Krakov'u gezerken karşılaştığım Sovyet mirası, ne yazık ki kafamda canlandırdığım Rus imgesinden oldukça farklıydı. Şehirdeki Sovyet mirasına dair ilk örnek olarak, ilk Krakov yazımda da bahsettiğim Nowa Huta bölgesini anımsayabilirsiniz. İkinci örnek ise, tarihin karanlık sayfalarından biri olarak hafızalarda yer eden Katyn Katliamı'dır.
Ve yine bu Krakov serisinin ilk yazısında da vurguladığım gibi bugün birçok Polonyalının Sovyet mirası ile olumsuz ve gerilim yüklü bir ilişkisi var. Bu hafızayı unutmaya çalışan pek çok Polonyalıya rastlamak mümkün. Buna özellikle Krakov'un kamusal alanları ve müzelerinde açıkça şahit olabilirsiniz.
Naziler ve Sovyetler Birliği
Muktedirlerin Polonya Seferi, II. Dünya Savaşı'nın nedense pek bilinmeyen bir hikâyesidir. Polonyalılar inatla Nazi saldırısına direnip kendilerini savunur ve Almanları ağır kayıplara uğratırlar1 ama savaşı kaybederler. Ve bilhassa doğudan Kızıl Ordu'nun işgaliyle birlikte Polonya'nın kaderi çizilmiş olur.
*
First to Fight: The Polish War 1939 kitabında, tarihçi Roger Moorhouse açısından, bu işgal gizli ve haince bir diplomatik ihanetin öyküsüdür2. Tarihçi Mark Mazower de Hitler'in bu hamlesini, Nazi liderinin "kariyerinin belki de en büyük diplomatik darbesini gerçekleştirerek Stalin'le Polonya konusunda beklenmedik bir anlaşmaya varması" şeklinde ifade eder".3
Moorhouse, The Devils' Alliance: Hitler's Pact with Stalin, 1939-1941 adlı bir başka kitabında, insanların Sovyetler Birliği ile Nazileri II. Dünya Savaşı'nın karşıt tarafları olarak hatırlamasına rağmen, Hitler ve Stalin'in aslında bu savaşın yaklaşık üçte birinde beklenmedik şekilde iş birliği yaptığı gerçeğine parmak basıyor. Nazi Dışişleri Bakanı Joachim von Ribbentrop ile onun Sovyet muadili Vyacheslav Molotov tarafından imzalanan Nazi-Sovyet Saldırmazlık Paktı Polonya'da derin ve kanlı izler bırakır. Bu hamle savaşın mecrası ve sonuçlarını değiştirir. Bu saldırmazlık anlaşması Almanya ve SSCB'yi bir süreliğine birbirlerine yanaştırsa da bu ortaklık Haziran 1941'de Barbarossa Harekâtı, yani Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne topyekûn saldırısıyla sona erer. Ancak Saldırmazlık Paktı yürürlükteyken doğu Avrupa'da bazı ülkeler işgal edilir ve insanların hayatı alt üst olur. Dahası anlaşma süresince yaşanan teknoloji ve malzeme alışverişi bu savaşın gereksiz yere şiddetlenip uzamasına zemin hazırlar.4 New York Times gazetesinin acımasız metaforlar kullanarak dile getirdiği gibi;
Almanya Polonya'yı avladıktan sonra Sovyetler, Almanya'dan arta kalan cesedin kalanını kapacak ve Alman aslanına karşı sırtlan rolünü üstlenecektir. 5
Mazowerm da Rus faktörünün Polonya'nın savaşı kaybetmesinde belirleyici bir rol oynadığını vurgular. Ona göre, Almanların hızlı ilerleyişini dikkatle gözlemleyen Kızıl Ordu, işgalin ortasında beklenmedik bir şekilde harekete geçerek Doğu Polonya'ya girer ve bu hamlesiyle Hitler'i bile şaşırtır. Sovyet ve Alman birlikleri sınırda dostane bir şekilde buluşur. Ardından, Almanya'nın 20 yıl önceki zaferine sahne olan Brest-Litovsk'ta, Wehrmacht oradan çekilmeden önce, ortak bir zafer yürüyüşü bile düzenlerler. 6
Nazi Almanyası ve SSCB mengenesine sıkışan Polonya belki de II. Dünya Savaşı'nın en şansız ülkelerinden biriydi çünkü, tekrar Mazower'a kulak verecek olursak:
Polonya, karşılaştırmalı totalitarizm araştırmasının acımasız bir laboratuvarı haline geldi. Bu yaşananlar, imparatorlukların sınır bölgelerinde yaşayan bu insanların zihninde uzun zamandır süregelmiş bir zorunlu göç, katliam ve işgal öyküsünün en son bölümü olarak yer almış olabilir. Ancak şiddet, her iki işgalci devlet (Yani Nazi Almanya'sı ve SSCB İ. B.) yönetimi altında, 19'uncu yüzyıl imparatorluklarının hayal gücünü çok aşan bir ölçekte uygulanmıştı. 7
Ne Naziler ne de Sovyetler Birliği işgal ettikleri Polonya'da liberal demokrasinin erdemlerini sergilemez. Her iki güç de gerçekten vahşi biçimde baskıcıdır. Fakat şunu anlamakta yarar var: Sebep oldukları sonuçlar bakımından birbirlerine benzemiyorlardı. 8
Yine de önceki yazılarda sunulan veriler ve tasvir edilen acılar, aşağıda anlatılan hikâyenin yarattığı etkiyle kıyaslandığında hafif kalır:
İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra, önsözünü T. S. Eliot'ın yazdığı ve 1939 Alman işgalinden kısa süre sonra Polonya'ya giren Sovyet ordusunca ölüm ve açlık içinde sürülen milyonlarca Polonyalının acısını anlatan anonim bir kitap yayımlanmıştır. Ve o kitapta, ne zaman okusam beni duygulandıran bir paragraf vardır;
'Bir Polonyalı anne, sürgün treninin akşam kalkacağını umut etmektedir: Zira trenin güzergahı. Köylerinin hemen yanındaki alçak bir tepeyi dolaşıyordu ve o çocuklarının köyü tekrar görüp acılarının tazelenmesini istemiyordu. Ne yazık ki tren gün içinde kalktı. Evleri görüş alanına girdiğinde, komşularının ve ailenin diğer üyelerinin tepede durduğunu gördüler; köy papazı da elinde bir haçla oradaydı. Bacalar, meyve bahçeleri ve ağaçlar yakınlaştıkça Tomus korkunç bir sesle ağlıyordu: ‘Anne, anne, bizim bahçemiz, bizim havuzumuz, bak ineğimiz bize bakıyor! Anne niye uzağa gitmek zorundayız?'. 9
*
Polonya'nın Nazi ve Sovyet kıskacında ezilişini, Józef Szczepański'nin henüz 22 yaşında yazdığı Kızıl Veba şiiri kadar sarsıcı biçimde anlatabilen çok az imge vardır:
Seni bekliyoruz Kızıl Veba
bizi Kara Veba'dan kurtar diye…
Güçlü ve ironik metaforlar barındıran bu dizelerde "Kara Veba"nın Nazileri, "Kızıl Veba"ın ise Sovyetleri temsil ettiğini söylemeye gerek yoktur.
İroni ustası bazı Polonyalılara göre bu alıntı, halkın bir işgalciden kurtuluş umudunu başka bir işgalcinin gelişiyle bağdaştırmasının acımasız ironisini, hatta trajedisini gözler önüne serer. Kurtuluş umudu bile felaketin eliyle gelmektedir.
Kızıl Veba şiiri (Lehçesi: Czerwona Zaraza), Varşova Ayaklanması sırasında hayatını kaybeden şair Szczepański tarafından tam da Kızıl Ordu Varşova'ya girerken kaleme alınmıştır.
Varşova'daki direnişçilerin, Kızıl Ordu'nun kendilerini kurtaracağına dair besledikleri boş umudu anlatan bu şiir, Sovyet karşıtı içeriği nedeniyle Polonya Halk Cumhuriyeti döneminde yasaklanmıştır." 10
Öte yandan bu şiir, Oskar ödüllü Polonyalı yönetmen Andrzej Wajda'ya Kanał filmi için ilham vermiştir.
Benzer bir reflekse Oskar Schindler Müzesi'ni gezerken de denk geliyorum.
Müzede, kitapların satıldığı gişe bölümünde, gözüm tatlı, yumuşak sarı ışıkların altında sergilenen kitaplar arasında duran renkli bir kitapçığa takılıyor.
Kapağında yeşil üniformalı ve kafasında kırmızı yıldızlı çelik başlığıyla ileriye doğru bakan bir asker yer alıyor.
Bu bana öyle geliyor ki bu bir Sovyet subay ve yapılacak saldırının başını çekiyor.
Arka planda ise kızıl bayrak, muhtemelen Varşova, tanklar var.
Askerin başı, kapağın neredeyse tamamını kaplıyor.
Görselde en dikkat çekici nokta ise kitabın hafızama kazınan başlığı: Liberation or Subjugation?
Yani, "Kurtarıldık mı yoksa esaret altına mı alındık?" diye çevrilebilir.
Katin Ormanı Katliamı
Nazi Almanya'sı ve Sovyetler Birliği, 1939 yılının Eylül ayında, Molotov-Ribbentrop Paktı kapsamında ülkeyi ayrı nüfuz alanlarına bölerek Polonya'yı işgal ederler. Almanlar, işgal altındaki batı Polonya'da Yahudileri ve Polonyalıları katletmeye başlayıp bir buçuk milyon Polonyalı Almanya'da zorunlu işçi olarak çalıştırırken11 Kızıl Ordu doğu Polonya işgali sırasında binlerce Polonyalı subay, polis ve aydını tutuklayıp hapse atar.12 Bağımsız Polonya devleti ortadan kaldırılır ve ülke Üçüncü Reich ile Sovyetler Birliği tarafından paylaşılır. Sovyetler, aralarında yaklaşık 10 bin Polonya Ordusu mensubu subayının da bulunduğu 240 ile 250 bin Polonyalıyı esir alır ya da tutuklar. 1939 Kasım ayının sonuna gelindiğinde Sovyet kamplarında 14 bin 500'den fazla Polonyalı savaş esiri bulunmaktadır.13
Daha sonra Sovyetler Birliği İçişleri Halk Komiseri (NKVD) Lavrentiy Beria'nın talebi üzerine, Stalin Polonyalı savaş esirlerinin öldürülmesine karar verir. Esirlerinin infaz planı, NKVD'nin ayrıntılı talimatlarına göre uygulanır ve Sovyetler Birliği operasyonun hızlı, etkili ve tabii ki, gizlice gerçekleştirilmesini talep eder14. Sovyet belgeleri o dönem Sovyetler Birliği'nde Smolensk yakınlarındaki Katin Ormanı yakınlarında öldürülen esirlerin sayısı konusunda küçük farklar gösterse de veriler nihayetinde birbirine yakındır. KGB Başkanı Aleksandr Şelepin'in 3 Mart 1959 tarihinde Nikita Kruşçev'e yazdığı bir notta, 21 bin 857 Polonyalı savaş esiri ve tutuklunun kurşuna dizildiğini, bunların 7 bin 305'inin ise hapishanelerde tutulan kişiler olduğu belirtilir.
Polonyalı subayların bu katliamda öldürülmesinin ardında birbirine bağlı üç temel neden vardır:
- İlki, 1920'deki Polonya-Sovyet Savaşı'nda Sovyetlerin uğradığı yenilginin intikamını almak;
- İkincisi, Fin Savaşı sırasında esir alınan askerler için kampları boşaltma ihtiyacı;
- Üçüncüsü ise, Polonya'yı liderlerinden ve entelektüel elitinden yoksun bırakarak Polonya'daki milliyetçi direnci kırma hedefidir.15
Ancak bunlar arasında en olası sebep sonuncusudur. Mazower'ın dikkat çektiği gibi "Stalin herhangi bir Polonya devletinin ayakta kalmasını istemiyordu"16
Stalin de tıpkı Hitler gibi, Polonya milliyetçiliğinin gücünü kırmak istiyor, ülkenin bölünmesinin ardından geride bağımsız bir Polonya devleti bırakmama konusunda en az Hitler kadar kararlı davranıyordu. Her iki lider de Polonyalılara yönelik tarihsel Rus-Alman tutumunu yeniden hayata geçirmek niyetindeydi. Ancak bu amaca varmak için izleyecekleri güzergâh açısından ellerinde geleneksel bir yol haritası yoktu.17
Bununla birlikte, Sovyet politikasının amacı Polonya milliyetçiliğini bastırmak olsa da Sovyet yaklaşımı, belirli bir ulusal ya da etnik grubu tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemiyordu.18
1943 yılının Nisan ayında, işgalci Alman birlikleri Katin Ormanı'nda "Polanya'yı birlikte parçaladıkları eski ortaklarının en dehşet verici marifetiyle karşı karşıya kaldılar".19 İşgalciler Kozielsk esir kampında tutulmuş binlerce Polonyalı ordu subayı ve entelektüel lidere ait kalıntıların bulunduğu 8 büyük toplu mezarı ortaya çıkarırlar. Ostashkov ve Starobielsk kamplarında tutulmuş esirlere ait cesetler ise sırasıyla Mednoye ve Piatykhatky yakınlarında bulunur. Bu katliamın tamamı bugün Katin Ormanı Katliamı olarak bilinir20 ve yaklaşık 22 bin Polonyalı bu katliamda hayatını kaybetmiştir.
*
Bir işgalcinin, başka bir işgalcinin suçlarını ortaya çıkarması tarihin acı ironilerinden biri değil midir?
*
Tarihçi Mazower ise Hitler İmparatorluğu kitabında bu toplu katliam için kan dondurucu bir yorumda bulur ve "Şimdiye kadar kanıtlanmamış olsa da Alman ve Sovyet cinayetlerinin bağlantılı ve kurbanlara ilişkin istihbaratın bir havuzda toplanmış olması mümkündür" der.21
Sovyet hükümeti uzun yıllar Katin Katliamı'ndan Nazi Almanyası'nı sorumlu tutar.
Ancak 1952'de ABD Kongresi, bu katliamın Sovyetler tarafından işlendiği sonucuna varır. Yine de Sovyet liderliği bu gerçeği onlarca yıl inatla reddeder.
Polonya'daki komünist yönetimler SSCB'den korktukları için bu yaşananları sorgulamazlar. Sovyet gizli servisi NKVD'nin Katin Katliamı'ndan sorumlu olduğunun resmen kabul etmesi için, Polonya'da komünist olmayan bir hükümetin kurulması -yani 1989 yılını beklemek- gerekecektir.
Başkan Mihail Gorbaçov'un başlattığı Glasnost (açıklık) siyasetinin etkisiyle, Rusya 1992 yılında Sovyet Politbürosu ile NKVD'nin bu katliamı birlikte organize ettiklerini kanıtlayan belgeleri yayımlar.
Katliamın gerçekleştiği bölgede 2000 yılında bir anıt dikilir.
7 Nisan 2010'da Rusya Başbakanı Vladimir Putin ilk kez bir anma törenine katılarak tarihi bir jestte bulunur.
Ancak 3 gün sonra, 10 Nisan'da Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczyński ve birçok üst düzey yetkiliyi taşıyan uçak Smolensk yakınlarında düşer ve kazada herkes hayatını kaybeder.
Bu acı ve trajik kaza Katin'de yaşananların Polonya ulusal hafızasındaki yerini daha da derinleştirir.22
*
Katin dünya tarihinin önemli bir utanç vesikasıdır.
*
Komünist rüyanın kâbusu Polonya
Kızıl Ordu'nun 1939'da işgal ettiği Doğu Avrupa topraklarında yükselen antikomünist dalga, 1945'te Sovyetlerin kazandığı prestije ve Almanlara duyulan yaygın nefrete rağmen, Polonyalıların kararlı bir şekilde Bolşevik karşıtlığını sürdürmesini engelleyememiştir.23
Modern Avrupa tarihinin en önemli yorumcularından Mazower'ın söyledikleri ışığında, Sovyet işgali altındaki bölgelerde kitlesel baskı ve zorbalığın yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Sovyet planları, kendi ideolojik çizgisi içinde, en az Nazilerinki kadar radikal ve tek yönlüdür. Üstelik Sovyet görevlilerinin bu bölgeye duyduğu kıskançlık, toplumsal devrimi ve özel mülkiyetin kamulaştırılmasını daha da körükler. Almanya için Batı Polonya ne kadar geri kalmış bir "Doğu" ise, Sovyetler için de Doğu Polonya kapitalizmi deneyimledikleri ilk alandır. Burada bankalar, işletmeler ve sanayi hızla ulusallaştırılır.24
Görünüşe göre komünizm travması Polonya'da öyle derinleşmiş ki, hükümet Ceza Kanunu'nda yaptığı son değişiklikle komünist sembol ve fikirleri halka açık biçimde yaygınlaştıranlara 3 yıla kadar hapis cezası öngören bir düzenlemeyi yürürlüğe koydu.25 Dolayısıyla, Krakov'a dair ilk yazımda Komünist Manifesto'nun Lehçe çevirisini aramamın, bir Polonyalının gözünde ne denli yersiz göründüğü rahatlıkla anlaşılabilir.
Diğer yandan, komünist sembollerin sanatsal, eğitimsel veya koleksiyon amaçlı kullanılmasını bu cezadan muaf tutuyor. Ancak bu yeni yasa, tanımı belirsiz olduğu ve uygulanmasının zor olacağı gerekçesiyle sol görüşlü milletvekilleri ve diğer gözlemciler tarafından eleştiriliyor. Çünkü yasaklı semboller yasada açıkça belirtmemiş.26 Örneğin Varşova Üniversitesi'nden tanınmış tarihçi ve filozof Marcin Krol, komünizmin belirsiz tanımı ve yasanın sağladığı birçok muafiyet nedeniyle bu yasanın uygulanmasının zor olacağı görüşünde.27
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Her şeye rağmen, Polonya, komünist ve Sovyet hafızasına karşı yürüttüğü mücadelede oldukça kararlı bir duruş sergiliyor. Polonya yakın zamanda, devam eden Ukrayna-Rusya Savaşı'nı kınamak için komünist döneme ait dört Kızıl Ordu anıtını kaldırdı.
Devlet Tarih Enstitüsü Başkanı Karol Nawrocki için böylesi bir anıtlar "Utanç kaynağıdır ve kazananların mağdurlara yönelik aşağılama ifadesidir (…) 1945'te Sovyetler özgürlük değil, ülkeye bir başka esaret getirdi. Ele geçirdikleri Polonya'ya bir ganimet gibi davranmayı reva görmüşlerdir" diyor.28
Ancak Sovyet hafızasını kamusal bellekten silme uygulamasının mezarlıkları veya hâlen kullanılan defin alanlarını kapsamadığını da belirtmekte yarar var.29
Hukuk ve Adalet Partisi senatörü Zbigniew Romaszewski, komünist rejimlerin işlediği zulümlerin bugün unutulmaya yüz tutması nedeniyle bu yasanın gerekli olduğunu belirtiyor. Romaszewski, Sovyet liderlerinin fotoğraflarını ve orak-çekiç ile kırmızı yıldız gibi devlet sembollerini satan işletmelerin sayısının artmasının bunun en somut örneği olduğunu belirtiyor. Dahası, bu yasayı savunan Romaszewski, vaktiyle The Associated Press'e verdiği bir söyleşide, işi "Komünizm, Nazizm ile aynı şekilde ele alınmalıdır" deme raddesine vardırıyor.
Romaszewski, Stalin döneminde Ukrayna'da yaşanan kıtlık ve Sibirya sürgünleri gibi, on milyonlarca insanın hayatına mal olan trajedileri de hatırlatıyor. Ona göre belki mağdurlarının sayısı karşılaştırılabilir ama Polonya insanı bu iki aşırı sistemin arasında yaşadığı için her ikisinin de ne anlama geldiğini ve ne mal olduklarını çok iyi biliyorlar.30
Karol Nawrocki, bugün Rusya'nın Sovyet ordusuna ait anıtları kaldıranları -hatta bu işlemi başka ülkelerde yapanları bile- yargıladığını ve üç yıla kadar hapis cezası öngördüğünü hatırlatıyor.31
Yine de bu tepkileri sadece komünist negatif nostalji ile ilişkilendirmek yeterli değil. Bir önceki yazımda da dediğim gibi Polonya koyu Katolik, milliyetçi ve Demir Perde indikten sonra yüzünü ABD ve market ekonomisine dönmüş bir ülke. Öte yandan Polonya'nın Doğu Bloku geçmişine karşı bu denli mesafeli olmasının anlaşılır tarihsel sebepleri var. Şimdi bu sebeplerden birkaçına bakabiliriz.
Polonyalılar ve Ruslar
Tanınmış tarihçi Adam Zamoyski, 1797 yılında Rusya, Prusya ve Avusturya'nın, Polonya'yı kendi aralarında paylaşarak ülkenin tarihini yeniden yazmaya giriştiklerini ve sözde geri kalmış bu bölgeye medeniyet getirdiklerini iddia ettiklerini yazar.
Oysa haritadan silinen bu ülke, Avrupa'nın en büyük ve kültürel açıdan en zengin ülkelerinden biridir. Ayrıca Polonya farklı kültürel geleneklerin buluştuğu ve şimdiye kadar yapılmış en cesur anayasal deneyimlerden birine ev sahipliği yapmaktadır. Bu yıkım, iki dünya savaşı ve Soğuk Savaş'ın ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
Poland: A History kitabında Zamoyski'nin Polonya'nın Avrupa'daki yerini nasıl yeniden kazandığını anlatan bölümler ilerledikçe, ülkedeki milliyetçi duyarlılığın ne kadar derin olduğunu daha iyi anlıyoruz. Tarih boyunca yaşanan işgaller, 123 yıl süren haritadan silinme dönemi ve II. Dünya Savaşı'nın yarattığı derin travmalar bu güçlü duyarlılığın başlıca nedenleri olarak öne çıkıyor.32 Bu kitap kapsamlı olmasına rağmen sürükleyici ve daha önceki yazılarda belirttiğim gibi, Zamoyski özel bir tarihçi.
Rusya açısından Polonya zor, karmaşık, dengesiz ve değişken bir bölgedir ve bir başka tarihçi Michael Khodarkovsky'nin de özlü biçimde dile getirdiği gibi;
Rus İmparatorluğu'nun tacındaki mücevher olması gereken Polonya en sonunda St. Petersburg için bir baş ağrısına dönüşür. 33
Başka bir deyişle dik başlı ve özgürlüğüne düşkün Polonya insanı tahmin edilebileceği üzere Rusya'ya baş kaldırır. Bunu ayrıca 19'uncu yüzyıl edebi Rus klasikleri ve gazete yazılarında görmek de mümkündür.
Imperial Russian Rule in the Kingdom of Poland, 1864-1915 adlı eserinde Malte Rolf ise Rusya'nın 1863-64 Polonya Ayaklanması'nı bastırdıktan sonra ülkede farklı bir yönetim sistemi kurmayı denediğini yazar. Rolf, Rusya'nın Polonya'yı yalnızca baskı ve zorla yönetemeyeceğini fark ettiğini ve bazı Polonyalılarla kurduğu bürokratik iş birliği sayesinde bölgedeki varlığını sürdürdüğünü dile getirir.34
Nihayetinde Rusya da bir imparatorluktur ve hatırı sayılır bir bürokrasi deneyimi vardır. Böylesi bir iş birliği ve bürokratik makinenin dişlisi olma arzusu ise bize bütün Polonyalıların tamamen özgürlük düşkünü olmadığını gösteren bir örnektir.
Sibirya
Nadiren dile getirilse de Sovyetler de Çarlık Rusyası gibi, kontrol ettiği bölgede acımasız yöntemler uyguladı ve işler Katin Ormanı Katliamı'yla kalmadı. NKVD'nin ölüm timleri 40 bin sivili katletti ve 1,4 milyon kişiyi Sibirya ile diğer uzak bölgelere sürgün etti. Ancak sürgün edilenlerin önemli bir kısmı geri dönemedi.35
Andrew A. Gentes, The Mass Deportation of Poles to Siberia, 1863-1880 başlıklı çalışmasında, özellikle 1863'teki başarısız Polonya Ayaklanması'nı müteakip Polonyalılar ve diğer grupların kitlesel biçimde Sibirya'ya sürgün edilmesine dair kapsamlı bir arşiv araştırması yapar. Çarlık rejimi hem isyancıları cezalandırmak hem de Batı Vilayetleri'ni etnik Polonyalılardan "arındırmak" amacıyla böyle bir sürgün politikasına başvurmuştur. Bu çalışmaya göre;
Rus hükümeti, 1863 Polonya Ayaklanması'ndan önceki on yıllarda idari sürgün uygulamasına nadiren başvuruyordu. Rus hükümeti 1863–1880 yılları arasında Polonya Krallığı ile Batı Vilayetleri'nden on binlerce Polonyalıyı ve diğer bölge sakinini sürgün etti. Sürgün edilenlerin büyük çoğunluğu Sibirya'ya gönderildi (…)1863 Ocak Ayaklanması ve onu izleyen kitlesel sürgün, farklı etnik kökenlerden, uluslardan ve dinlerden insanları kapsıyordu. Ancak sürgün edilenlerin ezici çoğunluğunu etnik Polonyalılar oluşturuyordu (…) 1863 ile 1880 yılları arasında gerçekleşen kitlesel Polonyalı sürgünü de benzer şekilde, bu sürgünün tepkisel bir işlev gördüğünü göstermektedir (…) Ancak belgeler, yetkililerin isyancılarla etnik temizlik kapsamında sürgün edilen kişiler arasında çoğu zaman ayrım gözetmediğini de göstermektedir. Zamanla, özellikle Sibirya'daki yetkililer, ‘siyasi sürgün' ifadesini ‘Polonyalı sürgün' anlamına gelecek şekilde kullanmaya başlamıştır. 36
*
Polonya isyanlarının gaddarca bastırılıp asilere karşı acımasız bir sürgün politikası geliştirilmesinde ise kimse Kont Mihail Nikolayeviç Muravyov'un eline su dökemez. Kötü üne sahip Muravyov, Çar'ın desteğine sahiptir ve bu avantaj ona Polonyalılardan ari Batı Vilayetleri oluşturmak için istediği yöntemleri kullanma cesareti verir. Muravyov, Batı Vilayetleri'nde yaşayanlara karşı sürgünü bir terör aracı olarak acımasızca kullanmaya devam eder ve Polonyalıları sürgün eder.37
Ancak tüm Rusların Muravyov gibi olmadıklarını, bilhassa Alexander Herzen, Vissarion Belinsky, Mikhail Bakunin, Nikolay Çernişevski, Narodnikler, Dekabristler ve hatta zaman zaman kulağa çelişkili gelse de Fyodor Dostoyevski ve Lev Tolstoy'un bile Çarlık Rusyası'nın emperyal hırsları ile ters düştüğüne dikkat çekip homojen ve tekil bir Rus kamuoyu portresi çizmekten imtina etmemiz ve bu yukarıda andığımız bu isimlerin hakkını teslim etmemiz gerek.
Örneğin, tarihçi Daniel Beer Cundhill, Tarih Ödüllü enfes kitabı The House of the Dead: Siberian Exile Under the Tsars'da ordudaki subay Dekabristler ile Polonya Yurtseverler Cemiyeti arasında bağlantılar olduğunu ve daha sonra bu cemiyete mensup çok sayıda Polonyalının Sibirya'ya sürgün edildiğine yer verir38. Çünkü o dönemde, Çar'ın emperyal politikalarını eleştirmek ciddi risk ve tehlikelere gebeydi.
Dostoyevski, Sibirya ve Polonyalılar
Travels from Dostoevsky's Siberia: Encounters with Polish Literary Exiles adlı son derece özgün eserinde Elizabeth Blake, katorga'ya mahkûm edilmiş Polonyalı aydınların Sibirya'da yaşadıklarını yeniden anlatır.
Katorga'ya gelecek olursak, bu uygulama Çarlık Rusyası'nda özellikle siyasi mahkûmlara verilen, ağır işçilikle geçen bir sürgün veya hapis cezasıdır. Mahkûmlar genellikle Sibirya gibi uzak ve sert bölgelerdeki maden ocakları, orman işleri ya da yol yapımında zorla çalıştırılırdı. Zincire vurulmuş halde hareket eden bu sürgünler kötü koşullar altında yaşar, açlık, hastalık ve şiddete maruz kalırlardı. 19'uncu yüzyılda Polonyalı direnişçiler ve aydınlar sıkça bu cezaya çarptırılmıştır. Rus yazar Fyodor M. Dostoyevski de bu deneyimi hem bizzat yaşamış ve hem de eserlerinde işlemiştir. Katorga, aynı zamanda Sovyet dönemindeki gulag kamplarının öncüsü sayılır.39
Bu anılar en sevdiğim Dostoyevski eseri Ölüler Evinden Anılar'ı daha anlamlı bir okuma yapar:
Józef Bogusławski, Bronisław Zaleski ve Rufin Piotrowski, 19'uncu yüzyılda eserleri yayımlanmış, Rus İmparatorluğu'nda Dostoyevski'nin çağdaşı olan üç önemli yazardır. Siyasi faaliyetleri nedeniyle tutuklanan bu aydınlar, Sibirya'ya ve Orenburg'a sürgüne gönderilmiş ve yaşadıkları zorlukları kaleme almışlardır. Kalelerde hapsedilme, zincirlenmiş halde sürgün edilme, yabancı ve suçlularla dolu bir ortamda ağır işlerde çalıştırılma ve askerî hizmete zorlanma gibi deneyimler, onların tanıklıkları sayesinde günümüze ulaşmaktadır. Bu anlatılar, Dostoyevski'nin Ölüler Evinden Anılar eserinde sunduğu izlenimlere önemli bir tamamlayıcılık sunar. Yazarların tanıklıkları, I. Nikolay dönemi Rusya'sında ceza sisteminin çok yönlü yapısını ve uygulanan çeşitli işkence yöntemlerini gözler önüne serer. 40
*
Rus mahkûm Aleksandr Petroviç Garyançikov, Polonyalıların etraflarındaki insanlara büyük bir önyargıyla yaklaştıklarını, diğer mahkûmlara baktıklarında onlarda yalnızca hayvani özellikler gördüklerini ve insanlığa dair hiçbir olumlu nitelik fark edemediklerini -hatta görmek istemediklerini- belirtir. Ancak Garyançikov, bu tutumun tamamen haksız olmadığını da ifade eder. Zira bu karamsar düşüncelere onları iten, yaşadıkları koşullar ve kaderin acımasız etkileridir.41
Omsk'taki mahkûmlar arasında yer alan bir diğer tanık, Polonyalı devrimci Simon Tokarzewski, Dostoyevski'yi kibirli davranmakla, dar görüşlü bir milliyetçilik sergilemekle ve siyaset üzerine hemen herkesle polemiğe girmekle eleştirir. Dostoyevski'yi yakından tanıyan okurlar için bu eleştirilerin gerçeği yansıttığını kabul etmek zor değildir. Muhtemelen, Dostoyevski'nin yaşamı boyunca yer yer tezahür eden Polonya karşıtı öfkesinin ilk izleri Omsk'taki deneyimleriyle şekillenmeye başlamıştır.42
Dostoyevski'nin Ölü Bir Evden Hatıralar adlı otobiyografik eserinde Polonyalı aydınlara dair gözlemleri, hem dönemin genel Polonya-Rusya ilişkileri bağlamı hem de Rus yazarın kişisel siyasi tutumu -her ne kadar da değişken olsa da- açısından dikkat çekicidir. Her ne kadar bu Rus devinin tanıklığı zaman zaman taraflı ve tek yönlü bir milliyetçi bakış açısıyla sunulmuş olsa da bu anılar Polonyalı aydınların Ruslara karşı sergilediği değişken, tutarsız ve gerilimli tutumu anlamak açısından kayda değer bir içgörü sunar ve içerisinde belirli ölçüde gerçeklik payı da taşır. Yani bütün egemenlik kurma ilişkilerinde olduğu gibi Sibirya'da da kalp kalbe karşı olmakla birlikte Polonyalılar ve Ruslar arasında sevgi ve nefret ilişkisi, yani bir çelişki vardır. Bu tanıklık, Polonyalılar ile Ruslar arasındaki soğukluk ve düşmanlığın Katin Katliamı'yla başlamadığını, kökenlerinin çok daha eskilere uzandığını hatırlatması açısından fevkalade çarpıcıdır.
Dostoyevski şöyle yazar:
Kürek cezasına çarptırılmış birkaç soylu vardı burada. Önce, beş Polonyalı. Onlardan ileride özel olarak söz edeceğim. Kürek mahkûmları hiç sevmiyorlardı onları. Bizleri, Rusya'dan gelmiş soyluları bile daha çok seviyorlardı. Polonyalılar (yalnızca politik suçlulardan söz ediyorum) onlara karşı kibar, ince davranıyorlar, ama abartılı bir biçimde onlardan uzak duruyorlardı. Mahkûmları iğrendiklerini bir türlü saklayamıyorlardı. Mahkûmlar da farkındaydı bunun ve onlar da aynı şekilde karşılık veriyorlardı onlara. 43
Ve devam edip şunları ekliyor Dostoyevski:
Bizim koğuşta Çerkezlerden başka bir grup da Polonyalı vardı. Öteki mahkumlara uzak duran bir aile gibiydiler. Daha önce de söylediğim gibi, (…) Rus mahkûmlardan nefret etmeleri yüzünden Rus mahkûmlar da onlardan nefret ediyorlardı. Çok acı çekmiş, hastalıklı insanlardı. Altı kişiydiler. Bazıları eğitim görmüş kişilerdi (…) Cezaevi yaşamımın son yıllarında kimi zaman bazı kitaplar aldım onlardan. Onlardan alıp okuduğum ilk kitabın tuhaf, çok değişik, güçlü bir etkisi olmuştu üzerimde. 44
(…)
Öte yandan, Polonyalıların yaptıkları gibi kendimi geri çekmek, soğuk ve ulaşılmaz olmak, kibarlık taslamak da istemiyordum. Farkındaydım, onlarla birlikte çalışmak istediğim, kibarlık etmediğim, onlara üstünlük taslamadığım için küçümsemişlerdi beni. Gerçi daha sonra benimle ilgili düşüncelerini değiştireceklerini biliyordum ama, şimdi çalışarak onlara yaranmak istediğimi düşünüp beni küçümseme hakkını kendilerinde bulmaları canımı çok sıkıyordu 45 (…) Halkımız Almanları çok komik bulur. Mahkûmlar Polonyalılara karşı bizlere, Rus soylularına olduğundan çok daha saygılı davranıyorlardı ve hiç dokunmuyorlardı onlara. Ama onlar bunu fark etmiyorlarmış, önemsemiyorlarmış gibi davranıyorlardı. 46
Ne var ki Polonyalı yazar Simon Tokarzewski'nin Dostoyevski'ye ilişkin anıları, Ölü Bir Evden Hatıralar'da Polonyalı politik mahkûmlara yönelik sempatiyle çizilen portrelerin tam aksine, öfke ve sertlikle doludur. Tokarzewski'nin bu güçlü tepkisinin özünde, Dostoyevski'nin sıradan mahkûmlara yönelik insani tutumunun, Polonyalılar söz konusu olduğunda samimi olmadığına dair inancı bulunmaktadır. Tokarzewski, Omsk'ta Dostoyevski'yle geçirdiği yıllarda Rus romancıyı yalnızca sinirli, hasta ve şiddetli biçimde Polonyalı karşıtı bir mahkûm olarak değil, aynı zamanda durmadan ne kadar soylu olduğunu dile getiren biri olarak betimler. Robert Louis Jackson da Tokarzewski'nin hatıralarının tek taraflı yazılmakla birlikte, kesinlikle bir uyarı içerdiğini savunmaktadır. Jackson, Tokarzewski'nin aşağıdaki Dostoyevski anısına yer verir:
Ha bire "soyluluk", "soylu", "soylu sınıfı", "ben bir soyluyum", "biz soylular" deyip dururdu. Sonra bize, Polonyalılara dönüp: "Biz soylular şöyle şöyleyiz," dediğinde sözünü keser, "Kusura bakmayın beyefendi, ama bana kalırsa hapishanede soylu sınıfı yoktur, sadece hakları ellerinden alınmış insanlar, yalnızca mahkumlar vardır," derdim. Bunun üzerine büyük bir öfkeye kapılır: "Ve siiiz, beyefendi, belli ki siz burada mahkûm olmaktan çok mutlusunuz, evet!" diye bağırırdı nefret ve ironiyle. Cevap olarak, "Doğrudur, ben bir mahkûm olarak halimden memnunum", derdim sessizce. 47
Dostoyevski ise Polonyalılar da dahil mahkûm kamplarında herkesin her gece uykusunda konuştuğu ve çığlık attığına şahit olur. Macar asıllı edebiyat eleştirmeni F. László Földényi Dostoyevski Sibirya'da Hegel Okuyup Gözyaşlarına Boğuldu kitabında bu çığlıkların aslında beylik bir deneyim olduğunu ve herkesin daha sonra bu tecrübeyi paylaştığını vurgular.
Bir başka Polonyalı Gustaw Herling-Grudziński da bundan muaf değildir. Welt Ohne Erbarmen [Merhametsiz Dünya] (1951) adlı kitabında Herling-Grudziński 1941'den beri tutulduğu Sovyet kampındaki koğuş arkadaşlarının uykularında nasıl çığlık attığını, ağladığını ve hatta feryat ettiğini anlatır. Dostoyevski hükümlülerin gece uyurken neden çığlık attıklarını sorduğu zaman ona şu cevabı verirler:
Biz dövülmüş bir halkız ... İçimiz bütünüyle param parça. İşte geceleri bu yüzden çığlık atıyoruz.
Bu ağır ve yoğun şartlar altında, Földényi'ye göre, bir zamanlar sağlam olan kişilik parçalara ayrılır ve her nasılsa onları yeniden bir araya getirecek bir fırsat olmaz. Parçalamak bilinçli bir eylemdir. Földényi işkencenin mantığını açıklarken Herling-Grudziński'den şu alıntıya başvurur: Mesele "yalnızca zanlıya sahte bir iddianameyi zorla imzalatmaktan ibaret değildir, aksine, böylelikle kişiliğini tamamen yok etmektir". Bu Macar aydına göre ağır baskı altında ezilen kişilik zamanla silinir. Ancak bedensel varlığı yaşamaya devam eder. Bu tür ‘yaşayan ölü'lere Çehov'un Sahalin Adası adlı eserinde de sıkça rastlanır. Çarlık Rusyası'nın Katorga mahkûmları zamanla serbest bırakılmış olsalar bile, ruhları öylesine yıpranmıştır ki özgürlük onlar için artık bir anlam ifade etmez. Bireyselliğin sistematik biçimde yok edilmesi, yalnızca 19. yüzyıl Sibirya kamplarına özgü değil, aynı zamanda 20'nci yüzyıldaki Sovyet GULAG'larının ve Nazi toplama kamplarının da temel özelliğidir.48
*
Öyle ki, 1940'ta, iki savaş arası dönemde Polonya'nın doğu bölgelerinde vaktiyle toprak verilen ve terhis edilmiş Polonyalı askerlerin ailelerinden oluşan yaklaşık 140 bin kişi Sibirya ormanlarındaki çalışma kamplarına gönderilir Haziran 1941'deki Alman işgalinden hemen önce ise, Polonya ve Baltık ülkelerinden 88 bin kişilik yeni bir grup daha sınır dışı edilir. Sovyet verilerine göre, bu süreçte doğuya "özel sürgün" kapsamında gönderilen Polonyalıların sayısı 380 bin ila 390 bin arasında değişmektedir. Ancak bazı tahminlerde bu rakam 1,25 milyona kadar çıkmaktadır.49
*
Bu yazı ile ilgili düzeltme veya yorumunuz varsa lütfen benimle iletişime geçin: [email protected]
İbrahim Beyazoğlu DAÜ İletişim Fakültesi'nde öğretim görevlisi (PhD.) ve gazetecidir. Leeds Üniversitesi Tarih Bölümü'nde, aldığı bursla, konuk araştırmacı olarak bulunmuştur. https://scholar.google.com/citations?user=JrwwtXAAAAAJ&hl=tr&oi=ao İ[email protected]
1. Mazower, M. (2014). Hitler İmparatorluğu: İşgal Avrupa'sında Nazi yönetimi (Y. Alogan, Çev., 2. basım). Alfa Yayınları, s. 129.
2. Moorhouse, R. (2020). First to Fight: The Polish War 1939. Vintage.
3. Mazower, M. (2014)., s. 125.
4. Moorhouse, R. (2014). The Devils' Alliance: Hitler's Pact with Stalin, 1939-1941. Basic Books.
5. The New York Times. (1939, Eylül 18). "The Russian betrayal". Erişim Adresi https://www.nytimes.com/1939/09/18/archives/the-russian-betrayal.html
6. Mazower, M. (2014)., s. 134.
7. Mazower, M. (2014)., s. 166.
8. Mazower, M. (2014)., s. 170.
9. Fisk, R. (2011). Büyük medeniyet savaşı: Ortadoğu'nun fethi (M. Uyurkulak, Çev.; 2. baskı). İthaki Yayınları, s. 306.
10. Wikipedia. (2025, March 8). Red Plague. In Wikipedia. Erişim adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/Red_Plague
11. Charles River Editors. (2017). The Warsaw uprising of 1944: The history of the Polish resistance's failed attempt to liberate Poland's capital from Nazi Germany [E-kitap baskısı]. CreateSpace Independent Publishing Platform.
12. U.S. National Archives and Records Administration. (t.y.). Katyn massacre. Erişim adresi: https://www.archives.gov/research/foreign-policy/katyn-massacre
13. The Warsaw Institute Review. (2020, Mayıs 18). The Katyn massacre – Mechanisms of genocide. Erişim adresi: https://warsawinstitute.org/katyn-massacre-mechanisms-genocide/
14. A.g.e.
15. A.g.e.
16. Mazower, s. 134.
17. Mazower, s. 166.
18. Mazower, s. 168.
19. Mazower, s. 171.
20. U.S. National Archives and Records Administration.
21. Mazower, s. 167.
22. The Editors of Encyclopaedia Britannica. (2025, July 5). Katyn massacre. Encyclopaedia Britannica. Erişim adresi: https://www.britannica.com/event/World-War-II
23. Mazower, M. (2014)., s. 771.
24. Mazower, M. (2014)., s. 170.
25. European Parliament. (2023, Ocak 27). New anti‑communist law in Poland (Question for written answer E‑000260/2023). Erişim adresi: https://www.europarl.europa.eu/doceo/document/E-9-2023-000260_EN.html
26. Associated Press. (2009, Kasım 27). Poland imposes strict ban on communist symbols. Fox News. Erişim adresi: https://www.foxnews.com/story/poland-imposes-strict-ban-on-communist-symbols
27. A. g. e.
28. Al Jazeera. (2022, Ekim 27). Poland removes four communist-era Red Army monuments. Erişim adresi: https://www.aljazeera.com/news/2022/10/27/poland-removes-four-communist-era-red-army-monuments
29. The Independent. (2022, Ekim 27). Poland removes 4 communist-era Red Army monuments. The Independent. Erişim adresi: https://www.independent.co.uk/news/poland-ap-warsaw-ukraine-moscow-b2211833.html
30. Associated Press. (2009, Kasım 27).
31. Al Jazeera. (2022, Ekim 27).
32. Zamoyski, A. (2015). Poland: A history. William Collins. Benzer şekilde Mark Mazower da Polonya'nın 18. yüzyılın sonunda Avusturya, Rusya ve Prusya arasında bölünerek varlığını kaybettiğini anlatır. Bkz. Mazower, M. (2014)., s. 66-67.
33. Rolf, M. (2021). Imperial Russian rule in the Kingdom of Poland, 1864–1915 (C. Klohr, Çev.). University of Pittsburgh Press. https://upittpress.org/books/9780822947011/
34. Rolf, M. (2021). Imperial Russian Rule in the Kingdom of Poland, 1864-1915. (C. Klohr, Çev.). University of Pittsburgh Press.
35. Charles River Editors. (2017).
36. Gentes, A. A. (2017). The mass deportation of Poles to Siberia, 1863–1880. Palgrave Macmillan, s. 8, viii, xiv, 31, 104.
37. Gentes, A. A. s. 83.
38. Beer, D. (2017). The House of the Dead: Siberian exile under the tsars. Penguin Books, s. 55.
39. Ayrıntı ve anekdotlar için bkz. Lincoln, W. B. (2000). "Vahşi Batı" Sibirya ve Ruslar (M. Harmancı, Çev.). Sabah Kitapları.
40. Blake, E. A. (2019). Travels from Dostoevsky's Siberia: Encounters with Polish literary exiles. Academic Studies Press, s. 1.
41. Jackson, R. L. (2010). Sonsöz: Ölü Bir Evden Hatıralar'ın anlatıcısı (K. Genç, Çev.). İçinde F. M. Dostoyevski, Ölü bir evden hatıralar (E. Altay, Çev., 3. baskı, ss. 375–416). İletişim Yayınları, s. 392.
42. Hingley, R. (2010). Önsöz (K. Genç, Çev.). İçinde F. M. Dostoyevski, Ölü bir evden hatıralar (E. Altay, Çev., 3. baskı, ss. 7–19). İletişim Yayınları, s. 13.
43. Dostoyevski, F. M. (2010) Ölü bir evden hatıralar (E. Altay, Çev., 3. baskı). İletişim Yayınları, s. 54.
44. Dostoyevski, F. M., s. 98.
45. Dostoyevski, F. M., 131.
46. Dostoyevski, F. M., 340.
47. Jackson, R. L., s. 386.
48. Földényi, L. F. (2022). Dostoyevski Sibirya'da Hegel okuyup gözyaşlarına boğuldu (N. Soyöz & E. Güler, Çev.). Dergâh Yayınları, s. 47, 48.
49. Mazower, M. (2014)., s. 167.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish