Düşünün: 2025'in bir yaz gecesi, Pasifik'in tam ortasında, ufukta hiçbir ışık yokken, Çin donanmasının en yeni uçak gemisi sessizce yol alıyor.
Geminin komuta odasında kimse GPS ekranına bakmıyor; çünkü gerek yok.
Başlarının tam 550 kilometre üstünde, Qianfan takımyıldızının binlerce uydusu saniyede yüzlerce lazer sinyaliyle birbirine veri fısıldıyor ve gemiye "buradasın" diyor.
Aynı anda, 36 bin kilometre yukarıda, jeosenkron yörüngede sessiz bir Çin uydusu, Amerikan erken uyarı uydusunun yanına usulca yaklaşıyor; bir robot kol uzanıyor, nazikçe bir kabloyu kesiyor ve dünyanın en güçlü ordusunun gözü bir anda kararıyor.
Bu bir bilimkurgu filmi değil.
Bu, Çin'in şu anda, bugün, her gün biraz daha gerçeğe dönüştürdüğü senaryo.
Çin'in uzay hikâyesi, bir intikam ve yeniden doğuş hikâyesidir.
19'uncu yüzyılın aşağılanmalarını, 20'nci yüzyılın "hasta adam" damgasını silmek isteyen bir ulus, gökyüzünü merdiven yaptı.
1956'da Qian Xuesen1 Amerika'dan kovulup Çin'e döndüğünde yanında sadece birkaç bavul ve kafasında balistik füzelerin matematiği vardı.
O matematiğin üstüne 70 yıl sonra bugün ayın karanlık yüzünden toprak getiren robotlar, kendi uzay istasyonunda 6 ay kalan taykonotlar ve dünyanın etrafını sıkı sıkıya saran bir uydu ağı inşa edildi. Çin, uzayı ele geçirmiyor; uzayı yeniden yazıyor.
Her şey inanılmaz bir hızla oluyor.
2024'te Çin, bir takvim yılında 104 kez roket fırlattı; 2025'te bu sayı 120'yi aştı.
Her fırlatışta gökyüzüne ortalama iki üç uydu bırakıyorlar.
Deniz üstündeki yüzer platformlardan kalkan roketler, yeniden kullanılabilir ilk kademeleriyle Pasifik'e geri iniyor; daha motorlar soğumadan bir sonraki fırlatış hazırlanıyor
Bu, bir fabrika ritmi. Uzay, Çin için artık bir sınır değil, bir üretim bandı ve o üretim bandının en büyük ürünü Qianfan (Bin Yelken).
2029'a kadar 15 binin üzerinde uydudan oluşacak bu dev ağ, Starlink'in doğrudan rakibi.
Ama bir farkla: Starlink özel bir şirketin hayali, Qianfan ise devletin hayali.
Her uydu, hem sivil hem asker için çalışıyor.
Bir köylünün telefonu köyde çekiyor, bir füze de okyanusun ortasında hedefini santimetreyle buluyor.
Aynı uydu, aynı sinyal, iki farklı müşteri.
Aradaki çizgi çoktan silindi.
Ay ise Çin'in yeni kıtası.
2019'da ayın görünmeyen yüzüne ilk inen ülke olduğunda dünya şaşırmıştı; 2024'te ay toprağını dünyaya getiren Chang'e-6 görevinde artık kimse şaşırmıyor, sadece not alıyor.
Çünkü herkes biliyor: Çin, ayın güney kutbundaki su buzullarını buldu ve orası artık onun. Su demek oksijen demek, hidrojen demek, roket yakıtı demek.
Ayda bir benzin istasyonu kurmak üzere olan tek ülke Çin.
2030'dan önce taykonotların ayda yürüdüğünü, 2035'ten önce de orada kalıcı bir üssün ışığının yandığını göreceğiz.
Ve o üssün kapısında "Hoş geldiniz" yazmayacak; çünkü davetiye göndermiyorlar.
Rusya gelecek, Pakistan gelecek, hatta belki Venezuela gelecek.
Bu size şaka gibi gelebilir. Amerika ise kendi Artemis koalisyonuyla ayın başka bir köşesinde kamp kuracak.
Ay, Soğuk Savaş'ın yeni Berlin'i olacak; ama bu sefer duvar değil, kraterler ayıracak iki tarafı.
Peki ya savaş çıktığında ne olacak?
Çin bunu çok uzun zamandır düşünüyor.
1991 Körfez Savaşı'nı izlerken generaller not aldı: Amerikan ordusu, uzay olmadan bir hiç.
O günden beri Çin'in bütün askeri doktrini tek bir cümleye dayanıyor:
Rakibin gözünü ilk saniyede oyma.
Bunun için ellerinde her şey var.
Yer tabanlı füzeler alçak yörüngedeki uyduları toz ediyor.
Lazer silahları, bir uydunun gözünü saniyenin onda biri içinde yakıyor.
Robot uydular, başka uydulara sessizce yaklaşıp ya sarılıyor ya da içlerine virüs enjekte ediyor.
Tabii, en korkutucu olanı: Çin, yüksek irtifada patlatılacak bir nükleer bombanın yaratacağı elektromanyetik darbe ile bir anda bütün bir yörünge kuşağını karanlığa gömebileceğini biliyor.
Kimse bunu yapmak istemez; çünkü gökyüzü çöplüğe döner ve kendi uyduları da ölür.
Ama Çin şunu da biliyor: Caydırıcılık, bazen "ben deli olabilirim" diyebilmekten geçer.
ÇKP bu oyunun hem senaristi hem yönetmeni.
Şi Cinping, uzay istasyonuna bağlandığında genç taykonotlara "Uzay rüyasını birlikte gerçekleştireceğiz" diyor; ama herkes biliyor ki o rüya, sadece bilim değil, güçtür.
Her ay misyonu, her Mars görevi, iç politikada milyonlarca gence "İşte bak, parti sizi nereye getirdi" mesajıdır.
Uzay, Çin'de milliyetçiliğin yeni katedrali oldu; içinde dua edilmiyor, sadece gururla bakılıyor.
Çin uzayı ele geçirirken aslında çok basit bir şey yapıyor: Sabırla, inatla, parayı ve zamanı doğru yere yatırarak, geri dönüşü olmayan bir momentum yaratıyor.
Bugün ayda bayrağı olan üç ülkeden biri. Yarın Mars'ta numune toplayacak ilk Asya ülkesi olacak.
Öbür gün ayda kalıcı üssü olan ilk ülke. Bir ihtimal, ondan sonraki gün, uzayın tartışmasız hâkimi.
Gökyüzüne baktığınızda artık yıldızları değil, Çin'in yeni imparatorluğunun ışıldayan noktalarını göreceksiniz.
O ışıklar, ne kadar parlaksa, yeryüzündeki gölgeler de o kadar koyu olacak.
Bu hikâye daha yeni başlıyor.
Üstelik Çin, son sayfayı çoktan yazdı; sadece biz henüz okumadık.
1. Qian Xuesen (1911-2009), Çin'in füze ve uzay programının kurucu babasıdır. Amerika'da Caltech ve MIT'de eğitim almış, jet itişi ve roket bilimi alanında dünyanın en önde gelen uzmanlarından biri olmuş, ancak 1950'lerde McCarthy dönemi cadı avında komünist suçlamasıyla sınır dışı edilince Çin'e dönmüş ve burada balistik füzeler ile uzay roketlerinin temelini atmıştır. Çinliler ona "Çin'in uzay babası" der; onun sayesinde Çin, 1970'te ilk uydusunu fırlatabilmiştir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish