Kürtçe ve Farsça Dil-Edebiyat Sempozyumu

M. Xalid Sadînî Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Independent Türkçe

Geçen hafta yani 20-21-22 Ekim 2019 tarihinde, Irak Kürdistan Bölgesinin başkenti Erbil'de, Bölgenin önemli ve köklü üniversitelerinden Selahaddin Üniversitesi ile Tahran'daki Zehra Üniversitesi'nin ortaklaşa düzenledikleri "Kürtçe ve Farsça Dil-Edebiyat; Etkileşim ve İlişkiler" adıyla bir sempozyum düzenlendi.
 

SEMPOZYUM (3).jpeg
Fotoğraf: Independent Türkçe


Bu sempozyuma bendenizle beraber Türkiye'den de beş kişi katılmıştık. Toplamda 41 tebliğ vardı. 

Türkiye'den giden 6 tebliğcinin dışındaki tebliğlerin 10 tanesi İran'ın Mahabad, Zehra ve Senendeç Üniversitelerinden gelen katılımcılar tarafından, geri kalanı da Kürdistan Bölgesi üniversitelerinden katılanlar tarafından sunuldu.
 

SEMPOZYUM (7).jpeg
Fotoğraf: Independent Türkçe


Bu sempozyum esnasında dikkate şayan hususlardan biri, İran İslam Cumhuriyeti'nin kurumsal olarak bütün ayrıntılarıyla katılması ve Erbil Başkonsolos yardımcısının neredeyse bütün tebliğleri dinlemiş olmasıydı.

Yani İran Devleti, Irak Kürdistan Bölgesi'nde varlığını her alanda hissettiriyor.

Tebliğlerin içeriğine ve niteliğine değinmeden önce Van'dan Duhok'a gidişimizle ilgili bir şeyler arz etmek istiyorum.

Biliyorsunuz birkaç yıl öncesine kadar Irak Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında tek bir sınır kapısı vardı; Silopi'deki Habur Sınır Kapısı.

Oysa Irak ile sınırımız 384 km.dir.

Hakkari'nin Şemdinli, Yüksekova ve Çukurca ilçesi, eskiden Hakkari'ye bağlı olan ama şimdi ise Şırnak'a bağlanmış olan Beytüşşebap ve Uludere ile Silopi ilçeleri Irak ile sınırdaş olduğumuz yerlerdir.

Bütün bu ilçelerde yaşayan aşiretlerin bir kısmı 1924 Lozan ve daha sonraki Ankara Antlaşması ile Irak'ta kalmış.

Aşiretler, ocaklar hatta aileler bölünmüş.

Yaklaşık olarak 80 yıl boyunca bu aileler ve aşiretler ya sınırlardan kaçak bir şekilde gelip gittiler veya bazen yerel yöneticilerin insiyatifiyle ve gayri resmi olarak gelip gittiler.

Bu konuyu çok detaylı bir şekilde bir gün yazacağım. Kısaca şunu söylemek istiyorum.

2010 yılında Hakkari'ye o güne kadar gelen valilerden farklı olan bir vali geldi.

Adı Muammer Türker.

Allah kendisine selamet versin son derece mütevazı, aydın ve entellektüel bir insandı.

Okur yazardı. Hal ve ahvalden anlardı.

Bendeniz ve başka insanlarla da samimi ve dostane bir ilişkisi vardı.

Ona, Şemdinli'den birisinin Irak'a geçmek isterse 10 dakikada kaçak olarak sınırı geçebileceğini, ama resmi olarak ve pasaportla geçmek isterse, ancak 400 km.lik bir yolculuktan sonra Silopi'ye varabileceğini, orada saatlerce gümrükte bekledikten sonra nihayet 400 km.lik bir yolculuktan sonra da Şemdinli'nin karşısındaki Soran, Barzan ve Rewanduz'a gidebileceğini izah etmiştim.

Ve sayın valimize "Siz olsanız 10 dakikalık yoldan kaçak olarak mı gidersiniz yoksa bir günlük yolculuk meşakkatinden sonra resmi olarak mı?" diye sormuştum.

Tabii kendisi nazik bir insandı cevap veremezdi.

Tebessümle geçiştirdi.

Ama konuya bütün ağırlığı ile eğildi.

Çalıştı çabaladı ve biri Şemdinli'de diğeri de Çukurca'da olmak üzere iki tane yeni sınır kapısının açılması için olabilecek her yola başvurdu.

Ve nihayet tayinine yakın bir zamanda Çukurca'daki Üzümlü Sınır Kapısını açabildi.

İşte biz bu sınır kapısından Kürdistan Bölgesi'ne gidip geldik. 

Daha öncede bu sınır kapısından gelip gitmiştim.

Her gün oradan onlarca araba gelip gidiyor.

O sınır kapısının sağladığı kolaylıktan kaynaklı olarak, akrabalar birbirlerini ziyaret edebiliyor, düğün ve taziyelerine katılabiliyor.

Kısmen de olsa bu bölgede bir rahatlamaya ve ticaret ile turizm gelişmesine de sebep oluyor.

Van'da, Hakkari'de ve çevre ilçelere çok yoğun bir geliş gidiş var.

Bu da bölgenin ekonomisine çok ciddi bir katkı sağlıyor.

Ayrıca Kürdistan Bölgesi'nden yüzlerce öğrenci bu sınır kapısından gelip ülkemizde yüksek lisans ve doktora eğitimi de alıyor.

Bu da kültürel etkileşime vesile oluyor.

Bütün bu güzelliklerin oluşmasına sebep olan sayın valimiz Muammer Türker Beye minnet ve şükran borçluyuz.

Keşke Şemdinli, Uludere ve Beytüşşebap'ta da benzer sınır kapıları açılsaydı ve halkımız daha rahat gelip gitseydi.


Neyse... Biz konumuza geri dönelim.

Sempozyumun konusu Kürtçe ve Farsça Dil ve Edebiyat; İlişkiler ve Etkileşimler idi.

Bilindiği gibi, Kürtçe ve Farsça aynı Ari dil grubunun İrani koluna mensup kardeş dillerdir.

Farsça ile Kürtçe kelimelerin yüzde ellisinden fazlası aynı kökene dayanıyor.

Tarihi kaynakları, efsaneleri, halk hikayeleri, şarkıları, destanları aynı kökten geliyor.

Firdevsi'nin Şahname'sinin hikayelerine aynı duygularla sahip çıkıyorlar. 

Muhtemelen 4 bin yıl önce aynı klan veya aşiret olan bu iki milletin ortak özellikleri sayılmayacak kadar fazladır.

Dolayısıyla edebi, kültürel ve dil benzerliklerini açıklayacak çok materyal de bulunmaktadır. 

Kürtçe dilinde eril ve dişil kelimeler var.

Farsça da erillik dişillik yok.

Kürtçenin Kurmanci lehçesinin başat bir özelliği olan kelimelerin bu eril ve dişilik hali Kürtçenin Soranice lehçesinde de yok.

Bundan dolayı Sorani lehçemiz, Gorani ve Hawramani lehçeleri ile birlikte Kurmanciden ziyade Farsçaya daha yakındırlar.  

İran'da yaşayan Kürtlerin ve Irak Kürdistan Bölgesinin Erbil ve Süleymaniye ile Halepçe kentlerinde yaşayan Kürtlerin Sorani lehçesi ile konuşmaları her iki bölgeyi kültürel olarak ayrılmaz bir bütün haline getirmektedir.

Onları ayıran tek şey devletlerin siyasi sınırlarıdır.

Bu siyasi sınırlarda, teknolojinin gelişmesiyle neredeyse anlamını yitirmek üzeredir.

Çünkü sosyal medya ve internet ortamı hiçbir şekilde sınırlara takılmıyor.

Gerçi İran devleti bu ortamı kısıtlamak için olağanüstü bir çaba harcıyor ama nafile; Facebook, Twitter veya İnstagram sınır tanımıyor.

Tebliğlerin önemli bir kısmı da bu ortak özellikler üzerine idi.

Ancak dikkatimi çeken önemli hususlardan biri, Türkiye'de Kürdoloji çok yeni olmasına rağmen Türkiye'den gidenlerin konularına hakim olmasıydı.

Gerek Süleymaniye ve Erbil'de olsun ve gerekse Mahabad ve Senendeç'te olsun Kürtçe eğitim ve özellikle de üniversite eğitimi bizden çok daha eskilere dayanıyor.

Buna rağmen istisnalar hariç tebliğleri çok güçlü değildi.

Oysa buradan gelen hocaların hem tebliğleri konuyla ilgili ve güçlü hem de konuya hakimiyetleri gözle görülür derecede iyiydi.
 

SEMPOZYUM (4).jpeg
Fotoğraf: Independent Türkçe


Mesela Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü'nden gelen Doç. Abdulhadi Timurtaş'ın "Klasik Kürt Edebiyatı'nda Mülemma" adlı tebliği ile aynı enstitüden gelen Doç. Nesim Sönmez'in Hamse'nin yazarı meşhur Nizami Gencevi ile Kürtçe "Leyla ile Mecnun" mesnevisini yazan Sewadî'yi karşılaştırması önemliydi.

Ayrıca Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesinden gelen, Türkiye'nin önemli Mevlana Halid-i Şehrezori (evet, diğer adıyla Bağdadi) uzmanı Doç. Abdulcebbar Kavak'ın "Kürt Tasavvuf Edebiyatı'nda Farsçanın Etkisi" göz dolduruyordu.

Zira tasavvufi geleneğimizin menşei ve edebiyatı fars kökenlidir.
 

SEMPOZYUM (8).jpeg
Fotoğraf: Independent Türkçe


Aynı şekilde Muş Alparslan Üniversitesinden Nevzat Eminoğlu'nun "Mevlana Celaleddin Rûmi ile Melayê Cizîrî'deki Wisal (kavuşma) ve Hicran (ayrılık) Düalizminin Karşılaştırılması" adlı tebliği dikkat çekiciydi. 

Bütün bu tebliğler Türkiye'de görece geç başlamışsa da Kürdoloji'nin sağlam temellerde yürüdüğünü göstermektedir.

Bu da son derece sevindirici bir gelişmedir.
 

SEMPOZYUM (6).jpeg
Fotoğraf: Independent Türkçe


Tebliğler Farsça, Kürtçe (Kurmanci ve Sorani lehçeleri ile) ve Arapça sunuldu.

Ne yazık ki hiç Türkçe tebliğ yoktu.

Bu da bölgenin kadim dilleri olan "Elsine-i Erbaa" (Arapça-Farsça-Kürtçe-Türkçe) dengesini bozuyordu.

Sanırım bölgemiz dışındaki diğer üniversitelerin konuya ilgisizliğinden kaynaklanan bir durum.

Ancak bu bir eksikliktir.

Türkiye'de 200 den fazla üniversite var. 

Bu üniversiteler bölgenin kültürel etkileşimi ile ilgilenmeyeceklerde ne yapacaklar, demekten alıkoyamıyor insan kendisini.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.    

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU