Barış…
Bu kelime artık insanlığın vicdanında yankı bulan bir umut değil, diplomatik masalarda dolaşan soğuk bir stratejik terimdir.
Silahların susması, bombaların durması bir "barış" değil; çoğu zaman yeni haritaların, yeni çıkar hatlarının sessizce çizilmesidir.
Bu yüzyıl, işgalin artık tanklarla değil, anlaşmalarla yapıldığı yüzyıldır.
Uluslararası hukuk bir zamanlar "insanlık" adına konuşurdu; şimdi enerji boru hatlarının rotası adına konuşuyor.
Gazze'nin göğünde uçaklar susmuşsa, bu sessizlik çocuklar için değil, Doğu Akdeniz'in jeopolitik denklemi için satın alınmıştır.
Modern diplomasi, savaşın kılıfını değil, sömürünün sessiz biçimini üretiyor ve bu ürettikleri şeyin adına "barış" deniyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İsrail ile Hamas arasında imzalanan son ateşkesin dünyaya "umut" olarak sunulması bu yönüyle bir hayli ironiktir.
Zira, bu anlaşmanın satır aralarında ne enkaz altındaki sesler vardır ne de yıkılmış evlerin soğumuş külleri.
Orada sadece enerji konsorsiyumlarının yeni sınırları, deniz yetki alanlarının yeniden dağıtımı ve uluslararası denetim maskesi altında bir halkın hakkının gaspı vardır.
Bu yönüyle Gazze artık bir harabe değil, jeopolitik bir laboratuvar haline gelmiştir.
Bu laboratuvarda denenen şey "barış" değil, yeni bir düzenin meşruiyetidir.
Haritalar yeniden çizilirken kalemler diplomatik, mürekkep ise masum çocukların kanıdır.
21'inci yüzyılın işgali artık gürültüsüzdür.
Tankların yerini insansız hava araçları, orduların yerini uluslararası gözlemciler, bombaların yerini anlaşma metinleri almıştır.
Savaş artık şehirleri değil, zihinleri fethediyor.
İnsanlar bir gün içinde yıkılan binalara ağlarken ertesi gün "barış" kelimesiyle avutuluyor.
Çünkü bu çağda "barış" en etkili propaganda aracı oldu.
Bunun yanında zulüm ve işgal, onları görünmez kılan ve adı "barış" olan sevimli bir maskeyle sunuluyor.
İsrail ile Hamas arasında imzalanan yeni ateşkes, dünyaya "barış" olarak sunuluyor.
Savaş yorgunu bir coğrafya için umut, diplomasi sahnesi için zafer gibi gösteriliyor.
Oysa bu ateşkesin satır aralarında ne çocukların nefesleri ne de yıkılmış şehirlerin sessizliği var.
Bu metnin satır aralarında haritalar yeniden çiziliyor, denizlerin altındaki enerji damarları yeni sahiplerine devrediliyor.
Gazze'de kurulan masa, aslında Doğu Akdeniz'in geleceğini belirleyen sessiz bir enerji mühendisliğinin ürünü.
Bir yanda yıkıntılar arasında yankılanan ezan sesleri, diğer yanda Leviathan, Tamar, Zohr ve Afrodit sahalarının milyarlarca dolarlık doğalgaz rezervleri…
Bu "barış" değil; barışın diline bürünmüş bir ekonomik paylaşım.
Gazze'nin geleceğini "uluslararası idare"ye devreden maddeler, Filistin'in egemenliğini sadece fiilen değil, kâğıt üzerinde bile silikleştiriyor.
Filistin'e ait sayılan deniz alanları, artık "gözetim bölgesi" olarak adlandırılıyor.
Bu masum bir denetim mekanizması değil; deniz altındaki kaynakları Filistin'in elinden alan yumuşak bir ilhak protokolü.
Bugün Gazze semalarında bombalar susmuş olabilir.
Ama deniz tabanında, kalemle yürütülen bir savaş çoktan kazanılmıştır.
İsrail için bu ateşkes, bir geri adım değil; aksine, stratejik bir yeniden konumlanmadır.
Gazze'yi askeri bir yük olmaktan çıkarıp, diplomatik bir fırsata dönüştürmüştür.
Uluslararası arenada "barış isteyen taraf" imajını tazeleyerek hem baskıyı dağıtmış, hem de enerji denkleminin merkezine yerleşmiştir.
Asıl kazanç, Gazze'nin artık Filistin'in denetiminden çıkmış olmasıdır.
"Uluslararası yönetim" adı altında, Gazze fiilen İsrail'in ekonomik ve güvenlik ağına entegre edilecektir.
Bu, yavaş ama kaçınılmaz bir ilhakın başlangıcıdır.
Artık savaşlar tanklarla değil; kredilerle, güvenlik protokolleriyle, enerji hatlarıyla kazanılıyor.
Bu, 21'inci yüzyılın en sofistike sömürge biçimi: barış diliyle işgalin kalıcılığı.
İsrail uzun süredir bu noktayı hedefliyordu:
Gazze üzerindeki askeri yükten kurtulmak ama deniz altındaki zenginliği elinde tutmak.
Ateşkesin hemen ardından imzalanan Mısır-İsrail Leviathan gaz anlaşması (35 milyar dolar değerinde) bunun en açık göstergesi.
BP, Socar ve NewMed gibi dev enerji şirketleri aynı dönemde yeni lisanslar aldı.
Yani, Gazze'nin enkazı henüz soğumadan, deniz altındaki zenginlikler yeniden paylaştırıldı.
Gazze Marine sahası ise sessizce denklem dışına itildi; oysa bu sahalar, Filistin'in ekonomik bağımsızlığının son umuduydu.
Şimdi o umut, "barışın yan etkisi" olarak eriyor.
Doğu Akdeniz artık sadece enerji havzası değil, jeopolitik bir silah deposu.
Avrupa Birliği, Rusya'ya olan enerji bağımlılığını azaltmak isterken, İsrail gazını Mısır üzerinden Avrupa'ya taşıyan EMG hattını genişletiyor.
Ancak bu hat, Filistin'in deniz yetki alanlarından geçiyor.
Avrupa, Ukrayna'da toprak bütünlüğünü savunurken, Gazze'de deniz bütünlüğünün sessizce yok edilmesine göz yumuyor.
Bu, çağımızın en büyük ironisi: barışın diliyle yapılan enerji emperyalizmi.
Filistin'in suyla olan hikâyesi hep eksik kalmıştır.
Batı Şeria'da su kaynakları İsrail'in kontrolündedir; şimdi Gazze'nin deniz altı kaynakları da "uluslararası yönetim" maskesiyle aynı kadere sürükleniyor.
Bu, barış adı altında Filistin'in geleceğini ekonomik vesayet altına almak demektir.
Gazze yeniden inşa edilirken, halk kendi kaynaklarına dokunamayacak hale getiriliyor.
Silahla alınamayan şey, diplomasiyle alınmıştır artık.
7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı operasyonu sadece bir güvenlik krizini değil, enerji koridorlarının yönünü de değiştirdi.
Savaşın gölgesinde yatırımlar durmuştu; şimdi barış, o yatırımların yeniden başlamasının bahanesi oldu.
Gazze'nin üzerinde barış güvercinleri uçarken, deniz altındaki sondaj kuleleri yeniden dönmeye başladı.
Bir yanda yıkılmış şehirler, diğer yanda Leviathan'ın pompaları…
Barış, artık enerjiyle ölçülüyor; insan hayatı değil, metan gazının metreküpü belirliyor diplomatik başarıyı.
Bugün Filistin'in elinden alınan sadece toprak değil, denizin altında gömülü bir gelecek.
"Uluslararası denetim" adıyla başlayan bu süreç, Filistin'i kendi kıyısında misafir konumuna getirebilir.
Gazze yeniden inşa edilirken, deniz sahaları yeniden paylaşılacak.
Yeni limanlar, enerji terminalleri yapılırken Filistin'in belki adı geçecek ama imzası olmayacak.
Bu, modern çağın sinsi bir sömürge biçimi: enerjiyle kolonizasyon.
Evet, Gazze'de çocuklar artık bombaların altında değil.
Ama o çocukların uyandığı sabah, denizin altında başka bir savaş sürüyor olacak.
haritalarda, enerji kontratlarında, diplomatik belgelerde…
Velhasıl bu anlaşma, Gazze'nin geleceğini "uluslararası bir idareye devretme" başlığı altında Gazze'yi Filistin'in ulusal bütünlüğünden fiilen koparan bir mekanizmayı içeriyor. Bu, görünürde barış ama özünde toprak ve egemenlik transferidir.
İsrail açısından da bu ateşkes, bir yenilgi değil; tersine bir stratejik yeniden konumlanmadır.
Öte taraftan İsrail Gazze'yi askeri bir yük olmaktan çıkarıp diplomatik bir fırsata dönüştürmüştür.
Dahası garantör ülke adı altında Türkiye, Katar ve Mısır gibi ülkeler de olası olumsuz sonuçların önüne set çekmek amacıyla bu plana entegre edilmiş durumda.
Bu anlaşmayla İsrail, uluslararası arenada "barış isteyen taraf" imajını tazeledi, üzerindeki diplomatik baskıyı dağıttı ve kendisine yönelen toplumsal tepkileri büyük ölçüde nötralize etti.
Artık Gazze'de eli rahatlayan İsrail'in şimdi yeni adresi tekrardan İran olacak.
Ama öncesinde Suriye'nin rot balans ayarlarını yapmaları gerekecek.
Bu artık sadece bir zaman meselesi.
Öte yandan şu an en büyük gerçek, Gazze'nin geleceğinin artık Filistin'in kontrolünden çıkmış olmasıdır.
Gazze, uluslararası bir yönetim adı altında fiilen İsrail'in ekonomik ve güvenlik ağına entegre edilecektir.
Bu, yavaş ama kesin bir ilhak sürecinin zeminidir.
Filistin ise "barış" adı altında kendi sularını, kendi geleceğini kaybediyor.
Ve ne yazık ki bu barışın kazananı denizin altındaki gaza uzananlar, kaybedeni ise denizin kıyısında bir çadırın altında hayata tutunmaya çalışan insanlar...
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish