Zamanın ruhuna karşı durmak: Sanatçı Gerçekten özgür mü, piyasaya teslim mi?

Vahap Aydoğan Independent Türkçe için yazdı

Sanat, bir dönemin ruhunu, insanın varoluş sancılarını ve toplumsal belleği taşıyan en güçlü ifade biçimlerinden biriydi.

Ancak günümüzde sanatsal değerin belirlenmesi; estetik ya da düşünsel derinlikten çok, dolaşım hızı, görünürlük ve finansal değer üzerinden yapılır hale geldi.

Bu dönüşüm, yalnızca sanat eserinin algılanışını değil; sanatçının üretim sürecini, niyetini ve yaratma dürtüsünü de doğrudan etkiliyor.

Sanat, dolaşıma girdiği anda artık yalnızca görülmekle kalmıyor, aynı zamanda satılmak zorunda kalıyor.

Bu zorunluluk, sanatçının yaratıcı alanına dışarıdan yön veren, görünmez ama son derece güçlü bir müdahale biçimine dönüşüyor.

Sanatçı, artık sezgisel itkilerinden değil; hangi biçimin daha çok satılacağı, hangi kavramın gündemde olduğu ya da hangi galeriye ve küratöre uygun üretim yapması gerektiği gibi kaygılardan yola çıkıyor.

Böylece üretim, içsel bir anlatı olmaktan çıkarak bir pazar stratejisinin parçasına dönüşüyor.

Sanat tarihi boyunca sanatçının özgürlüğü, çoğu zaman iktidarlarla sınanmış; kralların, padişahların ve tanrı-kral figürlerinin hizmetine sunulmuştur.

Ancak o dönemlerde bile sanat, kutsal ya da politik bir işlev taşısa da, anlam üretme amacı güderdi.

Oysa günümüzde sanat, anlamdan çok dolaşımın bir parçası olmaya zorlanıyor.

Yani üretim süreci artık yalnızca içerikle değil, sermayenin biçimsel talepleriyle de şekilleniyor.

Bu durum yalnızca bireysel sanatçıyı değil, sanatın toplumsal işlevini de tahrip ediyor.

Sanat, bir eleştiri alanı olmaktan çıkıp onaylanma ve beğenilme mecrasına dönüşüyor.

Koleksiyonerin zevki, galeri sahibinin beklentisi ya da bienalin teması, sanatçının yönünü belirleyen unsurlar haline geliyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Osya sanat yön almaz; yön verir.

Takip etmez; öngörür.

Sanatçının yaratıcı duruşu, geçmişin izlerini taşıdığı kadar, henüz söylenmemiş olana da alan açmalıdır.

Bugün ise sanat, adeta bir finansal enstrüman gibi işlev görüyor.

Sanatçının ürettiği her eser, bir yatırım aracına dönüştüğü anda yaratım sürecine duyulan inanç da sarsılıyor.

Bu sarsılma, sanatçının iç sesiyle değil; dışsal talep ve beklentilerle konuşmasına yol açıyor.

Böylece yaratıcı özgürlük, piyasa koşullarının estetik filtrelerinden süzülmek zorunda kalıyor.

Rönesans’tan itibaren sanat, özgürleşme çabasına girmişti.

19 ve 20'nci yüzyılın büyük sanatçıları ise yalnızca estetik bir devrim değil, aynı zamanda toplumsal bir vicdan da taşıyorlardı.

Nâzım’ın, Frida’nın, Tolstoy’un, Brecht’in üretiminde gördüğümüz şey tam da budur: Sanatın, toplumsal bir sorumluluk alanı olması.

Oysa bugün bu alan giderek daraltılıyor.

Sanatçının duygu dünyası, ancak “sunulabilir” olduğu ölçüde dolaşıma girebiliyor.
 

 

Burada sorulması gereken asıl soru şu:

Sanatçı gerçekten özgür mü?

Yoksa yalnızca sermayenin beğenisini estetikle kamufle eden bir araca mı dönüşmüş durumda?

Sanat, kültürel bir miras olmaktan çıkıp alınıp satılan bir “mal” haline geldiğinde, toplumla sanat arasındaki bağ kopar.

Çünkü kültürün ticarileştiği yerde sanat, halktan değil; egemen sınıfın taleplerinden beslenmeye başlar.

Elbette sanatçı eserini satabilir. Ancak burada belirleyici olan, satışın varlığı değil; üretimin niyetidir.

Bir eser yalnızca satılmak için yaratıldığında, yaratım süreci öngörüsüzleşir, yüzeyselleşir ve nihayetinde ruhunu yitirir.

Bu da sanatçıyı bir yaratıcı olmaktan çıkarır; onu yalnızca arz-talep dengesi içinde konumlanan bir “tedarikçiye” dönüştürür.

Oysa sanatçı, toplumun yalnızca bir aynası değil; aynı zamanda pusulasıdır.

Çoğu zaman suyun akışına göre değil, akışa karşı yürür.

Bizi henüz bilmediğimizle karşılaştıran, düşünemediklerimizi görünür kılan, unuttuklarımızı hatırlatan kişidir.

Bugünün sanat piyasası ise bu yaratıcı karşı duruşu törpülüyor.

Sanatı bir tanıtım malzemesine, sanatçıyı da bir markaya dönüştürüyor.

Oysa sanat, hiçbir zaman yalnızca bir markanın estetiğine indirgenmemeliydi.

Aksine, zamanın çürüyen yüzeyini kazıyan bir araç; içsel hakikatin biçim kazanmış hâli olmalıydı.

Ve biliyoruz ki:

Kalıcı ve ölümsüz eserler, zamanın ruhuna uyum sağlanarak değil; ona karşı durularak yaratılmıştır.


Sanatla, dirençle ve sezgiyle kalın.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU