Ormanlarımız yanarken, ciğerlerimiz yanıyor.
Orman demek aynı zamanda yağmur demek.
Yağmur ise toprağımızı besleyen su.
"Su, petrol kadar değerli olacak" uyarısı artık bir kehanet değil, güncel bir gerçekliğe dönüşmüş durumda.
Bilimsel raporlar, diplomatik krizler ve kuraklık uyarıları tek bir gerçeğin altını çiziyor:
Tatlı su artık gezegenin en kıymetli ve en adaletsiz paylaşılan kaynağı.
"Mavi altın" olarak anılan bu yaşam kaynağı, hızla artan nüfus, iklim değişikliği ve politik rekabetin etkisiyle hem kıtlaşıyor hem de çatışmaların merkezi haline geliyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Küresel kıtlık: Su neden bu kadar az?
Dünya yüzeyinin yüzde 70'i suyla kaplı olsa da bu suyun sadece yüzde 2,5'i tatlı sudur.
Dahası, bu yüzde 2,5'in büyük kısmı buzullarda ya da erişilmesi zor yeraltı sularında saklıdır.
Yani insanlığın doğrudan kullanımına açık tatlı su, aslında dünyanın toplam su varlığının sadece binde 3'üdür.
Üstelik dünya nüfusu hızla artıyor. 1995'te 5,7 milyar olan insan sayısı, 2024'te 8,1 milyara ulaştı.
Aynı dönemde suya olan talep 7 kat artarken, tatlı su kaynaklarının doğal olarak artması mümkün değil.
Bu eşitsizlik, ekolojik bozulmalar yanında jeopolitik bir krizi de beraberinde getiriyor.
Talebin anatomisi: Kim suyu ne için kullanıyor?
BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, küresel su kullanımının yüzde 70'i tarıma, yüzde 19'u sanayiye, yüzde 11'i evsel tüketime gidiyor.
Ancak bu ortalamalar yanıltıcı.
Örneğin, Güney Asya ülkelerinde suyun yüzde 90'ı tarımda kullanılırken, Batı Avrupa'da bu oran yüzde 5.
Sanayileşme ve gelir seviyesi arttıkça, su tüketiminin sektörel dağılımı değişiyor.
Bununla birlikte, artan su kullanımı artık yavaşlıyor.
1950'lerde yılda yüzde 4,2 oranında artan su çekimi, 2000'lerde yüzde 0,5'e düştü.
Bu yavaşlama bir yandan verimlilik artışını, diğer yandan kaynakların sınırına dayandığımızı gösteriyor.
Kıtlık nerede daha derin? Su Stresi Haritası
Birleşmiş Milletler'e göre, kişi başına yılda 500 metreküpten az su düşen ülkeler "mutlak su kıtlığı" yaşıyor.
Bu sınırın altında kalan 25 ülkenin büyük bölümü Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da.
Bahreyn'de kişi başına düşen su miktarı sadece 3 metreküp.
Ürdün'de ise bu rakam sadece 84 metreküp.
Bu ülkeler, suyun ne kadar stratejik bir kaynağa dönüştüğünü ve sadece coğrafi değil, siyasi bir kriz olduğunu açıkça gösteriyor.
Su ve savaş: Kaynak mı, silah mı?
Suyun öneminin ne kadar arttığına ve bu sebeple yeni savaşların çıkabileceğine dair "21'inci yüzyılın yeni savaş hatları: Su üzerinde kurulan cepheler" başlıklı yazımda konuyu detaylarıyla açıklamıştım.
Burada birkaç örnekle hatırlatalım.
- Hindistan-Pakistan: Nehir üzerinden diplomatik kriz
Hindistan ile Pakistan arasında 1960'ta imzalanan İndus Suları Antlaşması, son yıllarda siyasi krizlerin aracı haline geldi. 2025'te Keşmir'deki bir terör saldırısının ardından Hindistan, antlaşmayı askıya aldı ve Pakistan'a akan suyu kesti. Bu adım, suyun artık siyasi baskı unsuru ve potansiyel "silah" haline geldiğini gösteriyor.
Pakistan, tarımsal üretiminin yüzde 80'ini İndus Nehri'ne borçlu. Nehrin akışının kesilmesi, ulusal güvenliği tehdit eden bir gelişme. Suyun askeri-siyasi krizlerin parçası haline gelmesi, gelecekte benzer çok taraflı krizlerin işaret fişeği olabilir.
- ABD, Çin ve iç su gerilimleri
Sınır aşan nehir çatışmaları sadece Asya ve Afrika'ya özgü değil. ABD'de Colorado Nehri çevresindeki eyaletler arası gerilimler, Kaliforniya ve Arizona gibi eyaletler arasında su tahsisi konusunda ciddi tartışmalara yol açıyor. Çin'de ise kişi başına düşen su miktarı sadece 1.949 m³ ve coğrafi eşitsizlikler ciddi iç yönetim sorunları yaratıyor.
- Türkiye: Su zengini değil, su stresi altında
Genel kanının aksine Türkiye su zengini bir ülke değil. Kişi başına düşen su miktarı 1350 m³ ile su stresi sınırında. 2030'a kadar 100 milyon nüfusa ulaşılması durumunda bu rakam 1.000 metreküpe düşebilir.
Türkiye'nin su kaynaklarının yüzde 35'i sınır aşan nehirlerden geliyor. Bu nedenle, Dicle-Fırat gibi sistemlerdeki gerilimler, iç su güvenliğini de doğrudan etkiliyor. Ayrıca atık su arıtma oranları yetersiz: Türkiye'de toplam atık suyun sadece yüzde 43'ü ileri arıtmaya tabi tutuluyor. Marmara'daki müsilaj krizi bunun bir göstergesi.
Çözüm önerileri: Mavi altın nasıl korunabilir?
- Sınır aşan iş birliği: Sınır aşan sular konusunda, çok taraflı, esnek ve iklim uyumlu su paylaşım anlaşmaları hayati önemdedir.
- Su verimliliği: Tarımda modern sulama, sanayide su geri kazanımı, şehirlerde sızıntı kontrolü gibi uygulamalarla su tüketimi ciddi şekilde azaltılabilir.
- Atık su geri dönüşümü: Arıtılmış suyun sulama, sanayi ve yeraltı suyu beslemesi için kullanılması teşvik edilmelidir.
- İklim uyumlu yönetim: Depolama kapasitesinin artırılması, kuraklık erken uyarı sistemleri ve iklim dayanıklı tarım desteklenmelidir.
- Kurumsal reform: Su yönetiminde hesap verilebilir, uzmanlaşmış, yerel katılıma açık yapılar kurulmalı, yolsuzlukla mücadele güçlendirilmelidir.
- Su diplomasisi: Su meseleleri, güven inşası ve teknik iş birliği alanı olarak ele alınmalı, siyasi gerilimlerden arındırılacak platformlar oluşturulmalıdır.
Su sadece hayat değil, gelecektir
Türkiye'nin su sorununu yalnızca nehirler, barajlar ya da sınır aşan anlaşmazlıklarla sınırlı görmek ciddi bir yanılgıdır.
Her yanan orman, aslında bir yağmurun; her kesilen ağaç, bir su döngüsünün kaybıdır.
Su, topraktan, ağaçlardan ve gökyüzünden gelir.
Eğer ormanlarımızı kaybedersek, yağmuru beklemek beyhude olacaktır.
"Mavi altın"; ekonomik kalkınmanın, sosyal barışın ve bölgesel istikrarın temelidir.
Ancak bugünün gerçekliği, bu hayati kaynağın ne adil paylaşıldığını ne de sürdürülebilir şekilde korunduğunu göstermektedir.
Bazı coğrafyalarda su, artık yaşam değil, bir baskı aracı, bir çatışma vesilesi haline gelmiştir.
Eğer suyu, ortak bir gelecek inşa etmenin temeli olarak göremezsek, bu yüzyılın en büyük savaşları toprak için değil, su için çıkacaktır.
Ve bu savaşların kazananı olmayacaktır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish