Örgütler gitti, çeteler geldi!

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Halkımızın çok güzel deyimleri, atasözleri ve kıssaları vardır.

Uzun bir iş döneminden sonra, insanlar işlerini bitirmiş, harmanlarını kaldırmış, bütün hazırlıklarını yapmışlar; tam da o gece istirahat edip yatacakken bir feryat figanla sokağa döküldüler.

"Ne oldu, ne oldu?" derken komşu demiş ki:

Vallahi bizim işte Sürü'den bir kuzuyu kurt aldı götürdü.


Herkes kurtun peşine düşmüş.

Tabii bizimki, uflaya puflaya giderken içinden, "Ya Rabbi, tam rahat bir uyku çekecektik, bu gece huzur bulacaktık; ama işte bu gece de komşunun kuzusunu kurt kaptı, yine rahat edemedik" demiş.


Peki, bunları niye anlattım?

İşte halkımızın şu anki durumu da buna benziyor.

Türkiye'de örgütler, şiddet, terör, savaş, kavga, tehditler ve şantajlar bir türlü bitmiyor.

Ülke bu silahlı kaos ortamından çıkıyor gibi görünüyor; görece de olsa bir barış geliyor.

Ardından, inşallah diyelim, demokratikleşme ve demokratik bir düzene doğru ilerleme bekleniyor.

Ama derken, bu sefer sokakları çeteler zapt etmeye başlıyor.

Bu yalnızca İstanbul'da değil; ne yazık ki Diyarbakır'da da durum aynı.

Tehditler, şantajlar, haraç almalar, kimin kimi niye öldürdüğü belli olmayan çete savaşları…

Ve nihayetinde İstanbul'da sokak ortasında bir avukatın öldürülmesi.

Casper'lar, Redkit'ler ve adını bilmediğimiz, yeni yeni duyduğumuz birçok örgüt; Yunanistan'a, İtalya'ya ve Avrupa'nın diğer büyük şehirlerine de uzanan hesaplaşmaları ve birbirlerini öldürmeleriyle gündemde.

Öyle bir duruma geldik ki, yağmurdan kaçarken doluya, doludan kaçarken neye tutulacağımızı şaşırır hâle geldik.
 


Değerli arkadaşlar, böyle bir düzen, böyle bir yönetim, böyle bir asayiş politikası olamaz.

Devlet, önce halkın güvenliği için vardır.

Güvenliğin olmadığı yerde hiçbir şey yolunda gitmez; gerisi hikâyedir.

Birinci öncelik güvenliktir.

Bu güvenlik yalnızca örgütlere karşı değil; can güvenliği, mal güvenliği, ırz ve namus güvenliği de sağlanmalı.

Bunlar temin edilmediğinde, doğru düzgün bir hayat sürmek mümkün değil.

Bu durum hem ekonomik hayatta hem de kültürel hayatta geçerliç

İçeride, isteyen istediği gazinoyu basacak; isteyen istediği şarkıcıyı, türkücüyü, film sanatçısını öne çıkaracak. Öne çıkarılmadığı zaman ise hesaplaşmalar başlayacaktır.

Ekonomik alanda da, en büyük ihalelerden en aşağıya kadar belli insanlar, gruplar ve çeteler haraç toplayacaktır.

Bir diğer sorun da tefecilik ve faizdir.

Öyle yaygın bir hâl almış ki, gecelik faizlerden söz ediliyor.

Haftalık, aylık veya yıllık faiz bir yana, gecelik faizler bile uygulanıyor.

Çaresiz kalan insanlar, özellikle işadamları, bu girdabın içine düşüyor.


Tabii bunun çok daha fazlası da var.

Kumar masalarında ve gece hayatında sıkışan insanlar, gecelik faizler gibi uç noktalara kadar düşüyor.

Bahis olayları, yani kumarın binbir çeşidi, geçmişte bilmediğimiz veya duymadığımız şekilde almış başını gitmiş.

Hatta dev servetlerden söz ediliyor.

Çevremizde bazı insanları görüyoruz:

Daha düne kadar geçimini zor temin eden bir uzaktan akrabanız, bir komşunuz ya da bir hemşeriniz, bir anda sizin bir ömür boyu çalışıp biriktirdiğiniz hayat tarzınızın ötesine geçiyor.

Bu durum çocukların da dengesini bozuyor.

"Niye çalışıyoruz biz?" sorusu ortaya çıkıyor.

Gençler hızla çeteleşmeye yönlendirilirken, kızlar da maalesef cinsel istismara ve fahişeleşmeye doğru itiliyor.

Parıltılı bir hayat hayal ediyorsanız, emeğinizle çalışacak, okuyacak, master veya doktora yapacak, maaş alacak ya da küçük bir işletme kuracak, yıllarca emek harcayacaksınız.

Ama bir anda her şey çöpe gidebiliyor. Halkımızın tabiriyle;

Ölme eşeğim ölme; yaz gelecek, bir hayat süreceksin.


Peki, bunun sebebi kim?

Bunun sosyolojik, psikolojik ve eğitimle ilgili nedenleri var; uzun uzun konuşulabilir.

Toplum neden bu noktaya geldi?

Nasıl bir insan tipi yetiştirildi ve yetiştiriliyor?

18 yaşından küçük gençler neden bu eylemlerin içine giriyor?

Hangi sosyolojik ve psikolojik etkenler etkili oldu?

Nerelerde yanlış yaptık?

Doktor göndermeden önce, çevre sağlığı önemli.

Her yer bataklık, her yer sivrisinek dolu veya hastalıklıysa, doktorun yapabileceği çok fazla bir şey yoktur.

Öncelikle çevre sağlığı ve çevre düzenlemesi sağlanmalı.

Eğitimden aile yapısına, televizyon dizilerinden toplumsal algılara kadar bu konuların üzerine ciddi şekilde eğilinmesi gerekir.

Ne yazık ki bu sorun sadece İstanbul'a özgü değil.

Ben hem İstanbul'da hem de ağırlıklı olarak Diyarbakır'da yaşıyorum.

Diyarbakır'da bile çeteler türemiş durumda.

İş adamlarına saldırılar, ihalelerden haraç alma, bazı kişilerin dükkanlarını kurşunlama gibi olaylar yaşanıyor.

Geçenlerde Diyarbakır'da bir kuyumcu birkaç kez üst üste kurşunlandı.

O da Karacadağ'dan aşiretini, akrabalarını getirdi; dükkanın etrafında birkaç yüz kişi toplandı.

Böyle bir güvenlik olabilir mi?

Devlet nerede?

Devletin bilmediği bir uyuşturucu işi, bahis işi, faiz işi veya haraç işi olmamalı; bunların hepsinin farkında olması gerekir.

Bunun için ben, yaşadığım yerler olan Diyarbakır ve İstanbul başta olmak üzere, sahada olup olup bitenleri yakından takip ediyorum.

Buradan devlet yetkililerine sesleniyoruz:

Acil çağrı!

SOS, SOS, SOS!

Sokakların güvenliği sağlanmadan gerisi teferruat ve boş iştir.

Hangi ekonomik program, hangi siyaset ya da felsefe olursa olsun, insanların sabah kalkıp akşama kadar can, mal ve ırz-namus güvenliği yoksa diğer konuları konuşmanın bir anlamı yok.

İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de, Adana'da ve Diyarbakır'da özellikle tefecilere, faizcilere, haraççılara, uyuşturucu ve bahis işlerine karşı devleti göreve çağırıyoruz.

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU