Anadolu mayası ve dilin soyut vatanı

Prof. Dr. Uğur Batı, Independent Türkçe için Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Tahir Büyükakın ile konuştu

Ben Profesör Doktor Uğur Batı.

Karar Bilimi Uzmanıyım ve burada sanat, kültür, ikna, idealar ve düşünce patlamaları kaleme alıyorum.

O zaman, daha sorulurken cevaplanamayan soruların köşesine hoş geldiniz.


Kültür her şeyin taşıyıcısı, soyut ve somut varlığıyla bir mihenk taşı. Varoluş tezi gibi bir şey.

Bugün bir fikri bir röportaj üzerinden tanımlayacağız.

Kesintisiz ilerlemenin bilim, kültür, sanat, felsefe, teknoloji, inovasyon gibi olgulardan kaynaklandığını, bu hususta da elimizdeki en iyi aracın kitaplar olduğunu bilen bir bilim insanı olarak her sene farklı kitap fuarlarını izliyorum.

Ortamı yaşamak, kitap konuşmak, anlamak arzusundayım.

Bu sene de Türkiye'nin önde gelen kitap fuarlarından biri olan Kocaeli Kitap Fuarı'nı takip ettim.
 

 

Vesileyle Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Tahir Büyükakın'la sohbet fırsatı buldum ve notlar aldım. Bunları da bir metin haline getirdim.

Kendisini bir fikir insanı sıfatı üzerinden dinledim, anlamaya çalıştım.

Kültüre, sanata, kente dair kendisinin bakışını "felsefi bir arka plan" olarak aydınlatmaya yönelik bir çözümleme metni oldu.

Başlayalım. 
 

2
Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Tahir Büyükakın, Kocaeli Kitap Fuarı'ndaki stantları geziyor

 

Sizin zamanınıza dair zarif bir paragraf

Buradaki fikrin özüne uygun olsun.

Gazzâlî, İbnü'l-Arabî ve İbn Haldun gibi büyük düşünürler, fikirlerini ifade ederken onu okuyan herkesten özür dileyerek başlarlarmış.

O fikirleri kaleme almaya cüret ettikleri için Yaradan'dan ve onu okuyanlardan özür dilerlermiş; sanki bir şey biliyormuş gibi yazdıkları için…

Derler ki:

Yazan insanlar söylediklerinden çok, sustuklarında gizlidir.


O nedenle bir yazarın ne yazdığını anlamak için söylediklerine değil, sustuklarına bakmak gerekiyor.

Umarım bu satırları yazarken değerli vaktinizin kıymetini teslim etmişimdir.
 

 

Bir kitap fuarının ana fikri: Anadolu Mayası

Kocaeli Kitap Fuarı'nın teması bu yıl, "Anadolu Mayası".

Öylesine bir seçim değil bu, içerikten anlıyorsunuz.

Fuarın fikre, düşünceye değer veren "kalabalıkları" arasında, yazarların kaleminde ve okuyucuların gözlerinde yeniden yoğrulan bir "maya"dan söz edebiliriz.

Fikir bu. Öyle ki bu maya bir kenti kuluçkaya dönüştürme amacında.
 

 

Bir üretim kenti. Sadece bu kentte değil, Anadolu'nun derin topraklarından filizlenen bir maya var.

O, ne sadece tarihsel bir birikim ne de kültürel bir miras; o, dilin damarlarında akan, zihinleri yoğuran bir öz.

Ve tam da bu anlam katmanlarının kesiştiği yerde, dilin yalnızca kelimelerden değil, bir varoluş ahlakından ibaret olduğunu hatırlatıyor Tahir Büyükakın:

Gerçek vatan, tohumun toprağın derininde saklı; onu filizlendirecek olan ise, kavramlarımızı doğuran dilimiz.


Kitaplar bu fuarda, o görünmez ağı, niyetle eylemi birleştiren dili keşfe davet ediyor çünkü Anadolu mayası, sadece anlatmakla değil, yeniden yaratmakla mayalanıyor.

Büyükakın, aslında Türkçeyi bir "soyut vatan" olarak gören yaklaşımıyla, Anadolu'nun mayasını yeniden düşünmeye çağırıyor.

Biz de onunla, kelimelerin tarih yazdığı, seslerin kimlik taşıdığı bir coğrafyada; Ahmet Yesevi'den Yunus'a, Nasrettin Hoca'dan Dede Korkut'a uzanan köklü bir dil ve kültür yolculuğunu konuştuk.
 

 

Soyut vatan dilin önemi

Bu, büyük bir söz mü?

Neden dil, soyut bir vatan olarak mavi sular kadar kıymetli?

Neden Yunus'un saf Türkçesi, Ahmet Yesevi'nin ilk tohumu ve Hoca Nasreddin'in bilge ironisi, emperyal rüzgârlara karşı dimdik duran bir kale?

Tarihin akışında mitlerin tahripçi ateşinden Osmanlı'nın merhametli fetvalarına uzanan bir yolculukta, Türkiye Cumhuriyetin özgürlük ateşinde dil nasıl bir kuruluş felsefesidir?

Hemen söyleyelim:

Söz, insanlığın aynasıdır.


Dil, insanın kendi varlığını anlamaya çalıştığı en kadim aynadır.

Ludwig Wittgenstein "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır" derken, insanın dünyayı kavrayışının kelimelerle biçimlendiğini anlatıyordu.

Oysa bu düşünceye yüzyıllar önce Ahmet Yesevi başka bir dille dokunmuştu:

Söz, gönlün aynasıdır. Gönül kirlenirse, söz de bulanır.


İşte bu yüzden dil yalnızca bir iletişim aracı değil, bir kültürün ruhsal mimarisidir.

Her kelime, bir milletin hafızasında bin yıllık bir yankıdır.
 

 

Yunus Emre'nin "Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı" dizesi, dilin yalnızca ses değil, ahlaki bir varlık olduğunu söyler.

Çünkü söz, niyetin suretidir; kalpten doğar ve toplumun vicdanına yerleşir.

Kaşgarlı Mahmud, Divânü Lugâti't-Türk'te Türkçenin yalnızca kelime dağarcığı değil, bir dünya görüşü olduğunu gösterir.

Onun sözlüğü, kelimelerden çok bir medeniyetin koordinatlarını çizer.

Her deyim, bir yaşam biçimidir; her kelime, bir davranışın belleğidir.

Dil, bir milleti görünmez iplerle birbirine bağlayan içsel bir ağdır.

Bu ağ, bazen Yunus'un bir ilahisinde, bazen Hoca Nasrettin'in bir gülüşünde, bazen de Dede Korkut'un bir uyarısında parlar.

Çünkü dil hem aklın yansıması hem de kalbin terazisidir.

Hoca Nasrettin'in "Göle maya çalalım, ya tutarsa" sözü, yalnızca mizah parlamaz, bir düşünce parlar.

Çünkü, dil felsefesinin en saf hâlidir.

Bu söz, insanın anlamla ilişkisinin özünü anlatır:

Niyet, dile dönüşür; dil, dünyayı yoğurur ve bazen bir kelime, bir çağın kaderini değiştirir.


İslam düşüncesinde "kün fe yekûn" ("ol der, olur") ilahi yaratımın kelimeyle başladığını söyler.

Bu, varoluşun en eski hakikatidir: Her şey sözle var olur.

Türk düşüncesinde de aynı damar akar: Ergenekon'dan çıkış bir yolculuk değil, bir "sözün doğuşudur."

Demir dağ erirken, aslında dil yeniden şekillenir; çünkü halkın sesi, dağın kalbinden yükselir.

Bu bağlamda Türk dili, yalnızca bir iletişim sistemi değil, bir varoluş biçimidir.

Ahmet Yesevi'nin hikmetiyle başlayan, Yunus'un şiiriyle olgunlaşan, Nasrettin Hoca'nın mizahıyla halkın diline sinen, Dede Korkut'un destanlarında yankılanan bir varlık alanıdır.

Her biri, Türkçeyi bir kelimeler topluluğu olmaktan çıkarıp bir vicdan biçimi hâline getirmiştir.

Bugün hâlâ Türkçeyi korumak, yalnızca bir dili değil, insan olmanın anlamını korumaktır.

Çünkü kelimeler unutulmazsa, hafıza da yaşamaya devam eder.

Ve bir milletin gerçek vatanı, topraklardan önce; dilinde yaşar.

Derinleşelim. Bakalım Tahir Büyükakın neler anlatıyor?
 

Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Tahir Büyükakın, Independent Türkçe için Prof. Dr. Uğur Batı'nın sorularını yanıtladı
Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Tahir Büyükakın, Independent Türkçe için Prof. Dr. Uğur Batı'nın sorularını yanıtladı

 

Kitap fuarından bahsederken, onun sadece bir fuar olmanın ötesinde bir niyeti olduğunu söylediniz. Bu niyet nedir ve kentin kültürel mayalanmasıyla nasıl bağlantılı?

Kesinlikle, kitap fuarının arkasında daha derin bir niyet yatıyor: Kentin kültürel mayalanmasının zeminini hazırlamak. Bu kuluçka ortamı sağlandığında, mayalanma tutar ve asıl bereketi o getirir diye düşünüyorum. Geleneksel bir kitap fuarı -okuyucuların yazarlarla gezdiği, sohbetlerini dinlediği, kitap imzalattığı bir yer- olmaktan çıkıp, karşılıklı etkileşim alanına dönüşüyor.

Bu etkileşim hem yazarı hem okuru besliyor; kültürel mayalanmada beslenme tek yönlü değil. Örneğin, "Avusturya çevresi"nden söz ederiz: İçinde kültür, sanat, felsefe, resim, heykel barındırır. Bu parçaların toplamı, parçalardan öte bir bütün oluşturur -kuantum gibi! Zihin dünyamız kavramlarla ete kemiğe bürünür ve bu, dilin işidir. Dilden zihne, zihinden dile kesintisiz bir akış var.

Dili güçlendirdiğinizde zihin canlanır, zihni güçlendirdiğinizde dil zenginleşir. Anadolu mayası denen ortak öz, işte dilde tecelli eder; birlik orada somutlaşır. Anadolu mayasını dille anlatır, korur, geliştirirsiniz. Dili geliştirirken mayayı da yoğurursunuz. Eklenen her yeni terkip, kendi dilini doğurur.

Dil, bu anlamda soyut vatandır -mavi vatanı nasıl koruyoruz, dilimizi de öyle muhafaza etmeliyiz. Dili savunma mücadelesi, bir mefkûreyi, niyetlerle eylemler arasındaki o görünmez ağı koruma çabasıdır.

Çünkü dil, o ağın en somut yansımasıdır. Anadolu mayasının bilgi kalitesini soyut vatan üzerine kuruyorum; hatta bunun hikâyesini yazıyorum.

Bu fuarda belediye Kültür Yayınları'ndan "Türkçe'nin Anlamı" kitabı çıktı -alt başlığı "Tek Bir Türk Dünyası İçin Tarih".
 

 

Birbiriyle doğrudan sebep-sonuç ilişkisi görünmeyen değişkenlerin birleşmesiyle politika ortamı oluşuyor diyorsunuz. Bu, ekonomik ve kültürel gelişmeye nasıl zemin hazırlar?

Tam olarak öyle. Sanki bağlantısız gibi duran pek çok değişken bir araya gelince, uygun bir politika iklimi doğar. Bu iklim, ekonomik büyüme kadar kültürel-sanatsal canlanmaya da kapı açan bir ekosistem yaratır. Tarih okurken fark ediyorum ki, bu süreçler genelde katı bir planlamayla değil, kendiliğinden akan bir akılla ilerliyor.

Yine de, bu akışa açık bir ortam yaratmak kritik. Örneğin, Saray Devrimi'nin İngiltere'de başlaması, merkezi devletin o kadar da baskın olmamasından kaynaklanıyor. Amerika'dan gelen altın ve gümüş İspanya üzerinden Avrupa'ya aktı, ama İspanya'daki güçlü otorite, çevresine nefes aldırmadı; bu yüzden kapitalizmin doğduğu yer olamadı. İngiltere'deyse merkez zayıftı, dış tehditlere kapalıydı -korumacı değil, açık bir sistem kurdular.

Sonuçta, yaratıcılık ve yenilikçi ruh filizlendi. Güney Amerika'yı İspanyol aklı kolonize ederken Latin Amerika kültürü şekillendi; Kuzey Amerika'yı İngilizler yönetirken ise özgürlükçü bir gelenek hâkim oldu. Aslında, yönetsel felsefede de bu var: Yaratıcılığın yolunu açan, esnek bir ortamdan söz ediyorsunuz.
 

 

Kültürel köklerimizi anlatırken, evreni hâkimiyet altına alınacak bir mekân olarak görmediğimizi söylüyorsunuz. Bu, ekosistemle uyumlu kültürle nasıl ilişkilendirilebilir?

Kendimizi "zübde-i âlem" (alemin özü) olarak görenler, âlemle uyum içinde yaşar; buradan doğa ve ekosistemle barışık bir kültür çıkar. Yunan mitolojisinde ise bu uyum yok; tanrılarla isimlendirilmiş bir düzen, doğayı yağmalayan, gezegeni ısıtan bir aydınlanmaya yol açar.

Bizim köklerimizde ise her şey -hayvan, insan, tüm mahlûkat- merhamet penceresinden okunur ve yol gösterilir; tahrip yerine koruma hâkimdir. Hatırlayın, karıncalı şiiri: Kanuni hocasına sorar, "Meyve dallarına sarılan karıncayı ezersek günah mı?"

Ebu Suud'un cevabı: "Yarın Hakk'ın divanında Süleyman'dan hakkını alır karınca."

Ya da Bulgar tehciri için fetva isteyen Süleyman -alınamadı, caiz değildi. Osmanlı, asimilasyoncu bir imparatorluk olmadı; emperyal güçler tehcir eder, dilleri ezer, kültürleri dayatır. Bizim geleneğimizde ise öyle bir zorlama yok.


Ortak dil yoksa ortak zihin dünyası, dolayısıyla kültür ve millet de yok diyorsunuz. Anadolu mayasının en güçlü temsilcileri kimler aklınıza geliyor?

Evet, ortak dil olmadan ortak kültür, ortak millet olmaz. Anadolu mayasının en saf hâli Yunus'tadır; Türkçesi orada en berrak akar. Bütün birikimin damıtılmış hali kıyıya vurur -deniz o birikimse, Yunus'un dili dalgadır.

En gösterişli temsilcisi mi? Sadece Yunus dersek Mevlâna'ya, Mevlâna dersek Ahmet Yesevi'ye ayıp ederiz. Mayanın ilk tohumu Ahmet Yesevi'de atılır; şiirde halka en içten Yunus ulaşır, halk dilinde ise Hoca Nasreddin. Onun hikâyeleri bilgelik dolu -Dede Korkut'un çağdaş yankısı gibi.

"Köye ne kadar sürede varırım?" diye sorana "Önce yürüyüşünü bir göreyim" der; eylemsiz niyetin boşluğunu vurur. "Göle maya çalalım ya tutarsa" sözüyle de niyetin sihrini hatırlatır. Anladığın kadarını kaparsın; yoksa sıradan bir fıkra kalır.
 

 

Türk ulusu pek çok devlet hatta imparatorluklar kurdu. Topraklar, silahlar, zaferler yitip gitti; soyut vatan hâlâ ayakta mı?

Soyut vatan dimdik ayakta. O tohum toprağın derininde, şartlar olgunlaşınca filizlenir. Tersine bakarsak, sömürgecilerin dilini konuşan toplumlarda onların zihin yapısı hâkim olur. Kavramlarıyla düşünür, kelimeleriyle ifade eder, fark etmeden benzeşirsiniz. Kendi dilinizi doğuramazsanız, konuştuğunuz dilin efendisi gibi olursunuz.

Afrika kıtası buna örnek. Güzel bir söz var: "Arslanların tarihçisi çıkana dek kitaplar avcıların kahramanlıklarını yazar."

Dil savaşı, tarih savaşıdır; kendi kavramlarınızı, dilinizi yarattığınızda yeni bir tarih dokursunuz. Tarihi avcının gözünden okursan aslan kaybeder, aslanın gözünden okursan avcı tedirgin olur.

Düşünün: Bir gün asanla geçir, ceylanı yakalayınca sevin; bir gün ceylanla ol, yakalandığında yüreğin burkulur.

Dil, kavramlar, sözcükler işte bu gözlüğü belirler. Düşüncenin tarafını, duruşunu belirler. Kelimeler aynadır; toplumsal hayatta bakış açın, Gazze'ye yaklaşımın gibi, binlerce yıl geriye uzanır: Musa'nın mı, Firavun'un mu yoldaşısın?


"Tohumun filizi, dilin çağrısı" diyorsunuz, açar mısınız bitirirken?

Sözcükler aynadır demiştik, o ayna Anadolu mayasının yansımasını tutuyor. Şöyle diyeyim; Firavun'un gücüyle Musa'nın merhameti arasında, Prometheus'un isyanıyla Ergenekon'un umudu arasında, hep aynı hikâye dönüyor. Gücü insanlığa karşı değil, onunla kullanmak. Dil, bunu yapabilir.

Türk ulusunun soyut vatanı ayakta. Dilin Yunus'la kıyıya vuran dalgası, Nasreddin'le "ya tutarsa" niyeti, bize şunu hatırlatıyor: Kültürel mayalanma, planlanmış bir akıldan değil, açık bir ekosistemin bereketinden doğar.

Gazze'nin acısında, Afrika'nın sessizliğinde, her kelime bir duruş; her kavram bir tohum. 


Bitirirken

Bizim gibi yazarların, kitaplarını kaleme alırken daha önce okuduğu, dinlediği ve anlamaya çalıştığı tüm beyinleri ödünç aldığını düşünürüm.

Yazarlar kendilerini resmin içine dâhil ettiklerinde ise ortaya özgün bir şey çıkar ki bu, kitabı okumaya başladığınızdaki "siz" ile bitirdiğinizdeki "siz"i farklı kılan bir cevher gibidir.

Tabii olumluya doğru ilerleyen bir değişimin yarattığı farklılığı kastediyorum, daha fazla anlayan olarak…

Kitabımıza yerleşen iki satır, bir yerlerde ettiğimiz iki laf veya bir söyleşide ağzımızdan dökülen birkaç kelam, yıllar sonra birine "Evet yahu, böyle düşünmemiştim daha evvel!" dedirtirse bizim için hayatın anlamı yerini bulmuş olur.

Bu röportajı kapatırken, Büyükakın'ın çağrısını kulaklarımızda duyuyoruz:

Dili yoğurmak, mayayı tutturmak -çünkü yarın Hakk'ın divanında, karıncanın bile hakkı var!


O mayayı çalmak, sadece bir fuar değil; bir vatanı iyi düşünce ve fikirle filizlendirmek olsun.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU