Antik ve modern dönemlerden sonra, biraz da post-modern zamanlara bakarak, toplumlara yönlendirilen büyük algıları ve bunun nasıl karşılık bulduğunu, yapay gerçeklik içinde yaşanan o derin çelişkiyi yazacağım.
Antik dönemler
Bu bir "yaratılan kültürün" mayasının tutturulması ve bunun "diğerlerine transferi" yoluyla geliştirilen "büyük algı" meselesidir, ancak bugün bizler bunları çoğu kere görmezden geliriz…
Batı dünyasını nasıl düşünüyoruz?
Bir hedefe odaklanmış, kayma yaşamamış, çözüm peşinde koşan ve bilimsel aklı öne çıkaran ve rakibi ikna edecek güç parametrelerini geliştiren…
Genel bakış ile böyle düşünenlerin olduğunu görebilirsiniz.
Peki, tamamen böyle mi?
Bakın size önemli gördüğüm bazı kültürlerle ilgili bir hatırlatma yapacağım.
Eğer bir oluşumun, ismin, kavramın kaynağını veya kökünü iyi biliyorsanız, bugün elinizdekinin ne olduğunu, yaratılan kültürü, yapılan transferi ve etkin olan büyük algıyı daha doğru tarif edebilirsiniz.
Bunun örneklerini vereceğim.
Türkiye'nin güneydoğusunda İsrail, batısında Yunanistan var.
Bunlar vaktiyle Osmanlı toprağındaki topluluklardı.
Osmanlı öncesini düşünün, Roma zamanını; bugünkü ulus devlet olan Yunanistan'dan iz yoktu.
Helen kültüründen söz edenler olurdu, Romalılar onlara Grek, Persler Yunan (İyon) derlerdi.
Yakın tarih, 1948 öncesinde Filistin diyarı vardı, ama İsrail devleti yoktu.
Gelin bunlara çok daha gerilere gidip göz atalım.
İsrail toplumu ve sonrasında devleti, bir "yaratılmış gerçekliktir".
Ancak İsrail ve izinin geçtiği bölgeler için önemli olan din konusunu çıkarın, geriye pek bir şey kalmaz.
Sami dili konuşan göçer aile topluluğu (daha sonra kendilerine Yahudi ve İsrail dediler, başkalarına da böyle dedirttiler), MÖ 2000'lerden beri kendilerine gelişme imkânları yarattılar.
Çıkış yerleri bugün Ortadoğu denilen coğrafya.
Bu toplum için, yoktan, "ben de başarabilirim" iddiasıyla, bir "kavim" olma durumu söz konusudur.
Bunu iyi anlamak gerekmektedir.
Düşünceden, müteşabihten, idea'dan, gerçeğe; ülke ve millete.
Babil dilinde "abu ramu" "büyük baba", Sami dilinde "ibri" "karşıya geçen, göçer", Antik Mısır kayıtlarında "habiru"lar veya "apiru"lar "köleler" demek, İbrahim buradan gelir.
İnsanlar başta İbrahim'i, sonrasında diğer bilinen isimleri, Musa, Davud ve Süleyman'ı bugün de takip ederler.
Bugün de aynı yol üzerinde ilerlerken, kazanımlarını korumak, mümkünse, etrafa yaymak ve gücü geliştirmek için, her döneme ilişkin ortaya çıkan şartlarda ilave olarak, ciddi "politik" kararlar alıp buna göre hareket etmeyi düşünürler.
Bizler bunları teo-politik olarak okuruz; ama aslında politika!
Eğer bu konuya bakıp, birini diğeri ile mukayese edecekseniz, bu ve benzeri parametreleri kullanmalısınız.
Ama, "bu konu dinidir, ilahidir, tartışmasız inanç bağlamıdır, fikir beyan edemezsiniz" derseniz.
Aslında bu da bir gerçek durumdur.
Bu durumda, kendine göre fikirleri olan gerçek kişiler ve sahaya yansıttıkları fiilleri var ne de olsa.
Ya kendi kendinizin aklını ve eylemlerini bağlarsınız ya da hâkim algı içinde bunu size dayatırlar, bunun farkında olsanız bile içinden çıkamazsınız.
Aynı şekilde, Yunan toplumu ve sonrasında devleti de yaratılmıştır.
Yunanlılar büyük ölçüde Batı kültürünün yarattığı bir gerçektir.
Ancak biliriz, Yunanlıların kültürünü Antik Mısırlılarla, Fenikelilerle, Filistîlerle birlikte okumaya başladığınızda, bütün tablo farklılaşır.
Çünkü eski efsaneler bile Yunanlıları, Mısır'ın, Fenikelilerin, Filistîlerin altında tarif etmektedir.
Yunan tanrıları diye bilinen açıklamaların birçoğunun çıkış yeri Sami dilindendir.
Bunun öyküsünü de MÖ 3000'leden bu tarafa, ama özellikle MÖ 2000'lerden itibaren okuyabilirsiniz.
Çok güçlü Antik Mısır'ı, o dönemin Girit kültürünü, denizci kavim olan Fenikelileri, Filistîleri, Anadolu'daki Frigleri, Hititleri, Luvileri, Likyalıları, Troyalıları yerli yerine oturtmak gerekir.
O dönemlerdeki Mısır ve Fenike kolonileşme dönemleri çok iyi tahlil edilmelidir.
Bu dönemlerin gelişimine paralele olarak kültürün, dinin ve felsefenin gelişimine bakabilirsiniz, yazıt, edebiyat ve şiir gibi anlatımları okuyabilirsiniz.
Mısır dinini, Hermesçiliği, sonra geliştirilen neo-Platonculuğu, kültürün evcilleşmesi süreçlerini, buna göre ortaya çıkarılan gnostisizmi, panteizmi, felsefeyi, rasyonelleşmeyi, hatta Aydınlanmayı ve bilimsel çalışmanın temellerini öyle baçıklayabilirsiniz.
Pre-Helenik denizci halkların üzerine bir perde çekilmesi zamanı gelip çatmıştır.
Çünkü burada artık (o dönem bile) dışlanan Sami kültürü ve Antik-Mısır vardır.
O halde biz de zamanı atlatalım, Avrupa Hıristiyanlığının korkuya kapıldığı evrelerinde Mısır'ı önemsizleştirmek, bunun yerine, bir tür "özgürleşmek" olarak algılanan Helenizm'i öne çıkarmak, Avrupalıların, Aydınlanmacıların, Fransız Devrimi'ni yapanların, ulusçuluk fikrini geliştirenlerin işine yaradı, bunu kullandılar, bir sürü de yaratılmış konuyu buna yüklediler.
Duvarcılık (Masonary) daha ziyade Fenikeli ustalardan çıkan ve kurumsallaşan bir meslektir.
Daha sonra bu meslektekilerden loncalar oluşmuştur. Bunun politik, sosyal, ekonomik ve kültürel yansımaları açısından, Avrupa'da gericiliğe karşı, mason-rasyonalizmi ortaya çıkmıştır.
Hıristiyanlığın canlanması ve kültürün yeniden gözden geçirilmesi dönemi başlatılmıştır.
Fransa'da ve İngiltere'de bu manada Helen tutkunluğu gelişmiştir. Simbiyotik ilişki!
Yahudileri ve Helenleri, bu ikisini de Batı dünyası bugün asla bırakmaz, hatta sahiplenir.
Çünkü; Batı normlarının gelişim süreçlerindeki açıklamalar, bu yaratılan algı ve çözümlere dayandırmışlardır; kendilerini tarif etmeye yarayışlı en büyük kültürel sebepleri işte buralardan itibaren yaratmışlardır.
Din, felsefe, kültür, politika, ekonomi…
Bu Ortadoğu coğrafyası ile ilişkili Avrupa'nın simbiyotik bir ilişkidir, başka türlü düşünemezsiniz.
Bugünkü tabirler Ortadoğu neresi? İndus'tan batıya doğru gelin, içinde Mezopotamya, Levant, Zagros Dağları, Mısır ve Nil Deltası, Arap Yarımadası, Arap Denizi var; Hint-Avrupa ve Sami konuşanlar var.
Ancak Türkler öyle değildir; bir yaratılmış gerçeklik mahsulü değil, tamamen gerçektir.
Yaratılmış kültürlerin ve simbiyozlarının iyi bildiği bir yöntem vardır; tamamen gerçek olanları başkalarıyla melezlerler ve tartışmalı hale getirirler.
Bu manada düşünün; Türkler, Arap da değildir, başka bir şey de!
Türkler, Avrasyalıdır (Bakınız: "Türklerin bin yılı" 1 ve "Ön-Türkler" 2).
Bunlar biraz derin konular…
Modern dönemler
Artık modern zamanlardayız.
İnsanlık, modern dünya inşasını üstlendi bile.
Hemen her şeyi biliriz, ama yine de yapay gerçeklik içinde derin çelişkideyiz!
Çelişkiyi fark etsek bile bildiklerimizle ilerlemeyi seçeriz, çünkü başka çıkış yok gibidir artık.
Özellikle insanın dünyasında bitmek bilmeyen bir güç mücadelesinin olduğunu biliriz.
Türkiye, Avrupa ile Asya arasında çok bilinçli hareket edilmesi gereken kritik bir coğrafyadadır, bunu da biliriz.
Toplumlarda öne çıkanları ve geride kalanları biliriz.
Sizin çok güçlü, aynı zamanda diğerlerinin zayıf olduğu zamanlar vardır; ki böyleyken iyisinizdir.
Örneğin Osmanlı'nın büyüme dönemlerinden biliriz.
Her yeni başlangıçta Türkler kendilerine ve öz değerlerine güvendiler, dahası, akıllıca bir politika izlediler.
Başlangıç yeterli değil, sürdürmek gerekir; güçlü olmak yeterli değil, sürdürmek gerekir; biliriz.
Bu güçlü olma halinin dünyadaki diğer gelişmelere de uyumlandırılması gerekmekteydi.
Güçlüyken, gücün piştiği zamanlarda bırakılmaz, üstelik dünyadaki diğer güçler üzerine dominasyon sağlanır.
Örneğin, bir ilerleme olacaksa bunu Osmanlı ortaya çıkarmalıydı, diğerleri onun gerisinden takip etmeliydi, keşifler gibi.
Başka örnek, Sanayi Devrimi'ni Osmanlı yapabilmeliydi, madenleri, petrolü, dokuma tezgahlarını, matbaayı herkesten önce bulmalıydı.
Bunlar hâkim olmayı sürdürmek için kat edilmesi gereken yollardan bazılarıydı.
Neden bunları söylüyorum?
Fark anlaşılsın diye. Zaten olmamış…
Peki bunları başkaları yaparsa ne olur?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu kez elbette ileriye geçenler kendilerine ve öz değerlerine güveneceklerdi, akıllıca yaptıkları her şey onları hızlıca geliştirerek hâkim kılacaktı.
Batı dünyası çok kompleks ve donanımlı bir gelişme süresi içine girdi.
Ortaya çıkan tablo şu oldu:
Batı her şeyin önünde, sömürgeci, zengin, herkese akıl verme ve bütün oyunları kurma pozisyonunda.
Organize etmek, düzenlemek, standart koymak, yaratmak, üretmek, başkalarına uygulatmak…
Rasgele değil, bilinçle yapmak, denemek, sindirmek, değerlendirmek…
Bunlar toplumlar için aynı zamanda yetenek ölçütleridir.
Hatta beğendiklerini yanlarına alıyorlar, beğenmediklerini dışarıya atıyorlar…
Kim çıkarını düşünmez ki?
Ama özellikle Batı dünyası demek, çıkarcılık ve kapitalizm demek, bunu biliriz.
Batı dünyasının içerisine Rusya'yı da koyuyorum, farklı düşünen varsa yanılır.
Hatta Rusya en iyi bilinen oportünistlerdendir.
Gerileme sebepleri ayrı konu.
Bu zaten hiç olmaması gereken bir durum.
Kimse kimseyi zorla geriletmeye o denli uğraşamaz; ancak gözü açık olan görülen zaaflardan istifadeyle kendi çıkarlarını geliştirir, geliştikçe güçlenir, açtığı alanlarda ustalaşır.
Gerilememek, zamanında önlem almak konusu var ki ben buna "beka" kavramı eşliğinde yüklü açıklamalar getirmekteyim.
Öyle veya böyle Osmanlı gerilememeliydi, bunun için çağın gerisinde kalmamalıydı.
Beka için bakınız: "Evrimleşen Beka" 3
Düşmeye gör!..
Osmanlı döneminin gerileme döneminde Almanlar, Ruslar, İngilizler, Fransızlar, velhasıl Batı'nın, ama o dönem dünyanın en güçlüsü olan Batı dünyasının kendi kültürü içerisinde gelişmiş olan bütün güçler, Osmanlı'ya neler yaptılar?..
Kendi tarihimiz olduğu nedenle bunları iyi biliriz.
Ama bazen duygusal davranıp değişik algılara da kayabiliriz.
Bu doğru anlatımdan kayma işi geleceğe de zarar verir, yanılgı yaratır, odak kaymamalıdır.
Politika, büyük strateji ve hatta başka bir söz, "idea" bir büyük iddiadır.
Ama odak kayması neticesinde ancak kendinizi aldatırsanız, rakibi ikna edecek güçte değilseniz, bunun yararlı değil, zararlıdır da.
Batı dünyasının yarattığı idea'larda, yaratılmış değerler vardır: Tarih, kültür, felsefe, vs. derken buradan ilerleyerek gelinen somut dünya kurgusu bile vardır.
Bu kez büyük amaçlar için politika ve çeşitli araçlar kullanılır, çıkarlar genişletilir.
Tarih şöyle yazdı: Hanedanlıkların yönetimde olduğu düzen yıkıldı.
Dünyada artık ulus devletler ve uluslararası düzen vardı.
Keşifler, Aydınlanma, Sanayi Devrimi, Fransız İhtilali, vs. hep Batı'nın gelişmesiyle oldu…
Düzen haliyle Batı'nın düzeniydi.
Mutfaklarda kullanılan tencereler, tezgâhta dikiş makineleri, öğrencilerin elindeki kalemler, savaşta atılan mermiler, bankalardan alınan krediler, her ne varsa artık Batı'nın işiydi, düzenlemesiydi, sermayesine bağlıydı.
Ne yapacaksınız?
Başka bir dünya yoktu ki?
Örneğin, böyle bir ilerleme yolunda Japonya da bu dünyanın parçasıydı, ulus devletti.
I. Dünya Savaş bitti; Osmanlı da bitti…
Osmanlı'nın ürettiği ve savunduğu değerler, Batı'da ve özellikle Avrupa'da 15'inci asırdan itibaren gelişen her türlü değerin çok gerisinde kaldı.
Bırakın demiri, çeliği, topu, tüfeği, sistem olarak (ekonomik-sistem, üretim sistemi, politik sistem, sosyal sistem, ulaşım ve haberleşme sistemi, sağlık sistemi, eğitim sistemi, vs. alanlarda) bakın, her yönüyle yetersiz bir durum söz konusudur.
Yani, Osmanlı'nın o haliyle, tam da bu coğrafyada, daha fazla yapabileceği bir şey kalmamıştı.
Sistem konusu etraflıca yazdım, bakınız: "Yüksek Politika ve Sistem" 4
Modernizmi, emperyalizmi, ulusçuluğu, vs. eleştirenler çıkabilir ama, böylesi yetersizliklere bakıldığında görülecektir, ortada gerçek bir durum var.
Bankalar, sigortalar, gümrükler, ticaret, hukuk…
Türkiye Cumhuriyeti kuruldu, işte bu dünyanın icaplarına ve gerçek duruma göre!
Ancak Batı dünyası hem veren, düzenleyen, standart koyan, ölçen hem de çıkarını düşünendir.
Haliyle kendilerine ait bir algı, kültür, idea, politika vardır.
Bu durumu bilmek, neyi ne kadar yapmak gerektiğini ayırt etmek gerekir, bunu biliriz.
Örneğin Batı kulübü, (ilk müracaat edenler arasında olduğu halde) Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne almadı.
Batı Türkiye ile zenginlikleri paylaşmak için hep tereddüt etti.
Ama Batı'nın gözünde Yunanistan başka!
Türkler hakkında söylendiği gibi: Kökü kurumayacak kadar sulamak, dalları büyümeyecek kadar budamak lazım!..
Dünya biraz hızlandı, her yönüyle.
Çok badireler atlatıldı, savaşlar dahil.
Türkiye de gördü, geçirdi, hatta bazen patinaj yapsa da çok çalıştı.
Ne diyelim? Gelişti ve bugünlere geldi.
Biraz da post-modern
Post-modern Politik Ekosistem5 konusunu okumanızı tavsiye ederim.
Bu ekosistemde, simbiyozlar, simülasyonlar, groteksler, yeni normaller, uygulamalar, realizm, idealizm ve paradokslar açıklanıyor.
Batı dünyası bugün Atlantik'in dışında, Körfez Ülkeleri'ni, İsrail'i ve belki de Hint-Pasifik'i de içine alacak şekilde, kendine yeni bir gelişme imkânı yarattı.
Aslında insanlık için "yeniden küresel oldu" denebilir.
Bugün bakın ne İngiltere ne Amerika ne de diğerleri İsrail'den vazgeçmiyorlar, hatta buna tereddütsüz Çin'i ve Rusya'yı da dahil edin.
O halde soralım: Böyle bir dünyada Türkiye ne yapmalı ne yapmamalı?
Türkler her daim önce kendine güvenmek zorundadır.
Hatta millet "eyvah" dediği zaman, arkasına takılıp, o mücadeleye destek verecek gerçek müttefiklere de ihtiyacı vardır.
"Gerçek müttefik" diye bir kavramın anlamı ve net karşılığı var mı acaba?
Biz bunu biliriz, diyenler var mı?
Bu güçlü olma ve gücü sürdürme halini çok akıllıca inşa etmek gerektiği ortadadır.
Tecrübeler mevcut!
Çağın gerisinde kalmak demek, her şeyden uzak kalmak, uluslararası cazibeyi ve küresel motivasyonu kaybetmek demektir.
Üstelik başkalarına kolay lokma olma hali söz konusu ise kimse gözünün yaşına bakmaz, bunu çok iyi biliriz.
Geri kalmayacaksınız; en önemli husus bu! Hatta bir değeri ilk bulan, ileridekini keşfeden ve örnek alınan siz olacaksınız.
Kavramlar, isimler, fiiller sizinki olacak.
Başka nasıl cazip olunur ve itibar görülür ki?
Herkes bu tarafa bakıyorken, sen başka tarafa bakmayacaksın; herkes bu tarafta terliyorken, sen başka bir yerde terlemeyeceksin; herkes patron olmanın yolunu bulabiliyorken, sen taşeronluğa razı olmayacaksın; dünya böyleyken, sen başka bir alemde hayal peşinde koşmayacaksın…
Parasını verir alırım demek, müstemleke aklıyla hareket etmek ve savurganlık etmek demek, biliriz.
Mesela kasanızda 10 trilyon dolarınız veya bu çapta bir teminatınız yoksa, benim sistemim daha doğru diye iddia etmeyeceksiniz.
Baştan kaybedersiniz.
Antik dönemlerde bile böylesi hatalarla ilerlenememiştir.
Batı, yani Avrupa, Amerika, Rusya bu oyunları başından beri biliyor.
Bugün ise bu oyunu Çin ve Hindistan da öğrendi. Artık herkes oyunda…
Şimdi söyleyin, Amerika, Avrupa, Rusya, Çin veya Hindistan, mesela, hiç İsrail'i veya Yunanistan'ı elden çıkaracak veya görmezden gelecek bir işe dahil oluyor mu?
Enteresan olabilir.
Neyse, günümüze gelelim:
Geri kalmayacaksınız, zira onların kurguladığı değerlerin dünyası sürekli açıkgöz olmayı gerektiriyor.
Asla zaafa düşmemek gerektiğinin bilincinde olacaksınız.
Dış veya iç, politika yaparken çok dikkatli olacaksınız.
Sermaye, teknoloji, patent, değerler ve standartlar onlardaysa ve size "pazarlık edelim, anlaşalım" diyorlarsa, dikkat edeceksiniz.
Başka yol yok; uluslararası, küresel icapları ve bunlarla birlikte uygulanan hukuku ve usulleri iyi bileceksiniz, elinizde ne var, ondaki ne, bunu bilmeden masaya oturmayacaksınız, nasıl olsa öğrenirim demeyeceksiniz, ama neticede net ve güvenilir olacaksınız, örnek olmayan davranışlara tevessül etmeyeceksiniz, zaaf göstermeyeceksiniz.
Kurtuluş Savaşı'nı düşünün.
Yunanlı mesela; 15'inci asırda kim oluyordu da 20'nci asırda Türk askerinin karşısına çıkabilecek gücü buldu, "Megali Idea" dedikleri bir yalanın peşinde koştu?
Megali Idea, yani büyük ideal, hedef, amaç…
Bu elbise Yunanlıya bol gelir de benim söylediğim zaten bu değil.
Yahudi'nin teo-politik hedefini de düşünün (Arz-ı Mev'ud dedikleri "Vadedilmiş Topraklar").
Bu uydurmaca da ona iki numara bol gelir.
Benim söylediğim; ideal, iddia, politika!
İnsanların yöntemi bu kavramlarla hayata geçebiliyor.
Bugüne yansıyan ve bazı politikacıları kullanan bir anlatımım var, bunu okumadan yola çıkanlar zaten teslim olmuşlardandır!
Bakınız: "Tarihte ve Coğrafyada Konumlanmak" 6
Türkler her türlü elbiseyi giyebilir, bunu kaldırabilir, taşıyabilir.
O halde geridekileri değil, ileridekileri hesap edip bakmak gerekir.
Şimdi neredeyiz? Bir düşünün…
Dördüncü Sanayi Devrimi çok şeyi değiştiriyor.
İklim meselesi var. Küresel ekonomi bir türlü istikrarlı çıkış yolu bulamadı.
Otokrasiler ve popülist politikacılar iş başında.
Birileri patron ve imparator rolünde, diğerleri ise onlara bakarak yol bulmaya çalışan…
Barış görüşmelerini bile "krallar" kendi aralarında yapıyorlar.
Yeniden karanlık Orta Çağ zamanlarında gibiyiz.
Kovid-19 pandemisi ise çağın vebası gibiydi.
Dünya silahlanıyor, işler karışıyor, gerginlik hat safhada, gruplaşmalar başladı bile.
Pekin'deki askeri şova katılan Çin, Hindistan ve Rusya liderleri ele ele durunca, Trump işkillendi!
Trump, Atlantik'te işleri toparlamak isteyecek gibi yazılar yazdı, sosyal medyaya.
Esasen ABD ile Çin'in rekabetini görmekteyiz.
Rusya'nın fırsatçı yaklaşımları sürüyor.
Avrupa bildiğimiz gibi hem Batı'nın değerlerini savunuyor hem kendi çıkar alanını genişletmek istiyor.
Olmasın bir üçüncü dünya savaşı.
Nükleer silah kullanılmasın.
Hatta o büyük güçler diğerlerini birbirlerine kırdırmasın…
Durum çok açık ve şöyle:
Türkiye hepsinden çok gerçekçi olmalı!
Daha önceki maceralar neticesinde neler yaşandı, biliriz.
1. Erişim: https://www.indyturk.com/node/763372/türki̇yeden-sesler/türklerin-bin-yılı
2. Erişim: https://www.indyturk.com/node/762086/türki̇yeden-sesler/ön-türkler
3. Erişim: https://www.indyturk.com/node/763396/türki̇yeden-sesler/evrimleşen-beka
4. Erişim: https://www.indyturk.com/node/762734/türki̇yeden-sesler/yüksek-politika-ve-sistem
5. Erişim: https://www.indyturk.com/node/760764/türki̇yeden-sesler/post-modern-politik-ekosistem
6. Erişim: https://www.indyturk.com/node/760764/türki̇yeden-sesler/post-modern-politik-ekosistem
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish