Ortadoğu, Gazze, ABD, İsrail, Trump, Netanyahu, Hamas…
Birçok karmaşık mesele içinde çeşitli fikirleri savunanlar var.
Ben de sizlere kendi penceremden bütün bunların tarihsel plandaki karşılığı ne, açıklamak isterim.
Bu makale bir eleştiri içeriyor.
"Kafası karışıklar" şeklinde tanımladığım kesimdekilerin anlayışıyla gerçekler üzerinden tartışıyorum.
Sonuçta söyleyeceğim çok basit bir ifade: "Kendin ol!"
Başlıklar şunlar: Büyük güç, Filistin ve İsrail, savaşların kazananı, İsrail'in yöntemi, bugünler, kendin ol ve sonuç.
Büyük güç
Zaman zaman duyarsınız; "Bu emperyalist güçler siyasi sınırları cetvelle çizdiler" denir.
Emperyalist güçler, güçlü olanlar, geçmişin güçlüleri, bugünün güçlüleri, muhtelif…
Güç kimdeyse, gücünü sahaya yansıtan politikalara odaklananlar kimlerse, hangi bölgelere öncelik veriyorlarsa, oralarda belirli şekillenmeler söz konusu oluyorsa, önce ve dikkatlice buna bakacaksınız.
Büyük güçler, emperyalistler, stratejilerinin gerçekçi bir biçimde 100 yılları kapsayan perspektif içinde kuranlar, geçmişte de varlar, bugün de olacaklar.
Bir de şu var, eğer bir başat güç oluyorsanız, sizin de dünyayı kendi bildiğiniz doğrular üzerine yönetme arzunuz varsa, buna "ideal" de "medeniyet" anlayışı da diyebilirsiniz.
Bu sizin tarifiniz ve iddianız doğrultusunda gelişir.
Diğerleriyse duruma bakacaklar ve size "emperyalist" bile diyebilecekler.
Emperyalist olmanın belli bir formu mutlaka var, tarihçiler bunu gayet güzel ifade ederler.
Bugün geldiğimiz noktada biz başat güç, egemen güç, hegemon güç, gibi ifadeler kullanıyoruz.
Her neyse, geçmişte olduğu gibi bugün de dünyada belirli coğrafyalarda sınırları çizen büyük güçler var ve bunlar "büyük güç" olmanın getirdiği ağırlıkla, özgüvenle ve dominasyonla, bölgesel güçlerle ortaklık yaparak, bazı siyasi değişimleri somutlaştırıyorlar, ideallerini sahaya yansıtarak kendi çıkarlarını elde ediyorlar, en azından buna dair bir mücadele içinde oluyorlar.
Tarz değişiyor… Olan bu!
Trump, Biden, Putin, Cinping…
Her biri için amaçlar belli.
Filistin ve İsrail
Bir süreden beri tartışıyoruz, Filistin'in davasını...
Dava diyorum, 1948 öncesinde Filistin bölgesinin adı buydu, haritalarda Osmanlı coğrafyasından alınan Filistin bölgesi olarak işaretliydi.
I. Dünya Savaşı'nda mağlup olana dek ı coğrafya Osmanlı toprağıydı.
1948'den itibaren ise coğrafya İngiliz Mandası'ndan nasibini aldı.
Hem Filistin mandası hem de İsrail mandası olacak şekilde haritalar çizildi.
Öncesi de var, Siyonist Kongre gibi; ama konu o coğrafyadaki devlet olma hamlesi.
Mesela Araplar 19'uncu yüzyılda bir kongre yapacak aklı bulamadılar ise ne diyeyim?
Geldik 20'nci yüzyıla, 1948'de Yahudiler hemen bir devlet kurdular.
Bu devletin ülkesi o Manda ile çizili topraklardı ve BM ülke sınırlarını hemen tanımaktaydı.
Yahudiler teşkilatlandılar, ülke ve devlet olarak, egemen olarak kabul gördüler ve uluslararası sisteme dahil oldular.
1948'de Filistin niye bunu yapmadı veya yapamadı?
Asıl konu bu!
"Filistinliler bunu yapamazlardı, ellerinden tutan olmaz ise hiç mümkün değildi" dendi.
Anlatabildim mi? Yapabilmek, görebilmek…
Diğeriyse başkasına muhtaç durumda ve işte fark burada. İşte mağdurun veya zayıfın bakış tarzı böyle oluyor.
El uzatana veya uzatacağa muhtaç olmak böyle oluyor.
İrade sahibi olmak ise başka bir şey, bunu gözden kaçırmamak gerekir.
O tarihleri de bugünü de bir düşünün, Araplar mı Filistinlilerin elinden tutacak?
Araplar ancak verilen görevi yapabilirler idi.
Onlar ellerinden tutana bakıyorlar idi.
Para, nüfuz, güç nerede, bununla ilgileniyorlar idi.
Ama bugün kendine zenginliğin ve iyi eğitim almanın gereği kazanımları olanlar, az da olsa bir yol tutturmayı becerebiliyorlar.
20'nci yüzyılın ortalarındayken, emperyalistlerin cetvelle sınırlarını çizdikleri Araplar mı Filistin'e hakkını teslim edecekti?
O Araplar Dünya Savaşı'nda isyan eden çetelerden müteşekkildi, İngiliz kışkırtmasıyla Osmanlı'ya arkadan saldırmışlardı.
O isyancılar için din kardeşliği konusu bile başka yerlerdeydi.
Bu derin çelişkiyi göz ardı edip bana bugün "ama, fakat" diye karşı duranlar olmuyor değil.
Güce, güçler arası mücadele biçimine ve ortaklıklara bakın hem gerçekçi gözle.
O dönem Filistin İsrail'in yaptığını yapamadı! Hatta yapamazdı da.
Arap devletleri bu konuyu bir Arap-İsrail Savaşı'na dönüştürdüler.
Tarih bu savaşları not etti.
Yine de gerçek, gerçektir!
Arap devletleri o gün İsrail'i tanımamak adına birleşmişlerdi ve bir Arap devleti olarak Filistin'i güçlü tutmak arzusu içine girmişlerdi.
İyi de bu egemen Filistin ülkesi nasıl mümkün olacaktı?
(Not: Araya girip sorayım, Filistinliler gerçekten Arap mıydı, Filistî miydi, Fenikeli miydi?.. Samice konuşan Arapların bugünkü Levant ve Suriye coğrafyasına kitlesel gelişleri MÖ 400'lerden başlar, Emevi ve Abbasi dönemlerinde güçlenir; Fenikeliler ise eski, (yaklaşık) MÖ 2000'lerde o Doğu Akdeniz coğrafyasında medeniyet kurmuşlar, antik Mısır ile koloni sahibiydiler, kent ve ticaret organizasyonları mükemmel denecek değerdeydi. Yahudiler de Samice (Semitik) dil konuşuyorlar. Neyse uzatmayayım, anlayacağınız köken konusu bile tartışmalıdır. Bu tür sorgulamalar sanırım artık entelektüel seviyede kalıyor, ama böylesi derinlikte asıl gerçeği bilmeden iddiaları uluslararası anlaşma metinlerine yansıyan çok "akıllı" toplumlar ve ideolog var, bunu da unutmayalım istedim.)
Bugünkü Filistin ve İsrail. Filistin'in hakkı olan topraklarda egemen olmak eğer büyük bir savaşla gerçekleşecekse, kendi ülkeleri emperyalist güçlerce tanzim edilen bu Arap ülkeler konuyu üstlendiler, ama güçleri ileriye gitmeye yetmeyecek düzeyde. Savaş başladı, 1948-49 Savaşı ile perde açıldı, 1967 ve 1973 Savaşı oldu.
Savaşların kazananı
Hep savaş, hep savaş…
Bugün de savaş var ama farklı, güncellenen savaş haliyle.
Vekâlet savaşları, çatışmalar, milisler, devlet dışı aktörler, bunların sponsorları ve akıl hocaları, siz düşünün…
Öyle veya böyle, 1948'den günümüze kadar Arap devletleri kaybeden taraf oldular, buna karşılık İsrail ise sınırlarını genişleten taraftı.
Birleşmiş Milletler araya girdi, uluslararası bazı girişimler gerçekleştirildi; kararlar alındı, bu kararlar bazen etkili oldu, bazen İsrail kararları resmen tanımadı…
Sonuçta bugüne dek savaş hali devam etti.
Ne BM Güvenlik Konseyi kararları ne uluslararası baskılar ne de Arap devletlerinin gücü İsrail'in genişlemesini önledi.
İsrail'in yöntemi
İsrail genişlemesine devam ederken, esasen yaptığı iş çok açık idi: Problemli sahaları sürüncemede bırakarak, çözmemek, zamana yayarak, daha sonra o bölgelerden genişleme imkânı buluyordu.
Bu noktada yeri gelmişken ifade edeyim, Trump ile Netanyahu'nun "Barış Planı" diye işaret ettiği "20 maddelik plan" tam bir İsrail yöntemi.
Eğer bunu ABD Yönetimi hazırladı ise tam da İsrail'in kabul edebileceği türden bir metin.
Tersi olduysa, ABD zaten kontrolü elinde tutuyor ve planın özü "patron Trump" diyor.
Bugünler
Bugün neredeyiz?
7 Ekim 2023 Hamas'ın saldırısıyla başlayan sürecin devamında ve sonuca yakın, 12 Ekim 2025 tarihinde bulunuyoruz.
Ben bu noktada kim kazandı kim kaybetti davasında değilim.
Herkes kendi muhasebesini yapsın.
Aktörler açısından da durum farklı açıklanabilir.
Kim ne söylerse söylesin.
Bana göre, belirlediği plan-programı hayata geçiren var, geçirmeyen var...
Tarih bunları yazar.
Hayalci olanlar ise hala bizlere bugün "emperyalistler şunu yaptı, bunu yaptı" diyerek, sızlanma içerisinde kendi tariflerini savunabilirler.
Ona bakarsanız emperyalistler hep var.
Ne yapacağız şimdi?
Sızlanmak çare değil; esas olan güçlü olmak, akılcı plan yapmak ve somut kazanım elde etmek.
Diyorum ki;
Filistinliler kendi davalarını dünyaya belki biraz da olsa Yaser Arafat zamanında duyurabildiler, egemenlik arayışı Oslo görüşmelerine kadar belirli bir çerçeve içerisinde somutlaştı; ama maalesef o dönemden sonra Filistin davası hep başkalarının elinde gidip-gelen bir meseleye dönüştü.
Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, (Yaser Arafat ile Oslo'da masada oturmuş olan) Filistin davasında bugün ne kadar etkili?
Filistin davası içerisinde bölünmüş olan cepheler birbirlerine ne kadar güveniyorlar?
Filistin davasını, mesela (1948 Arap-İsrail savaşlarında mevcut) Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün gibi ülkeler mi destekliyor, İran'ın "direniş cephesi" mi?
Suriye, Irak, Lübnan, vs. saymıyorum bile…
Bugün bütün bunları, farkındalıkla ve durumu kendi lehine gerçekleştirme haliyle düşünürsek şöyle söyleriz:
İsrail hepsini değerlendirdi. Amerika da değerlendirdi. Başat güç Amerika, Ortadoğu politikasında bölgesel güç İsrail ile ortaklığını ortaya koyarak somut adımlar attı.
Hâkim pozisyon!
Ne İran ne Suudi Arabistan ne Mısır ne de başkaları bu süreçte hâkim pozisyonda olabildi; ancak ortaya çıkan duruma bağlı bir pozisyon alındı.
Bu şartlarda bu yapılabilir dendi. Hakimiyet ise belirli noktada gerçekleşti.
Duruma bakın, 67 bin insan öldü, Gazze'de taş taş üstünde kalmadı ve şimdi yeni plan-programlar yapanlar o yıkım içinde masa kuruyorlar, müteahhit gibiler, haritacı gibiler, ortadalar, görmesini bilenlere…
Kendin ol!
Kafası karışıklar diyorlar ki, "sınırları zaten cetvelle çiziyorlar!"
Diyorlar ki, Ortadoğu'da hangi ülkeler bu emperyalistlerin belirlediği sistemin dışında kaldı ki?
Evet, burada temel bir ayrım noktası var, bırakın öyle veya böyle demeyi, eğer Ortadoğulu gibi düşünmeye devam ederseniz işiniz zor!
Neden zor biliyor musunuz?
Mesela İsrail'e bakalım:
Ortadoğu'nun tam da göbeğinde, ama Batılı gibi düşünüyor.
Sürgünler, sürgünler…
Tarih boyunca Yahudiler hep sürgün gördü, çeşitli sebeplerle.
Osmanlı'ya bile İspanya'dan sürgün geldiler.
Ama sonuçta Batı dünyasının gelişimi içinde aktör oldular ve dolayısıyla zengin oldu, küreselleştiler…
Bugün İsrail, Batı ile müttefik, hatta mevcut nüfuzunun yarısı kadarıyla onların içinde yaşıyor, olabildiğince politikalarına etki ediyor.
Yahudi etkisi her alanda var; ekonomide, askeri alanda, bilimsel ve teknolojide, sanatta, sosyal alanda ve bütünüyle politikada, çok ülkede işbirliği halindeler.
İsrail devlet olarak demiyorum, bir Yahudi olarak…
Neden böyle yazdım?
Filistinli ile mukayese edin diye. Mağdur Filistinli, egemenliği başkasında, zulüm görüyor, yarı nüfusu göçmen, fakir ve güçsüz halde…
Başka ülke halklarının bazı zamanlarda, en çok da son dönemde, gösteri yaparak destek verdiği Filistinlilerle bir mukayese edin diyorum hem tarihsel çizgide bakın olaya.
Güçlünün çizgisini izleyerek gelişme konusunda, yola (Prens Selman'la) Suudi Arabistan da yavaş yavaş girmeye başladı.
Petro-devletler şeklinde tanımlanan Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi ülkeleri buraya ekleyebilirsiniz.
Bir de Bahreyn var. Eğer bunlar bildiğimiz sınıftan ülkelerse…
Ancak bunlar gerçek aktörler ve haritada işaretli sınırları var.
Katar'a bakın, şu meselede bile en çok adı geçen aktör.
Geriye ne kaldı? Mısır mı?
Uzun sürede Sisi Yönetimi Mısır'ı idare ediyor.
Mısır bölgede kadim bir medeniyetin temsilcisi de fonksiyonu açık; ticaret yolunu, Süveyş Kanalı'nı kontrol etmeye devam ediyor.
Süveyş yolunu emin ellerde tutmak bile bu bölgede bir görev!
Söylediğim şu, eğer "Ortadoğuluyum" diyorsanız, bu durumda Ortadoğu'nun problemleri sizi kemirebilir, eritebilir, hatta içine çekebilir ve sonra da toprağa gömebilir.
Veya bir göreviniz olur, onu icra edersiniz…
Olmaz demeyin; bu coğrafya tarihten silinmiş birçok topluluğu içinde barındırır.
Görebileceklerinizi birkaç nesilde göremeyebilirsiniz; ama 5-6 yüzyıldan uzaklara bakın…
Eğer Ortadoğu'da güçlü olmak istiyorsanız veya bir iş yapacaksanız, mutlak surette kendiniz gibi olacaksınız!
Kendiniz gibi olmak ne demek?
Örneğin Türkler, "Asyalıdır" veya "Avrupalıdır" derseniz kabul ederim.
Buna karşılık, "Ortadoğulu" derseniz, "orada durun bakalım!" derim.
Öyle ki Türkler Ortadoğu'da başka devletler içinde yönetici olabilmişler, imparatorluklar kurmuşlar, barışı temin ve tesis etmişler.
Yahudiler dahi Osmanlı döneminde zenginleşebilmişler, huzur ve refah görmüşler…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir Batılı formuyla veya anlayışıyla dünya meselelerine yaklaşırsa, bir Türk olarak veya tam ifadeyle "kendisi" olarak ortaya çıkarsa, işte bu değirmen taşı misali öğütücü sürtünmenin ortasında, kurtlar sofrası Ortadoğu'daki meselelerde, bihakkın inisiyatif alır ve söyleyeceği şeyler olur.
Tarihte böyle oldu, tersine yola girilince de Sevr'e kadar gelindi…
O zamanda "emperyalistler" dendi.
Sözüm şu: Dışarıda değil içeride ol ve kendin gibi ol!
Sonuç
Sonuçta incelediğimiz İsrail-Filistin noktasında harita gerçekten belirli değil. İsrail kendi istediğini almaya devam ediyor.
Türkiye'de ise Ortadoğulu gibi düşünüp sızlanan, hayal gören, somut dünyadan kopmuşlar varsa, bu takdirde kafalar karışır.
Hem emperyalistler var ve çizgileri cetvelle çizdiler, hem de benden bir şey kaçmaz diyeceksiniz!
Bu kafa karışıklığı daha ne kadar sürecek?
Devlet olma tecrübesi, yeteneği, medeniyet iddiasında bulunmak, organize toplum olmak…
Bunlar varsa sorun yok. Ancak asırlardır insanların iradesi böyle bir iddiadan uzak tutulduysa, işte bu büyük projedir.
Büyük proje büyük düşünmeyi ve kapasite sahibi olmayı gerektirir.
İrade, organizasyon yeteneği, iddia, güç birliği, yerini bilmek, doğru ortaklıklar kurmak, bir ideal uğruna savaşmak, medeniyetten kaybolmamak, buna değer olmak…
Bu itibarla ve değerde düşünmek gerekir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish