Avrupa Birliği’nin (AB) güvenlik mimarisi, Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında yalnızca askeri değil; siyasi, ekonomik ve kurumsal boyutlarıyla da yeniden şekilleniyor. Bu dönüşümün merkezinde, Avrupa savunma sanayisini güçlendirmeyi amaçlayan SAFE (Security Action for Europe) gibi yeni girişimler yer alırken, bu süreçlerin Türkiye’yi nasıl ve ne ölçüde dışladığı da giderek daha görünür hale geliyor. Tam da bu hassas dönemde, Ocak–Haziran 2026 arasında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı devralacak olması, Avrupa güvenlik mimarisi ve Türkiye–AB ilişkileri açısından dikkatle izlenmesi gereken bir gelişme olarak öne çıkıyor.
Aylar önce Independent Türkçe’de yayımlanan bir yazımda, GKRY’nin dönem başkanlığının Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) açısından doğurabileceği risklere dikkat çekmiştim. Her ne kadar AB Konseyi dönem başkanlığı büyük ölçüde sembolik bir görev olarak görülse de, gündem belirleme, önceliklendirme ve söylem üretme kapasitesi nedeniyle, fiiliyatta önemli sonuçlar doğurabilmektedir. Özellikle Türkiye gibi aday ülke statüsünde bulunan ve AB ile ilişkileri zaten kırılgan bir zeminde ilerleyen aktörler açısından bu durum daha da hassas hale gelmektedir.
AB Konseyi dönem başkanlığı her altı ayda bir değişmekte ve başkanlığı üstlenen ülke, AB kurumlarıyla eşgüdüm içinde öncelikler belirlemektedir. Bu çerçevede, Ocak 2026 itibarıyla GKRY’nin başkanlığı devralması, Türkiye açısından bazı olumsuz senaryoları gündeme getirebilir. Türkiye’nin üst düzey AB toplantılarına davet edilmemesi, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi gibi Ankara için hayati öneme sahip dosyaların gündeme alınmaması ya da ertelenmesi bu olasılıklar arasındadır. Daha da önemlisi, Ege ve Doğu Akdeniz bağlamında Türkiye’yi rahatsız edebilecek bazı siyasi kararların veya deklarasyonların gündeme taşınması ihtimali de göz ardı edilmemelidir.
Bu dönemin bir başka kritik boyutu da Avrupa Güvenlik Mimarisi tartışmalarıdır. Yunanistan ve GKRY’nin engellemeleri sonucunda Türkiye’nin, Avrupa savunma sanayisini desteklemeyi hedefleyen SAFE gibi mekanizmaların dışında bırakılması, yalnızca teknik değil, stratejik bir sorundur. GKRY’nin dönem başkanlığı süresince, bu dışlayıcı yaklaşımı daha da derinleştirecek adımlar atılması ihtimali, Türkiye açısından diplomatik ve stratejik riskler barındırmaktadır. Her ne kadar tek bir üye ülkenin tüm AB kararlarını şekillendirmesi mümkün olmasa da, gündem belirleyici olmak dahi ciddi rahatsızlıklar yaratabilir.
Bununla birlikte, Avrupa Birliği’nin tamamının Türkiye’yi dışlayan homojen bir yapı olmadığını da vurgulamak gerekir. NATO’nun Avrupa güvenliğinin temel direği olduğunu savunan ve Türkiye’nin bu mimarideki vazgeçilmez rolünün farkında olan birçok AB üyesi ülke mevcuttur. Özellikle Polonya, Romanya ve Macaristan gibi Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, Türkiye’yi bir güvenlik riski olarak değil, aksine stratejik bir müttefik olarak görmektedir. Nitekim Avrupa’nın siyasi ağırlık merkezi de giderek Brüksel’in doğusuna doğru kaymakta; bu ülkelerin AB içindeki etkisi artmaktadır. GKRY’nin altı aylık başkanlığı sırasında bu algıyı kökten değiştirmesi son derece düşük bir ihtimaldir.
Öte yandan, AB Konseyi başkanlıkları üçlü (trio) dönemler halinde planlanmaktadır. GKRY’nin başkanlığı, Polonya ve Danimarka ile birlikte yer aldığı üçlü dönemin son ayağıdır. Temmuz 2026’da İrlanda ile başlayacak yeni üçlü dönemi ise Litvanya ve ardından Yunanistan izleyecektir. Bu tablo, Türkiye açısından sadece altı aylık bir sürecin değil, daha uzun vadeli bir stratejik hazırlığın gerekliliğine işaret etmektedir. Zira Temmuz-Aralık 2027 döneminde Yunanistan’ın başkanlığı devralacak olması, benzer sorunların tekrar gündeme gelme ihtimalini güçlendirmektedir.
Bu noktada, yalnızca “bekle-gör” yaklaşımıyla hareket etmek yeterli olmayacaktır. Resmî diplomasi kanallarının yanı sıra, gayriresmî ve dolaylı diplomasi (Track II) mekanizmalarına daha fazla önem verilmesi gerektiği kanaatindeyim. Akademisyenler, düşünce kuruluşları, sivil toplum temsilcileri ve özel temsilciler aracılığıyla yürütülecek temaslar; hem nabız yoklamaya hem de bağlayıcı taahhütler altına girmeden diyalog kanallarını açık tutmaya imkân sağlayabilir.
Buna ek olarak, GKRY ile tamamen siyaset üstü alanlarda, örneğin doğal afetler, çevre meseleleri, orman yangınları, su ve elektrik gibi insani konular üzerinden dolaylı temasların teşvik edilmesi de değerlendirilebilir. Bu tür işbirliği alanları, siyasi sorunları çözmese dahi, diyalog mekanizmalarının tamamen kopmasını engelleyebilir. Akademik ve sivil toplum temelli ortak çalışma gruplarının desteklenmesi bu açıdan önemlidir.
Sonuç olarak, Ocak 2026’da başlayacak GKRY’nin AB Konseyi Dönem Başkanlığı, Türkiye ve KKTC açısından dikkatle yönetilmesi gereken bir süreçtir. Avrupa güvenlik mimarisinin NATO’dan kopuk, Türkiye’yi dışlayan bir yapıya evrilmesi ne Avrupa’nın ne de bölgesel güvenliğin çıkarınadır. Türkiye’nin bu süreçte, dost ve müttefik ülkelerle ilişkilerini derinleştiren, çok katmanlı ve proaktif bir diplomasi yürütmesi hayati önem taşımaktadır. Avrupa güvenliği, Türkiye olmadan sürdürülebilir değildir; bu gerçek, kısa vadeli siyasi hesapların ötesinde, uzun vadeli stratejik akılla ele alınmalıdır.
Kaynakça
1. Diriöz, A. O. “Türkiye’nin Emniyetli (Fail-Safe) Avrupa Güvenliği Yaklaşımı”, TASAM.
https://tasam.org/tr-TR/Icerik/75058/turkiyenin_emniyetli_fail-safe_avrupa_guvenligi_yaklasimi
2. Diriöz, A. O. “Polonya ve Doğu Avrupa’nın Türkiye’nin Avrupa Güvenliği Stratejisindeki Yeri”, Independent Türkçe.
https://www.indyturk.com/node/768610
3. Diriöz, A. O. “Geliyor Gelmekte Olan: Türkiye’nin Ocak 2026 AB Dönem Başkanlığına Bakışı”, Independent Türkçe.
https://www.indyturk.com/node/761294
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish