Ngũgĩ wa Thiong'o'u anlamak (2): Bir Buğday Tanesi

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Ngũgĩ wa Thiong'o / Fotoğraf: Twitter

Postkolonyal Afrika edebiyatının en verimli dönemi bağımsızlık öncesi ve sonrasında gelişen sömürgecilikten çıkış sürecidir; kimi zaman Afrika Rönesans'ı olarak da görülen dönem, Afrika edebiyatının kanonlaşmasını sağlayan eserlerin gün yüzüne çıktığı yılları kapsamaktadır.

Büyük umutlarla başlayan toplumsal yaşam daha on yılı aşmadan hayal kırıklığı yaratması, Afrikalı yazarları da umutsuzluğa düşürmüş, yeni toplumsal dönüşümün kaçınılmaz olarak eskiye özenmesi özgürlük, iktidar ve özne/vatandaş kavramlarının sorgulanmasına yol açmıştır. 

Sömürgeci iktidarların tebaanın demokratik olmaması için kurduğu şiddet rejimleri, bağımsızlıkla beraber sömürgelerini terk ettiklerinde ortada anti demokratik bir enkaz bırakmışlardı. 

Sömürgecilikten çıkış süreci bir umudun olduğun kadar hayal kırıklığının da fotoğrafıdır, şüphesiz bu sürecin sona erdiğini de söyleyemeyiz, bugün Afrika ülkeleri başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde sömürgeci temsillere dönük tepkiler çığ gibi büyümektedir. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Geçtiğimiz yıllarda Güney Afrika'da sömürgecilerin anıtlarına, simgelerine karşı üniversitelerde başlatılan Rhodes Must Fall hareketinin yankıları pek çok ülkede devam etti. 

Pek çok bakımdan "sömürgecilikten çıkış" bir girişim olarak kaldı, sömürgeci rejimin yönetim ve otoriter anlayışının çok geçmeden kıtada başka bir formda yeniden tedavüle girmesi, Ngũgĩ wa Thiong'o, Wole Soyinka, Chinua Achebe, Ayi Kwei Armah ve Nuruddin Farah gibi romancıların sert tepkiler vermesine neden oldu. 

Bağımsızlık sonrasında milliyetçilik ideolojisinin sosyal adalet, vatandaşlık hakları, eşitlik gibi toplumsal yaşamın demokratikleşmesi için gerekli olan hakları sağlama konusunda başarısız olması, tarihsel vaatlerin yerini yeni sömürü olanaklarına bırakması bir güven krizine yol açmıştır. 

Afrika kıtasını bugün bile "azgelişmişlik ve bağımlılık" üzerine kuran Afrika söylemi, sömürgeciliğin yarattığı dinamiklerin müsebbibi olarak yalnızca kıtanın kendisini gösterir. 

Bu durumu doğru anlamak için Ngũgĩ, Afrika edebiyatı ve kıtanın bizatihi kendisi için Frantz Fanon'nun Yeryüzünün Lanetlileri, Lenin'in Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması ve Walter Rodney'nin Avrupa Afrika'yı Nasıl Geride Bıraktı eserlerinin anlaşılmasının zorunlu olduğunu söyler. 

Fredrik Cooper, çok haklı olarak "Afrikalı romancılar dışsal hakimiyetin hangi ölçüde devam ettiği ve Afrika kıtasındaki postkolonyal yönetimlerdeki yolsuzluk hakkında derin soruları geniş halk kitlesine sunan ilk entelektüellerdir" der.

Cooper, büyüyen hayal kırıklığının çevre toplumlarının zayıflıklarını ve yoksulluklarını sömürgecilikte değil de daha uzun vadede kapitalist dünya sisteminde konumlandıran "azgelişmişlik" teorilerini giderek daha cazibeli kıldığını da belirtir.   

Ngũgĩ sömürge sonrasında başat olan ulusalcı anlatıların otoriter yapılarının tarihsel olarak inşa edilen büyük vaatlerin önünde engel teşkil ettiğini düşünür. 

Afrika modernist edebiyatının ilk romanlarından Ngugi'nin Bir Buğday Tanesi ve Armah'ın The Beautyful Ones Are Not Yet Born [O Güzel İnsanlar Henüz Doğmadı], sömürgecilikten çıkış sürecinin milliyetçilik perspektifinden okunduğunda bir çöküş ideolojisini doğurduğunu ortaya koyar. 
 


Postkolonyal edebiyatın ilk nesli bir yandan aktör/özne olmaya çalışırken öte yandan yönetişim başarısızlığının bireyler üzerinde geçmişin şiddetini yeniden anımsatmasıyla birlikte karamsarlığa itildiler.  

Ngũgĩ wa Thiong'o, 1960'lı yıllarda Marksist olarak kendisini konumlandırır ve sömürgeciliğin devamı olarak gördüğü postkolonyal baskıcı iktidarları çok sert biçimlerde eleştirir.

Postkolonyal ulus devletlerin işleyiş mekanizmalarına getirdiği eleştirilerde Louis Althusser ve Frantz Fanon'un etkisi görülebilir.

Kan Çiçekleri ve Devil On The Cross (Çarmıhtaki Şeytan) romanlarında bariz biçimde bu etkilenmeden bahsedilebilir. 
 

 


Bir Buğday Tanesi'nde ana hikâye, Kenya'nın 1963 yılındaki bağımsızlığından önceki dört günde geçer; romanda sömürgecilerin 1920'lerin başlarında Kenya'ya ayak basmasıyla meydana gelen olaylara sık sık geri dönüşlere yer verilerek geçmişle bugün karşılaştırmalı olarak yansıtılır.

Roman sadece sömürgecilikten çıkış siyasetine bir eleştiri olarak okunmamalıdır. Bir Buğday Tanesi modernist edebiyatın da başyapıtları arasında pekâlâ okunabilir. 

Roman sömürgecilere karşı başlatılan Uhuru Özgürlük hareketinin, Mau Mau direnişinin önemine vurgu yapsa da milliyetçiliği güçlü bir kurtuluş reçetesi olarak sunmaz; bilakis, Ngugi'nin romanın sonunda milliyetçiliğin çıkarcı politikalara dönüşerek kendi halkına ihanet etmesini göstermesi, söylemi yeterince sorunsallaştırır.
 


Ngugi'nin Ağlama, Oğul, Aradaki Nehir ve Bir Buğday Tanesi romanlarında Mau Mau savaşı sömürgeciliğe karşı ulusal birliğin simgesi olarak çizilir. 

Romanda anlatıcı tarihi ve anti sömürgeci mücadeleye katkı sunan Harry Thuku'dan mitik bir kahraman olarak bahseder.

Dahası Ngugi, özgürlük mücadelesine ontolojik bir bağlam çizer: 

İnsanlar Harry Thuku'ya baktıklarında, Tanrı'nın mesajını taşıyan bir adam gördüler. Firavun'un yanına git ve ona de ki: 'Halkımı salıver, halkımı salıver.' Ve insanlar Harry'i çölde takip edeceklerine söz verdiler. Kemerlerini sıktılar, Kenan diyarı kıyılarına ayak basana kadar susuzluğa ve açlığa, gözyaşlarına ve kana hazırdılar. Harry beyazadamı reddetti ve onun halkı topraklarından ve özgürlüğünden eden hayırseverliğini ve koruyuculuğunu lanetledi.


Romanda, Harry Thuku'dan Kenya ilk devlet Başkanı Jomo Kenyatta'ya kadar aslında anti-sömürgeci mücadelenin ilk günden beri tarihsel süreklilik içinde devam ettiğini vurgulanır:

O zamanlar genç bir adam olan Warui cenaze alayına katılmak için Thabai'den onca yol yürümüştü. Bu büyük eylemi asla unutmayacaktı. Jomo Kenyatta ve diğer Hareket liderleri 1952'de tutuklandığında, Wauri 1923'teki bu eylemi hatırlayacaktı.
 


Gabriel García Márquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanının girişini anımsatan bu satırları sömürgeci şiddetin farklı coğrafyalardaki benzer yansımasının yanı sıra sömürgeciliğe tepkinin oluşturduğu ortak bilinç olarak da okumak gerekir.

Ngũgĩ'nin, Marquez'le sömürgecilik karşıtlığı üzerinden kurduğu yazınsal akrabalığı göz ardı edemeyiz. 

Şunu belirtmekte fayda vardır, Ngugi'nin Weep Not, Child (Ağlama, Oğul) romanından başlayarak Hristiyanlığın neredeyse tüm metinlerinde bir alt söylem olarak var. 
 


Bir Buğday Tanesi başlığı zaten okuru doğrudan Kutsal Kitap'a yönlendirir. "Size doğrusunu söyleyeyim, buğday tanesi toprağa düşüp ölmedikçe yalnız kalır. Ama ölürse çok ürün verir" ayetine yapılan gönderme, ironik bir biçimde Kenya ulusal mücadelesinin kahramanlarının alegorik okumasına çağırır bizi. 

Roman en temelde bu adayış üzerine kuruludur. Devrimci lider Kihika'nın kendisini davası uğruna adaması, ona ihanet eden Muro'nun da infaz edilmesi aynı şekilde ulusal birliğin özgürlük mücadelesi içindir. 

Roman, Özgürlük Hareketlerinin merkezi olarak sunulan Thabai köyünde bir araya gelmiş kişilerin hikâyelerine odaklanır.

Bağımsızlık öncesi OHAL döneminde mücadelenin seyri anlatılırken, davaya sadık olanlar, işbirlikçiler, beyaz adam ve ihanet edenler iç içe geçmiştir. 

Ngugi aynı zamanda Hintli göçmenlerin beyaz adamla birlikte Kenya'ya egemen olmak istemesini de eleştirir. Bölgedeki Hint ve Müslüman toplulukların siyahlara oranla sömürge yönetiminde bazı ayrıcalıkları vardı. 

Postkolonyal öznenin yaşadığı kriz tam da milliyetçi paradigmanın çöküşüyle başlar. Sadece yönetişimsel kriz değil bu, bireyin özne olma sürecinde yaşadığı gerilim aynı zamanda. Özgürlüğün gerçek mi, hayal mi olduğu sorgulanır genelde. 

Ngũgĩ wa Thiong'o, bireyin tarihsel süreçlerdeki dönüşümünü ve varoluş mücadelesini hem kaybetmeyi hem de umut etmeyi, direnmeyi aynı anda tasavvur ederek, sadece Afrika edebiyatının değil dünya edebiyatının da en önemli romancıları arasında anılmayı hak ediyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU