Fransa'nın Filistin'i tanıma kararı ve muhtemel etkileri

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Annegret Hilse/Reuters

Doğu'da on yıllardır süren çıkmazlara dair ezberi bozacak bir hamleyi temsil ediyor: Fransa, Filistin Devleti'ni tanıma kararı aldı.

Resmî açıklama eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yapılacak olsa da bu çıkış şimdiden uluslararası sistemde yankı bulmuş durumda.


Arka plan: Neden Şimdi?

Fransa'nın Filistin'i tanıma kararının ardında hem ahlaki hem de stratejik gerekçeler yatıyor.

Macron, bu adımı Gazze'deki insani krize bir yanıt olarak sunuyor ve iki devletli çözümün "barışın tek gerçekçi yolu" olduğu yönündeki geleneksel Fransız dış politika çizgisini sürdürüyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kararın zamanlaması dikkat çekici: İran-İsrail çatışmaları nedeniyle ertelenen Suudi Arabistan destekli barış zirvesinin ardından, Fransa'nın bu kararı tek başına açıklaması, hem bir boşluğu doldurma hem de diplomatik liderliği üstlenme çabası olarak yorumlanabilir.

Macron'un danışmanı Ofer Bronchtein'in "Bağımsız bir Filistin devleti olsaydı, 7 Ekim saldırısı yaşanmazdı" ifadesi ise bu stratejik hesaplamanın derinliğine işaret ediyor.


Macron'un kararının gerekçeleri: Ahlak, strateji ve liderlik

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Filistin'i tanıma kararı, basit bir dış politika hamlesinden çok daha fazlasını temsil ediyor.

Bu karar, bir yandan insani değerlere ve uluslararası hukuka dayanma iddiası taşırken, diğer yandan Fransa'nın küresel diplomatik rolünü yeniden tanımlama hedefinin bir ürünü olarak okunmalıdır.

Gerekçeler çok boyutlu:

  • Gazze krizi ve ahlaki sorumluluk: Kararın doğrudan arka planında, Gazze'de yaşanan derin insani kriz yer alıyor. Macron, kararını açıklarken, Gazze'de "barışın imkânsız olmadığını" vurgulamış ve Fransa'nın "adil ve kalıcı barış" ilkesine bağlı olduğunu ifade etmiştir. Bu söylem, Fransa'nın ahlaki bir duruş sergilediği iddiasına dayanmaktadır.

    Özellikle Batı kamuoyunda İsrail'in saldırılarına yönelik artan tepkiler göz önüne alındığında, Macron bu kararı ile küresel vicdanın sesi olma çabasına girmiştir. Filistin'in tanınması, bir "duyarlılık refleksi" değil, aynı zamanda Batılı müttefiklere de insani değerlere göre hareket edilmesi gerektiği yönünde bir hatırlatma mesajı taşıyor.

     
  • İki devletli çözüm vizyonunun tutarlılığı: Fransa, uzun süredir 1967 sınırlarına dayalı iki devletli çözüm ilkesini savunmaktadır. Macron'un bu adımı, bu çizginin sürekliliğini gösteren bir örnek olarak öne çıkmaktadır. Bu bağlamda tanıma kararı, "yeni bir strateji" değil, mevcut dış politikanın kararlı bir güncellenmesi olarak değerlendirilebilir.

    Macron, bu çözümün hayata geçebilmesi için, kurulacak Filistin devletinin silahsız olması ve İsrail'in tanınması gibi temel güvenlik parametrelerini de içermesi gerektiğini ifade ederek, sadece Filistin yanlısı değil, güvenlik odaklı da bir çerçeve çizmektedir.

     
  • Diplomatik hamle: Kolektif dinamik arayışı: Fransa'nın eylül ayında bu tanımayı BM Genel Kurulu'nda duyurmayı planlaması, bu kararın sadece Fransa'ya ait bir tutum olmayacağını düşündürüyor. Macron yönetimi, bu adımı başka Batılı ülkelerin de izlemesi için bir zemin oluşturmayı amaçlıyor. Fransız yetkililere göre, özellikle Birleşik Krallık ve Almanya üzerinde baskı kurulması, tanımanın bir "domino etkisi" yaratmasına yardımcı olabilir.

    Bu strateji, Fransa'nın uluslararası sistemde proaktif ve yönlendirici bir aktör olma hedefiyle doğrudan ilişkili. Tanımanın zamanlaması, iptal edilen Suudi Arabistan-Fransa barış zirvesinin bıraktığı boşluğu doldurma ve bölgesel liderlik iddiasını sürdürme hedefini de yansıtmaktadır.

     
  • Hamas'sız bir devlet ve dengeli söylem: Macron'un kararı verirken dikkatle kurduğu dil, Fransa'nın diplomatik hassasiyetlerini de yansıtmaktadır. Fransa, Filistin'i tanırken, Hamas'ın bu yapının dışında tutulacağını, İsrail'in ise güvenliğinin garanti altında olacağını vurgulamaktadır. Bu yaklaşım, ABD ve İsrail ile ilişkileri koparmadan bir duruş sergilemeye imkân tanımaktadır.

    Bu şekilde tanıma kararı, "Filistin yanlısı" hamle görüntüsünden çıkmakta, aynı zamanda İsrail'e de dolaylı olarak "güvenlik garantisi" içeren bir teklif olarak kurgulanmaktadır. Bu da Macron'un denge siyaseti ile Ortadoğu yanında, Batı içindeki bloklar arasında da bir "arabulucu pozisyonu" üstlenmeye çalıştığını göstermektedir.

     
  • İç siyasi ve uluslararası imaj faktörü: Fransa içindeki siyasal kutuplaşmaya rağmen Macron, bu adımla hem ülke içindeki sol tabana hem de uluslararası kamuoyuna hitap edebilecek bir adım atmıştır. Özellikle Avrupa'da liderlik boşluğu yaşanırken, Macron bu adımla Fransa'yı "küresel etik liderlik" pozisyonuna yeniden taşımak istemektedir. İsrail-Filistin meselesi, Batı'da uzun süredir sessiz kalan diplomatik reflekslerin canlandırılmasında da bir test alanı işlevi görmektedir.

Fransa'daki siyasi tepkiler: Derin bir yarılma

Fransa'daki iç politik yelpazede Macron'un adımı, klasik kutuplaşmaları daha da keskinleştirdi.


Radikal sağ, kararı "Hamas'a meşruiyet" kazandırmakla eleştiriyor.

Marine Le Pen ve Jordan Bardella gibi figürler, tanımayı "teröre ödül" ve "ahlaki hata" olarak yorumladı.


Sol partiler ise, kararı olumlu ama "gecikmiş" bir adım olarak değerlendiriyor. Jean-Luc Mélenchon, kararı memnuniyetle karşılasa da "Neden Eylül'de?" sorusunu yöneltiyor ve İsrail'e silah ambargosu çağrısı yapıyor.

Fransız Komünist Partisi, Sosyalist Parti ve çevreci gruplar da tanımayı destekliyor ancak sembolik kalmaması gerektiğini vurguluyor.

Bu ayrım, Fransa'daki Yahudi ve Müslüman nüfusların hassas dengesiyle de doğrudan ilişkili.

Dış politika adımları, iç sosyal dokuyu doğrudan etkileyen hassas meseleler haline gelmiş durumda.


Batı dünyasının tepkileri: Transatlantik fay hattı

Fransa'nın kararı, özellikle ABD ile diplomatik bir gerilime neden oldu.

Dışişleri Bakanı Marco Rubio, adımı "pervasız" ve "7 Ekim mağdurlarına hakaret" olarak tanımladı.

Washington, tek taraflı tanımaların barışı baltalayacağını ve Hamas'a prim verileceğini savunuyor.

Başkan Trump'ın "Gazze ABD tarafından devralınmalı" gibi uç fikirleri, Beyaz Saray'daki karar alma süreçlerinin radikalleştiğini de gösteriyor.

İngiltere ise, iç siyasi baskılar altında. Başbakan Starmer, "Filistin'in devlet olma hakkı devredilemez" demekle yetinirken, kabinesinden ve İşçi Partisi milletvekillerinden hızla adım atması yönünde baskılar artıyor.

Almanya, tanımaya karşı en soğuk duran aktör. Berlin, Filistin'le ekonomik iş birliği yürüten bir ülke olsa da diplomatik tanımadan uzak duruyor. Üstelik Almanya'daki Filistin yanlısı gösterilere yönelik sert müdahaleler, Berlin'in İsrail'e verdiği desteği sadece diplomatik düzlemde değil, toplumsal kontrol politikalarında da gösterdiğini ortaya koyuyor.
 


Arap dünyası ve Filistinli aktörler: Nadiren görülen bir birlik

Fransa'nın adımı, Filistin Yönetimi, Hamas ve Suudi Arabistan gibi aktörlerden aynı anda olumlu tepkiler aldı.

Filistin Dışişleri Bakanlığı bu kararı "tarihi" olarak niteledi.

Hamas ise bu adımın "işgal anlatısına karşı bir zafer" olduğunu vurguladı.

En dikkat çekici olan ise Riyad'ın desteği.

Suudi Arabistan, 1967 sınırlarına dayalı Filistin devletini tanıyan bu kararı memnuniyetle karşılarken, diğer ülkelere de "benzer adımlar atın" çağrısında bulundu.

Bu, İsrail-Suudi normalleşmesi tartışmalarının rafa kalkabileceği anlamına da geliyor.


İsrail'den gelen tepki: "Terörü ödüllendirmek"

Başbakan Netanyahu, Fransa'nın kararını "terörü ödüllendirmek" ve "Gazze gibi başka bir İran vekili yaratmak" olarak niteledi.

İsrail'in resmi söyleminde, Filistin'in tanınması doğrudan bir güvenlik tehdidi olarak kodlanıyor.

Netanyahu'nun "Filistinliler İsrail'le yan yana değil, yerine bir devlet istiyor" açıklaması bu paranoyanın ne kadar derinleştiğini ortaya koyuyor.

İsrail'in muhtemel misilleme seçenekleri arasında Batı Şeria'da fiilî ilhak, istihbarat paylaşımının azaltılması ve Fransa'nın bölgesel girişimlerinin sabote edilmesi gibi adımlar sayılıyor.


Etki alanları: Sembolizmin ötesine geçebilir mi?

Fransa'nın kararı çoğunlukla sembolik görünse de etkileri gerçek olabilir:

  • Diplomatik baskı: Fransa'nın kararı, başta İngiltere olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri üzerinde baskı oluşturabilir.
     
  • İsrail'in yalnızlaşması: Batı'daki geleneksel müttefiklerinden biri tarafından yapılan bu tanıma, İsrail'in diplomatik izolasyonunu artırabilir.
     
  • Tanımanın zincirleme etkisi: 140'tan fazla ülkenin zaten tanıdığı Filistin, Batılı ülkelerden gelen tanımalarla BM içinde daha meşru bir aktör haline gelebilir.

Uzun vadeli görünüm: Oyun kitabı yeniden mi yazılıyor?

Fransa'nın kararı, Batı'da bir paradigma kaymasına işaret edebilir.

İsrail'in "terörü ödüllendirme" söylemi, giderek daha az karşılık buluyor.

Uluslararası hukuk, insani kriz ve self-determinasyon ilkeleri daha güçlü yankı buluyor.

Filistin için bu, önemli bir diplomatik kazanım olsa da sahada somut değişiklikler olmadığı sürece bu zafer "simgesel" kalabilir.

Fransa'nın başarısı, bu sembolizmin pratik sonuçlara dönüşüp dönüşemeyeceğine bağlı.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU