21'inci yüzyılın yeni savaş hatları: Su üzerinde kurulan cepheler

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

Görsel: PRESSTV

Sular yükselmiyor ama tansiyon yükseliyor.

Dünya yeni savaşlarını petrol sahalarında değil, artık sınır aşan nehir havzalarında bekliyor.

Nil'den İndus'a, Fırat'tan Mekong'a, nehirler yeni cepheler açıyor.


21'inci yüzyılın yeni çatışma haritası

Petrol, doğalgaz, nadir elementler…

Dünya bu kaynaklar için çatıştı, savaştı, sınırlar çizdi.

Ama 21'inci yüzyıl, artık başka bir kaynağın etrafında şekilleniyor: tatlı su.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İklim değişikliği, nüfus artışı, çölleşme, tarımsal baskı ve düzensiz kentleşme, suyu yalnızca bir doğal kaynak olmaktan çıkarıp, siyasi, hukuki ve askerî gerilimlerin merkezine yerleştiriyor.

Özellikle sınır aşan nehir havzaları, geçmişin teknik meseleleri olmaktan çıkıp doğrudan stratejik fay hatlarına dönüştü.

Bu nedenle hidropolitik, yani suyun yönetimi, paylaşımı ve kontrolü üzerine kurulan ilişkiler artık yalnızca çevre mühendislerinin değil, devlet başkanlarının, diplomatların ve generallerin de masasında.

Su, yalnızca hayat veren değil; siyasi baskı, şantaj ve çatışma üreten bir güç aracı hâline geldi.

Nehir akışlarının yukarı havza ülkeleri tarafından kesilmesi, barajlarla yönünün değiştirilmesi, mevsimsel akışlara müdahale edilmesi, aşağı havza ülkeleri için bir tür stratejik kuşatma anlamına geliyor.

Bazı bölgelerde su, açıkça bir savaş gerekçesi hâline gelirken; tatbikatlar, sınır çatışmaları ve uyarılarla ulusal güvenlik meselelerinin odağına yerleşti.

Bu yazı, günümüzde savaş çıkarma veya bölgesel gerginlik üretme potansiyeli taşıyan en kritik nehir havzalarını ve bunların uluslararası güvenlik üzerindeki etkilerini analiz ediyor.


Nehirler üzerinde kurulan yeni cepheler

Nil Nehri: Afrika'nın su üzerinden patlayacak krizi

Nil Nehri sadece Afrika'nın en uzun nehri değil, aynı zamanda kıtanın en gergin jeopolitik hatlarından biridir.

Etiyopya'daki Tana Gölü'nden doğan Mavi Nil, Hartum'da Beyaz Nil'le birleşir ve Mısır'a doğru akar.

Mısır, su ihtiyacının yaklaşık yüzde 85'ini bu koldan karşılar.

Bu yüzden nehirdeki her müdahaleyi doğrudan bir tehdit olarak görür.

Bu kırılgan denge, 2011'de Etiyopya'nın başlattığı Grand Ethiopian Renaissance Dam (GERD) projesiyle krize dönüşmüştür.

Afrika'nın en büyük hidroelektrik barajı olan GERD, Etiyopya'nın enerji ihtiyacını karşılamakla kalmaz.

Aynı zamanda dışlanmışlığa karşı bir egemenlik göstergesidir.

Etiyopya, 1929 ve 1959 tarihli su anlaşmalarına taraf olmamıştır.

Barajı kendi topraklarında kurmanın uluslararası hukuk açısından meşru olduğunu savunur.

Mısır ise bu anlaşmalara dayanarak Nil üzerinde tarihsel hakları olduğunu ileri sürer.

Barajın tek taraflı doldurulmasının ülkeyi felakete sürükleyeceğini söyler.

Nil sularının yüzde 95'ine bağımlı olan Mısır için bu kriz sadece teknik değil, doğrudan bir güvenlik sorunudur.

Sudan bu gerilimde arada kalmıştır.

Barajdan sağlanacak ucuz elektriği isterken, dolum sürecinin tarım bölgelerine zarar verme riskiyle karşı karşıyadır.

Bu nedenle Hartum yönetimi ikircikli bir pozisyondadır.

Zaman zaman Mısır'la ortak açıklamalar yapmış, bazen de Etiyopya'yla iş birliğine yönelmiştir.

Bu da 3 ülke arasında istikrarsız bir müzakere süreci yaratmıştır.
 

Nil Nehri sadece Afrika'nın en uzun nehri değil, aynı zamanda kıtanın en gergin jeopolitik hatlarından biri / Fotoğraf: AFP
Nil Nehri sadece Afrika'nın en uzun nehri değil, aynı zamanda kıtanın en gergin jeopolitik hatlarından biri / Fotoğraf: AFP

 

Diplomatik girişimler de sonuçsuz kalmıştır.

ABD, AB ve Afrika Birliği farklı dönemlerde araya girmiştir.

Ama taraflar bağlayıcı bir anlaşmaya varamamıştır.

2023'teki "Hartum Süreci", Etiyopya'nın "hiçbir ülkenin barajı veto hakkı yoktur" açıklamasıyla bitmiş, Mısır'ın tazminat talebi görüşmeleri çıkmaza sokmuştur.

1997 tarihli BM Sözleşmesi bazı ilkeler sunsa da, taraflar bunu bağlayıcı kabul etmediği için etkisiz kalmıştır.

Kriz sadece diplomasiyle sınırlı kalmamıştır.

2021'de Cumhurbaşkanı Sisi'nin "Nil suyundaki bir damla kayıp, bölgede büyük istikrarsızlık yaratır" sözü askeri bir uyarı olarak yorumlanmıştır.

Aynı yıl Mısır ordusu, "Hayy El Vatan" tatbikatını Nil su güvenliği temasıyla yapmıştır.

Etiyopya basınında baraj çevresine S-300 hava savunma sistemleri yerleştirildiği yazılmış, Mısır'ın Eritre'deki hava üssüne savaş uçakları konuşlandırdığı iddia edilmiştir.

Çin ve Rusya baraja dolaylı destek verirken, Batı ve Arap Birliği Mısır'dan yana tutum almıştır.

Böylece kriz küresel bir boyut kazanmıştır.

İklim değişikliği krizi daha da derinleştirmiştir.

Nil'in debisi son 30 yılda yüzde 15 azalmıştır.

BM'ye göre Mısır'ın 2050'deki nüfusu 150 milyona ulaşacak.

Kişi başına düşen su miktarı, su kıtlığı sınırı olan 500 metreküpün altına inecektir.

Bu tablo, GERD'i sadece enerji barajı değil, milyonlarca insan için yaşamsal bir tehdit haline getirmiştir.

Nil artık sadece bir doğal kaynak değildir.

Tarih, egemenlik, güvenlik ve iş birliği arasında sıkışmış bir semboldür.

Diplomasiyle çözülmezse, Afrika'nın ilk büyük su çatışması bu havzada yaşanacaktır.


İndus Nehri: Keşmir gölgesinde yükselen hidro-savaş riski

İndus Nehri, Himalayalar'dan doğar, Keşmir üzerinden Hindistan'ı geçerek Pakistan'a ulaşır ve Umman Denizi'ne dökülür.

Güney Asya için tarım, enerji ve içme suyu açısından en kritik kaynaklardan biridir.

Nehir, Çin kontrolündeki Tibet Platosu'ndan çıkar.

Keşmir'den geçerken hem hidrolojik hem de askeri bakımdan hassas bir hat oluşturur.

Keşmir'in bu nehir üzerindeki konumu hem toprak hem de su kontrolü açısından onu bir çatışma alanına çevirir.

1947'de Hindistan ve Pakistan bağımsızlıklarını kazandıktan sonra nehir üzerindeki su hakları iki ülkeyi savaşın eşiğine getirdi.

Bu kriz, 1960'ta Dünya Bankası aracılığıyla imzalanan İndus Sular Anlaşması ile geçici olarak çözüldü.

Anlaşma, doğu kollarını Hindistan'a, batı kollarını Pakistan'a bıraktı. Zamanla bu denge bozuldu.

Hindistan'ın baraj projeleri ve su tünelleri, özellikle Baglihar ve Kishanganga santralleri, Pakistan tarafından anlaşmaya aykırı ve stratejik bir tehdit olarak görüldü.
 

İndus Nehri / Fotoğraf: AA
İndus Nehri / Fotoğraf: AA

 

Pakistan su ihtiyacının çoğunu İndus Nehri'nden karşılar.

Sindh ve Pencap gibi eyaletlerde tarım bu akışa bağlıdır.

Hindistan'ın yukarı havzada kurduğu yapılar, Pakistan'da bir tür "hidro-savaş" hamlesi olarak algılanır.

Yeni Delhi'nin bu yapılarla suyu bir silaha çevirebileceği sık sık dile getirilir.

2016'da Hindistan Başbakanı Narendra Modi, "Kan ve su bir arada akamaz" diyerek bu gerilimi açık biçimde ifade etti.

Aynı dönemde Hindistan, Pakistan'a giden suyu azaltacak planlar hazırladı.

Bazı askeri planlar da gündeme geldi.

Pakistan ordusu bu açıklamaları "su temelli saldırganlık" olarak tanımladı ve nehri bir savaş nedeni olarak gördüğünü belirtti.

Keşmir'de artan sınır çatışmaları bu krizi derinleştiriyor.

Askeri gerilim, barajlara yakın altyapı tesislerini hedef haline getiriyor.

Pakistan, kuzey Keşmir'deki barajların tarımsal dengesini bozduğunu savunuyor.

Bu yapılar suyu tutarak verimi ve rezervleri düşürüyor.

Hindistan, bu projelerin anlaşma sınırlarında kaldığını öne sürüyor.

Ancak bu iddia, taraflar arasındaki güvensizliği artırıyor.

İklim değişikliği, buzulların erimesi ve düzensiz musonlar, bölgedeki su rejimini daha öngörülemez hale getiriyor.

Bu durum, İndus Havzası'nı yalnızca teknik bir tartışma değil, potansiyel hibrit kriz ve düşük yoğunluklu çatışma bölgesine dönüştürüyor.

Su, iki nükleer güç arasında giderek daha stratejik bir sorun haline geliyor.


Fırat–Dicle Havzası: Su ve terörün iç içe geçtiği cephe

Fırat ve Dicle, Ortadoğu'nun en tartışmalı ve stratejik su sistemlerinden biridir.

Her iki nehir de Türkiye'de doğar, Suriye'den geçerek Irak'a ulaşır ve Basra Körfezi'ne dökülür.

Bu yapı, Türkiye'yi yukarı havza, Suriye ve Irak'ı aşağı havza ülkeleri yapar.

Ama bölgedeki iç savaşlar, terör örgütleri ve devletler arası gerilimler bu teknik durumu stratejik bir krize dönüştürmüştür.

Türkiye ile Suriye arasındaki su gerginliği 1980'lerde arttı.

Türkiye, GAP kapsamında Fırat ve Dicle üzerine büyük barajlar kurdu.

Bu durum, Suriye'de su kıtlığı korkusunu tetikledi.

Aynı yıllarda Suriye, PKK'ya destek vermeye başladı.

Türkiye, bu desteği sadece güvenlik değil, su meselesine karşı bir misilleme olarak gördü.

PKK'nın Suriye'de kamp kurması ve Bekaa Vadisi'nde barındırılması, su krizini güvenlik sorununa çevirdi.

1990'da Türkiye, Atatürk Barajı'nı doldurmak için Fırat'ın akışını 30 gün durdurdu.

Bu adım Suriye ve Irak'ta büyük tepki yarattı.

Dönemin Başbakanı Turgut Özal, Suriye'ye su bırakılacağını açıkladı.

1987'de imzalanan protokol, saniyede en az 500 metreküp su verilmesini şart koştu.

Bu belge teknik bir anlaşma değil, Suriye'ye PKK desteğini sonlandırması için baskı aracıydı.

Ama Suriye desteği sürdürdü. Böylece su ve terör iki yönlü bir kriz başlığına dönüştü.
 

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

 

Suriye iç savaşı başladıktan sonra havza, teknik ve diplomatik bir mesele olmaktan çıktı.

Kontrolsüz aktörler sahneye girdi.

PKK ve uzantısı YPG, Fırat ve Dicle üzerindeki barajları zaman zaman taktik amaçlarla kullandı.

Tişrin ve Tabka barajlarının el değiştirmesi, bu yapıları savunma hattına çevirdi.

ABD destekli gruplar da barajları stratejik koz olarak gördü.

Su, devlet dışı aktörlerin de güç aracı oldu.

Irak, İran'dan gelen Karun Nehri'nin yön değiştirmesi ve Türkiye'den gelen akışın azalmasıyla daha büyük bir su krizine girdi.

Bağdat yönetimi Türkiye'ye sık sık tepki gösterdi.

2022'de Irak Cumhurbaşkanı, krizi "ulusal felaket" olarak tanımladı.

Türkiye ile yapılan görüşmeler yeniden canlandı.

Türkiye ise bu eleştirileri iklim koşulları ve mevsimsel değişimlerle açıkladı.

Suyun siyasete alet edilmesine karşı çıktı.

Üç ülke nehrin statüsü konusunda da anlaşamıyor.

Türkiye, Fırat ve Dicle'yi "sınır aşan su" olarak tanımlar ve ikili iş birliğini savunur.

Suriye ve Irak ise bu suları "uluslararası nehir" sayar ve çok taraflı denetim ister.

Şu anda Irak ve Suriye'nin kendi iç meseleleri su konusunu geri plana bıraktırıyor.

Ama bu durum geçici olabilir. İklim kriziyle kuraklık ve çölleşme daha da artıyor.

Bu da Fırat-Dicle Havzası'nı gelecekte gerginliğin sıcak noktasına dönüştürüyor.


Mekong Nehri: Çin'in suyu silahsız ama sessizce kullandığı bölge

Mekong Nehri, Çin'in Yunnan bölgesindeki Tibet Platosu'ndan doğar.

Myanmar, Laos, Tayland, Kamboçya ve Vietnam'dan geçerek Güney Çin Denizi'ne dökülür.

Yaklaşık 4 bin 900 kilometre uzunluğundaki bu nehir, tarım, balıkçılık, enerji ve taşımacılık gibi pek çok sektöre can verir.

Ama son yıllarda, yukarı havza ülkesi Çin ile aşağı havza ülkeleri arasında artan bir gerginliğin odağı haline gelmiştir.

Nehir, Çin'in bölgedeki siyasi ve ekonomik etkisini artırma stratejisinin bir parçası olmuştur.

Çin, 1990'lardan bu yana Mekong'un yukarısında barajlar inşa ederek su akışını kontrol etmeye başladı.

Jinghong ve Nuozhadu gibi büyük hidroelektrik projelerle mevsimsel akışı yönlendirme gücü kazandı.

Bu durum, aşağı havza ülkeleri için ciddi ekonomik ve çevresel sorunlar doğurdu.

Laos ve Tayland Çin yatırımlarına bağımlı kaldı. Vietnam ve Kamboçya ise tarım ve balıkçılığa bağlı oldukları için akıştaki değişimlerden daha ağır etkilendi.

Mekong Deltası'ndaki tuzlu su istilası ve tarım alanlarının kaybı, Vietnam'ı en kırılgan ülke haline getirdi.

Çin, Mekong'un yönetimi için bağlayıcı uluslararası anlaşmalardan kaçındı.

Bunun yerine Lancang-Mekong İşbirliği gibi Pekin merkezli platformlara yöneldi.
 

Güney Çin Denizi'ndeki tartışmalı sularda Çin'in petrol sondaj kulesi yakınındaki bir Çin gemisinin fotoğraflarını çeken Vietnamlı bir sahil güvenlik görevlisi / Fotoğraf: AFP
Güney Çin Denizi'ndeki tartışmalı sularda Çin'in petrol sondaj kulesi yakınındaki bir Çin gemisinin fotoğraflarını çeken Vietnamlı bir sahil güvenlik görevlisi / Fotoğraf: AFP

 

Bu yapılar, zayıf karar alma süreçleri, sınırlı veri paylaşımı ve bağlayıcılığı olmayan su tahsisi kurallarıyla dikkat çekti.

Mekong River Commission gibi kapsayıcı girişimler ya dışlandı ya da etkisiz hale getirildi.

Çin'in yukarı havzada veri paylaşmaması, kurak dönemlerde su tutması ve ani boşaltma kararları, ekonomik sorunların ötesinde sosyal krizlere yol açtı.

2019–2021 kuraklığında Çin'in barajları açmaması, Kamboçya'da elektrik kesintilerine, Vietnam'da ise milyonlarca çiftçinin susuz kalmasına neden oldu.

Aşağı havza ülkeleri artık Çin'in suyu baskı aracı olarak kullandığını açıkça söylüyor.

Bu durum bölgede "asimetrik çatışma" algısını artırdı.

Şu an sıcak bir çatışma riski düşük olsa da, Mekong çevresindeki bu gerilim, Çin'in su yoluyla nüfuz kurduğu yeni bir jeopolitik tablo ortaya çıkardı.

İklim değişikliği de akışları belirsizleştiriyor.

Su kıtlığı daha da büyüyor.

Mekong, Asya'daki düşük yoğunluklu su krizlerinin sembolü haline gelmiş durumda.
 


Amu Derya-Sir Derya Havzası: Orta Asya'nın sınır hatlarında kapanmayan bir kriz

Amu Derya ve Sir Derya, Orta Asya'nın iki büyük nehri ve Aral Gölü'nün ana su kaynaklarıdır.

Tarım ve enerji altyapısının temelini oluştururlar. Ancak Sovyetler sonrası dönemde bu suların paylaşımı daha karmaşık hale gelmiştir.

Yukarı havza ülkeleri Tacikistan ve Kırgızistan, barajlar yoluyla enerji üretimine öncelik verir.

Aşağı havza ülkeleri Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan ise suyu pamuk ve buğday üretimi için kullanmak ister.

Bu çıkar farkı, iş birliğini zorlaştırır ve zaman zaman sınır çatışmalarına yol açar.

Sovyetler döneminde merkezi planlama su yönetiminde denge sağlamıştı. 1991 sonrası ise ortak ve bağlayıcı bir yapı kurulamadı.

Tacikistan'ın Vakhsh Nehri üzerindeki Rogun Barajı, Özbekistan tarafından tehdit olarak görüldü.

Lider İslam Kerimov, bu barajın çatışma çıkarabileceğini açıkça söyledi.

Kırgızistan'ın Toktogul Barajı da suyu zaman zaman tutarak tarım alanlarını etkiledi.

Bu durum diplomatik krizler ve ekonomik misillemelere yol açtı.

2021'de Kırgızistan ve Tacikistan, sulama kanalları nedeniyle çatışmaya girdi.

50'den fazla kişi öldü, birçok köy boşaltıldı.

Bu olay, suyun milliyetçilik ve sınır egemenliğiyle nasıl iç içe geçtiğini gösterdi.

Özbekistan bir dönem barajlara karşı askeri müdahaleyi tartıştı.

Ancak son yıllarda daha uzlaşmacı bir tavır benimsedi.

İklim değişikliği, buzulların erimesi ve Aral Gölü'nün kuruması su krizini derinleştirdi.

Yetersiz dijital kontrol sistemleri ve güvensiz sınır geçişleri, havzayı sürekli tırmanan bir çatışma alanına dönüştürdü.

Sınırlı kaynaklar üzerindeki rekabet, suyu açık bir çatışma nedenine çevirdi.


Helmand Nehri: İran-Taliban arasında ısınan su sınırları

Helmand Nehri, Afganistan'ın Hindu Kush dağlarından doğar ve İran sınırına kadar uzanır. Su Afganistan topraklarında akar.

İran'ın Sistan ve Belucistan bölgesi bu suya tarım ve içme suyu için bağımlıdır. Bu durum suyu ulusal güvenlik meselesi haline getirir.

1973'te imzalanan Helmand Antlaşması, İran'a yılda 820 milyon metreküp su hakkı tanıdı.

Ama bu antlaşma hiçbir zaman tam uygulanmadı. Afganistan'daki savaşlar ve yönetim krizleri uygulamayı aksattı.

Taliban yönetime geldikten sonra İran anlaşmanın sürmesini istedi.

Taliban ise iç ihtiyaçları öne sürerek talepleri reddetti.

2021 sonrası artan kuraklık, su krizini şiddetlendirdi.

İran Cumhurbaşkanı Reisi, 2023'te Taliban'ı açıkça uyardı. İran Devrim Muhafızları sınıra asker yığdı.

İran medyası Helmand'ı "can damarı" olarak tanımlarken, Taliban teknik nedenlerle su verilemediğini savundu.
 

İran ve Taliban, aralarındaki çatışmaların çevresel sorunlardan kaynaklandığını açıkladı. Gerçek şu ki bu sorun Tahran'ın Helmand Nehri'nin sularından aldığı pay / Fotoğraf: AFP
İran ve Taliban, aralarındaki çatışmaların çevresel sorunlardan kaynaklandığını açıkladı. Gerçek şu ki bu sorun Tahran'ın Helmand Nehri'nin sularından aldığı pay / Fotoğraf: AFP

 

27 Mayıs 2023'te Nimruz'da iki taraf çatıştı. 5 asker öldü.

Bu olay su meselesinin hızla sıcak çatışmaya dönüşebileceğini gösterdi.

İran, sorunu BM'ye taşımaya çalıştı.

Taliban ise antlaşmaları tanımadığını yineledi.

Helmand krizi sadece çevresel değil, aynı zamanda güvenlik riski taşıyor.

İran'ın sınır illerindeki göç, üretim kayıpları ve toplumsal huzursuzluk, bu nehrin istikrarı etkileyen bir unsur olduğunu gösteriyor.

İklim krizi ve Taliban'ın diplomatik yalnızlığı, bu hattı gelecekte yeni çatışmalara açık hale getiriyor.


Sular yükselmiyor, riskler yükseliyor

Su, artık yalnızca bir doğal kaynak değil; ulusal güvenlik doktrinlerinin, sınır politikalarının ve bölgesel güç mücadelelerinin merkezine yerleşmiş stratejik bir unsur hâline gelmiştir.

Nil, İndus, Fırat-Dicle, Mekong, Amu Derya ve Helmand nehirleri üzerinden yürütülen çatışma pratikleri, suyun enerji üretimi, tarım ve içme suyu gibi temel ihtiyaçların ötesinde jeopolitik baskı unsuru olarak işlevselleştirildiğini açıkça göstermektedir.

Nehirler arasında savaş çıkarma ihtimali en yüksek olan Nil Nehri, Mısır ve Etiyopya arasında açık savaş tehdidini içeren açıklamalara ve askeri hazırlıklara sahne olmaktadır.

İndus Nehri, nükleer silahlı Hindistan ve Pakistan arasında baraj projeleri üzerinden savaş riski taşımaktadır.

Helmand Nehri, İran ve Taliban arasında yaşanan fiilî çatışmalarla sıcak cephe olma potansiyelini en üst düzeyde taşımaktadır.

Fırat-Dicle Havzası ise doğrudan savaşa yol açmasa da vekil aktörlerin kontrolünde sürekli gerilim üretmektedir.

Amu Derya–Sir Derya'da yaşanan çatışmalar sınırlı kalmakla birlikte, iklim krizinin etkisiyle gelecekte büyük bir krize dönüşebilir.

Mekong Nehri ise Çin'in suyu bir nüfuz aracı olarak kullanması nedeniyle doğrudan bir sıcak savaş alanı olmasa da sürekli bir asimetrik gerginlik üretmektedir.

Su krizleri artık yalnızca teknik veya çevresel meseleler değildir; doğrudan güvenlik stratejilerinin, erken uyarı sistemlerinin ve çok taraflı denge mekanizmalarının konusu olmalıdır.

Çünkü 21'inci yüzyılın savaşları belki su için çıkmayacak.

Ama su, savaşların gerekçesi, bahanesi ve arka planındaki itici güç olarak çoktan sahneye çıktı.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU