İşgalcisini yüceltmeyen "Günahkâr": Ngugi Wa Thiong'o

Behçet Darğın Independent Türkçe için yazdı

İngilizce ve Gĩkũyũ dilinde eserler veren Kenyalı yazar Ngũgĩ wa Thiong'o

Dil doktoruydu. Yoksul bir topluluğun insafına bırakılmış, sömürgeciler tarafından hep aşağılanmış, resmi ve sanatsal alanlarda kullanılmadığı için ifade gücü zayıflamış, standart gramer kurallarını oluşturamamış Gikuyuca dilini canlandırmanın peşindeydi.

Bireyin hayata baktığı ilk pencere olan, insan tabiatının tartışmasız en önemli parçası sevgili ana dilini tekrar yaşatabilmek için yaşıyordu.

Öğrencilik yıllarının ve parlak kariyerinin konforunu tercih etmek yerine, birçok zorluğa katlanmayı göze almıştı.

Ölümle yan yana yaşayan halkını kurtarmak istiyordu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ngugi Wa Thiong'o (1938–2025), İngilizlerin ve işbirlikçi Afrikalı askerlerin kuşattığı, yargısından ordusuna, eğitim sisteminden günlük yaşamına kadar her şeyin Batılıların kontrolünde olduğu Kenya'da, köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.

Kalabalık ailesinde dört annesi, babası ve yirmi sekiz kardeşi vardı.

Gerçek adı James Ngugi'dir.

Çevresi tam bir mücadele alanıydı: açlık, zorbalık, öldürülme…

Artık alışılmış birer günlük rutin haline gelmişti.

Bu ortam, Kenya'da sömürgecilik ağlarını güçlendiriyordu; aynı evde, birbirlerinin eşyalarını paylaşarak büyüyen, birbirini çok seven kardeşler bile politik baskılar ve ayrımlar yüzünden kanlı çatışmalar içine sürüklenmişti.

Wallace isimli kardeşi, ülkelerini kurtarmak amacıyla 1952'de kurulan ve köylülerden oluşan Mau Mau örgütüne katılmıştı.

Öte yandan diğer kardeşi Tumbo, sömürgecilerin safında yer almıştı.

İki kardeş, gece vakti gizlice fabrika işçisi olan kardeşlerini ziyaret ederken kapıda karşılaştılar ve aniden farklı yönlere kaçtılar.

Biri sömürgeci askerlerden, diğeri ise gerilladan kendisini öldürecek bir tehditten korkuyordu.

(…) Her ikisi de kendi şeytanlarıyla boğuşurken aralarındaki tek iletişim, sessiz nefes alışverişleriydi.
 

 

Kum, dünya, ana dil

William Blake'in "Bir kum tanesinde bir dünya görmek" sözü, karşılaştırmalı edebiyat profesörü Ngugi'nin anadiline yaklaşımını belirlemişti.

Buradaki "kum tanesi", bireyin kendi deneyimlerini simgeliyordu.

O kum tanesinin içinde, dilinizi, kültürünüzü ve tarihinizi görebilirsiniz.

Yazar, öz diline yönelme sürecinde New York'taki PEN Uluslararası Kongresi'nde İtalyan yazar Ignazio Silone'nin, çağdaş İtalyan romanının başka dillere çevrilmemesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdiği konuşmasını hatırlıyordu.

Silone, "İtalyanca, kelime dağarcığı birkaç kelime olan bu Bantu dillerinden değildir" diyerek Afrika dillerini küçümsemişti.

O dönemde Ngugi, Bir Buğday Tanesi'ni İngilizce yazıyordu.

İngilizcenin, onu başka benliklere taşıyarak kendi dünyasından fersah fersah uzaklaştırdığını fark etti ve düşündü:

Eğer İngilizce yazmaya devam edersem, Silone'yi haklı çıkarmış olacağım.


Nairobi'de Afrikalıların dışlanması, konferanslarda Zulu, Kiswahili ve Yoruba gibi Afrika dillerinin dikkate alınmaması gibi onur kırıcı tecrübeler, yazarın yurtseverliğini harladı.

Bugüne dek ana dilinde yazmamış olmanın yarattığı suçluluk duygusunu ise iliklerine kadar hissettirdi.


Neden Afrika dilleri Balzac, Tolstoy, Şolohov, Pablo Neruda, Platon… barındırmasın?

Chinua Achebe'nin de aralarında bulunduğu bazı yazarlar, Afrika edebiyatında İngilizcenin sarsılmaz bir yeri olduğunu savunurken, Ngugi buna kaderci bir yaklaşım olarak karşı çıktı.

"Biz Afrikalı yazarlar olarak, dilimiz üzerindeki haklarımız karşısında nasıl bu kadar aciz kaldık…" diyerek en sert muhalefeti ortaya koydu.

Afrikalı aydınlara, "Afrika halkının direniş mücadelesinde bizim yükümlülüklerimiz nelerdi?" sorusuyla sorumluluklarını hatırlattı.

Sömürgecilerin dil çalışmalarını dikkatle inceledi.

Onların kendi dillerini nasıl geliştirdiklerini ve nasıl kullandıklarını adım adım öğrendi.

Bu yöntemleri anadilinin gelişimine uyarlayarak, zalimin araçlarıyla kendi anadilinin ağlarını ördü.

Blake'in sözlerinden yola çıkarak geliştirdiği "Zayıf Teori"yi, Globalectics'te yayımlanan yazısında "sınırlı imkânlarla maksimum verimi elde etme fikri" olarak tanımladı.

Yazılı geleneği olmayan, yayıncısı, editörü ve çevirmeni bulunmayan, yok olmaya ramak kalmış Gikuyu dilinde romanlar yazarak, kıt imkânlarla anadiline en yüksek düzeyde ifade imkânı kazandırdı.

Sözcükler gerilir,
Yarılır ve bazen kırılır, o yük altında,
Gerilim altında, değerinden düşer, kayar, yok olur,
Çürür özensizlikten, durmaz yerinde,
Sessiz durmaz.


T.S. Eliot'un Four Quartets şiirinde dile dair yaptığı bu kaypaklık tespitine yazar katılıyordu.

İngilizce kaleme aldığı kitaplarını kendi elinden Gikuyuca'ya çevirdi: Karga Büyücüsü, Matigari, Haçtaki Şeytan…

Bundan sonra eserlerini doğrudan anadilinde yazdı.

Akademisyen kimliğiyle eğitim alanında da mücadele verdi; Afrika dillerinin müfredata dahil edilmesini, İngilizcenin ise müfredattan çıkarılmasını savunan Sömürgesiz Zihin başlıklı manifestosunu yayımladı.

Bu manifestonun daha genişletilmiş versiyonu, Zihni Sömürgeden Azad - Afrika Edebiyatında Dil Politikası adıyla Türkçeye çevrildi.
 

 

Burada anadilin ulusal kimlik ve kültürün oluşumundaki yapıcı rolüne dikkat çekti.

Bu çalışma, yazarın kendi ana diliyle yaptığı bir pakt niteliğindeydi:

Bu kitap, zihni sömürgeden azad, herhangi bir yazınım için bir vasıta olarak kullandığım İngilizce diline bir vedadır. Bundan böyle yolun sonuna kadar Gikuyu ve Kiswahili var olacak. (s.19)


Kolonyalistlerin diline karşı açıkça savaş açmıştı.

Bu cesur tavır, kimi çevrelerin öfkesini çekti; Kenya Parlamentosu'nda "Shakespeare'i ortadan kaldırıp Karayipli komünistleri getirmeye çalışıyor" diye suçlandı.

Ngugi'nin amacı, çocukken tarlada, evin içinde ve dışında konuştuğu; akşamları ateşin etrafında hayvanların ana karakter olduğu hikayelerle tanıdığı diline yaşam sevinci ve canlılık katmaktı.

Dünya edebiyatının Balzac, Tolstoy, Şolohov, Pablo Neruda gibi önemli kalemlerinin birikimini kendi edebiyatına aktarmaktı.

Ben kelimelerimde ana dilin ifadelerine olabildiğince sadık kalmaya gayret ettim. Çünkü bir kimse; bir kelime, kelime grubu, bir cümle ve hatta Afrika dilinde bir isim üzerinden, bir halkın toplumsal normlarına, davranışlarına ve değerlerine dair sabırla bir derleme yapabilir. (s.32)
 

 

Parça parça olaylar, büyük romanlar

Bu parça parça altüst oluşlar Ngugi'yi fazlasıyla hırpaladı ve onu yazarken siyasi bir angajmana sürükledi.

Kolonyalistlerin romantik söylemlerini ve hümanizm kokan ideolojilerini reddetti; okura milliyetçi mesajlar vermekten geri durmadı.

Joseph Conrad'ın Batılı Gözler Altında adlı eserini model alan Bir Buğday Tanesi romanında, Kenya'nın bağımsızlık mücadelesini tarihi bilgiler ışığında ilmek ilmek dokudu:

Halkımız için özgürlüğün şarkısından daha güzel bir şarkı var mı? Doğrusu, bunu çok uzun, uykusuz geceler boyunca bekledik. Bizden öncekiler, bugün güneşi görmek için yaşayan bizler ve hatta yarın doğacak olanlar… (s.38)


Romanlarının tarihsel arka planı güçlüdür; ancak sağlam bir olay örgüsü içinde anlatının merkezinde, "Afrika'ya dair gerçeklerin tahlil edilmesi"nin devasa resmi vardır.

Savaşın, sefaletin ve zulmün pençesindeki hayatı ve o hayatın içinde hâlâ varlığını sürdüren Gikuyu dilini görürüz.

Bu dilin her şeye rağmen bir umudu vardır; en umulmadık zamanlarda, zifiri karanlığı delen bir ışık süzmesi gibi parlar.

Ngugi için asıl ilginç olan, egemenlerin yarattığı umutsuzluk değil; kendi topluluğunun, umutsuzluğa rağmen benliklerinde çimlenmiş ana dil tohumunun farkında olmalarıdır.

Hapis hayatı, asimilasyon, yoksulluk, işçilerin hak mücadelesi ve neoliberalizmin toplumsal etkileri, çalışmalarının başlıca temalarını oluşturur.

Frantz Fanon, Aimé Césaire, Albert Memmi ve Zakes Mda gibi antikolonyalist yazarların izinden yürüyerek, sömürgeciliğin işleyiş mekanizmalarını, yol açtığı yıkımları ve arkasındaki felsefeyi irdeledi.

Fanon, Afrika durumuna ilişkin anlayışımıza sınıf unsurunu getirerek gözlerimizi açtı.


Romanlarında işgalcilerin sembolleri polis botları, dikenli teller ve misyoner din adamlarıdır.

İşbirlikçi, taklitçi ve köle ruhlu adamlara ise "akılsız palyaçolar" etiketi yapıştırdı.

 
Kahramanın endişesi

Ngugi'nin kurgusal metinlerini politik kılan, eserlerinde sanat ve siyasetin iç içe olması ve yazmayı kendi halkı için bir savaş olarak görmesidir, bana göre.

Tarihi bellekte kalanları çarpıtmadan, dolandırmadan anlatır; edebiyatın güzelleme yapan tonundan ziyade, tarihi bilgileri o hissiz ve soğuk kelimeleriyle aktarır.

Metinleri yalnızca okunmakla eskimez; her romanı bir belge niteliği taşır.

Ağırlıklı olarak Kenya üzerinde durur ve genellikle buranın dışına çıkmaz; mekanları ise hayal ürünüdür.

Kara mizah, sorular, argo ve küfürlerle, toplumu için kaygılanan endişeli bir peygamber gibi huzursuz kahramanlar yaratır: Okura farklı kapılar açan, insanlık dışı muamelenin hüküm sürdüğü yerlerde bile umutlu olmayı öğreten karakterler.

Belki de temel amacı, dönemin kasvetli havasını dağıtacak, geleceğe uzanacak diri bir ruh yaratmaktır.

Aradaki Nehir (1965) romanında, sömürgecilerin geride bıraktığı çelişkilerin insanları nasıl böldüğünü, nefret ve düşmanlığın insanları nasıl bir yıkıma sürüklediğini, Waiyaki isimli kahramanın onları bir arada tutma çabasını aktarır:

Halkının cahilliğinin farkına varmıştı. İçinde yaşadıkları karanlığın derinliğini hissetmişti. (s.46)


Tanrı Murungu ise Waiyaki'nin üstlendiği misyonu ilahi bir emir olarak iletir:

Ey erkek ve kadın, bu toprağı size verdim; onu yönetecek ve işleyecek olan sizlersiniz, siz ve sizin nesilleriniz. (s.8)


Musa ve İsrailoğulları'nın Firavun boyunduruğuna karşı verdikleri mücadele, kutsal metinlerde bağımsızlık uğruna sergilenen direnişin güçlü sembollerindendir.

Tanrının Kızıldeniz'i yararak onlara yol vermesi ise "ilahi onay" anlamına gelir.

Ngugi, Kenya'nın efsanevi lideri Jomo Kenyatta'yı ve Kenyalıları, firavun egemenliğindeki Musa ile halkına benzeterek özgürlük davalarını tarihi, kutsal ve evrensel bir zemine oturtur.

Romanlarına geniş bir çerçeveden bakıldığında, Kenya'nın ayrıcalıklı bir yeri olmadığı, Kenya olduğu için sömürülmediği; kıtadaki Malawi, Nijerya, Uganda, Somali gibi diğer ülkelerle benzer kaderi paylaştığı görülür.


Edebiyat, hapishane…

Ngugi, siyaset ile edebiyat arasında mekik dokudu; hayatı hep diken üstünde geçti.

Yazarların ve sanatçıların öldürüldüğünü, hapsedildiğini gördü; kendisi de bu kaderden azade değildi.

Güney Koreli bir diplomatla, şair Kim Chi-Ha'nın yazıları nedeniyle hapse atılması üzerine konuşurken, "Bak, biz Kenya'da yazarları hapse atmıyoruz" demesinden kısa bir süre sonra, İstediğim Zaman Evleneceğim oyunundan dolayı hapse atıldı.

Orada, "dil öğretmenlerim" dediği gardiyanların temin ettiği kalem ve kağıtlarla yazmaya devam etti; bilmediği Gikuyuca kelimeleri onlardan öğrendi.

Demir parmaklıklar ardında bir anı kitabı ve bir roman yazdı. Hapisten çıktıktan sonra sürgüne gitti.

Dönemin Kenya Başbakanı Daniel Arap Moi, dönmesi halinde kırmızı halıyla karşılanacağını söylese de Ngugi geri dönmedi.

Baskıcı rejim, insanların bedenlerini tutsak ettiği gibi düşünceleri ve edebiyatı da derdest etmeye çalıştı.

Yazarın Matigari adlı metnini yasakladı; kitaba ismini veren hayali kahraman Matigari için tutuklama kararı çıkardı.

Matigari, İsa'yı andıran bir karakterdi; halk arasında sürekli sorular sorarak dolaşırdı.

20 yıllık sürgün hayatının ardından ülkesine dönen Ngugi ve eşi silahlı saldırıya uğradı.

Ölmedi; yazarak, okuyarak ve üreterek, inadına öz diline hayat vermeye devam etti.

2025 yılında böbrek yetmezliğinden vefat etti.
 

 

"Cennetteki Parazitler"

Afrika'daki beyaz yerleşimcileri araştırırken uzun zaman arşivlerde geçirdi.

Eski dergi ve gazetelerde onların anılarını okudu, yaşamlarını öğrendi.

Aşırı içkili yaşamları ve birbirlerinin eşleriyle ilişkilerine "ne midem ne yüreğim dayandı" diyerek tepki gösterdi ve onlara "cennetteki parazitler" yakıştırmasını yaptı.

Bu sözlerinden dolayı, daha önce aldığı ve gelecekte alacağı tüm telif haklarını kaybetti.

Nobel Edebiyat Ödülü'ne yaklaşmıştı; Marksist bir yazar olarak, Avrupa merkezli düşünce düzeninin konforlu perspektifinden bakan Batılı sol entelektüeller, romanlarındaki devrimci fikirleri görmezden geldi.

Eserleri postkolonyal edebiyat derslerinde okutulsa da yeterince önemsenmedi.

Postkolonyal düşüncelerinin geçmişin etkisinden kurtulamadığı yönünde eleştiriler aldı.

Gikuyuca romanları ise, "minor" bir dilde yazıldığı ve "azınlık eksenli" olduğu gerekçesiyle küçümsendi; bu nedenle siyasi romanları "önemsiz" bulundu.

Ngugi wa Thiong'o ne yaparsa yapsın, birçok Batılı yazarın gözünde, işgalcilerini öven yazılar kaleme almamış ve onların övgüsünü kazanmamış olmanın "günahını" işlemiş bir "günahkâr" olarak değerlendirildi.


Keyifli okumalar…

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU