırdığı hem de sınırların dışına çıktığı için bu duygudan kopmak zor.
Yazarken unutulan dünya, okurken kendini hatırlaman için dayatır oysa.
Bir rövanşa çevirdiğimiz hayat, askıda asılmış bir sahipsiz paltoyla caydırır bizi bu sözden.
Birkaç saç teli, bir eşarp, küçük bir ahşap sandık, bir fotoğraf, bir cep aynası da öyle.
Ölüm, biraz bu an, biraz bu sabah, biraz dün, biraz eski bir takvim yaprağı.
Gaspodinov'un "Evsiz yaşayamayan sadece insanlar değildir, evler de insanları olmadan yaşayamaz" cümlesi, bir yası yeniden canlı tutmanın belleği olarak düşüyor buraya.
Bulanıklaşan, giderek yalnızca nesnelerin görünmesiyle beliren o yas hali bir kez daha duyguların, hatırlamaların ağır duygusuyla baş gösteriyor.
Çünkü evler yavaş yavaş dağılır, eski tadını alamaz kimse, eski bağların koptuğu, herkesin yalnızca kendi boşunalığında ve duygusuzluğunda amaçsızca yaşadığı dört duvara dönüşür.
Her şey ama her şey bir solgunluğa kavuşur böyle zamanlarda. Sonunda ev de ölür.
Ölüm bir hatırat ambarı; geride kalanlar da ambarın bekçileri.
Gaspodinov: Bahçıvan ve Ölüm
Gaspodinov'un Bahçıvan ve Ölüm kitabı, yer yer otobiyografik roman göstergeleriyle yer yer de anlatının set çekilemeyen vurgularıyla bir yas metninin neredeyse tüm sınırlarında dolaşıyor.
Gaspodinov, Freud'un "nesne işgali" olarak tanımladığı, hastalıkla yasın iç içe dolaştığı noktadan başlar, kitabın bitişiyle de nesneden kurtuluşu ilan eder.
Bahçıvan ve Ölüm boyunca baba'nın sınır koyulmadan anlatıldığı alanlarda dünyanın yoksul ve boş oluşuyla karşı karşıya kalırken, yasın melankoliye dönüşmesiyle yoksullaşma ve boşluk kişinin kendisi olur.
Bu noktada Gaspodinov, melankolik ben'i ani bir şokla değil de, yavaş yavaş ölen babasını seyredişle deneyimlediğinden örtük olarak metne kaydeder.
Kişisel okuma tarihinin çekmecisini, sıklıkla aralar, Bahçıvan ve Ölüm'ü bu çekmece sayesinde büyülü olduğu kadar gerçekçi bir yere taşır.
Odysseia'dan modern şairlere, dini göndermelerden mitolojiye, felsefeden tarihe uzanan bir yolculuğu, babasının geçmişiyle birleştirerek bir yapı inşa ediyor.
Bu inşa süreci Bulgaristan'ın politik geçmişinden bağımsız değildir.
Kominist rejime dair detaylarla birlikte sonraki gelişmeler de babasının gözüyle, aktarımı yansıtarak verir Gaspodinov.
Bahçıvan ve Ölüm, hem bir insanlık hem de bir mitolojik anıt. Hz. Yusuf'un babası Hz. Yakup'un babalık sınırlarına dek dolaşır.
Ama asıl çerçevesini roman, Homeros'un Odyssesia'ndan alır; Odysseus'un bir izlenim olarak belirdiği, yaşlı babası Laertes'in bahçesiyle ilgilendiği noktadan yakalayarak yapı taşını oluşturur:
Evet, babam bahçıvandı. Şimdi bir bahçe.
Çoğunluğun o yoldan geçtiği, geçmeyenlerin de mutlaka bir gün yolunun kesişeceği bir anıt.
Bir vedaya, binlerce okuyucuyu çağıran, okuyucuyla duygudaşlık kuran, ağıtları beraber seslendiren bir tören bu kitap.
Gaspodinov, babasının yavaş yavaş ölümünü, belleği hızlandırarak ele alır, ölümün her an çıkıp gelebileceği korkusuyla yetişememe duygusuna sıklıkla sığınır.
Yavaş ölüm, sevginin harekete geçiş noktalarından, hüznün dolaştığı bahçeden, düşüncenin tarihsel bir anlatıcıya ihtiyaç duyduğu akıntıdan bir anda ölümün gerçekleşmesiyle nefret ile aşk ilişkisine dönüşür.
Bu dönüşüm gene bahçenin belleğiyle yakarır; yoksullaşmış ve boşlukta debelenen ben'in ilk belirtisidir.
Narsist bir tipleme bir anda gösterir, sevdiği kişinin yerini tutan her şeyi ne ölçüde sevmeye kalkışırsa kalkışsın, nefret etmeyi de unutmaz.
Gizleme tekniğiyle, yazının bilinç görevini şaha kaldırır Gaspodinov, böylece onu yalnızca bir yas ritüelinin tanığı olarak algılar, benliğinde bıraktığı hasarları çoğunlukla görmeyiz, yalnızca hissederiz.
Baba, artık geçmişin cezalarından kurtulmuş, suçu da çocuğun omuzlarına bırakmıştır:
Öte yandan, acının belki de tek iyi yanı, diye düşünüyorum, birtakım metafizik uçurumları fiziksel sargıların altına gizlemesidir.
Gaspodinov, özenle yastan kurtuluşu beyan ettiğinde, babasının ona bıraktığı yükü, bu sefer o tamamen okurun sırtına bırakır.
Baba, yazarın geçmişiyle ve babanın hikayeleriyle boşluğu hatıralarla doldurmaya çalışan, hiçbir şeyi yerinden kıpırdatmayan anı kolajlarına dönüşür.
Her an yersiz ve yurtsuzlaşan kolajlar bütünü:
Bir hikâye, yaşanmış ve kişisel olsa bile, bir kez dilden geçince kelimelere bürününce artık bize ait olmaktan çıkar, o artık gerçeklik kadar kurmacanın da düzenine aittir.
Yas ve ilah
Cenaze İçin Birkaç Kilo Hurma filminin karakterlerinden Sadri, aşkın içkin varlığı nedeniyle yalnızlığa dönüşmüş biri olarak, trafik kazasında ölen bir kadına aşık olur.
Aşkın, taşan ve benliği ortaya çıkarsın, sevgiyi akıtsın diye kendini göstermeye çalışan, bir gözü kör bir karakterdir.
Ölü bir insanın yasını tutmak yerine, ölünün aşkına sebepsizce tutulmuşluğu düşer ekrana.
Öyle ki, doğanın döngüsüne göre konum alan Sadri, güneşi çok sevmesine rağmen aşık olduğu ölü kadının üstüne kar yağmış ama kar erimektedir.
Yüzü giderek solmaktadır. Sadri, aşık olduğu kadının cesedin canlılığı bozulmasın, "Gerekirse çölün sonuna kadar gidip sana kar bulacağım" diyerek tepeleri aşar, uzaklara gider kar getirir.
Zayıf düştüğü ve güçsüz kaldığı için bu durumdan şikayet ederek Allah'a yakarır:
Kollarım ve kaslarım benim geçim kaynağımdı. Kollarımı mahvettin, beni yere serdin. Bir gözümü kör ettiğin zaman, senin olanı alıyorsun dedim ama artık dayanamıyorum. Senden çok mu şey istiyorum? Sadece birkaç kar tanesi, hepsi bu. Ver ki bana verdiğin şeyi koruyabileyim.
Sadri, Allah'a bu kadar yakararak nesneden ayrılmak istemez.
Çünkü, yas olayının bir bağlılık temasına uğradığı anı kaçıran ve bu süreçle muhatap olmamış kişi, kendi çölünde yaşamı ölü bir kadın aracılığıyla bahçeye dönüştürmeye çalışır.
Melankolik hallerin çıkmazındaki Sadri, bir kazanma güdüsüyle, sevgilinin cesedi acı çekmesin diye gömücüye teslim ederek vedayı başlatır.
Burada yaşamı da yeşertme amacı güderek kurtuluşu kendine tayin eder.
Yas başlamadan sona erer, çünkü hem bağ yoktur hem de geçmiş yoktur Sadri'de.
Ben kesik kesik olduğundan bağ kurulumu eksik kalmıştır, her bedene içre bir aşkla yakınlaşma sağladığından, bir nevi yalnızca dünyayı bedenine ve ruhuna uydurma narsizmi baş gösterir.
Sevgi nesnesine karşı suçlamayı, umutsuz bir vakayla temaşa ederek nasıl olsa olmayacak, yas kimliğine bürünmek yerine aşk sıfatıyla kendini adlandırma arzusuna bürünür.
Duyduğu ne yaşam kıpırtısıdır ne de ölümdür, yalnızca kendisidir.
Bahçıvan ve Ölüm romanı ise komplike bir yası, bahçe ve bahçıvan metaforuyla keder duygusunu yoğun ve akışkan bir sevgiye getirir.
Yaşanmışlığın güdüsü, kişi ölse dahi bellekteki varlık kendini hem dayatır hem de göstermeye mecbur bırakır.
Gaspodinov, ilahlaştırma kompleksini babanın benliğine, kendi benliğini derinden yüzdürerek verir.
Yasın en bariz ve özetlenebilecek yanı biraz da budur: Öleni ilahi göğe sığdırır.
Bu ilahlaştırma, her şeyi anında ona bağlama pratiği sağlarken gerçeklikle olan bağını da yok eder.
Yaşam, ilahlaşmış ölüyü başkalarına ve hayata bir bahane fırsatı sunarak, ben'in doyumunu böyle sağlamaya çalışır:
Yaşayanlar ölülerin gözlerini kapatır, ölüler yaşayanların gözlerini açar.
Belki de yaşayanların gözlerini fazla açmamalı ölüler, çünkü yas içinde debelenen kişi hayat kendisi için durmuşken, herkes için de aynı şekilde durduğunu sanır.
Bu yüzden Gaspodinov, metaforlar arası geçişkenliği bahçıvanın ve bahçenin gözüyle yaşamı ayağa kaldırmak amacıyla kurmacaya başvurmuştur:
Lütfen babam çok acı çekmesin.
Gaspodinov, Bahçıvan ve Ölüm romanıyla ölümden sonra geliştirdiği bir yaşam biçimini evrensel bir çizgide tutarak can vermeye kalkışır.
Geride kalan, ölümünü çoğaltır.
Geride kalanlar, yaşamın boşunalık evrelerinde dönüp dolaşırken, ölünün hatırat ambarı önünde bekler.
Duygunun yazıda aşınma ihtimaline karşı kürek çeken Gaspodinov, metni ölüme giden yolun üzerinde hazırlayarak bu aşınmayı durdurmuştur.
Bahçıvan ve Ölüm ile şu soruyu sorar Gaspodinov:
Yazıyı sırtlayan yasla başa çıkabilir mi?
Yasla başa çıkan yazıyı sırtlayabilir mi?
Yayınevi: Metis
Çeviri: Hasine Şen Karadeniz
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish