İnsan merkezinden uzaklaşan sesin çoğul dünyası

Barış Erbil Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Independent Türkçe/ChatGPT

Müziği tarih boyunca çoğunlukla insan merkezli düşündük, araştırdık, geliştirdik ve ürettik.

Bu bağlamda besteci, icracı, dinleyici üçgeni içinde de müziğin öznesi hep insan oldu.

Oysa post-hümanist kuram, özellikle Rosi Braidotti ve Donna Haraway gibi düşünürlerin ortaya koyduğu gibi, insanın tekil merkezde olmadığı gibi; teknolojiler, doğa unsurları ve diğer canlılarla birlikte kurulan bir ağın parçası olduğunu gösteriyor.

Bu bakış açısı, müziğe de başka bir mercekten bakmayı filhakika mümkün kılıyor:

Eğer insan, sesi tek başına üretip tüketen bir varlık değilse, müzik dediğimiz olgunun da zaten insan-dışı varlıklarla beraber kurulduğunu söylemek çok da yanlış olmaz değil mi?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Doğadaki sesleri ele alalım.

Kuş cıvıltıları, sualtı dünyasının titreşimleri, rüzgârın uğultusu veya böceklerin ritmik vızıltısı…

Bunların çoğu uzun yıllar boyunca müzikten ayrı ve doğanın öz sesleri olarak hayatlarımızda var oldu.

Fakat son on yıllarda etnomüzikoloji ve akustik ekoloji araştırmaları gösteriyor ki, bu sesler yaşamın ve doğanın arka plan sesleri olduğu gibi kendi başına bir iletişim sistemi ve hatta kültürel anlam yüklenebilecek formlar olarak da tanımlanabilir.

Örneğin, balinaların birbirleriyle kilometrelerce öteden titreşimlerle kurdukları iletişim biyolojik bir işaret ve bu işaret insan müziğiyle kıyaslandığında belirli bir melodi yapısı ve tekrar motifleri içeriyor.

Bu noktada sorulması gereken soru şu:

Biz gerçekten müziği sadece insanın elinden çıkan bir pratik olarak mı tanımlayacağız, yoksa bu tanımı yaparken insan-dışı varlıkların seslerini de müziğin geniş evrenine dahil edecek miyiz?

Ülkemiz Türkiye bağlamında düşündüğümüzde de bu mesele ayrıca ilginçleşiyor.

Karadeniz yaylalarında rüzgârın kemençe eşliğinde duyulması, Ege'de zeybek oynanırken toprak titreşimlerinin ritimle karışması, göçer toplulukların hayvanlarla kurduğu akustik ilişki ve daha birçok kültürel ses-etkileşimleri insanın müziğini doğanın sesleriyle harmanladığı, aslında post-hümanist olarak adlandırabileceğimiz çok eski örnekler olarak karşımıza çıkıyor.

Anadolu'nun birçok yöresinde doğayla birlikte müzik yapma fikri zaten kültürel bir gerçeklikti; yalnız biz bunu genellikle "halk müziği" ya da "doğa tasviri" diye sınıflandırıyorduk.

Post-hümanist okuma ise bu sınıfları kırıp, müziği insan-dışı parametreler ile eş üretim olarak görmeyi öneriyor.

İnsan merkezinden uzaklaşan sesin bir diğer ekseni ise şüphesiz teknoloji.

Yapay zeka kullanımı ile üretilen müzikler, robot algoritmalar tarafından bestelenen eserler son yıllarda müzik endüstrisinin yapısal dinamiklerini tamamen değiştirecek kuvvetli bir etki yarattı.

Dinleyicilerin bir kısmı bu üretimleri organik müzik olarak kabul etmeyip yok sayma ve dışlama eğilimindeyken bir kısmı da "yeni bir çağın başlangıcı" olarak görüyor.

Sosyolojik açıdan karşımıza gelen soru işareti insan-dışı bir varlık (örneğin yapay zeka yazılımı) tarafından üretilen sesler, toplumsal iletişim ve duygu aktarımı açısından ne kadar "müzik" sayıldığını bize yöneltiyor.

Çoğul bir bakışı ile bu durumu değerlendirmek ve kapsayıcı bir yaklaşımda bulunmak belki de bu noktada en doğru yönlenme olabilir. 

Saha araştırmaları bu konuda bize bazı ipuçları veriyor.

Japonya'da Hatsune Miku adlı hologram şarkıcının binlerce dinleyici karşısında verdiği konserler bu konuda güzel bir örnek olabilir.

Dinleyici deneyimi, bir insan sanatçıyla birebir aynı duygulanımı yaratmasa da kolektif bir müzik deneyimini ortaya çıkardığını söyleyebiliriz.

Elde ettiğimiz sonuçta, İnsan-dışı bir varlık sahnede, fakat topluluk gerçek.

Burada müziğin öznesi artık tek başına insan değil; teknoloji, hologram, ses sistemi ve izleyici arasında kurulmuş bir ağ.

Benzer şekilde yapay zekâ algoritmalarıyla bestelenen şarkılar Spotify listelerinde milyonlarca dinlenmeye ulaşıyor.

Dinleyici, çoğu zaman şarkının insan mı yoksa makine mi tarafından bestelendiğini pek umursamıyor, hatta fark etmemesi de oldukça olası.

Görüyoruz ki, müziğin toplumsal işlevi kim tarafından üretildiğinden çok, nasıl deneyimlendiğiyle tanılı.
 


Post-hümanist müzik düşüncesinin yalnızca teknoloji ile sınırlı olduğunu söylemek çok doğru olmaz.

İnsan-dışı varlıklar arasında hayvanlar, bitkiler ve hatta cansız nesneler de var.

Bir etnograf düşünelim: bir arıcı, kovanın uğultusunu kaydediyor ve bunu elektronik müzik setinde ritmik öğe olarak kullanıyor.

Burada arı doğa sesi ürettiği gibi, müziksel bir ortak haline de geliyor.

Başka bir taraftan, İstanbul'daki bazı bağımsız sahne sanatçıları da sokak gürültülerini, metro seslerini ya da endüstriyel makinelerin tınılarını eserlerine dahil ediyor.

Aslında bu da bir çeşit "çok-öznelilik" hali: insan, müzikte tek ses ve üretici tanımının dışına çıkıp çevresiyle birlikte bir orkestranın parçası olarak tanımlanmaya başlıyor.

İletişim boyutuna geldiğimizde mesele daha da derinleşiyor.

Müzik, temelde bir iletişim biçimidir. Duygular, kimlikler, mesajlar taşır.

Peki insan-dışı varlıkların ürettiği sesler, insanlar arasında nasıl bir iletişim işlevi görüyor?

Balina şarkıları üzerine yapılan deneysel bestelerin insanlara çevre bilincini aktarmak için kullanıldığını bu noktada söyleyebiliriz.

Yine aynı bağlamsallıkta, yapay zeka tarafından üretilen melankolik melodiler, algoritmanın değil, algoritmayı dinleyen insanların duygusal yansıması oluyor.

Yani insan-dışı sesler, insanlar arasında yeni iletişim köprülerini bu şekilde kurabiliyor.
Elbette bu tartışmanın etik boyutları da var.

Yapay zeka müziklerinde emeğin görünürlükten uzaklaşması ve sanatçının rolünün silikleşmesi, doğa seslerinin ticarileştirilmesi (örneğin yağmur sesi uygulamaları) gibi sorunlar da karşımıza bu noktada çıkıyor.

Post-hümanist müzik düşüncesini estetik bir açılımdan ziyade, zamanda toplumsal sorumluluk ve etik meseleler de içeren bir olgu olarak ele almak gerekir.

İnsan, artık yalnızca üretici değil, çok yönlü bir birliktelik içinde bir üretici olarak kabul edilir ve bu durum da güç ilişkilerini yeniden tanımlar.


Müzik, post-hümanist bakışla düşünüldüğünde, insanın tekeline ait bir alan değil.

Doğanın, teknolojinin, hayvanların, makinelerin ve hatta cansız nesnelerin katıldığı bir ortak üretim alanı.

Bu bakış açısı hem müzik sosyolojisini hem de iletişim çalışmalarını oldukça genişletiyor.

Çünkü burada iletişim artık yalnızca insan-insan arasında değil; insan-doğa, insan-makine, insan-hayvan arasında kuruluyor.

Ve bu ilişkiler, gelecekte müziğin tanımını kökten değiştirebilir.

Belki de birkaç yıl sonra bir konser salonuna girdiğimizde, sahnede bir insan değil, bir algoritma olacak, ama biz yine de orada müzik deneyimi yaşadığımızı hissedeceğiz.

Belki de ormanda yürürken kuşların melodisiyle kendi iç ritmimizi eşitleyecek ve bunun müzik olduğunu kabul edeceğiz.

Post-hümanist düşünce bize şunu hatırlatıyor: Müzik hiçbir zaman yalnızca insanın değildi; biz sadece kendimizi merkeze koymayı seçmiştik.

Şimdi, bu merkezden çekilmenin ve ses evrenini birlikte kurmanın zamanı geliyor.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU