Hükümet sarayı "Palacio Quemado"yu terk eden Evo Morales ve yardımcısı Alvaro Garcia Linera geçen yıl 10 Kasım'da gizlendikleri Chimoré'den istifalarını gönderdiler.
Ertesi gün onları Cochabamba Havaalanı'nda Meksika Ordusu'na ait uçağa doğru gözyaşlarıyla ilerlerken seyrettik.
Halktan birkaç kişi dışında uğurlamak için gelen hiç kimse yoktu.
Bir darbenin anatomisini nereden çizmeye başlamalı?
Bir yıl içinde bir partinin darbeyle devrilip seçimle tekrar geri gelmesini nasıl tanımlamalı?
Hangisi başlangıç hangisi son?
Siyasi süreçlerin bir zincirin halkaları gibi bağlı olduğunu biliriz. Fakat bu halkalar bir kez koptuğunda onu birleştirme yöntemimiz durduğumuz yerle alakalıdır.
Yine de bir başkanın iktidardan düşürülüş, "gidiş biçimi" onun hikâyesini yansıtır.
Evo ve Garcia Linera 14 yıllık iktidarın sonunda direnç göstermeksizin darbeye boyun eğip ülkelerini terk etmişlerdi.
Yanlarında kendi parti yöneticileri, bakanlar ya da onları destekleyen bir sendika lideri bile yoktu. 12 Kasım 2019 günü mutlak bir yalnızlık içinde, utanç verici biçimde gidiyorlardı.
20 yıl önce elinde dinamitle direnişe giden Evo ülkesini ağlayarak terk ediyordu.
Seksenlerde bir gerilla örgütünün liderliğini yapan ve bu yüzden 7 yıl hapsedilen yardımcısı Garcia Linera bu defa direnmek için And dağlarına çıkmıyordu.
Sayılara bakarsak ortada tuhaf bir durum vardı. Morales ve partisi Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) halen tek başına iktidar olabilecek kadar seçmen desteğine sahipti.
Bu yüzden Amerikan Devletleri Örgütü'nün (OEA) 20 Ekim 2019 seçim sonuçlarını tanımamasını kimse inandırıcı bulmadı.
Fakat siyasette ve toplum idaresinde sayılar madeni bir paranın iki yüzü gibidir. Bize gösterilen tarafın aksi yönü her zaman vardır.
Siyaset oyununda -yazı turadan farklı olarak- sonuç bakan tarafa göre değişir.
Bolivya tanımlanması kolay olmayan siyasi süreçler geçirmiş, tarihi ve sosyolojisi anlaşılması zor bir coğrafya. Burada tümünü anlatmak imkansız ama en azından bazı sorulara cevap verebiliriz.
20 Ekim-12 Kasım 2019 tarihleri arasında Bolivya'da yaşanan şey bir darbe miydi?
Eğer bir darbe ise parlamento ve diğer anayasal kurumlar nasıl açık kaldı?
Evo Morales 20 Ekim seçimlerini kazandıysa neden kendisine oy veren kitle sandığa sahip çıkmadı?
Morales niçin istifaya razı oldu ve ülkesini terk etti?
Darbede yabancı güçlerin rolü neydi?
Ve en önemlisi lideri utanç verici şekilde ülkeyi terk etmiş MAS iktidardan düşürülüşünün üzerinden bir yıldan az süre geçmişken çok daha fazla oy alarak nasıl yeniden iktidara gelebildi?
Bu sorulara verilecek yanıtlar Bolivya hadisesini değil ama Morales iktidarını biraz olsun açıklayabilir.
Klasik bir tanıma göre serbest seçimler yoluyla iktidara gelmiş bir lideri silahlı kuvvetler, polis ya da bir başka silahlı gücün tehdidiyle koltuğunu terk etmeye zorlamak darbedir.
Fakat her darbede meclis kapatılacak diye bir kural yoktur.
Bu açıdan baktığımızda Morales'in bir darbeyle iktidardan düşürüldüğüne kuşku yok. Beş büyük kentte polis teşkilatları hükümete karşı ayaklanmış, silahlı kuvvetler muhtıra yayınlayarak Morales'i istifaya davet etmiştir.
Ancak bir başka gerçek de ülkeyi büyük bir şiddet dalgası içine alan bombanın fitilinin Evo'nun adaylığıyla ateşlemiş olmasıdır.
Evo Morales, 18 Aralık 2005'de ilk kez başkanlık seçimlerini kazandı. 25 Ocak 2009'da yeni anayasa onaylandıktan sonra aynı yıl aralık ayında yapılan seçimlerde ikinci kez seçildi.
Her iki anayasa da başkanın görev süresini peşpeşe iki dönemle sınırladığından Evo Morales 2014 seçimlerine katılamazdı.
Fakat Yüksek Mahkeme 2013'te o tarihte eski anayasa yürürlükte olduğundan Morales'in ilk dönemi hesaba katılmaz yorumunda bulundu.
Böylece koka üreticiliğinden gelen "cocalero" başkan Morales, protestolar arasında 2014 seçimlerine girip kazandı.
Başkan Evo, artık anayasayı daha fazla zorlayamayacağının farkındaydı. Başkanlığı peş peşe iki dönemle sınırlayan anayasanın 168'nci maddesini değiştirmek için halk oylamasına götürdü.
2016 şubatında gerçekleşen referandumdan Morales ve partisi ilk kez yenilgiyle çıktı.
Referandumun sonucunu tanıyacağına dair halkın önünde sözler vermesine rağmen bunu yapmadı. Kendisi iktidarda olmasına rağmen referandum sonuçlarının hileli olduğunu iddia etti.
Hatta oylamanın yapıldığı 21 Şubat'ı "Dia de la Mentira" yani Yalan Günü ilan etti.
Meclis'te yeniden anayasayı aşabilmek için partisinin girişimleri başarısızlıkla sonuçlanınca Anayasa Mahkemesi'nden 168'nci maddenin "insan haklarına aykırı" olduğuna dair bir karar çıkarttı.
Böylece 2019 seçimlerine de katılmayı başardı.
Evo'nun dördüncü kez üst üste adaylığı anayasaya karşı yürütmenin bir darbesiydi.
Nasıl ki meclis kapanmadan ve hatta Paraguay (Lugo 2012) ve Brezilya'da (Rousseff 2016) olduğu gibi bizzat meclis eliyle de darbe olabileceğini savunuyorsak; Evo'nun on yıl içinde üç kez halk tarafından onaylanmış bir anayasaya kendisini dayatmasının da bir darbe olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Ve darbe darbeyi çağırır.
Evo yalnızca anayasaya, Bolivya halkına değil kendisini iktidara taşıyan sosyal hareketlere ve partisine de kendisini dayattı.
Ne tesadüftür ki liderlerin siyasal süreçlere kendisini dayatması Latin Amerika'da da çok rastlanan bir durum. Bu, kıtadaki "caudillismo" yani şefçilik geleneğine bağlanıyor.
Büyük kitle hareketlerinin iktidara taşıdığı liderler kendi kişisel varlıklarını halk için vazgeçilmez kılmaya çalışırlar. Ama Bolivya'da işler her zaman liderin istediği gibi yürümüyor.
Bolivya kıtada "sokak demokrasisi"nin en canlı olduğu ülkedir. Bu genellikle toplumsal taleplerin sokak çatışmalarıyla çözülmesi anlamına gelir. İktidarda kimin olduğunun bir önemi yoktur.
Mesela 2016'da maden kooperatifleriyle süren çatışma sırasında pazarlığa giden Morales hükümetinin İçişleri Bakan Yardımcısı Rodolfo Illanes, işçiler tarafından rehin alınarak öldürüldü.
Aynı şekilde MAS iktidarının en büyük destekçisi olan maden işçileri Morales'e karşı darbe başladığında onun için sokağa dökülmediler.
Dahası o günlerde Bolivya Merkez İşçi Sendikası COB, Morales'i istifaya davet etti.
Kimse COB'u darbecilikle suçlayamaz. 18 Ekim'de seçimlerin gerçekleşmesi için aylarca grev yapan, sokak çatışmalarına giren ve ülkenin otoyollarını keserek darbe yönetimini felç eden bir sendikadan bahsediyoruz.
MAS iktidara dönüşünü büyük oranda COB'a borçlu.
Geçen yılki seçimlerin gerçekleştiği atmosferi hatırlamak gerekiyor. Esasında Morales, kendisini iktidara taşıyan sokak hareketlerinin desteğini kaybedince iktidarı bırakmak zorunda kaldı.
Bolivya'da toplumsal hareketin temeli olan örgütlenmeler uzun mücadele süreçlerinde ortaya çıkmıştır.
Ve bunlar hiçbir zaman kendilerini bir iktidarın uzantısı olarak tanımlamadılar. Hep otonom yapıdaydılar. İçine sızılamaz sert bir kabukları vardır.
Evo, zaten son döneminde başkentteki koka üreticisi destekçilerini, Potosi'deki kooperatifleri, CONAMAQ isimli ulusal yerli meclisi örgütlenmesini ve Cochabamba fabrikalarını yitirmişti.
2008'deki anayasa çatışmaları sırasında Morales'e omuz veren hiçbir sosyal hareket bu defa meydanda yoktu.
Ülkenin her yanında çatışma ve grevler sürüyordu. İki örnek, durumun ne kadar içinde çıkılmaz olduğunu gösteriyordu.
İlki Potosi'deki Lityum rezervlerinin işletilmesinden elde edilecek gelir sorunundan doğdu. Potosi şu anda işletilebilecek küresel Lityum rezervlerinin neredeyse yüzde 70'ini barındırıyor.
Morales'in 2018 Aralık ayında bir kararnameyle Alman ACISA şirketiyle karma Bolivya Lityum Madenleri (YLB) şirketinin kuruluşunu ilan etmesi bölgede büyük bir hoşnutsuzluğa neden oldu.
Zira Potosi bölgesi kardan yüzde 3 pay alacaktı ve bu benzer örneklerden oldukça düşük bir orandı. Örneğin Arjantin'de yerel birimlerin yatırımlardan aldığı pay yüzde 8-10'du.
Potosi Sivil Comitesi (COMCIPO) 2019 yılına girerken süresiz ve tüm bölgede geçerli bir genel grev ilan etti.
Zamanla içlerinde daha önce MAS'ın ittifakı olanlar dahil farklı sosyal kesimler greve dahil oldular. Morales'in seçimden önce kararnameyi iptal etmesi bile grevi durdurmaya yetmedi.
İkinci örnek de "Chiquitania'nın Savunması" adı verilen bir yerli yürüyüşüydü. Yerliler Amazon bölgesindeki yangınlara yasal dayanak sağlayan 741 nolu kanun ve 3973 numaralı kararnamenin iptalini talep ediyorlardı.
Bolivya Amazonlarının olduğu Beni ve Santa Cruz bölgesinde dev transnasyonal maden şirketlerinin işlemek istediği altın, gümüş, tantalita, ametist gibi kıymetli madenler bulunuyor.
Ayrıca Brezilyalı ve Çinli tarım şirketleri ormandan arındırılan verimli topraklarda soya ekimi yapıyor. Yangınlar bu iki sektörün çıkarları doğrultusunda gerçekleşiyor.
Morales ülkesindeki sosyal hareketin üç ana ayağından ikisi olan yerliler ve madencilerle kavgalıydı. Üçüncü ayak olan koka üreticileriyle 2017'de çıkarılan yeni yasanın sınırlamaları sebebiyle fazlasıyla sorunluydu.
Geçen yıl 12 Kasım'da Cochabamba Havaalanı'nda çekilen görüntüler gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu.
Morales yalnız bırakılarak destekçileri tarafından cezalandırılmıştı.
Bu arada bölgede her zaman kıtasal entegrasyon politikalarının öncülüğünü yapan Arjantin açık biçimde darbeye karşı duran ilk ülke oldu.
Arjantin Devlet Başkanı Alberto Fernandez ve Meksika Devlet Başkanı Andres Manuel Lopez Obrador bir anlaşmaya vararak Bolivya'daki çatışmayı düşürme kararı aldılar.
Öncelik Morales'in can güvenliğiydi. Zira bir devlet başkanının öldürülmesinin Latin Amerika'daki sonuçları ağır olurdu.
İkincisi de darbe koşullarında da olsa anayasal organların varlıklarını sürdürmesiydi.
Görünen o ki Arjantin ve Meksika'nın stratejisi başarılı oldu. Meclis ve senato işlediğinden serbest seçimlerin gerçekleşmesi daha kolay gerçekleşti.
Gerçi seçimler 2 Mayıs'ta yapılması gerektiği halde 6 Eylül'e alınmış sonra da belirsiz bir tarihe ertelenmişti. Fakat sonuçta darbeciler grevler ve yol işgalleriyle daha fazla baş edemeyince seçimleri yapmak zorunda kaldı.
Seçimlerin gerçekleşmesinde bir başka faktör de geçen yıl Morales'in seçimlerde hile yapmakla suçlayıp istifasını isteyen Amerikan Devletleri Örgütü OAS'tı.
Darbe sonrası hiçbir sektörü harekete geçiremeyen, uzlaşma sağlayamayan Bolivya sağının bildiği tek şey şiddet üzerine inşa edilmiş bir iktidar.
Pandemi koşullarında bir denetim kurma becerisinden yoksun olan sağ farkında olmadan Bolivya'da 2006'dan daha büyük bir toplumsal devrimin taşlarını döşüyordu.
Darbenin bir başka özelliği de harekete geçiren gücün dış kaynaklı olmamasıydı. Yani bu defa elimizde darbenin arkasındaki güç olarak ABD'yi suçlayacak bir argümandan yoksunuz.
Kuşkusuz darbe koşulları oluştuğunda ABD etkin biçimde sürece müdahil olmaya çalıştı ama zaten Çin, Rusya, Brezilya da aynı biçimde oradaydı.
Hatta ben o zaman bu durumu "çok kutuplu dünyada darbelerin de tek sahibi yok" diye açıklamıştım. Çünkü artık işler transnasyonal şirketlerin yerel egemenlerle kurduğu çıkar ortaklığı üzerinden gelişiyor.
Bolivya da önemli bir hammadde ihraççısı ülke. Hemen herkesin bir şekilde yatırımı ve çıkar ittifakı kurduğu kesimler var.
Hepsi de Morales gitsin de işimize bakalım diye düşündüler. Bu nedenle darbeye destek verdiler. Sonra da çatışmanın durdurulması ve seçimlerin yapılıp "normale dönülmesi" işlerine geldi.
Seçimin sonucu önceden belliydi.
Çünkü MAS 14 yıllık iktidarına rağmen halen sosyal hareketlerden beslenen, onlarla kurduğu ittifaklara dayanarak siyaset yapan bir parti.
Buna karşılık sağ cephe sendikalara, sosyal hareketlere, yerlilere düşman pozisyonunu sürdürüyor.
Morales'i darbe ile gönderme başarısı da bu pozisyonlarında haklı oldukları yanılgısını besledi. Darbeci Camacho-Añez ikilisinden farklı olan Carlos Mesa bile Morales karşıtı kolay oylara güvenerek yerlilerin yanına bile gitmedi.
Diğer yandan bu süreç MAS'ın içindeki dengeleri de değiştirdi. Örneğin yeni başkan Luis Arce'nin yardımcısı David Choquehuanca, Evo Morales'e mesafeli bir politikacı.
Başkent La Paz'da gösterilen başarı da onun eseri. En yoğun ve en politik nüfusun bulunduğu başkentin El Alto bölgesinde Morales hiç sevilmiyor.
Bu yüzden başkenti sağcılar ele geçirdiğinde El Alto aşağıya inip Morales'e destek vermemişti.
MAS, Morales'in gidişiyle yıllardır desteklenmediği başkent La Paz'da yüzde 65 oy aldı. Luis Arce geçen yıl Morales'in aldığından 10 puan daha fazla destek elde etti.
Senatoda 36 sandalyenin 21'ini, mecliste 130 sandalyenin 73'ünü tek başına MAS kazandı.
Yeni başkan, tedavi olmak için ara verdiği kısa dönem dışında, Evo'nun tüm iktidarı boyunca ekonomi bakanlığı yaptı.
Arce'nin bakanlık yaptığı yıllarda Bolivya'nın büyüme oranı ortalama yüzde 5'ti. Aynı dönemde alt yapı yatırımlarında belirgin bir artış yaşandı.
Ayrıca sağlık ve eğitimde iyileşmeler görüldü. Kamu ekonomisindeki gelişmenin kaynağı kısmen devletleştirilen gaz ve petroldü.
Her iktidarın dayandığı iki şey vardır: Mitler ve gerçekler. İktidarlar başarısızlıklarını yarattıkları mitlere sığınarak örtme eğilimindedir.
Örneğin yerli kimliği ve ekonomi:
Morales iktidarı da yerli kimliğinin görünürlüğünü bazı yasalarla destekleyerek sistemi onların lehine biraz iyileştirdi.
Fakat bu onları ne birinci sınıf yurttaş haline getirmeye yetti ne de sefaletten kurtardı.
Sosyalizme Doğru Hareket partisinin 14 yıllık idaresinden sonra bugün Bolivya kayıt dışı çalışmada dünya şampiyonluğunu halen elinde tutuyor.
2020'deki Birleşmiş Milletler ilerleme raporlarına göre Bolivya'da çalışanların yüzde 74'ü kayıt dışı. Kadınların ve yerlilerin yüzde 80'i bir kontrattan yoksun olarak çalışıyor.
Bolivyalı emekçilerin sadece yüzde 18'i gerçek anlamda bir sigorta ve emeklilik güvencesi altında bulunuyor.
Kamu yatırımlarının yoksulluğun düşmesinde olumlu bir etkisi gözlendi. Fakat halen halkın yarısına yakını yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Buna karşılık ülkenin doğal zenginliklerine el koyarak semirmiş olan beyaz azınlık daha da güçlendi. Kısmi devletleştirmeye rağmen tüm gaz-petrol ve maden sektörlerinde özel girişim daha da arttı.
Bolivya'nın ana madenleri olan altın, gümüş, çinko, kurşunun büyük kısmı üç transnasyonal şirketin (San Bartelome SA., San Cristobal SA, San Vicente SA) tekelinde.
Evo Morales'in 14 yıllık iktidar dönemine ilişkin yaratılan mitlerden biri de kamulaştırma politikalarıdır.
Gerçek şu ki Evo liderliğindeki MAS yönetiminin kamulaştırma politikası 1952 Devrimi'nin çok gerisindedir.
Zaten MAS yaptığı kısmi devletleştirmeleri de büyük halk ayaklanmalarının dayatmasıyla gerçekleştirmişti.
Örneğin 2006'da Oruro bölgesindeki Güney Amerika'nın en büyük kalay madeninin bulunduğu "Cerro Posokoni", işletmeci şirketlerle maden işçileri arasında şiddetli çatışmalar sonucunda ancak otuz dolayında kişi öldükten sonra devletleştirilmiştir.
Benzer bir çatışma süreci sonrası "Colquiri" madenleri devletleştirilmiştir. MAS'ın ekonomi politikasının devletçilik ya da alternatif bir sosyalist model olmadığı aşikar.
Morales Latin Amerika'nın sömürgeci döneminden kalan bir mirası devam ettirmenin ötesinde pek bir şey yapmadı. Bu mirasın adı da ekstraktivizmdir.
Ekstraktivizm doğal kaynakların yağmalanmasına, işgücünün aşırı sömürüsüne ve dışa bağımlı hammadde ihracına dayalı bir modeldir.
Az gelişmiş kapitalizmi güçlendiren bu modelin devamlılığı yatırımların sürmesine bağlıdır. Bu da dış kredilerin oranında denetimsiz bir artışı dayatır.
Ayrıca ekstraktivist politikaların yarattığı tatmin ancak hammadde fiyatlarının yüksek seyretmesiyle mümkündür. Morales iktidarındaki sorunlar da dünya pazarındaki hammadde fiyatlarındaki düşüşle paralel olarak artmıştır.
Dış borçların yükselişini tasarruf tedbirleriyle dengelemeye çalışan MAS, alt sınıflara gelir aktarımı yapamaz hale gelmiştir.
2019 darbesinin Bolivya'nın dış pazara bağımlılığından doğan ve küresel fiyat istikrasızlığından kaynaklanan krizle çok ilgisi vardır.
Bu kriz MAS'ın sınırlı toplumsal projelerini kaçınılmaz biçimde kesintiye uğratmıştır.
Yeniden serbest seçimlerin gerçekleşmesi ve biçimsel de olsa demokrasiye dönüş Bolivya için umut verici.
Fakat ne yazık ki MAS'ın yeniden iktidara dönmüş olması bu sosyo-ekonomik, politik durumu değiştirmiyor. Yeni MAS iktidarı 14 yıldır uyguladığından farklı bir ekonomik model yaratma koşullarına sahip değil.
Peki, sistemi yoksullar lehine iyileştirebilir mi?
O da pek mümkün görünmüyor.
Dahası Bolivya'da Morales'in geriye dönüşüne yönelik bir toplumsal talep yok.
Yazının başlığını "Bolivya'nın Kralı yok" koydum ama aslında var.
Muhtemelen dünyanın en yoksul kralı Bolivya'nın And ormanlarında yaşıyor. Ataları iki asır önce köle olarak getirilen Julio Pinedo, namı diğer kral "I. Julio" 400 nüfuslu Mururata'da yaşıyor ve dondurma satarak geçiniyor.
"I. Julio" Morales'in Bolivya devletini eşit etnik topluluklar olarak formüle ettiği sürecin bir sembolü.
Pinedo'nun köleleştirilen dedelerinin Senegal'in krallarından olduğu sanılıyor. 2007'de Afrobolivyalıların hatırasına saygı gereği onun krallığı resmen tanınmış.
Başkent La Paz'a 100 kilometre uzaktaki Mururata'da birçok evin tuvaleti bile yok. Kral, bulunduğu mevki gereği sesini çıkarmıyor ama karısı devletin ilgisizliğinden şikayetçi.
Quechua ve Aymara yerlilerinin aldığı yardımlardan kendilerinin faydalanamadığını söylüyor.
Yani Bolivya'da kral bile durumdan hoşnut değil.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish