Son dönemlerde başat ülke konumundaki ABD'ye baktığımızda, Başkan Donald Trump'ı otokrat ve kleptokrat olarak ağır biçimde eleştirdiğini görmekteyiz.
Nedir bu tür iddialar? Biz ne anlamalıyız?
Eğer böyle bir lider var ise dünyanın başka yerlerinde neler yaşanabilir?
İlk bakışta hiç kimse bir diktatörün ve kleptokratın peşinden gitmek istemez diye düşünebilirsiniz.
Ama her nedense otokrasinin bir büyüsü olsa gerek. Psikolojik nedenlerle desek daha iyi olur kanısındayım.
İnsanlar Donald Trump gibi birinin arkasından gitmeyi seçtiler.
Daha 2016 seçimleri zamanında Trump'ı ilginç bulmuştum.
Hatta son kitabım olan "Politik Uyanış" içinde yer de verdim.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Cumhuriyetçilerin 2024 seçimlerinde Trump yerine daha sağlam bir aday çıkarabileceğini düşündüm.
Adaylığı kesinleşince, bu nasıl bir "demokrasi" dedim.
Hatta Trump'ın karşısına Demokratların Kamala Harris'i çıkarması üzerine anladım ki, bu "özgürlükçü" Amerikan demokrasisinde önemli bir sorun var.
Hiç olmaması gereken şeyler oluyordu.
Üstelik her şey normal gibiydi, şeklen demokrasi işliyordu…
Bana göre tarih sahnesinde nasıl Mussolini veya Hitler gibileri olmamalıydı, Trump için de benzeri söylenebilir.
Çünkü görünen oydu; konuşmalar, tavırlar, her şey kendini gösteriyordu.
Üstelik Trump hakkında analiz edebileceğim 10 küsür kitap ve elli kadar makale vardı. Birkaçına değineyim.
Narsist
Donald Trump'ın yeğeni Mary Trump amcası hakkında yazdı.
Kitabının adı, "Çok Fazla ve Asla Yeterli Değil: Ailem Dünyanın En Tehlikeli Adamını Nasıl Yarattı?" 1
Mary, doktorası olan bir klinik bir psikolog. Uzmanlık alanı belli ve aileyi iyi tanıyor. Donald'ın babasını, annesini, kardeşlerini, beraber geçirdikleri birçok zaman olmuş. Çok şey yazılabilir ama sonucu şu, Trump bir narsist kişilik.
Tükenmiş ve hastalıklı bir anne ile gözünü para hırsı bürümüş sosyopat bir babaya sahip olmak Donald'ı empati, kırılganlık ve herhangi bir rol modelden yoksun bırakmıştı.
Trump ailesinde önemli olan güç kullanmak ve para kazanmaktı.
Donald Trump babasını taklit etmeye çalışıyordu. Çoğu duyguyu bastırdı.
Etrafındakilere zorbalıkla ve aşağılayıcı şekilde davrandı.
Başarısızlığı veya hatayı kabul edilemez bir zayıflık olarak gördü.
Mary'e göre teşhis şöyleydi:
Başkan Trump, Narsisistik Kişilik Bozukluğu'nun DSM-V'deki 9 özelliğinin hepsini karşılıyor.
Ayrıca, Donald Trump'ın ruh halini, davranışı ve bilişi etkileyebilecek olası öğrenme bozukluklarının yanı sıra, antisosyal ve bağımlı kişilik bozukluğu özelliklerine de sahip olabileceğini yazıyor.
Terapistler şöyle söylüyorlardı:
Erken terk edilme ve utanç gibi derin duyguları gizlemek ve olanı inkâr etmek, sonra o bireye korkunç bir bedel ödetebilir. Öfke kaynayabilir. Korku ve üzüntü reddedilir. Diğer insanlar tek kullanımlıkmış gibi görülebilir. İç dünyadaki boşluğu telafi etmek için duyulan açgözlü onay açlığı asla bastırılamaz ve bu giderek insanın içini kemirir.
Mary şöyle diyordu:
Donald bugün, 3 yaşındayken olduğu gibi: Büyümekten, öğrenmekten veya gelişmekten aciz, duygularını düzenleyemiyor, tepkilerini yumuşatamıyor veya bilgiyi alıp sentezleyemiyor.
Eşik figür
Northwestern Üniversitesi Eğitim ve Sosyal Politika Okulu'nda Profesör olan Dan P. McAdams, "Donald J. Trump'ın Garip Vakası: Psikolojik Bir Hesaplaşma" kitabının yazarıdır.
Ayrıca Şubat 2024'te hazırladığı bir rapor da var: Trumpizm'in Kitle Psikolojisi: En ateşli destekçilerinin zihninde, eski başkan hem bir kişiden daha fazlası hem de daha azıdır. 2
Prof. McAdams'ın yazdıklarından ilgimi çeken böyle bir otoriter lidere insanlar neden oy verir konusu oldu.
Aslında konuyu şöyle özetleyebilirim: Bir psikolojik vakıa, oluyor bir sosyolojik vakıa!
Otoriter liderlerin hepsi aynı! Otoriterler, takipçilerinin iyi insanlar olduğunu ve düşmanlarının kötü olduğunu tekrar tekrar ve güçlü bir şekilde vurgularlar, sürekli konuşurlar ve böylelikle başkalarına kendisinin ne denli iyi olduklarını hissettirirler.
Otoriterler kendi karakterleriyle etrafındakileri ayırırlar.
Sonuçta iki grup ortaya çıkar: İyi ve kötü.
Bu bir toplumsal bakış açısında bölünme biçimi olur.
Mussolini gibi otoriterler kendilerini bir dava adamı gibi takdim ederler. Dava, sonunda bir gruba yansır.
Onlar için, kaybedilen köklü değerleri hatırlatan, değerleri kazandıracak lider olduğuna inandıran, özel güçlerle donanmış biri rolde ortaya çıkar.
Buna "eşik figür" denir. Kötülük ve iyiliğe hükmetme eşiğindeki kişi gibi düşünün.
Tarihçi Ruth Ben-Ghiat, "Strongmen: Mussolini to the Present" adlı kitabında, hayran takipçileri tarafından algılandığı şekliyle, otoriter liderlerin ortak özelliklerinden bahsediyor. 3
Burada erkeksi davranışlar ön plana çıkarılıyor. Her ne pahasına olursa olsun, kazanmaya odaklanmış ilkel bir vahşet durumu var.
Ulusal bir kriz zamanında ilahi bir misyonun çağrılması söz konusu oluyor.
Burada Trump'ın cinsel istismarlarıyla ilgili ileri sürülen konular onun lehine işliyor.
Ayrıca bu tür konular Hıristiyan inancında, Tanrı'nın bir aracı olmak için gerekli bile örülüyor.
Otoriterlik, aynı zamanda bir lider ile takipçileri arasında var olan özel dinamikle ilgilidir.
Psikologların "otoriter kişilik" olarak adlandırdığı şey, bu tür kişiliklere ilgi duyan insanların kolayca benimsediği bir dizi inanç ve değerdir.
Bunlar tetiklenebiliyor. Özellikle farklı grupları etkileme imkânı var. Etkilenmeye en yatkın olanlar muhafazakârlar, sağcılar, vs. Mussolini, Trump ve onun gibiler zaten muhafazakâr normlara sıkı sıkıya bağlılar veya öyle olabiliyorlar.
Başka ifadeyle kendileri ve destekçileri bu değerleri savundukları için "iyi" tarafta oluyorlar.
Trump gibi olanlar muhafazakâr normları kişileştirirler.
Bu gruptakiler, yani Trump taraftarları diyelim, kendilerini güçlendiren davranışları yapan otoritelere boyun eğerler, onlara hayranlık duyarlar.
Şimdi "kötü" tarafa bakalım.
İleri sürülen grup normlarına meydan okuyanlar veya iyi tarafın (muhafazakârların) dışında var olanlara karşı nefret ve saldırganlık noktasına varan bir antipati söz konusudur.
Bunlar genellikle şeytanlaştırılanlardır veya insanlıktan çıkmış dışlanması gereken kötülerdir.
ABD'deki politik yelpazede Cumhuriyetçiler muhafazakâr ve sağcı parti, Demokratlar ise liberal ve solcu partideler.
Örneğin Demokratların LGBT, kürtaj, uyuşturucu bağımlılığı, vs. konulara bakışları tam da Trump ve taraftarlarının eleştirebileceği ve onlara karşı grup olarak saf tutulabileceği değerlerle alakalıdır.
Bakın her şey normal ve siyasette konusu edilebilecek değerlerle ilgilidir.
Denebilir ki, böyle bir şeyi eleştirmek ve kötülüğü tarif etmek otoriterlik mi?
Hayır.
Grubu etkileyebilme önceliği ve kolaylığı yönüyle, kişiliğin etkisi ile psikolojik yatkınlık, bunlar savunuluyorken kendini kurtarıcı gibi gören biri var veya onu izleyenler de öyle olduğuna inanıyorlar.
Hatta onun kendine ait çok önemli yanlışları varsa da, örneğin cinsel sapkınlık gibi, bu sorun olarak görülmüyor, şeytanı alt etmek için önderin her şeyi yapması mubah görülüyor. Buradaki örüntü bu.
ABD'de Trump'ın toplumu bölme durumu 2016 ön seçimlerinde başlamıştı.
Trump'ın aynı yılın Aralık ayında Fox News'de bir belediye toplantısında, bir sonraki döneminin ilk gününde diktatör olacağına dair yorumu medyada kargaşa yaratmıştı.
Ancak destekçileri bunu hiç itici ve eleştirilir görmedi.
Mesela 50'li yaşlardaki bir kadın The Washington Post'a "bayıldım" demişti.
Massachusetts Üniversitesi'nde Amherst tarafından 2017 Şubat ayında yapılan bir ankette, Cumhuriyetçi seçmenlerin yüzde 74'ünün Trump'ın bir günlüğüne diktatör olmasının "kesinlikle" veya "muhtemelen" iyi bir fikir olduğunu düşünüldüğünü ortaya koymuştu.
Gazeteci Amanda Marcotte, sıkı destekçilerinin, kahramanları olarak gördükleri Trump'ı "tehlikeli bir otoriter" olduğuna ikna etmeye çalışmanın işe yaramayacağını söylemişti.
İfadesi şuydu:
Biliyorlar ve onu bu yüzden seviyorlar.
Her ne olursa olsun, Donald Trump milyonlarca Amerikalının zihninde mitolojilerin yapıldığı türden, olağanüstü bir "eşik figürü" olarak yaşamaya devam edecekti.
Evet, artık, milyonlarca insanın zihninde Trump bir kişiden daha fazlası ve aynı zamanda bir kişiden daha azıdır.
Milliyetçiliğin yağmur adamı
McAdams'ın tarifi şu şekilde:
Trump, zihninde ve destekçilerinin çoğunun zihninde altın bir tanrı gibidir. Başka hiçbir insanın yapamayacağı şeyleri yapabilen bir süper kahraman. Her savaşı kazanmak için öfkeyle savaşan, tamamen ana dalmış bir savaşçı. Kimliği, televizyonda ve gerçek hayatta oynadığı son derece kahramanca roldür. Rol karizmatik ve büyüleyicidir, ancak aynı zamanda sınırlıdır, tıpkı tek bir rolün olması gerektiği gibi, çünkü çoğu insan tek bir rolden fazlasıdır. Trump'a sadık ve sağcı kışkırtıcı Steve Bannon bir keresinde Trump'ı [aynı isimli bir film karakteri var] ‘milliyetçiliğin Yağmur Adamı' olarak tanımlamıştı.
Otoriterler, dinde yer alan sembollerle etrafındakileri ikiye ayırırlar.
Yine iki grup çıkar: Dünyayı kurtaracaklar ve batıracaklar, sonunda ise cennete ve cehenneme gidecekler.
Şeytani kişilik
Buradaki önemli konu ne?
Politik figürlere dinsel temayla bakmak! Bir Harvard psikoloğu olan Henry A. Murray 1962 yılındayken, "Şeytanın Kişiliği ve Kariyeri" başlıklı akademik bir makale yayımlamıştı.
Murray, Batılı ilahiyatçıların ve diğer yazarların, 2000 yıldan uzun bir süredir Şeytan figürünü nasıl tasvir ettiklerini ve ona benzer biçimde sürekli "kötü" olarak adlandırılan insan özelliklerini nasıl yansıttıklarını incelemişti.
McAdams, Murray'in Şeytan karakterizasyonunun günümüzde birçok psikolog tarafından çizilen Trump'ın psikolojik portresine ürkütücü bir şekilde benzediğini iddia etti.
Çünkü şeytani kişiliğin özünde kötü huylu bir narsisizm vardı. Bağlam şöyle:
Aşırı gururu yüzünden cennetten kovulan Şeytan, Tanrı olmak ister. Tanrı olmadığı gerçeğine içerler ve en üstün değerinin, ölümlü dünyanın hükümdarı olarak saltanatını desteklerken, başka hiç kimsenin sahip olmaması gereken ayrıcalıklara sahip olmasını sağladığında ısrar eder.
Tamamen bencil, zalim, kindar, ilaveten şefkat ve empatiden yoksun olan Şeytan, yine de önemli bir karizmaya ve çekiciliğe sahiptir.
Kişilerarası ilişkilere yaklaşımında tamamen sözleşmesel olan Şeytan, Luka İncili'nde olduğu gibi, İsa'yı dünyevi güçler ve zenginliklerle baştan çıkarırken, "Eğer bana taparsan, her şey senin olacak" şeklinde bir söz verdiği gibi, anlaşma sanatında ustalaşmıştır.
Tanrı ile insanlar arasında bir orta noktada bulunan Şeytan, bir "eşiksel figürdür". Bir insan gibidir ama tam olarak bir insan değildir.
Bu tür kişilikler bilgelikten ve sevgiden yoksundur.
Onun için bu tür kişilerin en önce bakılması gereken yaş en az 3 yaşından itibaren olmalı ve ailede bir travma olup olmadığı incelenmelidir.
Mary'nin ifadelerini hatırlarsak, Trump iyi bir çocukluk yağamamıştı.
McAdams şöyle diyor:
Karmaşık bir iç yaşam, olgun insanların bilincinde rutin olarak dolaşan şüpheler, kararsızlıklar ve ahlaki ikilemlerle uğraşmaz. Bunun yerine, modern bir süper kahraman anlayışına benzer. Şeytan tek boyutlu ve efsanevidir, tam olarak ifade edilmiş bir kişiden ziyade idealize edilmiş bir kişileştirmedir. Donald Trump kendini aynı şekilde görüyor. Trump, kötülükten ziyade iyilik için bir güç olduğunda ısrar etse de, kendisini insanlığın geri kalanından niteliksel olarak farklı görüyor.
Mitoman
Trump kendini sık sık bir süper kahramanla karşılaştırdı.
Kendisini hiç hata yapmamış "istikrarlı bir dahi" olarak tanımladı.
Bu çirkin iddiaları ortaya attığında yalan söylemiyor, çünkü Trump bunların doğru olduğuna gerçekten inanıyor.
Buna ne denir?
Mitomani.
Bölünmüş kişilik
Trump, elbette kendi psikolojisini tahlil edemez, Mussolini de edemezdi.
Kendiyle veya gerçekle yüzleşmek istemeyen kimselerdir bunlar.
Duygusal ayrımı, şüpheyi veya yanıldıklarının izlerini tespit etmekten acizlerdir.
McAdams kitabında, Trump'ın zaman içinde kendisiyle ilgili bir ifşaat anlayışından yoksun olduğunu savunuyordu.
Şöyle devam ediyor:
Trump, kim olduğu ve nasıl var olduğu hakkında kafasında çok az hikâye olması bakımından ilginç bir istisna. Bunun yerine o, benim ‘bölümlü adam' dediğim, zamanın dışında, sonsuz anda yaşayan, bölüm bölüm, günbegün eldeki savaşı kazanmak için burada ve şimdiki anda mücadele eden biri. Trump'ın kişiliğinin merkezinde bir anlatı boşluğu, kendini tanımlayan yaşam öyküsünün olması gereken ama asla olmadığı bir alan yatıyor. Bu nedenle Trump nadiren iç gözlemci, retrospektif veya geleceğe dönüktür. Derinlik, geçmiş ve gelecek yoktur.
McAdams, Trump'ın evanjelik seçmenler veya destekçileri açısından önemini açıklamaktadır.
Şöyle diyor:
Amerikan tarihinin en az dindar başkanı olan adam, 2020 seçimlerinde yüzde 84'ü Trump'a oy veren beyaz evanjelik Hristiyanlardan büyük destek almaya devam ediyor.
Açıklanan bu dinsel bağlam sadece Trump ile ilgili olmayabilir.
Dinin etkisiyle pek çok liderin açıklamak mümkün görülebilir.
Ama Trump için bu nokta nettir.
McAdams devam ediyor:
Onlar onun en sadık takipçileri. Evanjeliklerin sevincine, Trump dini özgürlüğü destekleyen ve kürtaja karşı çıkan muhafazakâr yargıçlar atadı ve evanjelik liderleri başkan olarak masaya davet etti, onlara saygı gösterdi ve görüşlerini sordu. Trump da onların dünya görüşünü bir noktaya kadar paylaşıyor. Bozulmuş, tehlikeli ve günahkâr insanlarla dolu bir dünyada yaşadığımızı kabul ediyor. Evanjelikler, Romalılar 3:23'ü alıntılayarak, ‘Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı' diye düşünüyor. Trump, 1981'de People dergisine verdiği bir röportajda aynı duyguyu dile getirmişti: İnsan tüm hayvanların en vahşisidir ve hayat zaferle veya yenilgiyle sonuçlanan bir dizi savaştır.
Bu konuyu başkaları da incelediler, örneğin Tim Alberta, "Krallık, Güç ve Şan: Aşırılık Çağında Amerikan Evanjelikleri" isimli kitabı var. 4
Şöyle söylüyor:
Evanjelikler kuşatma altında olduklarını, inançlarının saldırı altında olduğunu ve ülkelerinin onlardan alındığını hissediyorlar.
Otokrat
Gelelim The Atlantic'ten Anne Applebaum'a.
Onun da bir kitabı var: Otokrasi, Inc.: Dünyayı Yönetmek İsteyen Diktatörler (Autocracy, Inc.: The Dictators Who Want to Run the World). 5
Anne bu kitabında, birçok modern diktatörlüğü, onları bir ideoloji prizmasından değil, yöneten insanların politik ve mali çıkarları aracılığıyla ilgisini analiz ediyor.
Kleptokrat
Hatta yakın zamanda, The Atlantic'de, Kleptokrasi, Inc. Trump döneminde çıkar çatışmaları sistemin sadece bir parçası, başlıklı yazısı çıktı. 6
Makalesinde Anna uzun uzadıya kleptokrasiye ve Trump'a ait örneklere yer veriyor.
Şöyle diyor:
Son 10 yıldır hem Amerikan hükümeti hem de iş dünyası, yöneticilerin çıkar çatışmalarının sadece sistemin dokusunun bir parçası olduğu Rusya ve Çin gibi ülkelerin öncülük ettiği kleptokratik modeli yavaş yavaş benimsemeye başladı.
Trump'ın ihaleleri, bakanlıkların faaliyetleri, yabancı şirketlerle ilişkiler, çıkarılan yasalar, Rusya ve Rus oligarklarla ilişkiler, finans faaliyetleri, Ukrayna'ya dayatılan maden anlaşması, bu makalede yer alıyor.
Anne soruyor:
Trump'ın tarifeler konusundaki tutumunu tersine çevireceğine dair önceden bilgiden geçen hafta kaç kişi yararlandı? Devlet bilgilerine erişimlerine dayanarak kaç kişi daha başka borsa bahisleri yapıyor? Cevapları bilmiyoruz ve Trump'ın Adalet Bakanlığı'nın öğrenmek istemesi pek mümkün değil. Tıpkı insanların diğer kleptokrasilerde yaşadığı gibi biz de karanlıkta yaşıyoruz ve bu her şeyi değiştiriyor.
Anne, Trump'ın iktidarına kolaylık sağlayan Cumhuriyetçilerden ve Kongre'den şikayetçi, hatta Demokratların da zayıflığını ifade ediyor.
Bu durum başka ülkelerin demokrasileri için de örnek.
İddiası şöyle:
Kalan yasaların uygulanmasını sağlamak için kleptokrasiye olan kaymayı halka ve mahkemelere bildirmeye devam etmek artık medyaya, dış kuruluşlara ve ihbarcılara kalmış. Diğer kleptokrasilerdeki muhalefet hareketlerinin liderliğini takip etmek ve yolsuzluğu argümanlarının merkezine koymak Demokrat Parti'ye kalmış. Çok geç olmadan, bunu yapabilen herkes neler olduğunu iletmelidir: Amerikan hükümeti, Amerikan dış politikası ve Amerikan ticaret politikası, Amerikalılara değil, cumhurbaşkanına, ailesine ve arkadaşlarına fayda sağlamak için yavaş yavaş dönüştürülüyor.
Tahlil
McAdams'ın, "Amerikan tarihinin en az dindar başkanı" dediği Trump sonuçta ne oldu dersiniz?
Papa Francis'in Vatikan'a cenazesine gitti, töreni çok beğendiğini söyledi.
Bu da yetmedi "Papa olmak isterim" dedi.
En sonunda Beyaz Saray'a döndüğünde ilk işlerinden birisi yapay zekaya bir papa portresi yaptırdı ve sosyal medyada kendi sayfasında yayımladı.
Bu tür kişilikler papa, mesih, peygamber, sultan, vs. olmak isterler… Dünyayı yöneten olmak isterler.
Hatta Trump şöyle söylüyor:
İnsanları Oval Ofis'e götürüyorum. Prensler, krallar, kraliçeler, başkanlar, başbakanlar…
Şöyle bakın, aslında Trump kendisini onların üzerinde görüyor, kralları kraliçeleri yöneten bir yüce varlık edasında!
Demokrasi ne demek?
Bu bir kültürel olgunluk meselesi.
Kişinin değil, sistemin öyle bir demokratik olgunluğu olmalı ki, neticede içinden aday gösterdikleri bir Mussolini, Hitler veya Trump olmasın.
Bu nasıl olabiliyor, inceleme imkânı bulduk.
Seçmenin önüne bu gibi isimler konduğunda onlar bu tür liderleri seçebiliyorlar.
O halde demokrasiyi daha başka yöntemlerle korumak için ne yapılması gerekir, çok düşünmek gerekir.
Dünya bir krize sürükleniyor. Bu hiç olmamalı!
Dünya savaşları ile yorgun bir dünya.
Ama yolsuzluklarla da yoruldu.
Hatta çarpık duruma bakın, bugünlerde ABD gibi başat bir ülke kendine çıkış arıyor.
Denebilir ki ülkeler de doğar, büyür ve sonunda ölür.
Doğrudur, ama konumuz neyin nasıl olduğu.
Zararın başkalarına olmaması. Hatta benzerliklerin de olmaması.
Verilen örnek neydi?
Mussolini, Hitler.
Dünya bunu denediyse bugün neden hâlâ bununla ilgileniliyor?
Mesele bu.
Burada insanlar yine iyi ve kötü arasında bir ayrım noktasında seçim yapmak zorunda kalıyor.
Çok klasik bir ayrım.
Mesela, eğer Donald Trump kötü ise Putin veya Jinping iyi mi?
Çare bu türden otokratları iyi göstermek mi?
Trump yerine bunları seçeyim, diyenler çıkabiliyor.
Halbuki bu tür liderler hem bireysel hem de sistemsel bakımdan sorunlular.
Aşırı sağ, faşizm, diktatörlük… Bunlar denendi.
Tersi de var, özgürlük derken bunun da gelişimi ve uygulaması yanlış olmamalı.
Neyin yanlışı?
İnsanlığın onuru, doğanın kanunları, bunlar belli şeyler değil mi?
Değerler de istismar edilebilir.
Kimse kimsenin koruyucusu olamaz, herkesin bir aklı var.
Neydi o?
Mesih miydi?
Gökten inecek ve insanları kurtaracak!..
Bununla politika yapılır mı?
Dediğim gibi, ABD'de bu varsa demokrasi nerede diye sormak herkesin hakkı olur.
Ama tersi de doğru, mesihçi fikirlere kapalı Putin veya Jinping gibiler sırf bu nedenden dolayı kaşımıza başka türlü bir kurtarıcı olarak çıkamamalılar.
Basit psikolojik meseleler bunlar.
Örneklerini verdiğim gibi bu türden kimselere, narsistlere, otokratlara, kleptokratlara, bölünmüş kişiliklilere, mitomanlara, sahte kahramanlara, şeytani karakterlilere, mesih havasına girmişlere, eşiktekilere, önce doktora gitmelisin, desek yeridir.
Günlük yaşamda sorabildiğimiz bu tür sözleri, neden politikada veya demokraside soramıyoruz?
1. M. L. Trump, Too Much and Never Enough: How My Family Created the World's Most Dangerous Man, New York: Simon & Schuster, 2020. https://www.amazon.com/Too-Much-Never-Enough-Dangerous/dp/1982141468/
2. Dan P. McAdams, The Strange Case of Donald J. Trump: A Psychological Reckoning, Northwestern University's School, February 21, 2024. https://newlinesmag.com/argument/the-mass-psychology-of-trumpism/
3. Ruth Ben-Ghiat , Strongmen: Mussolini to the Present, W. W. Norton & Company: October 5, 2021, https://www.amazon.com/s?k=strongmen+mussolini+to+the+present&hvadid=694984430052&hvdev=c&hvexpln=67&hvlocphy=9028770&hvnetw=g&hvocijid=9866214161902289482--&hvqmt=e&hvrand=9866214161902289482&hvtargid=kwd-950306909262&hydadcr=22132_13541087&mcid=b1e8d05cbd433aab932029417a5f1663&tag=googhydr-20&ref=pd_sl_7zs7vykh0s_e_p67
4. Tim Alberta, The Kingdom, the Power, and the Glory: American Evangelicals in an Age of Extremism, 2023. https://www.thriftbooks.com/w/the-kingdom-the-power-and-the-glory-american-evangelicals-in-an-age-of-extremism_tim-alberta/38271887/item/63459892/?utm_source=google&utm_medium=cpc&utm_campaign=us_shopping_zombies_hvs_21811042479&utm_adgroup=&utm_term=&utm_content=717415192734&gad_source=1&gbraid=0AAAAADwY45ivkH6MzMZB4kBjWRIfqnEVz&gclid=EAIaIQobChMImYPPtcbnjAMVUh2tBh3PcjULEAYYASABEgIIKvD_BwE#idiq=63459892&edition=66186189
5. Anne Applebaum, Autocracy, Inc.: The Dictators Who Want to Run the World, July 23, 2024
6. Anne Applebaum, Kleptocracy, Inc.: Under Trump, conflicts of interest are just part of the system, April 14, 2025. https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2025/04/trump-kleptocracy-autocracy-inc/682281/
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish