Askeri güç oluşumunun kaynağı

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Alexander Cook/DVIDS

İçinde bulunduğumuz şartlarda, kendini en yakından hissettiren şekilde bölgemizde, askeri güç oluşumları tartışılıyor, Avrupa Ortak Ordusu, Körfez Ülkeleri Ortak Ordusu veya Devlet Dışı Aktörlerin Projelendirilmesi gibi. 

Bu çok önemli konuyu, olup olamayacakları, nedenlerini, konunun kaynağına inerek analiz edelim.


İnsanlar öğrenerek, gelişerek, organize olarak bugünlere geldiler ve büyük bir kültür birikimine sahipler.

Temel ihtiyaçlar bakımından güvenlik hem en üst sıralarda konumlanmaktadır.

Bunun için silahlar yapıldı, hatta avlanmak, eldekini bir başkasına kaptırmamak açısında yaşamsal bir mücadele verildi. 

İnsanlar birer topluluk (aile, kabile, amaç birliği yapanlar veya aynı coğrafya parçasını paylaşanlar gibi) halinden başlayarak bugünkü ulus devletlere ve uluslararası kurumlara kadar organizasyonlar kurabildiler.

Bir askeri gücün kaynağını ararken konuyu buralardan başlayarak anlatmak mümkün.

Ama elimizde bir topluluk, amaç birlikteliği, hayatta kalma ve yaşamı geliştirme güdüsü, organizasyon kabiliyeti, gibi bilinç ve yetenekler var.

Bütün bunlarla modern dönem insanının oluşturduğu yapıları tartışıyoruz.

Askeri güç dediğimizde ise bir ülkenin veya birkaç ülkeden oluşan askeri paktın "modern" anlayışa göre ordusundan söz ediyoruz.

Mevcut orduları ve yeteneklerini düşünürsek içinde her şey var ve rakibin üstesinden gelebilecek özelliklere sahip, daha da gelişecek gerekçelerle yüklü. 

Öte yandan devlet dışı aktörlerin ellerindeki yetenekler, gayrinizami harp anlayışına göredir.

Bu yeteneklerin tezahürü silahlar fazla güçlü olmasa da uygulama yöntemleri bakımından kendine yeterli özellikleri içerir.

Asıl önemli husus ise bu tarz bir organizasyonu hayata geçiren yüksek motivasyondur.

Bir askeri gücü, sadece devletler olarak değil, devlet dışı organizasyonlar olarak da düşünmemiz gerekmektedir.

Devletler için temel düşünce "refah" ve "güvenlik" konusuyken, devlet dışı aktörlerde bu "politik motivasyon" olmaktadır. 

Öyleyse incelememizi modern dönem ve kapsayıcı bir bakışla tarif edelim.


Kaynak incelemesi

Öncelikle askeri gücün kaynağı dört önemli başlık altında kendini gösterir:

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Birincisi, jeopolitik durum

Buna şartlar da denebilir.

Şöyle; coğrafi durum, varlık ve kaynak durumu, konjonktür.

  • Coğrafi durum: Bazı ülkeler veya toplumlar için coğrafi şartlar güvenliğe daha az ihtiyaç duyulmasını veya öncelik bakımından bir geride kalmasını gerektirebilir. Bu durumda refah daha önceliklidir. Örneğin Türkiye gayet riskli bir coğrafyadadır ve güvenlik hesapları ciddi ölçüde yapılmak durumundadır.
     
  • Varlık ve kaynak durumu: Toplumlar ve belli organizasyonlar için varlık sebebi olarak tarif edebilecekleri şartlar vardır. Örneğin enerji kaynakları, su yolları, tarım alanları, vs. o toplumun varlık sebebidir. Örneğin Pakistan için İndus havzası ülkenin varlık sebebidir ve temel kaynaktır. Adına "petro-devlet" de denen Körfez ülkeleri için enerji havzaları ve sevk alanları o ülkelerin varoluşsal niteliğidir.
     
  • Konjonktür: Büyük dönemsel değişimlerden, tarihin sıkışan zamanları içindeki şartlar, bütün öncelikleri değiştirir. Örneğin iklim değişikliği ile ortaya çıkan Arktik bölge bugünün koşullarında yeni ve büyük bir durum olarak görülür.

Dördüncü Sanayi Devrimi ürünlerinin üretimi ve ticaretinin yapılması savunma ve güvenli için de belirgin bir alan açar. Tarihin sıkıştığı zamanlar gerginliklerin artmasıyla ilgilidir. Örneğin bugün ABD Başkanı Donald Trump küresel ve uluslararası şartları kendilerince domine etmek üzerine kurulu bir stratejiyi öne çıkarmaktadır.

Diğer örnek, Rusya Ukrayna’ya saldırdı ve bir savaş hali söz konusu oldu. Öyleyse bugünün konjonktürünü bu gibi şartların genel atmosferinde değerlendirmek gerekir.


İkincisi, egemen veya hâkim güç

Egemenlik bir ülkede, hâkim politik iradede ve sermaye gücünde olabilir. 

  • Hâkim politik irade: Devlet ve devlet dışı organizasyon, kendi büyük veya yüksek politikaları veya stratejileri gereği, bir iddiada bulunur; "ben böyle olmasını istiyorum" veya "önceliğim bu" der. Burada "iddia" öne çıkmaktadır. Bu iddia bir "strateji", "doktrin" ve bir "plan" konusu halinde formülleştirilir.

    Örneğin, bugün "Trump Doktrini" şöyle ifade edilmiştir: Güç kullanarak barışı tesis etmek, bunun için önce Amerika'yı Yeniden Büyük Yapmak (MAGA), bunun devamında ABD rehberliğiyle dünyada barışı sağlamak. (Bkz: Trump doktrini)

    Böylesi bir iddiaya göre tehdit ya artar ya azalır. Örneğin saldırgan politika (ki burada "strateji" olarak ifade edilmelidir) için askeri gücün niteliği ve kapasitesi belirlenirken, hesaplar buna göre yapılır; askeri uygulamaları destekleyecek diğer güçlerin yapısı da buna göre düzenlenir.
     
  • Sermaye gücü: Burada askeri güç oluşumunun kaynağını incelediğimize göre, egemenliğin veya hâkim gücü bir geriye gidip tanımlanması ihtiyacını gözden kaçırmayalım. Ülke, uluslararası sistem, küresel güç, her ne derseniz deyin hepsini içine alan asıl kavram sermaye gücüdür (kapitalist güç).

Bugün başat aktörlerden en küçük oluşuma kadar her birini inceleyin, aslında çözülmesi, korunması, hesaplanması gereken ve ortak görülen konu sermayedir.

O halde öndeki politik girişimlerden tutunuz, askeri baskı kurma eylemine kadar tüm çabalar sermaye ile irtibatlı düşünülerek düzenlenir.

Sermaye; önceliklerle, politikalarla, kurumlarla, kamuoylarıyla, varlıklarla, kaynaklarla, hatta gelecekle ilgilidir. Bu durumda sermayeyi başat unsur olarak görmek gerekir.

Egemen veya hâkim güce tesir eden bu başat unsuru mutlaka göz önünde tutmak gerekir.

Güçlünün politikası çok etkilidir, vekilleri de oluşturabilir, taşeronları da.

Taşeronlar bahsine örnek olması bakımından söylersek, "büyük sermaye her zaman kendini düşünür ve kazanan hep o olur" dersek, politikanın ve ekonominin olduğu her yerde kendine yakın isimlerle ve oluşumlarla ortak hareket etmek ister.

İşte buna "taşeronluk" diyebilirsiniz.

Yaklaşım şudur: Patronlar taşeronlarla çalışır.

(Bkz: Kapitalizmin savaşı)


Egemen ülkeler: Uluslararası ilişkiler açısından egemenlik tanımlı bir kavramdır.

Birleşmiş Milletler nezdinde de bu belli bir husustur.

Ancak pratikten bilinir, ülkelerin, devletlerin veya hükümetlerin ilişkilerinde daha ziyade güçlünün hukuku konusu tartışma yaratmaktadır. Yine de egemenlik hakları gözetilerek politika yapılma temayülü yüksektir.

Hâkim güç veya sermaye gücü çoğu kere öne geçmek ister, bu da ilişkiler yumağının bir gerçeğidir. O halde ülkeler bu faktörü ve fiili şartları birlikte dikkate alarak politika yaparlar.

Tartışmayı açıklayabilmek adına ifadeyi şu şekilde yazacağım:

(Örneğin) Körfez Ülkeleri’nden (petro-devlet, sermaye gücü yüksek) Katar’a, (sermaye gücü yüksek ve ABD başta olmak üzere hâkim güçlerle yakın ilişkisi olan) İsrail’in yaptığı egemenlik dışı saldırı bugün dünya gündeminde ele alınmaya devam ediyor. 


Üçüncüsü, çıkarlar

Çıkarlar en karmaşık durumu tarif eder.

Çıkarların dengelenmesi, dağılımı ve güvence altına alınması gerekmektedir.

Bütün oluşumlar (toplumlar, uluslar, ülkeler, devletler, hükümetler, partiler, sermayedarlar, kurumlar, uluslararası kurumlar, devlet dışı aktörler…) 

Ben konuyu ulusal çıkarlar (milli menfaatler) ve genel çıkarlar olarak ele alacağım.

Ulusal çıkarlar: Politika, bilindiği gibi, herkes için başkadır. Burada ifade edilen ise herkese göre farklı olan, herhangi bir algıya dahil değil, genel, sistemsel, evrensel ve insanlığın bugüne kadarki birikimiyle oluşturulan seviyedir. 

Demokratik ülkeler savunma planları yaparlar, prensipte saldırgan değillerdir. Ama gerek gördüğünde düşmanına saldırabilir de!..

Peki bu nasıl olur?

Ülkeyi her şartta savunmaya hazır ve caydırıcı olmak şarttır. Tehdit kapıya dayandıysa geç kalınmış olabilir.

O halde ne yapılmalıdır?

Ülkelerin politikası milli menfaatleriyle ilgilidir. Milletin refahı ve güvenliği arttırılır, bu durmak bilmeyen bir çabadır. Eğer refah ve güvenlik sınırı durdu veya yavaşladı ise bu demektir ki beka elden gidiyor, erozyon başladı... 

Çünkü ülkelerin rakipleri de refah ve güvenliklerini artırma mücadelesi içindedirler. Milli çıkar demek bu demektir. O halde her ülke milli çıkarı için büyük bir uluslararası rekabet ve güç mücadelesi içindedir. Aksi düşünülemez.

Rekabette üstün olmak şarttır, başka yolu yoktur. Rekabette geri kalmak bir zafiyetle açıklanamaz.

Politikacılar bunun yükümlülüğü içinde milleti nezdinde vazifelidirler. Politikacı bunun için vardır. Keyfiyet, ihmal, zaaf, bilinçsiz olmak asla mazeret değildir, kabul dahi edilemez. Devlet sistemi, sivil toplum, entelektüel kesimler bir olurlar ve ülkelerinin gelişmesine katkı verirler.

Uluslararası sistem halen geçerliliğini koruyor. Bozuldu mu, yıkılacak mı, gibi tartışmalar ise sürecektir. Bu kapsamda halen ulusal çıkarları elde etmek, refah ve güvenliği birlikte, dengeli, birbirini besler biçimde formülleştirmek için ulus devletler, ulusal hedeflerini belirlerler.

Ulusal hedeflerin elde edilmesi için genel çapta stratejiler, hükümetler çapında doktrinler belirlenir. Stratejiler ve doktrinler ülkeyi geliştirir veya bir karanlığa sokar, tarihte örnekleri çok. Bunların doğru, geçerli, sağlam olması gerekir, maceraya atılmanın ne sonuçlar üreteceği bilinmektedir.

Yine de bazı strateji ve doktrinler gereği "sert güç" (askeri güç) uygulaması ulusal hedefleri elde etmek için bir politik yöntem olarak tercih edilebilir. 

Buna en yakın örnek, İsrail. İsrail, sürekli sert gücü öne çıkararak bölgesinde "genişleme" şeklinde açıklanabilecek ulusal hedefini gerçekleştirme politikalarını sürdürmektedir, bu husus 1948’den buyana sürmektedir.

Bu gibi durumlarda, askeri gücün nasıl bir yeteneklerle zenginleştirilmesi gerektiği konusu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. 

İkinci örnek Hitler Almanya’sıdır. Dünyaya meydan okumak için hazırlanan bir orduyu düşünün, teknolojisini, yeniliklerini, taktik ve stratejilerini, silahların çokluğunu, insan kaynağının teşkilatlanmasını…

Genel çıkarlar: Ulusal çıkarların dışındakilerdir. Kişisel çıkar dahi söz konusu olabilir.


Dördüncüsü, tehdit veya tehditler

Tehdit veya tehditler konusu bir topluluğun, ülkenin veya ittifakın en somut açıklama bekleyen konusudur. Bütün çalışmalar tehdit tanımı ile açıklanır. 

Tehdit belirleme konusu demokratik ile otoriter yönetimler arasında farklılık göstermektedir. Demokrasilerde yazılı dokümanlarda tehditler geçerli düşmanlıklara göredir. Örneğin küresel terörizm, suç örgütleri, sanayi casusluğu, gibi. 

Peki gelişen şartlara göre düşman neye göre tanımlanır?

Yukarıda sıraladığımız bütün hususlar çerçevesinde demokratik örneğin bir ülke parlamentosu toplanır, sebepleri, olasılıkları, riskleri, çıkarları tartışır, uluslararası hukuku, ortaya çıkan durumu kabul veya reddeder ve sonuçta; "bu düşmandır" der.

Otokratik ülkeler ise saldırgandır, yayılmacıdır, işgalcidir, şartların getirdiklerini kullanır veya fırsat ele geçtiğinde derhal harekete geçer, dolayısıyla düşmanının ilan eder.

Örneğin bunu, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısındaki gibi düşünebilirsiniz.

Bir başka yaklaşım şudur: Tehditler yaratılabilir.

Sonuçta milli hedeflerin gereği bir ortam mevcut ise devletler veya devlet dışı aktörler kendilerine bir düşman yaratacak alt çalışmaları yapabilirler ve sonra ortam çok doğal imiş gibi değerlendirilebilir.

Bunlar stratejik faaliyetler ve buna göre kurumsallaşma şeklinde gerçekleştirilebilen hususlardır.


Ortak ordu veya entegrasyon stratejisi

Genel durum budur.

Şimdi de günümüz örneklerine bakalım.


Avrupa Ortak Ordusu

Bu konuyu daha önce geniş biçimde inceledim ve Avrupa Ordusu başlıklı yazımda ele aldım.

Özetle değineyim. Önce Avrupa ile ilgili gelişmeleri hatırlayalım:

Rusya’nın Avrupa’ya tehdidi, somut olarak Ukrayna savaşının seyri ve gelinen noktada ABD Başkanı Donald Trump’ın hem Avrupa savunma mimarisi hem de NATO konusundaki çıkışları üzerine, başat Avrupa ülkeleri derhal tepki verdiler ve öteden beri gündemde olan, ara sıra parlatılan bir konuyu masaya yatırması. 

Peki, bir Ortak Avrupa Ordusu deruhte edilebilir mi?

Olabilir elbette. Sonuçta bu bir irade ve bütçe meselesi.

Birleşik Krallık, Avrupa’nın merkezi ve doğusundaki ülkeler, bugün bu yaklaşım için Fransa ve Almanya dahil, çok ülke, hatta Avrupa Birliği kurumsal yapısı, bir ortak ordu vizyonunda hemfikirler.

Buna karşılık İspanya ve İtalya gibi ülkeler buna gerek duymamakta, bütçenin ülkelerin kapasite artırımı ve silahlanmalarında kullanılmasını önermektedirler.

İncelememin kuramsal yapısı bakımından kritik edecek olursak, düşman, tehdit, çıkar, gibi belirgin hususlar mevcut, jeopolitik şartlar ve konjonktür böyle bir yapıyı gerektiriyor.

Bunun için neler dikkate alınır?

Konvansiyonel, konvansiyonelden nükleer savaşa geçiş ve nükleer savaş prosedürleri, bu yönde sevk ve idare, koordinasyon ve işbirliği çözümleri, bu yönde gücü olan ülkeler ile olmayanların desteği, gelişimi.

Her nesilden savaşı, ama eksiksiz "beşinci nesil" savaşı yapabilecek imkân ve kabiliyetlerin kazanılması.

Bu bağlamda, hibrit savaş, siber-uzayın kullanılması, siber savaş, gibi yeniliklerde yeterli kapasitenin oluşturulması. 

Hepsi birlikte düşünülürse, lojistik, iletişim ve ulaşım, geri bölge imkanlarının geliştirilmesi.

Operasyonel hazırlıkların yapılması, eğitim ve tatbikatlar var.

Bunların caydırıcı olacak düzeyde geliştirilmesi zorunludur.

Burada caydırılacak kim?

(Örneğin) Rusya gibi bir büyük güç!

Son olarak, ordular dışarıyla da ittifak kurabilir olmalılar.

İttifaka açık ve bir başka sisteme hızlı bağlanabilir bir imkana sahip olmak gerekir.

Avrupa bir yerden başlayacak ve bu hiçbir zaman sıfır noktasından olmayacaktır.

Yukarıda zorluklar şeklinde ifade ettiğim gibi aralarında halledilmesi gerekenler bellidir, bir iktidar mücadelesi içinde olmamaları gerekiyor.

En kolay işleri de silahların çoğaltılması yönüyle olur; çünkü mevcut konsorsiyum kapasitesi buna imkân vermektedir.
 


Entegrasyon stratejisi

Yakın zamanı gözden geçirelim. 

Körfez Ülkesi Katar’a İsrail’in saldırısı ile bazı konular yeniden tartışılmaya başlandı.

Katar’a, önce Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri sonra diğer Arap ve Müslüman ülkelerden çeşitli destekler gelmeye başladı.

Bu zaman içinde tekrar bildiğimiz bir soru ileri sürüldü: İsrail’e karşı neler yapılabilir?

Başka şekilde söylersek: Körfez Ülkeleri savunmalarını ortaklaşa yapabilirler mi?

Önceleri, bir Arap NATO’su gerçekleşebilir mi, konusu tartışıldı.

Buna benzer konular hep oldu. Yine gündemde.

Ancak zaman içinde bu kıymetli bölge ile ilişkisi olan ülkeler de kendi stratejilerini uygulamaya koyuyorlar.

Yani dün düşündüğünüz bir oluşum için siz adım atmıyor olabilirsiniz, ancak hâkim güçler mutlaka bir tasarrufta bulunarak kendi planlarını uyguluyorlar.

Bu önleyici tedbir olarak da anlaşılabilir bir gelişmedir. 

Her neyse, bu kez hatırlanan konu "Ortak Arap Ordusu" ("Arap NATO’su" olarak da anıldı) veya "Ortak Körfez Savunması" oldu.

İncelememiz bakımında neler söyleyebiliriz?

ABD buna izin verir mi yoksa başka önerilerde mi bulunur?

Sermayenin genel tutumu savaşı mı küresel ittifakın yeniden dikte ettireceği şartlara göre mi yeni bir strateji belirleme yoluna gidilir? 

Biraz düşündüğümüzde anlaşılan şu, burada egemenlik, varlık sebebi ve kaynakların durumu biraz daha öne çıkan hususlar oluyor.

Ortak ordu yerine, mevcutların bir başat gücün şemsiyesi altında entegrasyonu yolu daha gerçekçi olacak gibi duruyor.

Buna "entegrasyon stratejisi" de demek mümkündür.


Devlet dışı aktörlerin projelendirilmesi

Güç, politika, strateji, konjonktür, sermaye, çıkar, gibi bütün hususları burada kullanabilirsiniz.

Devlet dışı aktör bir politik ve ideolojik amaç etrafında kendiliğinden veya desteklenerek var olabilir ve sonrasında ilave katkılar bulabilir.

Amaç hasıl olunca silahlı gücün oluşumuna geçilir, silahlı propaganda ve eylemler tertip edilir, bir bölgenin içinde çatışmalar başlatılabilir.

Eğer yine bölgemize bakacak olursak, özellikle İran, İsrail ve ABD bağlamında sözü edilebilecek türden örnekleri çok.

Gruplandırmayı da sözü edilenler bağlamında yapacağım.

Şöyle: Terör örgütleri (El-Kaide, El-Nusra, HTŞ, IŞİD, PKK/KCK, YPG…); direniş ekseni (Hizbullah, Husiler… Ayrıca Batı Hamas’ı da buna dahil etmekte, aslında sözcüğün anlamı da bu u göstermektedir); vekalet güçleri (SDG…)

Burada kritik bazı örnekler var, örneğin Suriye Demokratik Güçleri. Konunun iyi anlaşılması için bu örneğe bakalım.

SDG’nin (çok iyi bilindiği üzere) esası PKK/KCK/YPG terör örgütüdür.

ABD de bunu en iyi bilendir. Suriye’yi bir terör devletine dönüştüren Esad’ın devrilmesinde, Ahmed eş-Şara’nın Hayat Tahrir el-Şam (HTŞ) örgütü çok hızlı hareket etmiş, peşinden birçok ABD başta olmak üzere (Trump Cidde’de eş-Şara ile görüştü) Batı ülkesi bu girişimi desteklemiştir.

Ahmed eş-Şara bugün iç savaşı sonlandıran bir isim olarak yeni Suriye’nin kurulmasıyla meşguldür.

Ancak politik çıkar, stratejik gerekçeler vs. sebebiyle, ABD ve İsrail, yeni Suriye’nin ne şekilde oluşacağını belirleyen güçlerdendir.

İşte bu aşamada ABD ve İsrail vekilleri konumundaki SDG’yi kullanmaktadır.

SDG’nin gücü nereden gelmektedir?

Askeri yapısından. Bu yapıyı yaklaşık 2015’ten bu yana yılda 300-500 milyon dolarlık bütçeyle ABD kurmuştur, şimdi de yeni Suriye’nin oluşumunda bu vekilini kullanmaktadır.

Burada öne çıkarmak istediğim konunun askeri gücün kaynağını incelemek olduğunu bir kez daha işaret etmek isterim. 

Şimdiki soru şudur: Bir devlet dışı aktör olan HTŞ Suriye’de devlet oldu, diğer devlet dışı aktör olan SDG devletin içinde mi dışında mı yer alacak veya Suriye için belirleyici faktör bu ise bu vekili elinde tutanların iradesi ne şekilde gerçekleşecek?

Demek ki devlet dışı aktör bile olsa askeri güç oluşumu belli amaçlara hizmet etmesi açısından kullanışlı bir araç imiş!

Asıl yaklaşım şudur: Vekil örgüt yaratılabilir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU