Hüseynî hareketin felsefesi (I)

Hasan Kanaatlı Independent Türkçe için yazdı

Hz. Hüseyin hem özgür bir insandır hem de dünya özgürlerinin imamıdır.

Dolayısıyla onun ikinci doğum ayı olan Muharremi, tüm dünyadaki özgürce düşünüp özgürce yaşayanlara tebrik arz ediyorum.

Muharrem ayı ve özellikle de "aşura" günü, tüm tebrik ve kutlamaları hak etmiş bir aydır.

Bununla birlikte Muharrem ayını ve aşura gününü, İmam Hüseyn'i ölmüş kabul eden "ölü İslam" ümmetine de başsağlığı olarak taziyelerimi sunuyorum.

Daha doğrusu; dünyadaki özgür insanları, Hüseyin gibi bir lidere sahip bulunmalarından dolayı kutluyorum.

İmam Hüseyin'in o hareketinden dolayı kendilerine matem günleri oluşturan, ağlama meclisleri tertipleyen, yas alameti olan siyahlara bürünen, kendi elleri ya da ellerindeki zincirleriyle göğüs ve sırtlarını döven halk kesimine de baş sağlığı diliyorum.

Konuya bu giriş üzerinden bakar isek, diyebiliriz ki imam Hüseyin ile ilgili elimizde iki tür algı vardır (yani iki Hüseynimiz vardır):

  1. Biri özgür ve aydın insanların Hüseyni,
  2. Diğeri de normal halkın Hüseyni. 

İlk önce özgür ve özgürlerin Hüseyni'ni anlamaya çalışacağız.

Hz. İsa Mesih bir sözünde şöyle der:

Allah'ın melekutunu ikinci kez doğmadan göremezsiniz.


Yani Hz. İsa Mesih açısından bakıldığında; insan denilen bu varlığın insanlığının esası, "ikinci doğumdur" ve İmam Hüseyin "Aşura Günü" gerçekten ikinci kez doğmuştur.

Bu doğumu (şehadeti), ebedilik ve vicdanının yeniden doğmasıdır.

Aşura Günü, İmam Hüseyin (as)'ın vicdanında, tüm dünyayı aydınlatacak bir "vicdan nuru" patlaması vuku buldu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bundan dolayıdır ki, bizler "aşura" ve "erbain" simgeleriyle; insanlık, vicdan, özgürlük mücadelesi ve insani sıfatlarda tüm dünyanın önüne geçtiğimizi söylüyor ve bununla da iftihar ediyoruz.

Çünkü bizim dışımızda dünyadaki hiçbir inanç ve kültürün İmam Hüseyin gibi bir "vicdan örneği" mevcut değildir.

Fakat insanlardan büyük çoğunluğu bundan gaflettedirler.

Tabii ki biz burada özgürlükçüler mi avam mı, hangisi doğru ve hangisi yanlış, onun muhasebesini yapacak değiliz.

Biz burada İmam Hüseyin'in bu hareketiyle ilgili ilmi ve sosyolojik bir tahlilde bulunacağız.

Ve yine biz burada her iki kesimin düşünce çehresini aşikâr etmeğe çalışacağız.

Avam halka da aydın kesime de saygı ve sevgi çerçevesinde yaklaşacağız.

Kısacası; İmam Hüseyin ile ilgili hem aydın kesimin hem de dindar kesimin görüşlerini aktarmaya çalışacağız.

Dindar avam ile akılcı aydınların sahip oldukları farklı kültür ve farklı zihni kapasitelerinden dolayı, tabi ki farklı görüş ve düşünceleri de vardır ve bu da hayatın değişmez kuralıdır.

Böyle bir yasayı iptal etmek de ne mümkündür ve ne de doğrudur.

Yani avam kesimde duygu, aydın kesimde akıl hakimdir.

Dolayısıyla hem duygular uğruna aklı iptal etmek hem de akıl uğruna duyguları yok etmek doğru değildir. 

Nitekim akılcı aydınlardan kimileri, aklın uğruna tüm duygusal konuları reddedip atmaktalar.

Böylece de tüm "Hüseyni şiarları" yok saymaktalar.

Kısacası onlar, ağlamayı, mersiyeyi, siyah giymeyi ve ihsan vermeyi inkardan gelmekteler.

Tabii ki tek başına akıl insanı ayakta tutamaz.

Zira insan; akıl ve duygudan müteşekkildir.

Dolayısıyla, tek başına akıl donuktur ve kalbi taşlaştırır.

Ben, aydın ve kültürlü kesimi o olaylarla birlikte, onun vuku bulmasından sonrasına da bakmaya davet ediyorum.

Daha doğrusu, olayların vuku bulmasından sonra da bir görüş belirtmeleri gerektiğine inanıyorum.

Nitekim kimi Batı toplulukları da o kadar akılcı olmalarına rağmen, insanın yalnızca akıldan ibaret olmadığını, akıl ile birlikte duygu ve değerlerden de müteşekkil bulunduğunu söylerler.

Yani "akıl"; yalnızca insanı insan eden değerlerden biridir.

Her şeyin akıl ile elde edilmesi ise mümkün değildir. 

Aslında "din" de akıl ve akılcılık işlerinden değildir.

Din; aslında gönül işidir.

Tüm dinler, hatta tevhit, mead ve diğer itikadi şeylerin tümü akıl ile ispatlanamaz.

Nitekim ünlü feylesof Kant, bu konuyu "saf aklın tenkidi" isimli kitabında ispat etmiştir.

Dinî işler, insanın ihtiyacıyla birlikte onun hayaliyle oluşur.

Yani insanın hem dine hem duyguya ve hem de ahlaka ihtiyacı vardır.

Ahlakın tümü de akıldan değildir.

Akıl asla insana "ikram et" demez.

Ve insanın "isar"da bulunmasına da müsaade etmez.

İnsana "Niçin 'isar' da bulunuyorsun?" der.

Çünkü akıl maslahatçı ve menfaatçidir.

Fakat duygular öyle değildir.

Duygu, her insanın özünde mevcuttur, onların güçlendirilmesi gerekir.

Fakat akıl üzerinden değil, din üzerinden ve dinin desteğiyle güçlendirilmelidir.

Duygularda ise hem ifrat hem de tefritin bulunduğunu görüyoruz.

Yani, avam halk içerisinde, duygusal hadiselerde ifratın varlığını müşahede ediyoruz.

Öyle ki bu hususta avam halk adeta aklı iptal etmiştir.

Bundan dolayıdır ki, Hüseynî meselelerin avam halk nezdinde hurafelere boğulduğunu, yalan ve aldatmalarla dolu olduğunu görüyoruz.

Çünkü o meselede aklı bir kenara koymuşlardır. 

Cami ve Hüseyniyelerdeki kürsü sahipleri, İmam Hüseyn'in bu olayı üzerinden "mama dükkânı" açmışlardır.

O olayı geçim kaynağına dönüştürmüşlerdir.

Hiçbir yalanı, hurafeyi ve aldatmayı söylemekten çekinmemekteler.

Çünkü o meclislerde oturan insanlar onların sözlerini akıl üzerinden değil, duygular üzerinden dinlemekteler.

Bundan dolayıdır ki her yıl Muharrem ayında her taraf, zincirlerle kendilerini dövenler, milyarlarca lira harcamalar, sarf edilen zamanlar, kullanılan arabalar, tüketilen yakıtlar, kapatılan iş yerleri, hastaneler, okullar, bakanlıklar, milyonlarca insanın her taraftan bir araya gelip gerçekleştirdikleri yürüyüşler ve bu kadar insana verilen bedava yiyecek ve içecekler vs. bunların tümü, akıl olmaksızın duygularla yapılan işlerdir.

Maalesef bu "akılsız duygunun" tam karşısında, "duygusuz aklın" da yer aldığını görmekteyiz.

Yani akılcı ve aydın insanlar da bu hususlarda tam bir "tefrit" içerisindeler.

Öyle ki onlar, İmam Hüseyin'in bu olayı karşısında kuşku duymaya başlamışlardır ve İmam Hüseyin hakkında gerçekleştirilen bu meclislerin hiçbir faydasının olmadığını ve boş şeyler olduğunu söylemekteler.

Kısacası, bu aydın kesim de tüm bu olayları bir kenara atmışlardır.

İşte avamın ifratı aydınların eline bahane vermişken, aydınların da tefriti avam ve avam mollalarının eline bahane sunmuştur.

Avamın din adamları halka: "Şu aydınları görüyor musunuz? İnsanları bozup ters düz ediyorlar" diyor ve bununla halkı aydınlar ile korkutup, insanları daha çok meclisler tertiplemeye ve hurafelere sarılıp onlara sahiplenmeye sevk ediyorlar.

Sonuçta da onlar üzerinden daha çok dünyalık topluyorlar.

Bu ifrat ve tefrit durumu, yalnızca biz Müslüman topluluklara has bir durumdur.

Bundan dolayı imam Hüseyin'in bu olayı için bilginleri ilmi bir çalışmaya davet ediyorum.

Yani, İmam Hüseyin'in gerçekleştirdiği bu harekât, bir üslup ile anlaşılmalıdır.

Daha açık söylemek gerekirse, imamın o harekâtı iki boyuttan ele alınmalıdır.

Biri duygusal boyuttan (ki bu da çok önemlidir.), diğeri de vicdanî, ahlakî ve insanî değerler boyutundan.

Birinci (duygusal) boyut ile avamla havas cenahını (genel halk ile aydınları), birbirinden ayırt etmemiz mümkündür.

Yani "İmamın bu kıyamına bakışından yola çıkarak" kimin avam ve kimin de aydın olduğunu anlamak mümkündür. 

Aydınlar imamın bu kıyamının "vicdanî" bir kıyam olduğunu düşünüyorlar.

Diğer bir ifadeyle aydınlar imamın bu kıyamının, yalnızca "ahlaki" ve "insani değerler" üzerine kurulu olduğunu kabul ederler.

Yani, bunlara göre İmam Hüseyin bu kıyamıyla, zalimlere karşı durmak ve mazlumları korumak ve hakları ihya etmek için kıyam etmiştir.

İmam Hüseyin'in kıyamındaki en temel hedef bunlardır.

Kısacası aydınlar açısından imamın kıyamı, "vicdanî" bir kıyamdır.

Oysaki avam halk imamın bu kıyamının İslamî ve dinî bir kıyam olduğunu düşünmekteler. 

Şayet İmam Hüseyin (as)'ın kıyamının İslam için yapılan bir kıyam olduğunu ve dini korumak için yapıldığını kabul eder isek, o taktirde imamın bu kıyamında bir hedefinin ve perde gerisinde bir düşüncesinin bulunduğunu da kabul etmemiz lazım.

Fakat ahlaki ve vicdani hareketlerde, onun perde gerisinde ve kendisi dışında bir hedefinin bulunması mümkün değildir. Yani hedef, bütünüyle o hareketin kendisidir.

Kısacası, bunun böyle olması, o amelin ahlakî ve vicdanî oluşunun göstergesidir.

Fakat dini hareketlerde her zaman bir amaç mevcuttur.

Diğer bir ifadeyle, dini bir hareket denildiğinde akla gelen şey, insanın o hareket ve amelden cenneti ve sevabı kazanması, cehennem ve ilahi azaptan uzaklaşmasıdır.

Bunlar (cennet ve cehennem), "dini amellere verilen unvanlardır."

Şayet İmam Hüseyin'in bu kıyamıyla cenneti talep ettiğini, cehennem azabından kurtulmak istediğini ve İslam'ı savunduğunu düşünür isek, o taktirde imamın bu hareketinin "ahlaki" ve "vicdani" bir hareket değil, "dini" bir hareket olduğunu kabullenmemiz gerekir.

Çünkü vicdani ve ahlaki hareketlerde, hareketin dışında asla bir hedef gözetlenmez.

Örneğin, gözünüzün önünde bir çocuk ateşe ya da suya düşecek bir halde olur ise, anında onu tutup kurtarırsınız, ya da anne ve babanızın ziyaretine gittiğinizde, asla bunu bir sevap almak kastıyla yapmazsınız.

Şayet "sila-i rahimde bulunmak ömrü uzatır" hadisi üzerinden bu düşünceyle gider iseniz, o taktirde yapılan bu hareket, ahlaki bir hareket değil, dini bir hareket olmuş olur.

Konunun daha iyi anlaşılması için bir örnek daha vereyim: 

Yoksul birine sadaka veriyorsunuz. Şayet verdiğiniz bu sadaka onun ihtiyacını gidermek içinse ve başka bir gaye taşımıyorsa bu, 'ahlaki' ve 'vicdani' bir hareket olur. Şayet ona o sadakayı verirken sevap kazanma diye düşünülür ise bu, 'dini' bir hareket (davranış) sayılır.


İmam Hüseyin'in kıyamı da şayet İslam içindir dersek, bunun bu hareketinin "dini" bir hareket olduğunu kabul etmiş sayılırız.

Fakat biz ısrarla imam Hüseyin'in bu hareketinin dini değil, "vicdani" ve "ahlaki" bir hareket olduğunu söylüyoruz.

Çünkü imam Hüseyin'in bu hareketindeki hedefi ne cennet idi ne de cehennemden kurtuluş ve İslam'a yardımda bulunmaktı.

Zira İmam Hüseyin'in sözlerinde "İslam tehlikededir, ben onu o tehlikeden kurtarmak için kıyam ediyorum" geçmiyor.

Çünkü İmam Hüseyin çok iyi biliyordu ki Allah Kur'an'da, İslam dininin kıyamete kadar korunacağını tekeffül etmiştir.

Dolayısıyla İmam Hüseyin bu hareketini, onu davet eden o mazlumları korumak ve onların davetlerine icabet etmek için gerçekleştirmiştir.

Nitekim şöyle diyor:

Ben, makam elde etmek (eşir), büyüklenmek (beter), bozgunculuk çıkartmak ve zulmetmek için çıkmadım. Benim çıkış/hareket hedefim; ceddimin ümmetini ıslah etmektir…


İşte İmam Hüseyin'in kıyamının özündeki bulunan hedef, "ıslah" talebinde bulunmaktır.

(Islah ile sulh aynı kökten geliyor.)

Şayet imamın bu hareketinden maksadın İslam ve din olduğunu söyler isek, dünyadaki tüm Şiilerin dini sloganları, imamları ziyaretleri, yaptıkları tüm davranışları ahlakî değil dinî olur.

Yani İmam Hüseyin'in ziyaretine gidenler, İmam Hüseyin için değil, sevap kazanmak için gitmiş olurlar ya da onun kendilerine şefaatçi olması için giderler.

Ve bu da çıkarcılıktan başka bir şey değildir.

Fakat aydınlar (yani Hüseyin'in bu hareketinin "vicdanî" ve "ahlakî" olduğunu kabul edenler), her zaman "Biz ziyarete Hüseyin'in kendisi için gideriz, cenneti kazanmak ya da onun şefaatini almak gibi şeyler için gitmeyiz düşüncesini taşırlar."

İşte buradan, gayrimüslimlerden vicdan sahibi olanların, niçin İmam Hüseyin'in ziyaretine geldiklerini de anlamış oluyoruz.

Çünkü onlar, Hüseyin'in dinine iman etmiyor ve onun dini için gelmiyorlar, onun bizzat kendisi için ve kendisini insanî değerler uğrunda feda ettiği için onun ziyaretine geliyorlar.

Evet, dünyadaki özgür insanlar, gerçek anlamda imam Hüseyin'i ziyaret ediyor ve ona tazimde bulunuyorlar.

Sizler, nasıl ki baba-annenizi ziyaret ederken o ziyaretten herhangi bir sevap beklemiyor iseniz, onlar da imamın ziyaretinden herhangi bir sevap beklememekteler. İşte bu, ahlaki bir ameldir. 

Fakat şayet baba-annenin ya da sıla-i rahim ziyaretlerinin yapılması sevap almak için gerçekleştirilir ise bu, ahlaki bir davranış olmaz.

Ego ve nefis için ve yine çıkar elde etmek kastıyla yapılan bir davranış olur.

Daha doğrusu bu türden bir ziyaret, kıyamet günü sevap elde etmek ve cennete gitmek maksadıyla yapılır.

Dolayısıyla, dindarların egolarından kurtulmalarını söylemek mümkün gözükmüyor.

Yani diyebiliriz ki diğer normal insanların tersine, dindarların enaniyetleri dünyadan başlayıp, ta ahirete kadar genişletilmiştir.

Çünkü genelde insan denilen bu varlık, egoist/bencil bir varlıktır.

Aslında "ahlaki davranış"; kendini değil başkasını sevmektir.

Şayet bir insan nefsinin esaretinden çıkabilir ve benliğini kırabilir ise, o taktirde başkasını da sevebilir. 

Şayet Allah'ı seviyor ve O'na ibadet ediyor ve bunun karşılığında da O'ndan bir şeyler bekliyor iseniz, o taktirde bu yaptıklarınız, kendinizi sevmenizden ötürüdür.

Burada Allah'a dair bir şey yoktur.

Çünkü o ibadetleri ya cenneti kazanmak ya da cehennemden uzak kalmak için yapmış oluyorsunuz.

Dolayısıyla İmam Hüseyin, ilk bakış açısına (aydınların görüşüne) göre özgürlüğün imamıdır, ikinci bakış (avamın bakış) açısına göre ise, kulların imamıdır.

Çünkü bunların görüşüne göre imam Hüseyin, bu hareketinde "vicdanî" ve "ahlakî" bir kasıt taşımıyordu, İslam dinine yardım etmekle sevap almayı düşünmüştü.

Bunların kendi hareketlerinin tüm çıkış noktası sevap kazanmak olduğu için, İmam Hüseyin'in de tüm yaptıklarının sevap kazanmak için yapıldığını, "vicdan" ve "ahlak" gereği yapılmadığını zannederler. 


İslam'daki kıyam türleri 

Müslümanların tarihine baktığımızda iki tür kıyamın (hareketin) var olduğunu görüyoruz.

Bunlardan birisi "Nebi"nin kıyamı, diğeri de İmam Hüseyin'in gerçekleştirdiği kıyamdır. 

Nebi'nin kıyamı dini kıyamdır.

İmam Hüseyin'in kıyamı ise "vicdani kıyam"dır.

Nebinin gerçekleştirdiği "dini kıyam", insanların tekamülünde tam anlamıyla yeterli olamadı.

Çünkü dini kıyam; bütünüyle vicdana ve duygulara dayalı bir kıyam değildir.

Zira dini kıyamda fetihler de söz konusudur.

Fetihlerden kasıt, batıl olarak bilinen kültür ve inançları yok etmektir.

Bunu gerçekleştirmek için ise, gerektiğinde erkekleri öldürmek, kadınları cariye almak ve mal-mülke el koymak gerekir.

Bu durum, nebiyle başlayıp 50 yıl devam etti.

Bunların tümü, İslam için yapıldı ve bu yapılanlar, tümüyle İslam dinine yardım etmek içindi.

Elbette ki doğru olanı da bu yapılanlardı. 

Bunu herkes söylüyor.

Nitekim Şiiler de gururla "İslam Ali'nin kılıcıyla ayakta durdu" derler.

Evet, doğrusu da odur.

İslam güç ile yayıldı.

Fakat bu yayılma, insanların vicdanını menfi yönden etkisi altına aldı ve gerçeği söylemek gerekirse, "insanî değerleri de ezdi".

Zira mücahit insanlar ve İslam ordusu bir bölgeye ya da bir şehre girdiklerinde çocuklara kıydı, kadın ve kızları cariye olarak aldı, erkekleri kılıçtan geçirdi, mal ve mülklere el koydu ve bu yapılanların tümü, 50-60 yıl devam etti.

Bu tutum ve davranışlar tabiatı gereği Müslümanların vicdanlarını da katletti.

Bundan ötürü birinin çıkıp da ölen bu vicdanları yeniden ihya etmesi gerekirdi.  

Bu da vuku buldu ve bunu yapan şahıs da İmam Hüseyin oldu. 

İmam Hüseyin, insanlığın ve İslam'ın kalbidir.

Evet, nebi bir din getirdi, putları ve cahiliyetten kalma birçok adetleri de yok etti, fakat bunların tümünü savaş kanalıyla gerçekleştirdi. Bilindiği üzere savaşlar, duyguları katleder.

Dolayısıyla, katledilen bu duyguların yeniden ihya edilmeye ihtiyaçları vardır.

Bundan ötürü de imam Hüseyin (as)'ın bu kıyamı, Müslümanların ölen vicdanlarını ihya etmek için kaçınılmazdı.

Aslında ne Kur'an'da ve ne de sahih hadislerde Müslümanlar arasındaki zulmün ve zalimin aleyhine bir kıyamın yapılması gerektiğine dair bir delil mevcut değildir.

Çünkü o dönemde hâkim güç Nebi'nin kendisiydi ve Nebi'den sonra da onun halifesi olduğunu iddia edenler ümmetin hakimiyetini ellerinde tutmuşlardı. 

Kur'an her zaman Müslümanları, yöneticilere destek olmaya davet etmektedir.

Çünkü yönetim, Nebi'nin yönetimiydi.

Nitekim Kur'an, "İtaat ediniz Allah'a ve itaat ediniz Resule ve sizden olan emir sahiplerine de" (Nisa :59) diye emreder.

Demek ki o dönemdeki hâkim otoriteye destek olmak zaruriyattandı.

Çünkü İslam hükümeti yeni teşekkül etmişti.

Yani, o dönemde İslam gelmeden önce Arap kabileleri dağınık bir şekilde yaşıyorlardı.

Nebi de geldi ve bunları bir araya toplayıp onlardan bir hükümet teşkil etti.

Bundan dolayı da o hükümeti destekleyecek ayetler gelmeliydi.

Fakat Nebi'den kısa bir zaman sonra hükümetler dini kullanmaya başladı.

Fetihleri gerçekleştirmek, ganimetler elde etmek ve halka tasallut kurmak için, "din"i bir araca dönüştürdüler. 

Evet, Nebi İslamî bir ümmet var etti ama, o ümmet içerisinde tam manasıyla "vicdanı" var edemedi.

Onu Ehl-i Beytine bıraktı.

Böylece Kur'an'ın yanına onları da koyarak ümmetine emanet etti. 

Kur'an, "Bugün size dininizi kâmil kıldım" (Maide: 3) buyurmuştur, amenna ki dinimiz Resulullah ile birlikte kemale ermiştir, fakat din, aynen anneden doğan bir çocuğun kâmil, yani hiçbir eksikliğinin olmadığı gibiydi.

Fakat çocuğun kâmil doğması, onun artık gelişmeye ihtiyacının kalmadığı ve bakıma muhtaç olmadığı anlamına gelmez.

Bebeğin sahiplenip, gıdası verilip ve böylece de gelişip büyümeğe de ihtiyacı vardır. 

İşte Ehl-i Beyt'ten olan imam Hüseyin de kâmil bir şekilde gönderilen o dinin gelişmesine yardımcı olmalıydı. O da öyle yaptı.

İmam Hüseyin (as) ortaya çıktıktan sonra, ümmet içerisinde iki kesim oluştu.

Bir kesimi, peygamberin de haber verdiği "insanlar yöneticilerinin dinine tabidirler" ifadesindeki gibi yöneticilerine ve mevcut sisteme tabi oldu ve onu onayladı.

Diğer bir kesimi de vicdanları üzerinden hareket edip özgürlüğü ve imam Hüseyin'in izinde oldu.

İmam Hüseyin'in o hadisesinden sonra sürekli bir şekilde her 10 veya 20 yılda bir, ümmet içerisinde iç isyanlar gerçekleşti.

Örneğin, "Tevvabun harekâtı", "Muhtar Sakafi harekâtı", "Abdullah b. Zübeyir harekâtı", "Zeyd b. Ali harekâtı", "Medine harekâtı", "Abbasiler harekâtı" vs. bu hareketlerdendi.

İslam ümmeti içerisinde oluşan bu ayaklanma harekatları, başka hiçbir ümmet içerisinde vuku bulmamıştır.

Bu durum ise, o ümmetin zindeliğinin göstergesidir.

İran Sasani devleti 500 yıl, içerisinde hiçbir hareket olmadan yaşamıştır.

Rum/Bizans devleti gelip onu ortadan kaldırana kadar devam etmiştir.

Yunan yönetimleri de öyle.

Bunların içerisinde nadiren de olsa bazı ayaklanmalar olmuştur.

Fakat İslam ümmeti öyle kalmamıştır.

Bu da imam Hüseyin'in bereketlerindendir.

Bunlar "vicdani harekâtlardır."

Evet, imam Hüseyin'den önce üçüncü halife Osman b. Affan'a karşı bir harekât oluşturulmuştu.

Fakat o harekât "vicdanî" bir harekât değildi, "ekonomik" bir harekattı.

Yani para ve mal için yapılmıştı. 

Osman, Müslümanların ortak malını kendi adamları arasında taksim ediyordu.

Halk da buna isyan etti.

Hiçbir tarihçi Osman'a karşı yapılan o harekatın, Osman'ın dinden çıktığı, saptığı, fasık ve facir olduğu için yapıldığını yazmamıştır.

Şayet öyle biri olsaydı, imam Ali asla onun can güvenliğini sağlama çabasında olmaz ve evine su göndermezdi.

Dolayısıyla imam Ali'nin bu harekâtı da "vicdanî" bir harekattı.

Bizler inanıyoruz ki imam Hüsyin'in harekâtı, özgürlüğün, ahlakın ve insanî değerlerin harekatıydı.

Çünkü onun bu harekattaki kastı; zulmü mazlumlar üzerinden kaldırmaktı.

Bunun dışında herhangi bir kastı yoktu.

Avam halkın İmam Hüseyin'in bu harekâtını ilk tahrif ettikleri yer, onu "bir İslami harekât" olarak görmeleridir.

Yani, imamın o harekâtını, "dini müdafaa harekâtı" olarak lanse etmeleridir.

Oysaki o dönemin hâkim güçleri, yönetimlerinin meşruiyetini "din"den alıyorlardı.

Dolayısıyla, hiçbir iktidarın dini ortadan kaldırmak istemesi mümkün gözükmüyordu.

Hatta kafir olan Moğol Hulaku Han dahi İslam topraklarına gelip oraları hakimiyeti altına aldığında, o da Müslüman oldu.

Onun Müslümanlığı kabul etmesi, aslında İslam dininin doğruluğunu kabul etmesi için değildi, onun kastı, iki "şehadet" kelimesini söylemekle kendini Müslüman gösterip milyonlarca Müslümanın kendine itaat etmesini sağlamaktı.

Çünkü Müslümanlara göre Ulü'l- emr'e itaat farzdır ve Hulaku Han da bunu biliyordu.

Bu inançtan dolayıdır ki Yezit 'ten sonra hilafet makamına gelip de fakat Yezit'ten daha kötü olan Emevî halifelerine dahi Müslümanlar itaat ediyorlardı.

Ayrıca İmam Hüseyin, sistemin merkezine bir şeyi yerleştirmek için harekât etmedi ya da sistemin başına geçmek için de böyle bir harekatta bulunmadı.

Dolayısıyla diyebiliriz ki imamın bu harekâtı "siyasi bir harekât" değildi.

Aynı şekilde "dini bir harekât" da değildi.

İmam Hüseyin'in bu harekâtı tüm insanların ve bizlerin de muhtaç olduğumuz "ahlaki bir harekattı."

Bunun için bizler imamın, "özgürlerin imamı" olduğunu söylüyoruz.

Fakat avam halkın ve onların sahip oldukları din adamlarının, imamın bu harekatının "dini bir harekât" olduğunu kabul etmekle o harekâtı boşa çıkarma ve güçsüzleştirme gafletinde olduklarını görüyoruz.

Oysaki din, o dönemde mevcuttu ama vicdan yoktu ve insanların da "vicdana" ihtiyaçları vardır.

Yani, o dönemlerdeki insanlara "korku" hakimdi.

Dönemin insanları ve özellikle de Kufe halkı İmam Hüseyin'in kim olduğunu çok iyi bir şekilde biliyorlardı.

Nitekim imamın kendisi de aşura gününde savaş meydanında Kufelilerden oluşan ordunun karşısına geçip defaatle kendisinin kim olduğunu onlara açıkladı.

Kufe halkı, Valileri olan İbn-i Ziyad'ın da kim olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Yezit'i de tanıyorlardı.

Buralardan bakıldığında, insanın aklı ile hak ve batılı bilmesinin ve bunları birbirinden ayrıştırmasının yeterli olmadığını görmekteyiz.

İnsanın hakkı bildikten sonra onu müdafaa etmesi için, çok güçlü bir vicdana da sahip olması gerekir.

Yani, vicdan olmadan bilginin bir faydası olmaz.

Vicdansız insan, aynen o dönemin Kufelisi, Medinelisi ve her zamanın Müslümanı gibi olur.

Çünkü onların tümünde ve Müslümanların birçoğunda vicdan ölmüştür.

Vicdan, yalnızca imam Hüseyin ile birlikte şehit edilen o 72 kişide mevcuttu.

İşte onları şehadete hareket ettiren ve Hüseyin'in safında yer almalarını sağlayan şey de "vicdan" idi.

Kısacası "vicdan", önemli etkendir.

Şayet din önemli etken olsaydı, İmam Hüseyin döneminde de birçok din alimleri vardı, onlar imamın katledilmesini ve çocuklarının esir alınmasını nehyedip önlerlerdi.

Ayrıca, İmam Hüseyin'in İslam ve Kur'an açısından döneminin yönetimine baş kaldırmama salahiyeti de vardı.

Çünkü sığınacağı birçok dini ve şer'i nedenler mevcuttu.

Nitekim kardeşi imam Hasan da öyle yapmıştı.

Yani, diyebilirdi ki ağabeyim imam Hasan da sulh etti ben de sulh ediyorum.

Nitekim o gerekçelerle Emeviler'e İmam Zeyne'l-Abidin, imam Muhammed Bakır ve İmam Cafer sadık da biat etmişlerdi.

Emevîler, Yezit'ten daha kötüydüler.

Örneğin, Velid, Kur'an'ı oklamıştı.

Bu melun, Yezit melundan daha kötüydü.

Bununla birlikte İmam Zeyne'l-Abidin buna biat etti.

Ayrıca diğer imamların tümü de Emevî ve Abbasi halifelerine biat etmişlerdi.

İmam Hüseyin de biat edebilirdi, çünkü dini gerekçeleri mevcuttu.

Fakat buna rağmen imam, bu gerekçelere ve dini naslara dayanmayı reddetti.

Batı'nının (vicdanının) sesine kulak vererek bu harekata teşebbüs etti.

Çünkü İmam Hüseyin, yalnızca Müslüman değildi, bununla birlikte bir de "vicdan insanıydı."

Bundan dolayıdır ki, bizlerin de vicdana ihtiyacımız vardır.

Yani, İslam'dan daha çok vicdana muhtacız.

Evet, hamdolsun şu anda 1,5 milyarın üzerinde Müslüman vardır.

Hüseyin'in zamanında da onlarca milyon Müslüman vardı, neredeyse dünyanın yarısına yakını Müslümandı.

Fakat maalesef ki vicdansız Müslümanlardı.

Öyle ki, onların tümü de mücahitti.

Yani mücahitler Müslümanların en seçkinleriydi.

Fetihlere gidiyorlardı.

O dönemde Rey şehrinin yönetimine talip olan o mücahit Müslümanlar, Kerbela'ya gelip imamı katlettiler.

Çocuklarını esir aldılar.

Çünkü onlarda vicdan yoktu.

O taktirde diyebiliriz ki vicdan olmadan dinin hiçbir faydası yoktur.

Dolayısıyla, Hüseyin' siz İslam'ın da hiçbir faydası yoktur.

Kısacası vicdansız insan, tıpkı kalpsiz insan gibidir.

(Buraya kadar söylediklerimiz, işin birinci boyutuyla ilgilidir.)
   


İkinci boyuta gelince;

"Vicdan"; özgürlüğü icap ettirir.

Hüseyin'in bu harekâtı "dini harekattır" diyenler, özgür insanlar değil, köle insanlardır.

Bundan dolayıdır ki İmam Hüseyin'i sürekli bir şekilde kendi çıkarları için kullanıyorlar.

Yani, bu kesim hala dahi benliklerinin esaretinden kurtulmuş değillerdir.

Bunlar İmam Hüseyin'i şefaat etmesi, onun üzerinden sevap kazanıp, rızık elde etmek için isterler.

Bundan dolayı şayet şifa, şefaat, rızık vs. yoksa, Hüseyin de yoktur.

Bilindiği üzere din adamları kürsülerden sürekli şu anonsu yaparlar:

İmam'dan hacetinizi isteyin, Ebu'l-Fazlı'dan isteyin, neye ihtiyacınız varsa onlardan talep edin ki versinler.


Bu şekilde hep o hakir nefsani arzularını ön planda tutarlar.

Acaba İmam Hüseyin'in yüceliği, yalnızca şu maddi şeyleri istemekten mi ibarettir? 

Aslında o türden din adamları, imamı bu türden taleplere vesile kılmakla halkı aldatıyorlar.

Hatta ihtiyaçlarını karşılasın diye Allah'ı dahi bir araç haline getiriyorlar.

Allah'a ibadet etme üzerinden onlara Cenneti, Hurileri ve sarayları vermesi gerektiğini ve Cehennem'den kurtarması şartını koşuyorlar.

Bu şekilde düşünen bir insan, gerçekte köle bir insandır.

Özgür insan ise, nefsani arzularının esaretinden kendini kurtaran insandır.

Önceden de işaret ettiğimiz gibi, Hz. Peygamber (sav) ile imam Hüseyin'in hareketinin farkı şudur:

Nebi Muhammed'in (sav) hareketi, dini bir harekattır. Çünkü dini getiren Nebidir. Fakat imam Hüseyin'in harekâtı "vicdanî" bir harekattır. 


Diğer bir farkı da şudur:

Nebi ve diğer enbiyanın getirdiği özgürlükler, nefsanî arzulardan özgürleştirmektir.

Buna felsefede "selbi özgürlük" denir.

Yani, Nebiler insanları bu türden özgürlüğe kavuşturmak için, sürekli bir şekilde "şehvete uymamayı, dünyadan uzak durmayı, ahireti talep etmeyi, hırs, tamah, cimrilik vs. gibi durumlardan sakınmayı vs." tavsiye ederler.

Tasavvuf erbabının nezdindeki özgürlük de öyledir.

Fakat imam Hüseyin'in bu harekatının insanlara verdiği özgürlük, "müspet özgürlüktür."

(Bu kavramları felsefe erbabı olanlar anlar.)

"Müspet özgürlüğü" şöyle izah edebiliriz: 

Örneğin bir insan hapis yatmaktadır. Sürekli bu hapisten nasıl kurtulacağı düşüncesindedir. Hep bunun hesabını yapıyordur. Dolayısıyla, bu düşüncesi sonucu, adam hapisten kurtulup özgürlüğüne kavuşmaktadır.


Yani insan, sürekli nefsani arzularının kafesine hapsolmuştur.

Onun o kafesinden dışarı çıkması ve kurtulması için ona diyorlar ki, "cennet var, cehennem var vs."

Bunu demekle de onu kafesinden dışarı çıkarmak istiyorlar.

Evet, o kafesten çıkıp özgür olabilir, fakat bu geçicidir.

Yani kıskançlığından, hırsından, şehvetinden, kibrinden vs. kurtulabilir, fakat yine de enaniyet kafesinden kurtulamaz.

Çünkü, bu sefer de sürekli cenneti, huriyi ve cehennemden uzak kalmayı ister, böylece de sürekli çıkarlarını düşünmüş olur ve bu düşünce, yeniden insanı köleleştirir.

Fakat İmam Hüseyin'in bu harekâtına ve o harekâtı içerisinde söylemiş olduğu sözlerine baktığımızda, onun nefsine asla kölelik etmediğini görmekteyiz.

Dolayısıyla imam Hüseyin'in bu harekatının bir "aşk" ve "vicdan" harekâtı olduğunu söyleyebiliriz.

Diğer bir ifadeyle; İmam Hüseyin'in bu harekâtı, yüceliğe ve insanî değerlere karşı, "aşk"ın bir harekatıdır.

Bencillik hırsını bir dinamit gibi parçalayıp dağıtacak olan tek şey de zaten aşktır.

Yani âşık olmak, nefsin etrafını çevreleyen hisardan insanın kurtulmasını temin eder.

Dindarlık ise, insanı gelecekte de nefsine köle eder.

Daha açıkçası dindarlık, insanın bencilliğinin daha da genişlemesine, yalnızca dünyayla sınırlı kalmayıp onun ahiretini kuşatmasına da vesile olur..

Nebi zamanındaki müşrikler, yalnızca dünyayı ve dünyeviliklerini düşünüyorlardı.

Onların egoları, yalnızca dünyevilikti.

Bu dünyevi enaniyetleri, tarihteki o denli harplerin, kıskançlıkların, düşmanlıkların ve kindarlıkların sebebi oldu.

Nebi de gelip bu daireyi genişletip şöyle dedi: 

Şu yoksulluklara sabredin. Kindarlığı, kıskançlığı ve düşmanlığı terk edin. Şayet iman eder iseniz, bunların tümünün karşılığını ahirette alırsınız.


Bundan dolayıdır ki Kur'an, sürekli olarak Müslümanlar ile ahlak mantığı üzerinden değil, ticaret mantığı üzerinden diyalog kuruyor.

Yani İslam, Allah ile irtibat kurma mantığını ahlaki değerler üzerinden değil, ticaret mantığı üzerinden kurmuştur.

Örneğin, Saff Suresi 10'uncu ayette şöyle demiştir:

Ey iman edenler. Sizi bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve peygamberi 'ne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz...

      
Tabii ki bu cihadın sonucu da ahirette cennet ve Huri olacaktır.

Yani bu türden iman etmeler, insanın enaniyetini yok etmiyor.

Yalnızca dünyadaki arzu ve isteklerini ahirete ertelemiş oluyor.

Evet bu güzel bir şey olabilir, fakat insanın enaniyetini yok etmez.

İnsanı başka bir insan eder.

Yani bu sefer de insan, dünyevi nefsini tatmin etmek için din ve uhrevi hayat ile insanları kandırmaya koyulur ve öteki alem inancı üzerinden insanların sırtına binmiş bulunur.

Belirli bir makama sahip olmak için, ne kadar anlamsız ve hurafeler varsa, dinin içerisine sokar ve bu hurafeler üzerinden belirli bir konum elde ettikten sonra da insanları kendilerine köleleştirmeye başlar.

İmam Hüseyin'in bu harekatının bir başka boyutu da "özgürlüktür."

"Özgürlük" insanın cevheri ve yapı hamurudur.

Batılılar bunu çok güzel keşfetmiş ve değerini anlamıştır.

Fakat bizim kürsü ehli din adamlarımız Batı'nın bu özgürlük anlayışını hem yanlış anlamış hem de yanlış anlatmaktalar.

Onların özgürlükten anladıkları şey, "hayvani özgürlüktür."

Onlar onu öyle anlayıp öyle de anlatıyorlar.

Aydın insanların bu özgürlükten yararlanıp, alkol aldıklarını ve fısk-ı fücurda bulunduklarını iddia edip duruyorlar. 

Aydınlar da bu gibi bir iddiada bulunan din adamlarına şu karşılığı veriyorlar: 

Aslında hayvani davranışlar cennette size ait bir davranıştır. Bizde böyle bir şey yoktur. Sizin cennetteki o özgürlüğünüze biz katlanamayız. Böyle bir hayvanlık bizde yoktur. Bizlerin talep ettiğimiz özgürlük, aslında insana ait özgürlüğe saygıdan ötürüdür. Bizde insanlık ve insanca özgürlük vardır. Özgürlük budur. Biz, dindarlar gibi cennette hayal ettikleri hayvani özgürlükte boğulamayız.


Emevîler tarafından İmam Hüseyin'in önüne koyulan özgürlük ise şöyle bir özgürlüktü: 

Ya Yezid'e biat edeceksin ya da öldürüleceksin.

Bunun üçüncü bir yolu yoktu.

Önceden de dedik ki, dini açıdan imam Hüseyin öldürülmemek için biat edip kendini kurtarabilirdi ve sığınabileceği birçok şer'i ve dini gerekçeleri de vardı.

Fakat imam ölüm ile kalım arasındaki özgürlük hakkını, dini gerekçelerin zahirinden yana kullanıp kurtulacağına, batınindeki vicdanından yana kullanıp ölümü tercih etti ve bu tercihiyle de özgürlük talep etmekle kemale erdi.

İmam Hüseyin'in özgürlüğü, Kur'an'da geçen, "İsteyen iman etsin isteyen inkâr etsin" (Kehif:29) türünden bir özgürlük değildi.

Yani, Kur'an'ın teklif ettiği bu özgürlük, suni bir özgürlüktür.

Oysaki özgürlükte asıl olan "vicdandan kaynaklanan özgürlüktür."

Kur'an'ın teklif ettiği bu özgürlüğün karşı tarafa hiçbir faydası yoktur.

Çünkü Kur'an önce; "İsteyen iman etsin isteyen inkâr etsin" diyor ve ayetin sonunda da:
"(Şayet inkâr eder iseniz:) Biz, zalimlere çeperleri kendilerini kuşatan bir ateş hazırladık. İmdat diyecek olsalar, yüzleri kavuran erimiş bakıra benzer bir su ile imdatlarına koşulur. Ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dinlenme yeridir" (Kehif: 29) diyor.

Kur'an'ın bu yaptığı, aynen klasik bir diktatör yöneticinin yaptığına benziyor.

O da halkına; "Siz özgürsünüz. İster benim kurduğum partiye/rejime/sisteme uyarsınız, isterse de diğer ideoloji ve görüşleri kabul edersiniz. Bunlarda özgürsünüz. Ama şayet başka hizip ve ideolojiyi kabul eder iseniz, sizi yakarım, hapse atarım, malınıza-mülkünüze el korum, evlatlarınızı öldürürüm, soyunuzu kuruturum vs." diyor.

Şimdi acaba bu özgürlüğe "özgürlük" denilir mi?

Dincilerin özgürlük vaatleri de bir tür böyledir.

İnsanlara; "özgürlük vardır", çünkü Kur'an; "İsteyen inansın isteyen inkâr etsin" diyor diye bu ayetten bahsediyorlar, fakat ayetin sonunun ne olduğunu söylemiyorlar, yani İmam Hüseyin'in özgürlüğünü pratiğe dökmemize ve amele dönüştürmemize müsaade etmiyorlar.

Kur'an önce; "İsteyen inansın isteyen inkâr etsin" diyor ve hemen peşince de ekliyor:

Biz, zalimlere çeperleri kendilerini kuşatan bir ateş hazırladık…


Peki inkâr edenleri niçin hemen o sözün peşince tehdit ediyorsun?

Hem de nasıl bir tehdit; kabir azabı, cehennem çukuru, ateş vs. bu kadar korkunç tehditlere rağmen din adamları diyorlar ki "sen hürsün."

İster iman edersin ister inkâr edersin. 

Hayır. Asıl özgürlük imam Hüseyin'in özgürlüğüdür.

İyi düşünüldüğünde imam Hüseyin'in her iki davranışı da onu rıza-i İlahi'ye (cennete) iltihak ederdi.

Yani, zamanının zalimi olan Yezid'e biat etmiş olsaydı, yine de dini gerekçeleri vardı ve cennete giderdi, ona isyan etse de cennete giderdi ve her iki harekâtı da doğruydu.

Fakat vicdana en yakın olanı, onun o yaptığıydı.

Kıyamın onun vicdanına en yakın olmasının alameti ise, o yapılanların yapana çok ağıra mal olmasıdır ve çok büyük acılar vermesidir.

Yani, onun ve her kesin vicdana dayalı yaptığı işlerinin eseri; "gördüğü zararın değere, çektiği acının ise şerefe dönüşmesidir."

İmam Hüseyin Kerbela meydanında şöyle dedi:

O zina zade oğlu zina zade (İbn-i Ziyad) beni iki şey arasında tercihe zorlamıştır; ölüm ve boyun eğme. Bizde boyun eğme yoktur.

 
İmam Hüseyin, diğer sahabeleri (Hür b. Riyah) gibi şöyle demedi:

Ben nefsimi cennet ile cehennemin ortasında görüyorum ve cenneti tercih ediyorum.


İmam Hüseyin şunu dedi:

Beni, ölüm ile boyun eğme arasında koymuşlardır ama, bana cenneti dahi verseler ben boyun eğmem ve biat da etmem.


Yani diyordu ki; "Benim nefsim zilleti kabul etmez."

İşte özgürlük bu kelimenin içerisindedir ve "müspet özgürlük" budur.

Bizlerin mahrum kaldığımız özgürlük, işte bu özgürlüktür.

Hayvani özgürlük değildir.

İmam Hüseyin'in yaptığı bu hareketin akli boyutuna kısmen işaret ettikten sonra, şimdi de kısmen duygusal boyutuna işaret edeceğiz. 


Hüseyni hareketin duygusal boyutu

Bu konuyu işlerken, aydın ve kültürlü insanlara da biraz gönderme yapacağız.

Elbette ki Hüseynî harekatın duygusal boyutu, avam halkın ölmüş Hüseyinleri için yaptıklarıdır.

Yani, Hüseynî harekatın duygusal boyutunu, avam halk kesimi ortaya koymuştur.

Fakat şunu da itiraf etmeliyiz ki, harekatın duygusal boyutu da insanlar için gerçekten önemli bir husustur.

Çünkü insan, yalnızca akıldan ibaret bir varlık değildir.

Hatta gerçekte "vicdan" da büyük ölçüde "insani duygulardan ibarettir."

Zira insanın vicdanı duygusuz gerçekleşmez. 

Kimi aydınlar imam Hüseyin'in kadın ve çocuklarını beraberinde getirdiği için ona saygı gösterilmemesini söylerler.

Şunu bilelim ki imam Hüseyin, kadınları onların rızası dışında alıp getirmedi.

Ev halkını ve çocuklarını da öyle.

Kadınların kendilerinin imamdan, onunla birlikte yola koyulmalarını talep ettiklerini okuyoruz. 

Bizler, imamın beraberindeki bütün kadınlara, günümüzdeki bize hâkim kültürümüz üzerinden bakmaktayız.

Yani, erkeklerin kadınlara hakimiyeti ve onları diledikleri yere götürdükleri üzerinden meseleyi değerlendiriyoruz.

Bu bakış, menfi bakıştır.

Oysaki durum zannedildiği gibi değildir.

Tarihi kaynaklara baktığımızda imam Hüseyin'in kız kardeşi Zeynep, eşi Abdullah b. Cafer'den, kardeşi Hüseyin ile birlikte yola çıkması için izin alıyor ve imam ile o harekata katılmak için ısrar ediyor.

Dolayısıyla diyebiliriz ki; "Zeynep olmasaydı, Kerbela'da kalmazdı" sözü doğru bir sözdür.

Yani bu harekatın asıl dinamikleri kadın ve çocuklardır.

Onların Kerbela'ya gelmeleri, kendi hür iradeleriyle olmuş ve yaptıkları bu seçimin müspet bir seçim olduğu sonraları anlaşılmıştır. 

İmam Hüseyin'in eşleri de yine onunla birlikte yola çıkmak için ısrar etmişlerdir.

İmam onlara, bu durumun sonunda tehlikelerin bulunduğunu ve kendisinin öldürüleceğini de söylemiştir.

Fakat buna rağmen hanımlar onunla birlikte yola koyulmayı ısrarla talepte bulunmuşlardır.

Yalnızca kardeşi Zeynep değil, onun çocukları da anneleri Zeynep ile birlikte gelmişlerdir ve onların gelişleri de babaları Abdullah b. Cafer'in izniyle gerçekleşmiştir.

İkincisi; dedik ki bu harekatın duygusal boyutu, gerçekten önemli bir boyuttur.

İmam Hüseyin "vicdani" bir harekât gerçekleştirmek istiyordu.

Şayet İmam Hüseyin yalnız başına öldürülseydi, vicdanları bu kadar harekete geçiremezdi. 

Derler ki İmam Hüseyin, aynen Hariciler gibi 70 kişiyle birlikte zamanın halifesine karşı isyan çıkardı ve hepsi de öldürüldü.

Fakat kadın ve çocuklarla birlikte harekete geçmesi ve o şekilde öldürülmesi, artık vicdanlarda affedilir gibi değildi.

Yani İmam Hüseyin ve etrafındaki o 70 kişi öldürülseydi, ona bir kılıf bulunabilirdi.

Fakat tek kılıf uyduramadıkları şey, kadınların ve çocukların gözleri önünde öldürülmüş olması ve onları da esir almalarıydı.

Bu kadınlar; İmam Ali'nin kızları ve peygamberin torunlarıydı.

Bunları kim gördüyse vicdanları tahrik oldu.

Tahrik olmayanlardaysa zaten vicdan yok olmuştu.

Demek ki İmam Hüseyin'in vicdani harekâtını tamamlayan şeylerin başında gelen şey, bu çocuk ve kadınlardı.

Yani hem İmam Hüseyin bunun böyle olmasını istemişti hem de kadınlar. 

Demek ki "duygusallık" ve "duygu" boyutu budur.

Evet, aydınlar da bu türden duyguların coştuğu meclislere gidiyorlar, fakat asıl musibet, avam ve din adamlarının kendisidir.

Öyle bir Hüseyin anlatılıyor ki, sanki Hüseyin bir yudum su için ağlamış; "Ey insanlar. Sizin şerefinize ne olmuş, bana bir yudum su verin" demiş.

Acaba Hüseyin gibi özgür insanlar bir yudum su için nefislerini öne çıkarırlar mı?


Kanaatimce bu türden özgür insanların maddi şeyler için kendilerini harcamaları mümkün değildir. 

Din adamlarının avam halk içerisinde imam Hüseyin'i bu şekilde anlatmaları, insanları ağlatıp kendi ceplerini doldurmalarından dolayıdır.

Bu nedenledir ki Kasım'ın evlilik hadisesi, Sakine'nin babasıyla konuşması vs. gibi onlarca yalanlar uyduruyorlar.

İmam Hüseyin'i, oğlu Ali Ekber ve kardeşi Abbas ve yine bir yudum su için ağlatıyorlar.

Evet, ağlamak duygusal bir meseledir ve güzeldir de fakat bu, İmam Hüseyin'in şahsiyetini ayaklar altına salacak ve izzetiyle oynayacak bir şekilde olmamalıdır.

Ve yine insanları (çok özür dileyerek) havlatarak ve ulatarak ona ağlatmamalılar.

Aydın insanların avam insanlardan imam Hüseyin'e daha yakın olmalarının nedeni şudur: 

Avam halk imam Hüseyin için göz yaşı döküyor, siyahlar giyiyor, göğüslerine ve kafalarına dövüyor, yiyecek ve içecek ihsan ediyorlar, fakat tüm bunları yapmalarındaki maksatları, 'sevap' elde etmektir.


Yani, kendi nefislerini düşünmektir. 

Kürsülerde vaaz edenler avam halka sürekli şunu telkin etmekteler: 

Ey Hüseyin dostları. Aşura gününde ya da erbain'de şu şu işleri yapınız, dininiz ve amelleriniz olmasa da şu dediklerimi yapar iseniz tüm günahlarınız bağışlanacak ve cennet size vacip olacaktır. Siz yeter ki ağlayın, ağlaşın ve hatta gerekirse yalan da olsa kendinizi ağlamış gibi lanse edin.


Bu türden yalanların karşısında büyük alim ve müçtehitler de sessiz kalınca, kürsüdeki molla ve mersiyehanlar, ne kadar yalanlar varsa hepsini de halka anlatıyorlar, hatta yalan uydurmada bile birbirleriyle yarışıyorlar.

Aydınların avam halktan İmam Hüseyin'e daha yakın olmalarının nedeni işte budur.

Yani aydınlar için onların vicdanlarına en uzak olan şey "yalandır."

Sloganlara tazim etmek gibi yapılan bir yalandan dahi beridirler.

Aydınlar İmam Hüseyin'e, "Hüseyin" olduğu için ve zalimin zıddına yaptığı harekattan dolayı ona tabidirler.

İmam Hüseyin'in aydınlar nezdindeki azameti, avamın zannettiği gibi annesinin, Hüseyin karnındayken ona ağladığından, onun ilk mersiyesini peygamberin okumasından, Cebrail'in onun ölümünü peygambere haber verip ona başsağlığı dilemesinden, Cinlerin ona biat etmesinden, gökte meleklerin yerde cinlerin, dağların ve taşların ona yas tutuşu gibi hurafe şeylerden dolayı değildir.

Aydınların Hüseyin'e bağlılıkları, onun zulme karşı duruşu ve mazlumlara yardım edişinden dolayıdır.

Onların nezdinde tek başına bu durum, imam Hüseyin'in yüceliği için yeterlidir.

Çünkü onlara göre imam Hüseyin, kendi yüceliğinden dolayı şehit oldu ve o harekâtı tüm insanlık için bir kanıt oluşturdu ve özgürler için bir ders oldu.

Evet, şu andaki ve her zamandaki özgürlük aşığı insanlar, özgürce yaşamayı, güven içerisinde rahatça yaşamaya tercih eden insanlardırlar.

Yani, özgür ruhlu insanlara göre güven içerisinde köle ruhlu yaşamaktansa, terör ve güvensizlik içerisinde olup ama özgürce yaşamak daha iyidir.

Bunlara göre, ortamın güven ve emniyetli oluşu ama özgürlüğün bulunmayışı, davarlara has bir ortamıdır.

Günümüzdeki hâkim sistemler hem insanların özgürlüklerine müsaade etmez hem de teröristlerin önünü alıp insanları güven içerisinde yaşatmakla gurur duyarlar.

Oysaki gerçek insan karakterine sahip olanlar, özgürce güvensiz yaşamayı, güven içerisinde olup köle olarak yaşamaya tercih ederler.

Özgür insanların dini ve mezhebi olmaz.

İmam Hüseyin'in arkasında şehit olan o 72 özgür insanın içerisinde Hıristiyan Veheb ve hanımı da vardı.

Bunların imam Hüseyin'in dinine teslim olduğunu söyleyen ya da yazan yoktur.

Bu Hıristiyan Veheb, dininden ya da soyundan dolayı İmam Hüseyin'e katılmadı, bir tarafta zalim, diğer tarafta da mazlumu görünce, mazlumun safına katıldı.

Züheyr b. El- Kayn da öyle.

Bu da İmam Hüseyin'in gerçekleştirdiği o harekât içerisinde yer alan büyük mücahitlerdendi.

Şii de değildi Sünni biriydi.

Yani, Halife Osman taraftarlarındandı.

Ömrünün sonunda ve son nefesinde dahi mezhebinden dönmedi.

Fakat onda "vicdan" vardı.

Bundan dolayı ben bu harekata "vicdan harekâtı" diyorum.

Dindar olup İslam'dan (dinden) müdafaa edenler ile Hüseyni olup insan, vicdan ve insani değerlerden müdafaa edenler bir değildirler. 

Bizlerin bu dönemimizde İslam'ı müdafaa etmemize ihtiyaç yoktur.

İnsanı ve insanlığı müdafaa etmeye ihtiyacımız vardır.

Tehlikede olan İslam değildir, insan ve insanlıktır. 

Günümüz dünyasında insanlar mesh oluyor (İnsanlıktan çıkarılıp başka şeylere dönüştürülüyor.)

Bizlere düşen, bozulan bu insanlığı yeniden Hüseyni ruh ile ihya etmektir.

İnsanı izzetiyle, şerefiyle, haysiyetiyle yaşatmaktır.

Hüseyni harekatın oluşmasındaki asıl gaye budur.    

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA OKU

DAHA FAZLA HABER OKU