İsrail asıllı dünyaca ünlü psikiyatr Gabor Maté ve birlikte hareket etmekte olan bir grup İsrailli barış savunucusu günlerdir tüm dünyaya mesajlarını yaymaya ve barış tohumlarını bizzat Israil toprakları içinden ekmeye çabalıyorlar.
Bu oldukça değerli. İnsanî sorumluluk hissederek yaptıkları bu eylemin ne kadar riskli, ancak bir o kadar da anlamlı olduğunu biliyorlardır, eminim.
Emin olduğum bir başka şey de aslında kendi halklarını Netanyahu'dan daha çok sevip, memleketlerini ondan daha iyi kolladıkları.
Ateşkes talebiyle bizzat İsrail ve Ortadoğu barışı için, günlerdir "ülkemizi ve bölgemizi yıkıma sürükleyen radikalleri durdurmak, aşırılıklarına bir son verebilmek için bize katılın" diye her platformda seslerini duyurmaya gayret ediyorlar.
Duymalıyız, duyurmalıyız…
İsrail'e ve barışsever Yahudi halkına yardım etmeli
Modern askeri müdahalelerin psikolojik arka planını anlamak isteyenler, insanlığın savaşlar tarihine bir de psikopolitik perspektiften bakmalıdır.
Zira o savaşlar ve katliamlar tarihi, nice ruh sağlığı şaibeli lider tarafından yazılmıştır.
Gel gör ki o bozuk ruhların bozgunculuklarından düşmanları kadar kendi halkları da çekmiştir.
Nasıl ki Hitler'in psikopatolojisi –komorbid* diye adlandırılabilecek pek çok tanısı olduğundan tek bir etikete indirgeyemeyiz malum- tüm Almanları kapsamıyorsa; Mussolini'nin narsizmi İtalyanları narsist, Nixon'ın alkolizmi Amerikan halkını alkolik, Kaddafi'nin narsizmi bile aşarak eskilerin tabiriyle megalomaniye varan sanrıları halkını manyak yapmıyorsa, Netanyahu'nun siyonazist kişilik bozukluğu da tüm Yahudi halkını bağlamaz.
İsrailli barış savunucusu bu insanların içeriden gelen sesi; biraz da bu nedenle, kendi halkları adına verdikleri bir milli onur mücadelesidir de kanımca.
Ateşkes ve barış talep edenler Israil'de herkesin çatışmacı olmadığını ve zulmün herkes tarafından onaylanmadığını dünya bilsin istemekteler…
Ancak bu; İsrail'in, kökenlerini, yalnızca son dönem politikalarında değil, 20'nci yüzyıl başındaki sömürgecilik, emperyalizm ve milliyetçilik süreçlerinde bile bulabileceğimiz çatışmacı kimliğini görmezden gelmemize de yetmiyor.
Araplarınki kadar Yahudilerin hikayesi de otantiktir
Evet, İsrail'in güvenlik kaygıları gayet anlaşılabilirdir.
Yaşanmış bir Holokost travması göz ardı edilemez.
Eden de yoktu zaten; hatta belki de travmayı gözeterek onları önceleyen korumacı tavır ve dilin ta Balfour Deklarasyonu'ndan beri kullanılagelmesidir bugün bu ateş çemberini yaratan.
Zira Yahudileri "bir halk" olarak tanımlarken, Arapların "topluluk" muamelesi görmesine yol açmış o deklarasyon, çatışmanın temelini belki de bu hiyerarşik dille atmış, işgaller kalıcılaştıkça şiddet sarmalı da büyümüştür.
Esasen bu karmaşık tarihsel yapıyı siyasi aktörler üzerinden değil de insan hikayeleri üzerinden ele alacak olursak göreceğiz ki Araplarınki kadar Yahudilerin hikayesi de otantiktir.
Ve bugün bizzat içeriden Yahudi halkından gelen bu barış talebi bize onlara yardım etmek zorunluluğumuzu hatırlatmalıdır.
Nitekim siyasi liderleri şahsi korkuları nedeniyle halkının çağrısını duymuyor ve her korkunun ecelini çağırması gibi bu aşırılıkçı haliyle kendi sonuna koştuğunu fark edemiyor.
Oysa ne diyor şair Gülten Akın;
Tohum ekenlerin, fide dikenlerin; kimse durduramaz yağmurunu, güneşini kimse kesemez.
Er ya da geç o tohumlar tutacak, barış gelecektir.
*Komorbidite, bir kişide aynı anda birden fazla hastalığın veya bozukluğun bulunması durumudur.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish