Bugünlerde herkes ABD Başkanı Trump'ın Gazze'deki orantısız savaşı ve soykırımı durdurduğunu konuşuyor. Bu kısmen doğru. Acaba, Trump bu işi Nobel Barış ödülünü almak için mi yapıyor, yoksa İsrail'i bir çukurdan çekip çıkarmaya mı çalışıyor? ABD, takep eden süreçte ne kadar İsrail'in yanında durabilir?
Bu sorulara vereceğimiz cevabın analitik zeminini oluşturabilmek önce Trump'ı yeniden başkanlığa taşıyan dinamikleri anlamak gerekiyor. En başta da MAGA hareketini.
Basitçe "Amerika'yı Yeniden Büyük (Harika) Yap" anlamına gelen bu slogan (MAGA) basit bir seçim vaadinden çok daha fazlasını temsil ediyor. Bu hareket, Amerikan siyasetinde derin ve kalıcı bir dönüşümün sembolü haline gelebilir.
Küresel siyasetin son on yılına damgasını vuran popülist hareketler arasında belki de en etkili olanı, Donald Trump'ın liderliğindeki MAGA (Make America Great Again) hareketidir.
Ancak bu fenomeni yalnızca Trump'ın karizması veya çarpıcı retorik üzerinden okumak, altında yatan derin sosyolojik ve ideolojik temelleri göz ardı etmek anlamına gelir.
MAGA, Ronald Reagan'dan bu yana Amerikan muhafazakarlığını tanımlayan ilkelerden radikal bir kopuşu temsil ederken, aynı zamanda küreselleşmenin yarattığı toplumsal çatlaklara verilen yapısal bir yanıt olarak ortaya çıkıyor.
Geleneksel muhafazakarlıktan radikal kopuş
MAGA doktrini, on yıllardır Cumhuriyetçi Parti'nin omurgasını oluşturan serbest piyasa, serbest ticaret ve göçmenlik politikalarına meydan okumaktadır. Trump'ın sosyal güvenlik gibi programları kesmeyeceğine dair verdiği sözler, geleneksel mali muhafazakarlıktan ayrışmanın en somut göstergesidir. Bunun yerine hareket, ekonomik milliyetçiliği merkezine oturmakta ve NAFTA gibi ticaret anlaşmalarını "Amerikan işçisine ihanet" olarak nitelemektedir.
Bu ideolojinin temelinde, Çin gibi ülkelerle olan ticaret ilişkilerinin Amerika'nın aleyhine işlediği ve ulusötesi kurumların ulusal egemenliği aşındırdığı inancı yatmaktadır. "Barışçıl milliyetçilik" olarak tanımlanan bu vizyon, ulusal çıkarları her türlü uluslararası taahhüdün önüne koymakta ve küreselleşmeye karşı derin bir şüpheciliği savunmaktadır.
Sosyolojik temel: Yeni sınıf savaşı
MAGA'nın gücünü anlamak için, hareketin sosyolojik köklerine inmek gerekiyor. Sosyolog Arlie Russell Hochschild'in Louisiana'daki Tea Party destekçileriyle yaptığı etnografik çalışma, bu dinamiği "derin hikâye" metaforuyla açıklıyor: Amerikan Rüyası için sabırla sırada bekleyen, kurallara uyan vatanseverler, tam sıralarının geleceği anda federal hükümetin yardımıyla göçmenlerin ve azınlıkların haksız yere önlerine geçtiğini hissediyorlar.
Bu "sıra kapma" algısı, sadece ekonomik bir kayıp değil, derin bir onur kırılması yaratmaktadır.
Michael Lind'in "Yeni Sınıf Savaşı" tezi ise bu olguyu daha geniş bir çerçeveye oturuyor. Lind'e göre çatışma artık sermaye ve emek arasında değil, "merkez"deki üniversite eğitimli yönetici elitler ile "çevre"deki güçsüzleşmiş işçi sınıfı arasında yaşanıyor. Bu sınıf savaşının itici gücü gelir değil, güç eşitsizliğidir.
Apalaşlar'dan Ortabatı'nın sanayi bölgelerine göç eden beyaz işçi sınıfı, sanayisizleşmeyle birlikte işsizlik, yoksulluk ve uyuşturucu bağımlılığı gibi krizlerle yüzleşmiştir. Wisconsin'deki kırsal kesim seçmenleri ise kendilerini şehirli bürokratlar tarafından göz ardı edilmiş, vergilerden adil pay alamamış ve değerleri küçümsenmiş hissediyor. Bu "kırsal bilinç", şehirli elitlere karşı derin bir güvensizlik ve öfke doğurmaktadır.
Çok etnisiteli popülizmin yükselişi
2024 seçimleri, MAGA'nın demografik tabanında kritik bir genişlemeyi ortaya koydu. Latin kökenli seçmenler dramatik bir bölünme yaşadı; 2016 ve 2020'de Demokratlar büyük farkla kazanırken, 2024'te bu fark neredeyse eşitlendi. Trump'ın Siyah seçmen desteği de 2020'deki yüzde 8'den 2024'te yaklaşık yüzde 15'e yükseldi. Bu artışın özellikle genç erkekler arasında belirgin olması dikkat çekici.
Bu veriler son derece önemli bir gerçeği ortaya koyuyor: MAGA artık sadece beyaz kimlik siyasetiyle sınırlı değil. Üniversite eğitimi olmayan ve ekonomik zorluk yaşayan farklı etnik kökenlerdeki işçi sınıfı kesimlerinde yankı buluyor. Eğitim seviyesi, ırksal kimlikten daha güçlü bir partizanlık belirleyicisi haline gelmiş durumda.
Kurumsal savaş: Bürokrasinin siyasileşmesi
MAGA'nın en tartışmalı boyutu, federal bürokrasiyi dönüştürme hedefidir. Project 2025 adlı kapsamlı plan, idari devleti "darmadağın etmeyi" amaçlıyor. Schedule F yürütme emriyle 500 binden fazla federal çalışanın "isteğe bağlı" statüye dönüştürülmesi öneriliyor. Bu, 1883'teki Pendleton Yasası ile kurulan liyakat sistemini ortadan kaldırıp yerine siyasi sadakate dayalı bir patronaj sistemi kurmayı hedefliyor.
Uzmanlar bunun uzmanlık kaybına, kurumsal hafızanın silinmesine ve federal hükümetin karmaşık tehditleri yönetme kapasitesinde kalıcı bir çöküşe yol açacağını belirtiyor. Nükleer atık yönetiminden pandemilere kadar kritik alanlarda sorumluluk taşıyan kurumların tepki yeteneği zarar görebilir.
Küresel düzende paradoks
"Önce Amerika" politikaları küresel düzende bir paradoks yarattı. Artan gümrük vergileri ve müttefiklere yönelik baskı, kısa vadede NATO'nun yüzde 2 savunma harcaması hedefine ulaşılmasını sağladı. Ancak bu başarı, uzun vadede Avrupa'nın stratejik özerklik arayışını hızlandırdı. Şimdi GSMH'nın yüzde 5'inin savunma için harcanmasına karar verildi. Avrupa Savunma Birliği vizyonu ve "Avrupa'dan satın al" stratejisi, ABD'nin küresel etkisini kalıcı olarak aşındırmaktadır.
Paris İklim Anlaşması'ndan çekilme ve ticaret anlaşmalarını feshetme tehditleri, ABD'yi öngörülemez bir ortak haline getirdi. Bu durum, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD liderliğinde kurulan liberal küresel düzenin temellerini sarsmaktadır.
Trump ve MAGA: Karmaşık bir ilişki
MAGA'nın geleceğini anlamak için Trump'la olan ilişkisinin doğasını çözmek gerekiyor. Bu ilişki basit bir ikilemden çok daha karmaşık: Trump hem hareketin gerçek ideolojik kurucusu hem de onu araçsallaştıran pragmatik bir figür.
Bir yanda, Trump'ın milliyetçi ve popülist görüşleri başkanlık öncesinden beri tutarlı; ticaret anlaşmalarına şüpheciliği ve Amerika'nın çıkarlarına öncelik verme dürtüsü otuz yıldır değişmemiş. Öte yandan, kararları sıklıkla sabah televizyonda gördükleri veya kişisel öfkesiyle tetikleniyor. Danışmanları onun dürtüsel emirlerini engellemek için masadan belge çalmak zorunda kalıyor.
Stephen Bannon kendisini "yönetmen", Trump'ı ise "aktör" olarak görürken, hareketin ideolojik çerçevesinin kısmen stratejistlerin eseri olduğunu ima ediyor. Mali çıkar çatışmaları ve kişisel onay arayışı da bu karmaşık tablonun parçası. Sonuçta Trump, MAGA'nın hem en büyük şampiyonu hem de en büyük sömürücüsü olarak ortaya çıkıyor.
Kalıcı dönüşüm mü?
MAGA'nın kalıcılığına işaret eden üç yapısal faktör öne çıkıyor:
- Küreselleşmenin yarattığı kalıcı sosyolojik fay hatları,
- Çok etnisiteli işçi sınıfı koalisyonuna doğru demografik genişleme,
- Project 2025 gibi planlarla ideolojik kurumsallaşma.
Ancak hareketin Trump'ın kişisel karizmasına aşırı bağımlılığı ve radikal planların hukuki engellerle karşılaşması, sürdürülebilirlik konusunda soru işaretleri yaratıyor.
Sonuç olarak MAGA, Donald Trump'la tetiklenen ama ondan daha derin sosyolojik köklere sahip kalıcı bir yapısal dönüşüm.
Liderlik değişse bile, ekonomik milliyetçilik ve yönetici elitlere karşı duyulan garez, 21'inci yüzyıl Amerikan siyasetinin merkezi bir özelliği olarak varlığını sürdürecek gibi görünüyor.
Küresel düzeyde ise ABD'nin artık öngörülebilir bir düzen kurucusu olarak görülmemesi, uluslararası sistemde çok kutupluluğu hızlandıran kalıcı bir etki bırakıyor.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish