Suriye planları ve makas değişiklikleri

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Suriye'nin imar süreci beklendiği gibi çetin geçiyor.

Küresel ve bölgesel aktörler arasında tam bir güç mücadelesine dönüşmüş halde.

ABD, Türkiye, İsrail, Avrupa ve Körfez Ülkeleri sürecin yakinen içinde, Rusya ve İran artık kenarlarda bir yerlerde. 

Peki süreç nerelerde değişti? 

Her şeyin kolay olmasını beklemek safdillik değil miydi?  

Merkeze Türkiye'yi koyarak başlayalım.

Başta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Terörsüz Türkiye'nin mimarı olarak işaret edilen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, YPG'ye dikkat çektiler.

26 Temmuz'da Sayın Bahçeli şöyle söyledi:

Terörsüz Türkiye'nin menziline adım adım yaklaşırken YPG/PYD'nin süreci ağırdan alması, gelişmeleri sakatlama arayışı kabul edilemez bir çirkefliktir.


Sn. Fidan'ın ifadesi ise şu şekildeydi:

YPG'nin anlaşmayı hayata geçirmesini, silah bırakmasını bekliyoruz.


Şimdi YPG bu kadar açık biçimde işaret ediliyor ise Suriye'de bizi bekleyen neydi?

İlk belirti geldi, Suriye ve Türkiye, "savunmaya destek verilmesi üzerine bir anlaşma" yaptılar.

Şimdi sıra uygulamadaydı.

Bölgede Suriye en kritik yerlerden biri.

Gelinen noktada ABD eşliğinde İsrail, bir şekilde Suriye'de duruma müdahil olmuş halde.

İsrail'in Suriye ile tarihsel meselesi devam ediyor.


"Terörsüz Türkiye"

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 1 Ekim 2024'te başlattığı bir süreç hızla gelişti.

Sürece "Terörsüz Türkiye" adı kondu.

Terörist başı Öcalan, 27 Şubat 2025'te DEM Parti heyetiyle birlikte bir bildiri yayımladı.

Bildiride PKK terör örgütünün "fesih" kararı açıklandı. 


SDG projesi

ABD, bir aparat olarak yarattığı Suriye Demokratik Güçleri'ni (SDG) başından beri ayrı tuttu.

ABD için kağıt üzerinde bile olsa PKK teröristti, SDG kurulduğu 2015'ten beri doğrudan bir ABD projesiydi.

Aile ilişkisi gibi düşünülürse bugün SDG bu durumu bilerek ısrar edebilirdi. (28 Şubat 2025, Terörsüz Türkiye)1

SDG, her ne kadar PKK'lılardan oluşturulduysa da neticede bir Kandil projesi değildi.

10 yıl, ABD SDG'yi besledi büyüttü.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

SDG, değişik zamanlarda Ahmed eş-Şara ile görüşmeler yapsa da elindeki kozları sonuna kadar oynama yolunu seçecekti.

Üstelik Merkez Kuvvetler Komutanlığı'nın (CENTCOM) başındaki Michael Erik Kurilla ile terörist Mazlum Abdi, (Tel Aviv ile temasa çok yakın olan Kurilla'nın önceki görevini de düşünürsek) yıllardır çok fazla şeyi paylaşmışlardı.

Bundan böyle görünen şu olabilirdi, SDG‘yi, PKK/YPG'den ayrı göstermek isteyenlerin tarifi geçerli olacak gibiydi. (2 Mart 2025, SDG ve PKK Terörünün Geleceği)2 

Ayrıca terörist Mazlum Abdi, açıkça İsrail'in desteğini talep etmekteydi.

Suriye'nin istikbalinde ABD ve İsrail başta olmak üzere, belli güçlerin himayesindeki terör yapılarının durumu asıl sorun kaynağıydı.

Suriye'de, PYD/YPG veya her neyse, ABD himayesindeki SDG var oldukça PKK terörünün bittiği kabul edilebilir miydi? (9 Mart 2025, Terör Politikasına Tarihi Bakış)


10 Mart Muhtırası

ABD Başkanı Donald Trump da Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Tom Barrack da yeni-Suriye'nin Batı'ya entegrasyonunu Türkiye üzerinden yapılması konusunda genel düşünceleri vardı. 

Soru şuydu: Süreç ilk düşünüldüğü şekilde devam edecek miydi? 

Şam ile SDG arasındaki 10 Mart 2025'te bir mutabakata varıldığı açıklanmıştı.

Bu anlaşma döneminde terörist Mazlum Abdi ile Ahmed eş-Şara medyaya olumlu mesajlar vermişlerdi.

Başlangıç böyleydi, ancak İsrail henüz tam olarak devrede değildi.

Merak edilen nokta hep İsrail oldu.

ABD, Şam Büyükelçiliği'ni açtı ve Özel Temsilci ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack Amerikan bayrağını bizzat göndere çekti.

Peki gerçek değişecek miydi?


Normalleşme

13 Mayıs 2025'te ABD Başkanı Trump, Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da şunları söyledi:

Ortadoğu için parlak bir gelecek projesi dışarıdan müdahalelerle değil, bölge halklarının kendi çabalarıyla gerçekleşebilir. Bu çerçevede Colani'nin başında olduğu yeni Suriye'ye fırsat tanınacak; Amerikan yaptırımları kaldırılacak ve mevcut rejim desteklenecektir.


Trump'ın aklında Suriye'nin normalleşmesinden başka şeyler de vardı, örneğin İbrahim Anlaşmaları havuzunun genişletilmesi.

Bu zaten, İsrail önde, diğerleri arkada demekti.

Konjonktürel gerçek neydi? Artık tamamen ABD kontrolünde bir Suriye yönetimi vardı.

Kontol birçok konudaydı, özellikle güvenlikteydi.

Sorunlu birçok konu da vardı, terör, çıkar örgütleri, etnik ve mezhepsel farklılıklar, kindar birçok güç ortağı, ama hepsinin üstünde bir ABD iradesinin varlığı kabul edilmeliydi.

İlk bakışta ABD iradesi Suriye'yi "normalleştirmek" istiyordu.

Normalleşme ne yönde olacaktı?

Burada ABD projesi SDG ve İsrail'in genişleme politikaları bahisleri üzerine düşünülmesi gerekenler vardı, bu aşikardı. (30 Mayıs 2025, ABD ve Suriye için Yeni Dönem) 4


Yaptırımlar

ABD Başkanı Donald Trump, 30 Haziran 2025'te Suriye'ye yaptırımları kaldıracak başkanlık kararnamesini imzaladı.

Beyaz Saray sözcüsü Karoline Leavitt, "Trump'ın istikrarlı, birleşik ve içeride ve komşularıyla barış içerisindeki bir Suriye'yi desteklemeye kararlı olduğunu" söyledi.


"PKK/YPG, SDG'dir, SDG ise PKK/YPG!"

SDG'nin, Geçici Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara yönetimine katılması için çabalar sürmekteydi.

Suriye Özel Temsilcisi olarak atanan ABD'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack da bu çizgide göründü, ama tecrübelerimiz söylüyordu, süreç başka yollara sapabilirdi de. (4 Haziran 2025, Terör ve Siyaset) 5

Özel Yetkili Büyükelçi Tom Barrack yaptığı bir konuşmada "PKK/YPG, SDG'dir, SDG ise PKK/YPG" demişti.

Bu açıklama hem bir ABD yetkilisi tarafından ilk defa Türkiye'nin tezini onaylamak anlamına gelmişti, hem de Suriye meselesinde üniter devlet bağlamındaki çözümde varılan süreci ve anlaşmayı teyit etmekteydi. 

Barrack'ın söyledikleri bu kadar da değildi.

Özerk Kürt yönetimine ait sivil, askeri, sosyal, bürokratik yapının Şam'daki merkezi hükümetle entegre olması gerektiğini, [Suriye'deki Kürtlere] devlet kurma sözü verilmediğini ve buna imkân tanımayacağını söyledi.

Hemen sonrasında her ne olduysa Barrack tutumunda farklı bir durumun sezinlenmesine yol açan konuşmalar yapmaya başladı.

Türkiye açısından durum nasıl düşünülüyordu? SDG'nin yeni Şam yönetimine katılması.

En son NATO zirvesi Lahey'den dönüşte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye'dekiler için her zaman söylediği şekilde "PKK/YPG" demedi, doğrudan "SDG" dedi. Bu ayrıntı dikkatlerden kaçmadı.


İsrail faktörü

Şimdi soru şuydu:

Asimetriden simetriye doğru geçilebilecek miydi?

Çünkü ABD'nin ortağı İsrail idi. (11 Temmuz 2025, Asimetriden Simetriye) 6
 

Asimetriden simetriye – Aktörlerin durumu (2025)
Asimetriden simetriye – Aktörlerin durumu (2025)

 

İsrail hem ABD iç politikasında hem de kendi sınırlarına yakın coğrafyada bir oyunu başlatabilirdi.

ABD de buna göre pozisyon alabilirdi.

Nitekim olay buydu!

Acaba İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu son Washington ziyaretinde (7 Temmuz 2025) Trump'a ne söylemişti?

Örneğin; şu Barrack'ın kulağını çek ve Türkiye ile değil, İsrail ile birlikte çalışsın, demiş olabilir miydi?

Her şey beklenebilirdi.

İsrail olayı Suveyda'da sahneye koydu, zaten daha öncesinde içten içe hazırlamıştı.

Çoğu ülke İsrail'in pervasız politikaları karşısında daha fazla zarar görmemek adına geri adım atabilirdi.

Suriye'nin iç işlerine müdahale eden bir İsrail ortadaydı.

Suveyda'daki bazı Dürzi grupların yarattığı mesele iyi okunmalıydı, bu bir oyun değiştirme ve durumu baskılama yöntemiydi. 

İsrail'in yaptıklarını örtbas edercesine ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun girişimi dikkat çekti.

Suriye'nin kırılgan yeni Şam yönetimini köşeye sıkıştırmışlardı.

Güya barışçı girişimiyle ortaya çıkmışlardı, ama aslında bu çok büyük bir baskıydı.

Alenen Suriye'nin iç işlerine müdahale etmişlerdi.

Aslında bu işgalin başka bir yüzüydü.

Hatta İsrail, kendisi tarafından tanınmayan bir Suriye Devlet Başkanı'nı muhatap almayacaktı. (18 Temmuz 2025'e, Suriye ve İsrail) 7


Temas

13 Temmuz'da Fransız haber ajansı AFP, Bakü'de Suriyeli ve İsrailli yetkililer arasında doğrudan bir görüşme gerçekleştirildiğini bildirdi.

Bu görüşme Ahmed eş-Şara'nın Azerbaycan'a yaptığı resmi ziyaret sırasında yapıldı.

Ahmed eş-Şara böyle bir görüşmeye kendisi katılmadı, temsilcisi görüşmüş olabilirdi.

Acaba buradaki konu neydi? Bu konu habercilerin söylediği gibi miydi, bu da başka bir konuydu.

Ama bir yerde yazılı dursun.


Raylarda makas değişikliği 

ABD'nin Suriye Özel temsilcisi Tom Barrack 23 Temmuz'da Reuters'e demeç verdi:

Ahmed eş-Şara politikalarını gözden geçirmeli ve daha kapsayıcı bir yaklaşım benimsemelidir. Aksi takdirde uluslararası desteği kaybetme ve ülkesinin parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Savaş öncesi ordunun yapısını tekrar düşünmeli; İslamcıların etkisini azaltmalı ve bölgesel güvenlik için yardım talep etmelidir. Beklenen değişiklik hızlıca yapılmazsa eş-Şara bir zamanlar onu iktidara taşıyan itici gücü kaybetme riskine maruz kalacaktır.


Bu söylediklerinin bir kısmı, dahası da vardı. 

Sonuçta bu demeçten anladıklarım şunlar oldu:

Suriye'de geçiş dönemi yavaşlamıştı ve bu eş-Şara'nın riskiydi.

Suriye'deki durum tehlikeli ve hassastı, eş-Şara'nın bir B planı yok deniyordu.

Eğer başarısız olursa işler karışacak ve Suriye bir Libya veya Afganistan gibi olacaktı.

Bu yönde söylenen sözler bir durum tespiti miydi, yoksa bir tehdit miydi?

Eş-Şara'nın endişelerini gidermek için tek yolun İsrail ile diyalog kurması gerektiği söyleniyordu.

Ama bu oyunun ta kendisiydi. Barrack'ın bir ikilem içinde mülakat verdiği açıktı.

Sorunun asıl kaynağı İsrail idi. Barrack çözüm için Ankara'dan çok Tel-Aviv'e rotayı kırmışa benziyordu.

Barrack tersini söylemeye çalışsa da aslında ABD, Suriye'nin kırılgan yeni yönetimine ne yapacağını dikte ediyordu. 

ABD, İsrail baskısıyla SDG konusunda da makas değiştirmiş gibiydi.

Türkiye bu değişikliği görüyor ve durum giderek daha da ciddileşiyordu.

Belki de başta ifade ettiğim YPG vurgulu demeçler bununla ilgili olabilirdi.


Bölücülük

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bazı açıklamalar yaptı. "Suriye'yi bölmek istiyorlar" dedi.

Bu açıklamalardan çıkan sonucu ben nasıl anladım, yazayım:

Kürtçüler (SDG), Dürziler (İsrail'in destek verdikleri), Nusayriler (Eski Esad yanlıları), dördüncü parça geriye kalan Suriye! 

Bu kabul edilemezdi.

Suriye'de toprak bütünlüğü ve üniter devlet önemliydi.

Fakat yine de yıpranmış bir Suriye vardı, güçsüzdü.

Bu tam İsrail'in istediği durumdu.

Hatta; "Bu, Arap Baharı'nın bu denli uzun sürmesi kime yaradı" diye sorulabilirdi.

Aşiretlere kadar indirgenen bir sosyo-politik konu gündemdeydi.

Egemen devlet konusu Suriye'de zora düşmüştü.


Paris Diyalog Toplantısı

Kimilerine göre gündem artık gündem Suveyda oluvermişti!

Suriye'yi konuşuyorduk, İsrail, bazı Dürzi kesimler üzerinden bir hamle yaptı ve gündem değişti, stratejik kurgu da.

ABD'ye göre artık İsrail ve Suriye, Suveyda konusunu konuşmalıydılar.

Ancak konu elbette bu değildi, İsrail'in Suriye'den neler istedikleriydi.

25 Temmuz'da Paris'te, ABD (Büyükelçi Barrack) himayesinde, İsrail (Strateji Bakanı Ron Dermer) ile Suriye (Dışişleri Bakanı Hasan eş-Şeybani), "diyalog ve gerilimi azaltma ruhuyla" ortak mutabakata vardılar.

Böyle açıklama yapıldı.

Hatırlarsak, son İsrail-Suriye, yine ABD himayesinde doğrudan toplantıyı, 25 yıl önce, 2000 yılında yapmışlardı.

Bu toplantıda Bill Clinton, Faruk eş-Şara ve Ehud Barak vardı.

25 Temmuz'da Paris'te bir Fransa, ABD ve Suriye toplantısı da gerçekleştirildi.

Şöyle kararlar çıktı:

  • Suriye'nin geçiş sürecinin başarısı ile birliği, istikrarı, egemenliği ve toprak bütünlüğünü güvence altına alacak somut adımların hızla atılması;
  • Terörizmin her türüne karşı yürütülen ortak mücadelede işbirliğinin güçlendirilmesi ve Suriye hükümetinin güvenlik tehditleriyle başa çıkma kapasitesinin devlet kurumları aracılığıyla artırılması;
  • Özellikle Suriye'nin kuzeydoğusu (Kürt/SDG bölgesi olarak işaret edildi) ve Suveyda'da, ulusal uzlaşı ve toplumsal bütünlüğü hedefleyen siyasi geçiş sürecine yönelik Suriye hükümetinin çabalarına destek verilmesi;
  • 10 Mart anlaşmasının tam uygulanmasına yönelik olarak, Suriye hükümeti ile SDG arasında Paris'te bir sonraki istişare turunun en kısa sürede düzenlenmesi;
  • Şiddet eylemlerinin faillerinin hesap vermesini destekleyen çabaların teşvik edilmesi ve bu kapsamda, sahil bölgesinde yaşanan son şiddet olaylarına ilişkin soruşturma komitesinin hazırladığı rapor da dahil olmak üzere, şeffaf raporların sonuçlarının memnuniyetle karşılanması;
  • Suriye'nin komşularının Suriye'nin istikrarına tehdit oluşturmamasının ve buna karşılık olarak Suriye'nin de komşularına tehdit teşkil etmeyeceğinin taahhüt edilmesinin sağlanması; bu sayede tüm bölge için istikrarın güçlendirilmesi.
     


Yoklamalar

Ortalıkta şunun planı, bunun planı şeklinde gezen bazı dokümanlar, fikirler, planlar vardı.

Bunlar olur şeylerdi. Bilerek piyasaya sürülebilenleri bile söz konusu edilebilirdi.

Ben bunlara aktörleri yoklamak, hazırlamak, tartıştırmak şeklinde bakmaktayım.

Örneğin, Foreign Policy isimli dergi, Trump'ın planı, diye birkaç madde yayımladı.

Sözüm ona bu planın ilk maddesi de Türkiye Suriye'den ilk çıkması istenen ülkeydi. 

Bu tür yoklamalara itibar edilemezdi.

Ama yine de senaryo okumaları yapılabilirdi.

Örneğin Netanyahu, Türkiye'ye yakın olan eş-Şara'yı kabul etmemek yönünde bütün senaryoları masada tutacaktı.

Netanyahu, Suveyda olayı çıkınca eş-Şara hakkında bilinçli şekilde El-Kaide ile ilişki kurarak açıklamalar yapmıştı.

Yani, içinden çıkarılacak bazı (HTŞ gibi) örgütlerin yazılı olduğu terör listeleri masaya getirilir ise İsrail bunu dahi düşünmüş, ön almıştı. 

Hatta yeni-Suriye için İsrail'in tarafına yakın birinin başkan olmasını sağlamak adına tüm girişimleri yapacaktı.

Yeni anayasa yazılırken parçalı bir Suriye modeli için baskı kuracaktı.

Bunlar beklenmesi gereken konulardandı.

Anayasal bölünmüşlük, Irak'ta ABD'nin yaptığı buydu, istikrarı bozan bir modeldi.

Zamanında tedbir alınacaksa, bu tür senaryolar görmezden gelinemezdi.


Barışın tesisi

Artık günümüzde daha belirgin, hatta bizim coğrafyamızda bu böyle; barış isteniyorsa güç kullanma şeklinizi ve caydırıcılığınızı tam göstereceksiniz!

Romantizmle, gevşek politikalarla, iradenin diğer bir güce devredilmesiyle ve zamanlamanın iyi hesap edilememesiyle barış sağlanamaz, korunamaz.


Batı'nın politikası

İlk plan, Türkiye üzerinden Batı'ya entegrasyon şeklindeydi. 

Diğer yandan Fransa, Almanya, İngiltere başta olmak üzere Avrupa bölgede aktivitesini artırmak için bir fırsat bekliyordu.

Üstelik (genel söylersek) Levant bölgesi politikalarında Fransa ve İngiltere'nin bir nüfuzu olduğuna inanılıyordu.

İsrail'in Dürzi hamlesinden sonra Avrupa durumu değerlendirdi ve ihtiyaç duyulan fırsatın geldiği düşünüldü.

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Barrack, diyalog toplantısını Türkiye'de değil, Fransa'da yaptı.

Bu seçim, Suriye'nin geleceği için makas değişikliğinin de bir göstergesi oldu.

Ancak Avrupa'nın ilgisi sadece Suriye ile sınırlı değildi.

26 Temmuz'da Almanya Şansölyesi Friedrich Merz şöyle söyledi:

Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve İngiltere Başbakanı Starmer ile Ortadoğu politikamızdaki rotamızı etraflıca değerlendirdim. Aramızda büyük bir fikir birliği var. İlerleyen günlerde yakın koordinasyon içerisinde bir sonraki adımları atacağız.


Bu durumda Almanya, Fransa ve İngiltere yeni bir Ortadoğu politikası belirlediler, denebilirdi.

Bugünlerde Avrupa için "Ortadoğu" deyince ilk akla gelen başlıklar bilinenler çerçevesinde, Filistin, Suriye, Lübnan, Irak, İran, Körfez şeklinde sıralanabilirdi.

Ama şu da açıktı, Merz, Almanya'yı bölgede aktif kılmak istiyordu, ABD ve İngiltere ise bu konuda tereddütlü davranabilirdi.

Bu bakışla, Fransa tamam, ama Almanya düşündürücüydü!

ABD ile İsrail tarafından birlikte inşa edilmeye (veya bozmaya) çalışılan Ortadoğu'ya ilişkin politikalar, bundan böyle sanki Batı dünyasında (Atlantik'te) bir pazarlık konusuna evriliyordu.

Fransa, İngiltere ve Almanya başta Avrupalılar Filistin (ve Gazze) konusuna dair açıklamalar yapmaya başladı.

Atlantik'ten Kanada da buna dahil oldu.

Anlaşmışlar gibi, hemen hemen aynı zamanlarda açıklamalar yapıldı.

Bu gelişmelerin üstüne Fransa Cumhurbaşkanı Macron, eylül ayında BM toplantısında Filistin devletini tanıyacağını duyurdu.

Peşinden diğer ülkeler de tanıma yoluna girmişlerdi.

Dikkatlere sunmak istediğim nokta şuydu, Filistin ve Gazze konusunda Fransa başta Avrupalılar Türkiye ile aynı çizgide görünmekteydiler.

Başka bir açıdan bakılırsa, Avrupalılar Filistin ile beraber aynı zamanda Suriye konusuna da bir denge oluşturmaya çalışmaktaydılar.


Sonuç

İç savaşın ve Arap Baharı sürecinin en uzun sürdüğü Suriye'nin imarında Trump'ın ilk düşüncesi perspektifinde bakılırsa paydaşlar, ABD, Türkiye ve (sponsor) Körfez Ülkeleri şeklinde görünmüştü.

Bunun değişeceği veya diğer aktörlerin daha görünür olabileceği zamanın geleceği düşünülmeliydi.

Gün geldi ve makas değişimi gerçekleşti.

Öyle veya böyle, Suriye'de bazı olaylar yaşanmakta, bazı görüşmeler yapılmaktaydı.

Ama belirgin olarak İsrail devreye girdi.

Ve sonra…

Makas değişimi sonrasında paydaşlar şöyle oldu:

ABD, İsrail, Avrupa, Türkiye ve (sponsor) Körfez Ülkeleri.

Artık bu durum bir güç mücadelesi şeklinde gerçekleşecekti.

İsrail'in en azından Filistin, Lübnan, İran ile olan konuları unutulmamalıydı.

Ama açık bir durum, İsrail şimdi gücünü Suriye'ye odaklamıştı, sırada bu vardı. 

İşte tam bu noktada akıllara Türkiye'yi yakinen ilgilendiren PKK/YPG terör örgütünün fesih süreci geldi. 

Ayrıca bu makas değişimi ile beraber, Türkiye dışındakiler, öteden beri planladıklarına geri mi döndüler, bu daha da belirgin mi oldu?

ABD, Avrupa ve İsrail, Suriye'de bir "Kürt özerk bölgesi" konusunu kendi aralarında (yeniden) görüşebilirler miydi ve SDG burada önde tutulabilir miydi?

Tom Barrack bu konuda bundan böyle, bir yandan Şam, diğer yandan Ankara arasında hizmet veren, İsrail ve Avrupa koordinesinde çalışan "özel temsilci" hüviyetinde olabilir miydi? 

Anlaşılan, Türkiye'nin bugünlerde (tekrar) YPG terörüne dikkat çekmesi boşa değildi.

Diğer yandan, Filistin konusunda ABD ve İsrail'in politikalarına karşılık Avrupa'nın Türkiye ile yakın olmaya başlamaları da önemli ve dengeli bir gelişme olarak kabul edilebilirdi. 

 

 

1.  Erişim: https://www.indyturk.com/node/754525/türki̇yeden-sesler/terörsüz-türkiye
2.  Erişim: https://www.indyturk.com/node/754628/türki̇yeden-sesler/sdg-ve-pkk-terörünün-geleceği
3.  Erişim: https://www.indyturk.com/node/754968/türki̇yeden-sesler/terör-politikasına-tarihi-bakış
4.  Erişim: https://www.indyturk.com/node/759380/türki̇yeden-sesler/abd-ve-suriye-için-yeni-dönem
5.  Erişim: https://www.indyturk.com/node/759649/türki̇yeden-sesler/terör-ve-siyaset
6.  Erişim: https://www.indyturk.com/node/761664/türki̇yeden-sesler/asimetriden-simetriye
7.  Erişim: https://www.indyturk.com/node/762024/türki̇yeden-sesler/suriye-ve-i̇srail

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU