İngiliz, Fransız ve Belçika sömürgeciliğinin bıraktığı derin yaralar sıklıkla anlatılırken, Portekiz'in Afrika'da kurduğu sistemli, acımasız ve en az diğerleri kadar yıkıcı sömürge rejimi çoğu zaman gölgede kalır.
Bu gölgede kalış, Portekiz'in "medenileştirme misyonu" ve ırkçı olmadığı yönündeki "Lusotropikalizm"* mitini kasıtlı olarak öne çıkarmasının bir sonucudur.
Oysa Angola, Mozambik ve Gine-Bissau gibi ülkelerde yüzyıllar boyu süren Portekiz varlığı, sadece doğal kaynakları değil; insanların aile yapısını, toplumsal dokuyu ve gelecek umutlarını da sistematik bir şekilde sömürdü.
Bugün Afrika halklarının neden kalkınamadığını sorgulayanların bu görünmeyen sömürgecilik biçimine bakmadan sağlıklı bir yanıt bulması mümkün değil.
Mozambik örneği, söz konusu travmatik geçmişin belki de en çarpıcı kanıtıdır.
Mozambik: Portekiz sömürgeciliğinin kıskacında
Portekiz'in Mozambik'le ilk teması 1498'de Vasco da Gama'nın seferiyle başlasa da asıl sömürgeleştirme süreci 19'uncu yüzyılın sonunda, 1884-1885 Berlin Konferansı sonrasında hız kazandı.
Kıtayı paylaşan Avrupalı güçler arasında Portekiz, Mozambik'i de içeren geniş toprakların kontrolünü ele geçirdi.
Portekiz, yönetimi doğrudan kurmak yerine, Zambezia Company ve Niassa Company gibi özel şirketlere devrederek, bu şirketlerin halkı en ağır koşullarda çalıştırmasına göz yumdu.
Kölelikten farksız bu sistemlerin en bilineni ise "chibalo"ydu.
Chibalo: Köleliğin yasal kılıfı
Chibalo, Portekiz sömürge yönetiminin yerli halkı zorla çalıştırmak için uyguladığı yasal bir sistemdi.
"İşsiz" sayılan yerli erkekler, yılın altı ayı kamu işlerinde veya özel şirketlerin madenlerinde, tarlalarında ve inşaatlarında "ücretsiz" çalışmaya mecbur bırakılıyordu.
Saz, kamış ve çamurdan yapılmış derme çatma evlerden bile "baraka vergisi" alınarak, halk iş aramaya zorlanıyor; vergiyi ödeyemeyenler ise doğrudan "chibalo"ya dâhil ediliyordu.
Aylarca evlerinden uzakta, hiçbir ücret, güvence veya sağlık hizmeti olmadan çalıştırılan Mozambikliler için bu sistem adeta bir ölüm kalım mücadelesiydi.
Sao Tome ve Principe adasına götürülerek kakao plantasyonlarında çalıştırılan Mozambikli erkeklerin her yıl yüzde 20 ila 40'ı yetersiz beslenme, ağır dayak, sıtma ve uyku hastalığı gibi nedenlerle hayatlarını kaybediyordu.
Resmî olmayan tahminler, 20'nci yüzyılın başından 1961'e kadar yılda 250 bin ila 500 bin kişinin bu kapsamda çalıştırıldığını gösteriyor.
Portekiz sömürgelerinde zorla çalıştırılan yetişkin erkek nüfus oranı (yüzde 25,8), İngiliz (yüzde 1,7) ve Fransız (yüzde 3,8) sömürgelerindeki oranların katbekat üzerindeydi. 1
Tüm dünyada kölelik kaldırılırken, Portekiz bu sistemi 1926'da resmîleştirdi ve fiilen 1974'e kadar sürdürdü.
Chibalo sadece fiziksel boyutta bir yıkım değildi. Erkek nüfusun zorla evlerinden koparılması, geleneksel aile yapısını da parçaladı.
Tarım arazilerine el konulması ve üretici köylü nüfusun bu acımasız sistemde çalışmaya zorlanmasıyla köylerde üretim çöktü.
Tüm bunların sonucu olarak Mozambik halkı, yalnızca Portekiz çıkarlarına hizmet eden bir emek gücüne indirgendi.
Indigenato: Vatandaş olmayan "yerli" statüsü
Chibalo sistemi fiziksel sömürünün bir aracı olurken indigenato sistemi ise sömürüyü hukuki ve kültürel olarak meşrulaştıran bir ruhsal yıkım projesi olarak kullanıldı.
1926'dan itibaren uygulanan bu sistemde Afrikalılar, "medenileşmemiş" kabul edildikleri için vatandaşlık haklarından mahrum bırakıldı.
Oy kullanamaz, seyahat edemez, devlet işinde çalışamaz veya adil yargılanma hakkına sahip olamazlardı.
Tarihçi Michel Cahen'in "sosyal ırkçılık" olarak tanımladığı bu sistem, ayrımcılığı ten renginden çok, "yerli" (indígena) statüsü üzerinden inşa etti.
Teoride teni ne olursa olsun "medeni" kabul edilen (asimile olmuş) bir siyahi, vatandaşlık haklarına sahip olabilirken "geleneksel" yaşam tarzını sürdüren bir siyahi "yerli" statüsünde kalıp hiçbir haktan yararlanamıyordu.
Sonuçta, Mozambikliler için asıl dezavantaj "siyah olmak" değil, "yerli olmak"tı.
Almanya'nın Kamerun'da uyguladığı ırkçı sisteme2 benzer bir şekilde Portekiz idaresinde de eğitim sistemi yerli-sömürgeci ayrımını pekiştirecek şekilde ikiye bölünmüştü:
- Sömürgeciler ve asimile olanlar için resmî eğitim,
- Yerliler için ise ilkel eğitim.
Bu, bilinçli bir şekilde siyahi bir elitin oluşmasını engelleme ve sömürü düzenini kalıcı kılma stratejisiydi.
Nitekim söz konusu adaletsizlik ülkenin toparlanmasına bir türlü izin vermeyecek kadar derindi.
Başlangıçta Angola ve Mozambik topraklarını kapsayan bu sistem sonrasında Gine-Bissau'yu da kapsayacak şekilde genişletildi.
Travmanın mirası
Mozambik halkı bu acımasız sisteme bütünüyle boyun eğmedi.
Zorla çalıştırılan işçiler arasında kaçışlar, gizli dayanışma ağları ve Portekiz idaresine karşı küçük isyanlar yaşandı.
Özellikle kuzey bölgelerinde köylüler üretimi sabote etti; bazı yerlerde vergi memurları kovuldu.
1920'lerden itibaren milliyetçi bilincin filizlenmesiyle birlikte yerel topluluklar örgütlenmeye başladı.
Bu hareketler 1960'larda FRELIMO'nun (Mozambik Kurtuluş Cephesi) silahlı direnişine zemin hazırladı.
Yani chibalo sadece bir sömürü sistemi değil, aynı zamanda bir direniş hafızasının da doğum yeriydi.
Bugün Mozambik halkının özgürlük bilinci, o sessiz direnişin mirasıdır.
Bağımsızlık da kolay kazanılmadı.
Mozambik, 1975'te uzun ve kanlı bir mücadelenin ardından özgürlüğüne kavuştu.
Fakat chibalo ve indigenato sistemlerinin bıraktığı derin yaralar ülkenin geleceğini karartmaya devam etti.
Yıllarca eğitimden dışlanan halk, kalkınma için gerekli nitelikli iş gücünü oluşturamadı.
Tarım ve üretim çökmüş, erkek nüfusun önemli bir bölümü zorla çalıştırılma yüzünden yıpranmıştı.
"Çalışmak" kavramı halkın zihninde angarya ile özdeşleşmiş, üretkenlik ve girişimcilik ruhu bilinçli olarak bastırılmıştı.
Bu çarpık miras, 1980'lerde ülkeyi iç savaşa, 1990'larda ise kıtlığa sürükledi.
Sistem yıkıldı ama zihinsel sömürü devam ediyor
Bağımsızlığın üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen Mozambik'in büyük doğalgaz ve petrol rezervleri yine halkın değil yabancı şirketlerin elinde.
Yerel istihdam hem sınırlı hem de nitelikli değil.
Teknoloji transferi yok, yabancı şirketler vasıflı elemanları kendi ülkelerinden getiriyor, yerel halk sadece basit işlerde çalıştırılıyor.
Karlar offshore hesaplara aktarılıyor.
Madencilik faaliyetlerinin ve petrol/doğalgaz çıkarma çalışmalarının yol açtığı çevresel yıkım (havanın/toprağın/suyun kirlenmesi, çalışmaların yapıldığı yerdeki topraklara el konulması, biyoçeşitliliğin azalması) ile Mozambik halkı yüzleşiyor.
Yani, "chibalo" sistemi hâlâ sürüyor.
Yabancı şirketler artık doğrudan kırbaçla zorla çalıştırmıyor ama ekonomik çaresizlik, Mozambik halkını yine aynı çarkın içinde tutuyor.
Günümüzde asgari ücret (70 ila 100 dolar arasında değişiyor) alan Mozambikli bir erkeğin evini tek başına geçindirmesi imkânsız.
Halk hala karın tokluğuna ve geleceği olmayan bir mücadele içinde çalışmak zorunda.
Afrika'yı suçlamadan önce tarihin bu sayfalarını okumalıyız
Bugün birçok Afrika ülkesi ve ülkelerin halkları hakkında "tembel", "sistemsiz" veya "kendi kendini yönetemiyor" gibi yüzeysel ve acımasız yargılarda bulunanlar, işte bu derin tarihsel travmaları görmezden geliyor.
Oysa Afrika halkları sistematik bir şekilde kimliksizleştirildi, insanların emekleri değersizleştirilip üretme güçleri ve geleceğe dair hedefleri ellerinden alındı.
Elbette bu trajik geçmişe yapılan vurgu Afrika'nın hiçbir sorumluluğu olmadığı şeklinde anlaşılmamalı.
Gerek Afrikalı liderler gerekse halklar, kalkınmak, kurumlarını güçlendirmek, yolsuzlukla mücadele etmek ve toplumsal sözleşmelerini yeniden şekillendirmek zorunda.
Ancak bu süreç, sömürgeciliğin geride yapısal olarak çürüttüğü kurumların, eğitimsiz bırakılmış bir nüfusun ve travmatize olmuş bir kolektif hafızanın üzerine inşa edilmek zorunda olduğu için hayli uzun olacak.
Bugün bile sömürgeci zihniyet, "Afrika bağımsız ama hâlâ kalkınamıyor, demek ki sorun kendilerinde" diyerek karanlık tarihi perdelemeye çalışıyor.
Oysa Afrika'nın kalkınma mücadelesi yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda bu zihniyetle hesaplaşma mücadelesidir.
Kabul etmek gerekir ki, eğitimden yargıya, sağlıktan üretime kadar toplumun her alanında dayatılan "itaat kültürünü" kırıp yerine bir "yenilik ve üretim kültürü" inşa etmek nesiller alacak bir uğraş.
Yakın zamanda Angola ve diğer bazı eski Portekiz sömürgelerinin, Portekiz'den resmî tazminat talep etmesi sadece maddi bir talep olarak değerlendirilmemeli.
Bu ve benzeri tazminat talepleri Afrika ülkeleri açısından tarihsel bir hesaplaşma çağrısı ve adalet arayışı olarak okunmalı.
Mozambik'i, Kamerun'u, Angola'yı ya da Kongo'yu anlamak isteyenler, yalnızca bugünün şartlarına ve zorluklarına değil, bu ülkelerin omuzlarına yüklenmiş ağır sömürge mirasına da bakmalıdır.
Ancak o zaman Afrika'nın mücadelesine adil bir gözle yaklaşmak mümkün olur.
*Lusotropikalizm: Brezilyalı sosyolog Gilberto Freyre'nin 1930'larda ortaya attığı bu teori, Portekiz sömürgeciliğinin diğer Avrupa devletlerinden farklı olarak "ırkçı olmadığını", tropiklerde yerli halklarla uyum içinde yaşadığını ve yeni bir melez kültür yarattığını iddia eder. Portekiz Salazar rejimi, bu teoriyi bir propaganda aracı olarak benimseyerek, chibalo ve indigenato gibi acımasız sömürge sistemlerini perdeleme ve uluslararası eleştirilere karşı kendini meşrulaştırma aracı olarak kullanmıştır.
Kaynaklar:
1. Dolan, Leo. Living Standards and Forced Labour: A Comparative Study of Colonial Africa, 1918–74. The Economic History Review.
2. Şanlı, Sare. "Kamerun'da ırk üzerinden inşa edilen eğitim: Almanya'nın sessiz sömürgesi." Independent Türkçe. Link
Cahen, Michel. "Le régime de l'indigenato et les dynamiques coloniales que les indépendances n'ont pas effacées." halshs-00731286
Penvenne, J. M. "Labor Struggles at the Port of Lourenço Marques, 1900-1933." Review (Fernand Braudel Center), 8(2), 249–285.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish