Vizyonda bu hafta: Aile içi şiddetten kaçış; “Görünmez Adam”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Çocukken en sevdiğim hayali kahraman ne “Süpermen”, ne “Batman”, ne “Örümcek Adam” ne de “Yüzbaşı Tommiks” ya da diğerleriydi.

Oysa; Süpermen gibi pek çok şeyin arkasını gören X-ray gözlere, uzak mesafeleri yakınlaştırarak görmeyi sağlayan teleskobik görüşe, çok küçük atomik seviyedeki cisimleri büyüterek görmeyi sağlayan mikroskobik görüşe ya da Güneş çekirdeğinden çok daha sıcak bir seviyede ısı saçan bakışlar ile süper işitme-ses-nefes-dayanıklılık-hız-zeka gibi pek çok özelliğe sahip olmayı kim istemez ki?

Ya da Batman gibi çok zengin olmanın, o havalı arabası ve yarasa kostümüyle şehrin tozunu attırırken çelik gibi yumrukları ve yakın dövüş teknikleriyle düşmanlarına gözdağı verdiği karizmatik bir duruşu elde etmenin veya Örümcek Adam gibi bir örümceğin hisleri ve refleksleriyle düz duvarlarda yürümenin, tavanlarda asılı kalarak yer çekimine karşı gelmenin, ürettiği ağ ile daha fazla güç ve çevikliğe sahip olmanın hayalini kim kurmaz ki?

Fakat düşüncesi bile insanı heyecanlandıran onlarca hayali özelliğin ve süper gücün cazibesine kapılan çevremdeki diğer pek çok çocuk bu kahramanlardan birine öykünürken benim en ilgimi çeken, en sevdiğim fantastik karakter diğerlerinin aksine “Görünmez Adam”dı.

Bu fantastik karakterle ilk defa H. G. Wells’in 1897 yılında yayınlanan bir bilimkurgu kitabını 1983’te “Görünmeyen Adam” ismiyle Türkçe’ye kazandıran, ciltli kapağındaki o mumya görünümlü adam ile hafızamda yer eden Altın Kitaplar’ın tercümesiyle tanışmıştım.

Görünmezliğin sırrını keşfeden bilim adamı Dr. Griffin’in icadının kontrolden çıkışını anlatan kitaptaki münzevi, silik ve içine kapanık bu tuhaf adamın karanlık yanlarını göz ardı edersek zamanın çok ötesinde bir düşünceyle ele alınmış olan bu “görünmezlik” fikri bana çok gizemli gelmişti ve beni oldukça etkilemişti.

Aile içi şiddetten kaçış; “Görünmez Adam”

Yönetmen: Leigh Whannell / Oyuncular: Elisabeth Moss, Storm Reid, Oliver Jackson-Cohen, Aldis Hodge, Michael Dorman, Harriet Dyer / 125 dakika
 


Bundan yaklaşık otuz yıl önce bir çeviri kitap ile tanıştığım “Görünmez Adam” karakterini artık neredeyse unutmuşken ve hatta üzerinden bu kadar uzun zaman geçince böyle bir kitabın bile olduğunu hatırlamakta zorlanırken yıllar sonra bu filmin vizyona girmesi beni çok heyecanlandırdı.
 


Vizyona girmesini iple çektiğim filmi seyretmek için ilk fırsatta koşar adımlarla sinemaya gittiğimde niyetim, hayal meyal hatırladığım bu bilimkurgu romanının bir uyarlamasıyla karşılaşacağımı düşünerek anılarımı yeniden canlandırmaktı.

Ancak film beni her açıdan ters köşeye yatırdı.

Çünkü, her ne kadar romandaki detayların büyük bir kısmını hatırlamakta zorlanıyor olsam da yine de perdede, kısmen bildiklerimi ve hatırladıklarımı dahi bana tamamen unutturacak yepyeni bir hikaye ve bambaşka bir Görünmez Adam vardı.
 


Çağdaş bir dokunuş

Ben retro bir uyarlama ile grotesk bir macera ile karşılaşacağımı beklerken orijinal eserle neredeyse bağlantısı olmayan bu çağdaş yorum beni son derece şaşırttı.
 


Üstelik, filmin adı bile başlı başına bir spoiler içeriyor ve insanı ilk andan itibaren bir beklentiye sokuyor olsa da doğruyu söylemek gerekirse uzun bir süre “Görünmez Adam” diye bir şeyin olmadığı, filmde bunun tamamen bir metafor olarak kullanıldığı düşüncesine kapıldım.
 


Zira bu film aslında görünmezliğin sırrını çözen Griffin’in değil, Griffin tarafından tabiri caiz ise hapsedilmiş ve dış dünyadan soyutlanmış hem zihinsel hem de fiziksel olarak kocasının istismarına maruz kalmış bir kadının hikayesini anlatıyor.
 


Bu kurgu çerçevesinde filmin bu yeni versiyonu Görünmez Adam’ın hikayesini kurbanın bakış açısıyla anlatıyor ve bu fikir amacına ulaşarak ortaya harika bir iş çıkarıyor.

Leigh Whannell tarafından senaryosu yazılan ve çekilen Görünmez Adam (The Invisible Man), Universal’ın daha önceki orijinal filminden bazı ilhamlar alan ama baş karakterine yeni bir bakış getiren bir film.
 


Ancak filmin gözden geçirilmiş ve yeniden yorumlanmış bu ürperten gerilim yüklü hikayesinden görünenin ötesinde anlam çıkartacak, ders alacak çok fazla şey var.
 


Son derece gergin bir psikolojik gerilim

Filmi biraz özetlemek gerekirse; zengin bir bilim insanı olan eşinden kendisine taciz ve şiddet uyguladığı için ayrılan Cecilia Kass’in, eşinin intiharı sonrası kendisine yüklü bir miras bıraktığının bildirilmesiyle yaşadığı korkutucu ve tuhaf olayları çevresine kanıtlama ve nihayetinde bu durumdan kurtulma mücadelesini anlatıyor.
 


Zengin ve akıllı bir bilim adamıyla şiddet dolu ve denetleyici bir ilişkide sıkışıp kalan Cecilia Kass, bir gece gizlice son derece teknolojik bir güvenlikle donatılmış evinden kaçmayı başarır. Cecilia’nın bu kaçış için çok önceden pek çok kez plan yaptığı aşikardır.
 


Kız kardeşi, çocukluk arkadaşları ve onun genç kızının yardımlarıyla saklanarak ortadan kaybolur. Ama kocasının onda bıraktığı travmaları hala atlatamamıştır.
 


Bir süre sonra, Cecilia’nın tacizkar kocası intihar edip servetinin büyük bir bölümünü kendisine miras bıraktığında Cecilia bu sayede biraz nefes alarak normal bir yaşam sürmeye başlasa da çok geçmeden kocasının ölümünün bir aldatmaca olduğundan şüphe etmeye başlar. 
 


Bir dizi tuhaf tesadüf ölümcül bir hal alıp sevdiklerinin hayatını tehdit etmeye başladığında Cecilia, umutsuzca kimsenin göremediği biri tarafından takip edildiğini çaresizce kanıtlamaya çalışırken kendi akıl sağlığı bozulmaya başlar.
 


Elbette onun bu baskı ve aile içi şiddetten kaçış yolculuğunda yaşadıkları uzunca bir süre bir depresyon ve psikolojik bozukluktan kaynaklı hezeyanlar olduğu düşüncesinde yoğunlaşmaya sebep oluyor.
 


Yönetmenin bu tacizkar kocanın gerçekten var olup olmadığı konusunda seyirciyi şüphede bırakarak tahminler yürütmesini sağlamak için sürekli olarak boş alanlarla odaklanarak görünmez adamın varlığını her an hissettirme yolları gerçekten ustaca.
 


Beklentileri altüst eden bu şüphe, filmi takip etme konusunda müthiş bir keyif veriyor ve olayların nereye gittiği konusunda her şeyi bulanık bırakıyor.

Bu, bence filmin büyük bir başarısı. Elbette bu başarıda, derin ve karmaşık bir kadın karakterini tasvir etmek için müthiş bir performans sergileyen Elisabeth Moss’un varlığı ve katkısı yadsınamaz.
 


Böylesi riskli bir projede tüm baskı neredeyse onun omuzlarına binmiş gibi görünüyor. Nihayetinde filmin başarısı başından sonuna neredeyse onun tek kişilik performansına dayanıyor.

Elisabeth Moss’tan etkileyici bir performans

Bana göre bu rol, Elisabeth Moss’un bugüne kadarki en iyi çabası ve ortaya koyduğu en etkileyici performansı.
 


Filmde; kocası tarafından mesleğini icra etmesi kısıtlanmış yetenekli bir mimar olan Cecilia Kass isimli karaktere hayat veren Moss, son derece etkileyici bir performansla, fiziksel ve ruhsal olarak taciz eden bir ilişkinin çöküntüsünü yaşayan bir kadının, tacizcisini artık göremediğinde dahi nasıl bir durumla mücadele ettiğini gösteren sarsıcı bir portresini çiziyor.
 


Bu, iletilmesi gereken bir mesajı olan, fakat bunu eğlence amaçlı yazılmış ve çekilmiş olan bir filmin alt metinlerine ustalıkla gizleyerek sosyal açıdan farkındalık yaratmayı amaçlayan sinematik başarının bir parçasıdır.
 


Universal’in yenilenmiş canavarlar serisine iyi bir başlangıç

Görünmez Adam gerek psikolojik gerilimi ve dehşet veren sahneleri gerek duygusal olarak seyircisini etkileyen hikayesiyle bana göre bu yıl görebileceğiniz en iyi filmlerden biri.
 


Son zamanlarda ilk andan itibaren yarattığı gerilim yüklü atmosferiyle açılış sahnesinden itibaren heyecanlandığım ve bir an önce karakterin ortamdan çıkmasını istediğim bir film seyretmemiştim.
 


Psikolojik gerilim türündeki Görünmez Adam, bir zamanlar gişe gelirlerine hâkim olan ancak günümüzde unutulmaya yüz tutmuş olan bir sinema stilini seyirciye yeniden hatırlatırken bundan sonra çekilmesi muhtemel olan bir canavarlar serisine de yol gösteren iyi bir başlangıç yapıyor.
 


Filmin yönetmeni ve senaristi Leigh Whannell, kısa bir süre önce CinemaBlend’s ReelBlend Podcast yayını için kendisiyle yapılan röportajda, bu filmin Universal’ın klasik canavar filmi evrenine ait bir proje olan Karanlık Evren (Dark Universe) ile bağlantılı bir film olmadığının altını çizse de bu filmi Karanlık Evren’in bir parçası olarak ele almakta bence hiçbir sorun yok.
 


Yönetmenin Görünmez Adam filminin, Tom Cruise’un başrolünde yer aldığı The Mummy filminin hem gişedeki başarısızlığı hem de eleştirmenlerden geçer not alamaması sonucu batık bir proje olarak anılmasına sebep olan bir girişimin parçası olmak istemeyişi anlaşılır olsa da geçmişe sünger çekip Universal’ın Karanlık Evren’ine yeniden hayat verecek bir ilk film olarak ele almak aksine filmi yüceltecek bir değerlendirme olacaktır.
 


Üstelik Hollywood ve Universal standartlarına göre düşük bütçeli bir film denebilecek Görünmez Adam kısa ama odaklanılmış bir süre içinde, mütevazı bir maliyetle de etkili bir film çekilebileceğine emsal olacak nitelikte.
 


Benzer bir yaklaşım, Universal’ın yeniden çekmeyi planladığı “Frankenstein'ın Canavarı”, “Dracula”, “Kurt Adam” ve “Kara Gölün Canavarı” gibi karanlık evrenin en sevilen yaratıklarından bazılarını içeren canavar serisini yeniden canlandırmak için bir ilham olacak gibi.
 


Haftanın diğer filmleri

Acı Kiraz

Serdar Akar’ın yönettiği Acı Kiraz, birbirinden farklı zorlu hayatları odağına alıyor. Bir kiraz ağacının gölgesinde yaşama tutunmaya çalışan insanların, sönen hayatların, yeşeren umutların hikayesini anlatıyor.

Film, kiraz yetiştiricisi yaşlı bir çiftçiyi, gırtlağına kadar borca batmış sahtekâr bir nakliyeciyi, insan kaçakçısı bir gangsteri, umuda yolculuklarında ihanete uğrayan göçmenleri, lösemi hastası çocuğunu kurtarmak için çırpınan bir babayı; çok dinli, çok dilli, çok kimlikli Makedonya’yı ulus olarak etrafında toplayan kirazın hikayesini anlatıyor.

Geçerken Uğradım

Onur Bilgin’in yönettiği Geçerken Uğradım, ülkenin görülmesi gereken yerlerini görmek adına bir tatile çıkan Cavit ile ailesinin, Afyon’da Cavit’in askerlik arkadaşı Cemil’e uğramalarıyla başlarından geçenleri konu ediniyor.

İstanbul’da toptan gıda işiyle uğraşan Cavit, uzun zamandır ailesine verdiği tatil sözünü yerine getirmek için hazırlık yapmıştır.

İstanbul’dan deniz, kum, güneş hayaliyle Antalya’ya doğru yola çıkıp, dönüşte de Türkiye’nin gezilmesi-görülmesi gereken ne kadar önemli yeri varsa görmeye kararlı olan aile yemek için Afyon’da mola verir.

Moladan sonra tekrar yola çıkmadan önce Cavit’in Afyon’da oturan askerlik arkadaşı Cemil’e geçerken uğramasıyla gelişen olaylar komik bir hal alır.

Cemil ve ailesinin kendilerini misafir etmesiyle, Afyon’da kalan İstanbullu aile, her gün yollarına devam etme planları yapsalar da akşam yemeklerinde Cavit’in ailesinden birinin çenesi düşüklüğü yüzünden, Cemil ve ailesinin onları bırakamaması sonucu Afyon onların sıkışıp kaldığı bir çıkmaza dönüşür.

Jexi

Scott Moore ve Jon Lucas’ın yönetmenliğini üstlendiği Jexi, Phil’in yeni aldığı akıllı telefonda bulunan işletim sistemiyle birlikte değişen hayatını konu ediyor.

Otuz yaşlarında pek çok insan gibi Phil de kafasını telefondan kaldırmayı pek başaramaz. Ancak bir gün Phil’in hayatı, yeni aldığı telefon ile tamamen değişir.

Akıllı telefon’un işletim sistemi Jexi, gerçekten de çok akıllıdır. Fakat biraz ağzı bozuk biraz da ezik bir insan olarak gördüğü Phil’in hayatına müdahale edecek kadar saplantılıdır.

Phil, Jexi sayesinde işinde terfi etmekle kalmaz, hayalindeki kızla da çıkmaya başlar. Bir süre sonra hayatını yaşamaya başlayan Phil, telefonuna eskisi kadar ilgi göstermeyince Jexi bu durumdan hiç hoşlanmaz, hatta Phil’in artık daha çok vakit geçirdiği kız arkadaşını kıskanmaya başlar.

Ancak Phil’in bu yeni ve güzel hayatını mahvetmek Jexi için hiç de zor olmayacaktır.

Kaptan Pengu ve Arkadaşları: Mandalina’nın Günlüğü
 

TRT Çocuk kanalında yayınlanan Su Elçileri adlı çizgi dizinin sinema uyarlaması olan Kaptan Pengu ve Arkadaşları: Mandalina’nın Günlüğü, sera gazları ve küresel ısınma yüzünden buzulların erimesi neticesinde kaybolan arkadaşları Putuk’u ararken türlü maceralara atılan Kaptan Pengu, Misket, Pelik ve Mandalina’nın hikayesini anlatıyor.

Kaptan Pengu, sera gazları ve küresel ısınma etkisiyle eriyen buzullar için çalışırken biricik dostu Putuk’un eriyen buzuldan düşerek denizde kaybolduğunu öğrenir.

Hemen arkadaşını aramaya başlayan Kaptan Pengu’ya bu yolculukta Misket, Pelik ve Mandalina da katılacaktır.

Putuk’u bulmak için çıktıkları bu yolda onları heyecanlı, maceralı ve komik anlar beklemektedir.

Kelly Çetesi’nin Gerçek Hikayesi

Assassin’s Creed ve Macbeth’in yönetmeni Justin Kurzel imzalı True History of the Kelly Gang, tarihin en ünlü kanun kaçağı ve haydutlarından Ned Kelly ile çetesinin hikayesini anlatıyor.

Film, Avustralya’da ünlü kanun kaçağı Ned Kelly’nin hayat hikayesini ve bir ülkenin vahşi geçmişini, daha önce hiç anlatılmayan kısımlarıyla gözler önüne seriyor.

Başrollerini; 1917 filmiyle adından söz ettiren genç oyuncu George Mackay’in yanı sıra Russell Crowe, Charlie Hunnam, Nicholas Hault ve Essie Davis’in paylaştığı film, Peter Carey’nin Man Booker ödüllü romanından uyarlandı.

L.O.L. Sürpriz! Beyazperdede

L.O.L. Surprise! On the Big Screen, influencer Tahani ve Mykal-Michelle’in sinema maceralarını anlatıyor.

L.O.L Bebekleri’nin beyaz perdede hayat bulmasının sağlayan filmde, sevilen oyuncak bebeklerden Punk Boi, Queen Bee ve Vacay Babay'e odaklanılıyor.

Semur 2: Cinlerin Büyüsü

Semur 2: Cinlerin Büyüsü, arkadaşlarıyla birlikte dedesinden gelen bir mektubun peşine düşen Alesia’nın, geçmişinde yaşadığı olaylarla yeniden yüzleşmesini konu ediniyor.

Alesia’ya çok küçük yaşta kötü bir ifrit musallat olmuştur. Bu ifritin verdiği rahatsızlıktan güçlü bir hocanın yardımıyla kurtulan Alesia aslen Rum asıllı olan ailesini bu süreçte kaybetmiştir.

Yirmi beş yaşında genç bir yetişkin olan Alesia hayatının normal akışına devam etmekte iken dedesi Greeg’den gelen bir mektup ile hayatı yeniden değişir.

Arkadaşlarını da yanına alarak mektubun peşine düşen Alesia, eski bir Rum köyü olan Yorgalar’a gider. Çünkü dedesi onun için altın değerinde bir şey bıraktığını söylemiştir.

Ancak Yorgalar’da yaşanacaklar o ve arkadaşları için tam bir cehennem olacak ve daha da kötüsü Alesia geçmişteki karanlık gerçeklerle yüzleşecektir.

Sonsuzluk Üzerine

Roy Andersson’un Binbir Gece Masalları’ndan esinlenerek çektiği About Endlessness (Om det oändliga) isimli film tüm güzelliği ve acımasızlığı, görkemliliği ve banalliği ile insan hayatına bir ayna tutuyor.

Şehrazadımsı anlatıcı, kibar yönlendirmeleri ile seyirciyi rüya gibi bir gezintiye çıkarıyor. Önemsiz anlar, tarihi olaylar kadar değer taşımaya başlıyor:

Bir çift savaşta yerle bir edilmiş Köln’ün üzerinde süzülüyor; bir doğum günü partisine doğru giderken kızının ayakkabı bağcıklarını bağlamak için bir baba sağanak yağışın ortasında duruyor; genç kızlar bir kafenin dışında dans ediyor; yenilmiş bir ordu tutukluların bulunduğu bir savaş kampına doğru yürüyor.

Aynı anda hem gazel hem ağıt özelliği taşıyan About Endlessness tümüyle sonsuz ve insancıl bir var olmanın kırılganlığı öyküsünü bir kaleydoskop aracılığı ile sunuyor, Roy Andersson insan hayatındaki güzellikleri, zulmü ve ihtişamı kendine has bir üslup ile gözler önüne seriyor.

İsveç sinemasının usta yönetmenlerinden Roy Andersson’un İkinci Kattan Şarkılar (2000), Siz, Yaşayanlar (2007), İnsanları Seyreden Güvercin (2014) isimli filmlerden oluşan Yaşayanlar Üçlemesi’ne ek olarak çekilen Sonsuzluk Üzerine (2019) yine yönetmenin stilize çalışmalarının bir örneği.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU