Yüksek politika ve sistem

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Axios

Burada Batılı bir sistemin iki alt sistemini irdeleyeceğiz:

  • Birincisi modern kapitalist sistem,
  • İkincisi ise uluslararası sistem

Bu ana sistemin menşei bellidir, Avrupa ki biz buna Batı diyeceğiz.

Hem kapitalizm hem de ulus devletlerden müteşekkil sistem, birbirlerine verdikleri güç ve gelişme paternleriyle insanlığa ve evrenselliğe dair çok belirgin bir düzeni açıklar, en azından bunun iddiası içindelerdir.

Bu makalede bir miktar kuramsal bir miktar da eleştirel bakışla, toplumlar ve ülkeler için gerekli temel sistem değerlerini, günümüzün meselelerini, hatta örnekleriyle beraber kültürleri irdeleyeceğiz.

Bir yandan Suriye, ABD, AB, Japonya, Türkiye, gibi örnekleri, diğer yandan ekonomi, hukuk, sosyoloji konulu tartışmaları ele alacağız.

Bütün mesele, ne nedir sorusunu cevaplayabilmek ve daha ilerilere gidilebilmesi için öncelikle ilk engelleri iyi tanımlayabilmek olacaktır.


Modern kapitalist sistem

Modern kapitalizm evresi Rönesans ile başlar.

Kurumsallaşmanın yolunu açmayı, toplumsal yaşamı örgütlemeyi, politikayı, devlet ve çıkarları dengeye sokmayı, kültür devrimi yapmayı, hukukun ve mülkiyetin belirgin şekilde işletilmesini, üretici güçleri geliştirmeyi, akılcılığı ve bilimselliği, demokrasiyi, evrensel bireyciliğin gelişimini gerektirir.

Evrenselcilik sadece bir potansiyeldir.

Bireycilik ise sürekli değer üretmeye odaklıdır, bu nedenle kişi hak ve özgürlükleri ile fırsat eşitliğine ihtiyaç duyar.
 

Şekil 1. Kapitalist sistem
Şekil 1. Kapitalist sistem

 

Basit anlatımıyla kapitalizmi, değerlerin, üretimin, metanın ve tatminin akışıyla açıklarız ve bu bir döngüyü işaret eder.

Döngü sürdükçe artı değer ortaya çıkar.

Üretici (Marks’ın eleştirisi de böyleydi) sonuçta işgücünü bir metaya dönüştürür.

Bunun anlamı, üreticinin (veya emeğin) çalışma saatinin parasal bir karşılığının (ücretinin) olmasıdır.

Sonuçta artı değer sistemi güçlendirir.

u arada iktisadın yasaları belirginleşir, bilimsel bütün girdiler bu sistemin işlemesi içindir.

Döngünün ilerleyen noktalarında gelişen teknik ve teknolojiler esas olur.

Bunlar nesnel güçler olarak hesaba katılır.

Kapitalist sistem kendi döngüsünü geliştirdikçe sermaye, yani kapital artar.

İçine aldıklarına ise artışın karşılığı olan payı dağıtır ve gelişme ile büyüme bu şekilde meydana gelir.

Halk arasında, paranın dini, imanı yoktur denir.

Tam da böyle: Modern kapitalizmin değil, ancak bireylerin dini olabilir.

Hatta sapkın kapitalistler bu tür bireylerin ve toplumların farklı inançlarını ve taleplerini kendi çıkarına yönelik daha kolay kullanabilirler.

Bu bir ikilem konusu değildir, böyledir.

Bazen modern kapitalizm evrensel nitelikleriyle bir ideali temsil eder gözükür, bunun tam tersine kültürcülerin açtığı alanlarda kalarak kolay kazançlar üretmek adına kendilerine fırsatlar yaratırlar.

Kapitalizmde de modern kapitalizmde de büyümek esastır, kapsayıcıdır, gücü kullanma elastikiyetine sahiptir, inisiyatifi elden bırakmaz, zamanı ve kaynakları yönetir.

Esasında uluslararası sistem; ulus devletleri ve güç merkezlerini esas alır, moderndir, kapitalisttir.

Gerçek şudur, sadece kapitalistler değil, aynı anda oligarşik, sosyalist veya komünist rejimler de kapitalizmin içerisinde büyürler. Bugünkü Çin ve Rusya buna örnektir.

Modern kapitalizmde şu yoktur:

Sistemli biçimde komünter olayım, çok güçlü biçimde kültürcülük yapayım, bu çabalarla ulusların üstünde bir pozisyon sahibi olayım…


Bu tür şartlarda sonuç nereye varır, biliyor musunuz?

Modern kapitalizm bu tür düşünce içinde olanları da kullanır.

Modern kapitalizm sistemlidir, hatta sistemlerin sistemini kurar ve işletir, kurumsallaşmayı önde tutar.

Kurumsallaşma becerisi, organize olma, hukuku işletebilme, koordinasyon ve işbirliği sahalarını çeşitlendirebilme, şeffaf olma, hedefe odaklanabilme, gibi çabalarla birleşir.
 

Şekil 2. İktidar fetişizmi
Şekil 2. İktidar fetişizmi

 

Eğer komünter kültür ile modern kapitalist kültür arasındaki geçişi XVI. YY olarak işaretlersek, sınıf egemen ve haraçlı toplumdan bir kültür devrimi ve Aydınlanma marifetiyle işte tam bu zamanlarda demokratik ve özgürlükçü topluma geçiş sağlanabildiği anlaşılır. (Şekil 2)

Bazı siyasi oluşumlar, bu sosyo-ekonomik ve sosyo-politik sisteme, modern dünyaya ve uluslararası sisteme bir tür metafizik yabancılaşma içinde kalabilirler.

Dini yasaların toplumları yenilemesine engel olduğu görülebilir.

Bunun tam tersi alanında ise iktisadiyatçılık, yani "iktisadın salt nesnelliği önde olsun, sürekli para kazanılsın" diyen düşünce bir çıkar ve güç büyümesi şeklinde kendini gösterebilir.

İşte bu çıkarcı ve yozlaşmış kapitalist ortam, sapkın kapitalist sistem demektir. 

Bu durumda ne olur dersiniz?

Bu iki ayrı uç birbirinden beslenirler.

Biri diğerinin büyümesi ve güçlenmesine imkân sağlar.

Bu çarpıklık siyasi düzene yansır.

Hatta bazı coğrafyalardaki iktidarlar bile bu şekilde gelişir.

İşte buna iktidar fetişizmi denir.

Bu bakışla, anayasal düzeni belirginleşen ulus devletleri ve uluslararası sistem ve kurumları kendi bakış açısına göre konumlandırır, gerektiğinde değişimlerine rehberlik eder.

Hukuk, yasalar, karşılıklı veya ortak anlaşmalar sistemler sisteminin ve bunlarla beraber gelişmenin önünün açmalıdır, eğer tıkanıklık olursa modern kapitalizm önden gider, diğerleri kendini buna göre düzenlemek zorunda kalırlar.

Modern kapitalizm bir gerçektir.

Eski model sistemler fetihçidir, kültürcüdür, vergi ve haraç alır, bütçesini böyle oluşturur.

Buna karşılık modern kapitalist sistem Akıllı Güç ile baskı sağlar, gerektiğinde hedef alanını istismar eder, kullanır.

Eğer doğrudan bilinçli biçimde kendiyle ortaklık kuran olur ise bir kapitalist hukuk biçimi olan Anglosakson hukuku çerçevesinde ilişkilerini geliştirir.

Borsalar, finans merkezleri, ortak yatırım projeleri, sigortalar, vs. böyle çalışır.

Peki insanlık bu modern kapitalizme nereden geldi?

Avrupa’daki keşifler, Orta Çağ, Rönesans, Aydınlanma ve çeşitli devrim dönemleri içinden, dönem olarak ise Osmanlı’nın komünter döneminin baskın olduğu siyasi ortamda gerçekleşti. 

Eğer Osmanlı’daki merkez-çevre durumuna bakılırsa aşağıdaki şekil (Şekil 3) bize bu durumu göstermektedir. Görüldüğü gibi Avrupa bu dönemde Osmanlı’nın çevresi içindeydi.

Hatta Fransa’ya XV. yüzyılda verilmeye başlanan (Lozan Anlaşmasına kadar süren) kapitülasyonları dahi bu merkezden bakarak açıklamak mümkündür.
 

Şekil 3. Komünter kültür (Osmanlı) – merkez çevre ilişkisi
Şekil 3. Komünter kültür (Osmanlı) – merkez çevre ilişkisi

 

Sözü edildiği üzere, Osmanlı kapitülasyonlardan neden vazgeçemedi, sorusu başka bir tartışma konusudur.

Ancak şurası açıktır: Eğer, en azından Sanayi Devrimi yaşandığı anda Osmanlı geride kalacağını hesaplayabilseydi, bu dönemde kendi sosyo-ekonomik değişimini yapabilseydi, hatta Fransız Devrimi ile kendi imkanlarıyla ve iradesiyle sosyo-politik değişimini gerçekleştirebilseydi, çok önceden bu uygulamadan kendini kurtarabilirdi veya başka türlü düzenlemelerle çıkarını regüle edebilirdi.

Ama bakın, merkez birden Avrupa’ya atlayacak ve bu ise Osmanlı’nın sonu demek olacaktı.

Artık merkez Avrupa’dır. Gelişme burada meydana gelmektedir. Avrupa bir güç olmuştur.

Bu ortamdayken, Amerika kıtasının keşfi ile Rönesansın başlaması yaklaşık aynı zamanlarda,1493’te gerçekleşmiştir.

Bu tarihe kadar merkez-çevre ilişkisinde, Avrupa’daki modern kapitalist merkez, ABD’ye doğru kaymaya başlamıştır.

Çevre ise daha çok yıkılmaya yüz tutan, gerileme dönemine giren Osmanlı sahasındadır.

Aşağıdaki şekilde (Şekil 4) Avrupa’daki merkezin daha sonra Atlantik (Batı) merkezli olması görülmektedir.

Çevre ise daha altta kalmaktadır.

Hatta Sanayi Devrimi gereği jeopolitiğin, doğal kaynakların ve geçiş yollarının olduğu alanlar artık Batı’nın çevresi içindedir.
 

Şekil 4. Modern kapitalist kültür (Batı) – merkez çevre ilişki
Şekil 4. Modern kapitalist kültür (Batı) – merkez çevre ilişki

 

Kapitalist sistem boş alan bırakmaz, hemen buraları kullanır, üretici ve tüketici yapar, yani coğrafyayı ve çalışma yöntemini kendi sistemine dahil eder.

Belirteyim, buraya kadarki anlatımda Hint-Pasifik’teki durumu göstermedim, bölgemizi esas alarak bu çizimleri yaptım.

Kapitalizmin savaşını yazmıştım, bu öyle böyle bir durum değildir, kazanan kapitalizmdir, kapital sürekli artmaktadır, büyüme rakamları düşük olsa veya dünya savaşları olsa bile.

Para paraı çeker, başka şeyleri kullanır. Bu yeni dünya kapitalisttir. Bkz: 18 Nisan, "Kapitalizmin Savaşı"1
Şimdi modern kapitalist sistem ile entegre bazı terimleri ve gelişmeleri belirleyelim.


Ulus devlet

Başta söyleyeyim, "ulus" ile "millet", "siyaset" ile "politika" farklılık gösterirler, ama burada bu konuları tartışma dışı tutacağım.

Dolayısıyla hepsini birden kullandığıma bakmayın, aslında önemli farkların olduğunu da hatırlatayım.

Ulus devlet (bu durumda milli devlet) sisteminin özellikleri nelerdir?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Modern icaplara haiz, laik ve demokratik, özgürlükler ve eşitlikçilik bakımından gelişmiş, daha önemlisi bütün bunlarla birlikte gelişmiş kapitalist bir sistemdir. 

Aslında bu gelişmiş özellikleri hazmeden toplumlara ait yeni bir kültürdür ki, buna Batı kültürü, demokrasi kültürü veya kapitalist kültür denebilir.

İşin zorluğu hem buradaki kavramlar çok tartışmalı hem de uygulamasının değişiklik göstermesidir. 


Batı sistemi

Batı merkezli olma konusu önemlidir, çünkü gerçektir.

Bu konu açıkça şunu ileri sürmektedir; halen dünyada gelişmiş, kendini ispat etmiş, hatta egemen olmuş tek cazip ve işleyen sistem var, o da Batı sistemidir. 

Buradaki Batı kavramı, Avrupa’dan çıkan gelişme standartlarının ve usullerinin dünyada çeşitli yerlerde tatbikiyle ilgilidir. Mesela Japonya da bu kapsam içindedir.

(Japonya, Güney Kore, Tayvan, vs. Batı sisteminin Pasifik’teki çevresi içerisindedir.)

Dolayısıyla buradaki Batı kavramı coğrafi değil, fikirseldir, bu tanımı belli modeli hazmetme kapasitesine haiz olmakla ilgilidir. 

Ama elbette bu, yerel kültürün gelişen kültüre göre kendini adapte edebilmesiyle alakalıdır.

Dolayısıyla, yerel kültürün gelişmeye adaptasyonu demek, bir bakıma modernleşme demektir.


Kültürcülük

O halde bir de kültür konusuna bakmak gerekir.

Kültürcülük konusu başka, uluslararası sistem ve hatta demokratik kültür başkadır. 

Kültürcülük, etnik-dini temelli de kabul edilebilir, coğrafi özelliklerin sürdürülmesi veya savunulmasıyla da.

Ancak bu bazen konuya dahil olmakla birlikte, gelişmiş toplumlarda modern ulus ve Batı modelinin tatbikine yakın olmaya engel değildir. En bariz örneği yine Japonya’dır.

Gelişmemiş (buna az gelişmiş de denebilir) veya gelişmekte olan toplumlarda ulusçuluk öne çıkabilir, zemini vardır.

Ancak, kültürcülük ile ulusçuluk konuları sürekli gelip-giden etkilerle sahne alabilmektedir. 

Mesela, Suriye bir ulus devlet idi, uzun süren bir iç savaş yaşadı, şimdiki durumu her yönüyle gayet tartışmalı.

Ama gerçekte (veya fiili durumda) bir de görüldü ki, kabilecilik (aşiretçilik) hemen en dipten ülkeyi sarsan olayların içinde görüldü. 

Halen Suriye acaba gelişmiş bir ülke mi?

Eğer ortada bir devlet otoritesi yok ise haliyle, ulus devlet olma noktasında tartışmalıdır.

Onun için destek talep etmektedir.

Destek kimden ve nereye doğru olacak?

Batı sisteminden destek gelecek.

Ancak Irak’taki savaşlardan sonra da görüldüğü üzere, uluslararası siteme doğru olacak.

O halde Suriye için bugünden yarına sorunlar da bellidir: Aşiretçilik (kültürcülük) kurtarıcı mıdır, engel mi?

Bu soruya en kolay biçimde Irak örneğini düşünerek vermek mümkün olabilir.


Modernizm

Çokça karıştırıldığı nedenle vurgulayayım, modernizmin içinde gelişen iki uygulama vardı, biri kapitalizm, diğeri ise Marksizm.

Marksizm uygulaması halen ütopik haldedir, modern ve matematiği tutan bir açıklamaya sahiptir, ancak uygulamada birçok sorunu vardır.

Sorun sahaları da insan tabiatından kaynaklanır.

Siyaset ise insanın işidir.

"Politik-insan" ve hatta "ekonomik-insan" (homo-economicus) kendi doğasına başlı hareket eder, her ne kadar doğru tariflerle açıklansa da böyle sadece matematiği tutan yaklaşımlarla olmuyor.

İroniyle söylemeliyim ki, belki Mars’ta bir koloni kurulur ise Marksizm’in burada bazı başarılı uygulamalarını görmek mümkün olabilir, çünkü pratik ve kontrolü sağlayabilen özellikleri vardır.

Modern demek, en azından standartları, hesabı-kitabı, tanımı, yöntemsel yaklaşımı esas alarak sistemli, akılcı bir yapıyı temsil etmek demektir.

Buradan yola çıkarsanız, üretim-tüketim sistemlerinin kurulması, bilim, sanat, ekonomi, vs. böyle gelişme gösterebilir.

Bakın bugün kimler daha çok yenilik yaratabiliyor?

Hangi eğitim-öğretim sistemleri daha çok üretimi destekleyebiliyor?

Hatta kentler bile modern ise belirgin bir yapısı ile donanımı vardır.

Mesela kimya alanında gelişip buralardan çeşitli ürünler yapılması ve ihtiyaçları karşılar hale getirilmesi gibi konular vardır ki biz buradan yola çıkarak, ekonominin gelişmesini ve kapitalizmin muteber yönlerinin kabulünü bu şekilde açıklayabiliriz.

Eğer ekonomi bir bilim oldu ise modernizm ile mümkün olmuştur, hatta böyle olduğu için teknoloji ve siyasetin gelişimi bile buna bağlı şekillenmiştir.

Böylesi bir siyasetin şekillenmesinde işte bahsettiğimiz ulus sistem örgüsü kendini gösterir olmaktadır.

Benim çoğu kere bu sistemi, sosyo-politik ve sosyo-ekonomik biçimde tarif etmem bu nedenle mümkün olabilmektedir.

Modernizm konusunu herkes tartışabilir; ama şu açıktır, modernleşmenin dışına çıkılarak sistemli gelişme sağlanamaz.

Uç bir örnek olsun, eğer Amerika’dan Türkiye’ye, buradan Japonya’ya gidecekseniz bir uçağa binersiniz, deveyi veya sandalı tercih edemezsiniz.

Dolayısıyla modernleşme böyle bir şeydir.

Bu sistem herkesi içine alır.

Bu her ne kadar Avrupa’dakilerin bulduğu bir sistemse de insanlığa mâledilmesi gereken bir gelişme yolu halini almıştır.

Ama yine de de ısrarcı değilim, hatta saygılıyım:

Fikirsel yönden varsa karşı/farklı görüştekiler, onların da insani yaklaşımları herkes için çok değerlidir.

Zira evrensellik (evrenselcilik) konusu gayet gereklidir ve insanın olduğu her yerde bu başlıkla bir değerlendirme yapmakta yarar vardır.

Kültürcülük kapsamında hareket edenlerin bir kısmına bakın, ellerinde modern ürünler (gereçler) vardır.

Mesela bugün Ortadoğu kaynaklı radikal terör örgütleri, Orta Çağ’dan gerilere haiz fikirleri savunurlarken interneti kullanmaktan asla vaz geçemezler.

Bunların amaçları nedir?

Orta Çağ, Avrupa için bir mihenk taşıdır.

Bunun neticesinde Rönesans dönemi yaşanarak modernleşme sağlanabilmiş, reformlar yapılabilmiştir.

Buradaki asıl nokta Rönesans ve reformlar olmaktadır. 

Bunun sayesinde din konusunda çeşitli çözümlemeler üretilmiştir.

Bu dinsizlik veya dini ortadan kaldırmak değildir.

Yaşamı düzenlemek, siyaseten insanın gelişme alanına dair çözümler getirmektir.


Mimetik etki

Bu durumda şunu sorabilirsiniz, bazı toplumlar XXI. asırda dahi Orta Çağı veya ondan da gerideki dönemleri, ki buna "klasik dönem" diyebiliriz, yaşayabilir mi?

Evet.

Kültürcülük ile bunun belli yönleri toplum hafızasında bulunduğundan veya saklandığından, bütün bunlar, dışarıdan tetiklendiğinde o toplum için geriyi çağrıştıran veya geriye döndüren ana kademelerdir.

Ben buna "mimetik etki" demekteyim. (Burada mimetik eskiyi taklit etme, hatta genetik aktarımla bize kadar ulaşan ilk insanlardan buyana olan ve antik dönemdeki davranış kalıplarını bile taklit etmektir.)

Toplum bilimcilerin elinin değdiği yerlerde mimetik etki ile değişimler kurgulanabilir, kültürlerin klasik dönem düşünceleri tekrar hayata geçirilebilir, bunların bir yolunun olduğu asla akıllardan çıkarılmamalıdır.

Zaten Ortadoğu kaynaklı bazı tahriklerin (kolay) gelişimi de böyle açıklanabilmektedir.

Bir ülke düşünün, kültürcülük ve aşiretçilik var, mimetik tetiklenmeye maruz kalmış, iç savaşa girmiş, durum böyle olduğu halde bazı ideolojik yaklaşım içindekiler konuyu saptırmak isteyebilirler, "orada ulusçuluk ve laiklik vardı" diyebilirler.

Bunlar siyasetin içindeki karmaşık bakış açılarıdır, aldanılmamalıdır.

Bazı siyasi gruplarca (partiler, liderler, vs.), kapitalist kültürün hazmedilmesi gereken noktalarında ilerlemek değil de sadece para kazanmak ve güç elde etmek gibi yüzeysel noktalara dair bir tutum sergilemek mümkün olabilir.

Güç elde edildiğinde ise buradan yola çıkılarak yeni siyasi tarifler yapılabilir veya eski tariflerin hatırlanması yoluyla bir siyasi alan yaratılabilir. 

Dünyada bunun örneklerini de görmekteyiz.

Kültürcülük, mimetik etki ve kapitalizmin sapkın uygulamaları üzerine geliştirilen temalarla siyaset yapmak halinde iktidar sahibi olmak mümkündür.

Hatta sapkın-kapitalistler (bazı siyasi eksenler bunu emperyalistler, küreselciler veya neoliberaller şeklinde açıklayabilirler, bence bu konu da tartışmalıdır) veya çıkarcılar bu tür iktidarları kendilerine avantaj yaracağı için rahatlıkla da kullanabilir.

İşte bu nedenle Ortadoğu’daki siyasete sapkın-kapitalistler sürekli proje üretebilirler.

Örneğin tarifte İngilizler ile Yahudiler bunu başarıyla uygularlar; Amerika kıtası keşfedilip bunun üzerine Amerika Birleşik Devletleri kurulduğundan (1776’dan) bu yana ise aynı çevrelerce bu merkezden projeler yapılabilmektedir. 


Uluslararası güç mücadelesi

Modern ulus tanımı kapsayıcıdır. Modern ulus, kökenini ve kültürel değerlerini unutmaz, hatta muhafaza eder, ancak, daha çok içinde bulunan bütün unsurların ortak ve paylaşılabilir değerlerini kabul ederek, bir ahenk içinde yaşamanın kültürünü oluşturabilmiştir.

Bu modern ulus kavramı belirleyici zaman olan 1789 Fransız Devrimi ile belirginleşmiştir.

Bugünün ulus tanımı; böylesi gelişmişliğe, modern özelliklere ve değerlere sahiptir.

İfade ettiğim gibi, insanlığın gelişimiyle karşılık bulmuştur.

Hatta komünist Çin bile bugün için tam bir ulus devlettir, devlet kapitalizmi ile açıklanabilir bir yöntemi hayata geçirmiştir, moderndir.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin içinde değişik etnik-dini kültürler vardır.

"Otoriter" yönetiminden dolayı özgürlükleri kısıtlar (bu kendi iktidarını koruyabilmek için gerekli görülür), hukuki konularda devleti ve devlet içinde hiyerarşik bir şekilde yer alan kesimleri (örneğin oligarşileri, güçlü aileleri, vs.) gözetir.

Ama eğer gelişmiş, modern, vs. özelliklerine haiz ABD, küresel rekabetteki hegemonik pozisyonunu ve uluslararası rekabette hakimiyetini (egemenliğini) sürdürmek amacıyla, bu ülkeyi hedef alacak ise ne yapar?

Kültür savaşı başlatır, mimetik etki unsurlarını (tahrikle) kullanır, vs. Görünürdeki savaş (ekonomik savaştan, hibrit savaşlara kadar çeşitli olabilir) ve caydırıcılık (kitle imha yöntemlerinden konvansiyonel tedbirlere kadar olabilir) yöntemleri zaten sahaya sürülür, bunları biliyoruz.

Belki kazaen bile olsa fiili savaş bile yapılabilir. 

Uluslararası sistem arasında böylesi bir güç mücadelesi yöntemleri olur.

İşte burada dünyanın diğer taraflarındaki uluslar, kendi pozisyonlarını alırlar, çıkarlarını gözetirler, siyaset yaparlar, ideolojik hareketlenmeler olur, ittifaklar kurarlar, vs.

Uluslararası politika böylesi hallerde kıyasıya mücadelelerle şekillenir ve hatta yeni gelişme imkanları dahi ortaya çıkarılabilir.


Demokratik kültür

Demokratik kültür ne demek?

Bahse konu (kavramsal biçimdeki) modern, kapitalist, laik, özgürlükçü, fırsat eşitliğini veren ve hatta evrensel gelişmelere açık toplumlarda bireylerin, kendi yerleri ile diğerinin yerlerini hak-hukuk bağlamında tam olarak belirginleştirmeleri ve sürekli değer üretmeye odaklanmaları söz konusudur.

Demokratik kültürün bireyi, tam bir sistem vatandaşı olarak yetiştirilir, bu zorla olmaz, sistematiktir, sonrasında bu şekilde ahenkle yaşamayı yaşam biçimi olarak kabul eder.

Bu kültürün vatandaşı daha ziyade günlük yaşamındaki nezakete ve ilişkilere değer verir, kolay organize olur, engelleri aşabilecek konulara açıktır, olması gereken biçimde tartışır ve sonuç elde edecek biçimde gayret gösterir.

Böylesi toplumlarda bilgi daha değerlidir, bilgili kimselere itibar da fazladır. Başka deyişle güçlü olan daha bilgili olandır.

Demokratik kültür demek, aynı zamanda ulus devlet olma bilincinde ilerilere çıkmış bir toplum demektir.

Ama bahsettiğimiz türden uluslararası mücadele içinde yine sistemli biçimde, diğer uluslar üzerinde çıkarlar gözetilerek hakimiyet kurulacak ise oldukça planlı hareket edilir.

İşte bu da insana ait rekabet etme, mücadele etme ve hatta savaşma özelliğiyle açıklanabilir bir konudur.

Öyleyse ileri çıkmak demek, üstünlük mücadelesinde daha ileri yöntemleri uygulamak demek olur.

Bu bahsettiği konular kavramsal ve biraz da ideal değerleri içeren noktasında tartışılabilir.

İfade ettiğim gibi, gerçekte çıkarların ve güçlü olmaya ele geçirenlerin siyasi yöntemleri her şartta durumu değiştirebilir.

Neticede insan siyasi bir varlıktır.

Bu nedenledir ki ilerleme hep daha ileriyi tasarlayıp buna odaklananların istikametinde gelişir.
 


Yasalar ve anayasalar

Bu arada bir örneğe değineyim.

Mesela İngiltere, 1215 tarihinde "Büyük Özgürlükler Sözleşmesi" (Magna Carta Libertatum) belgesini kabul eden, 1688’de Siyasal Devrimi (Muhteşem Devrimi) ve1760’larda Sanayi Devrimi’ni yapan, modern, kapitalist, ulus devlet sistemini buna göre kuran bir ülkedir.

Hatta İngiltere, bir dönem dünyada "sömürgeciliği" uygulayan, sanayi ve ticaret sistemlerini kuran ve işleten, emperyalist bir güçtür.

Bugün şöyle tanımlanır: İngiltere, anayasasız demokrasidir. 

Peki neden böyle, neden diğer ulus devletlerin çeşitli şekillerde kabul edilmiş anayasaları var?

Örnekleyelim: 

  • Çin’in bir anayasası olmalı; çünkü, otokrasiyi ve komünizmi tarif etmeli, hatta Çin bir dönem sömürgeydi. 
  • Suriye’nin veya Irak’ın birer anayasası olmalı; çünkü, işgal gördüler, sömürüldüler, savaş gördüler, hatta halen daha derin kültürcülük sorunlarına haizler ve mimetik tahrike maruz kaldılar. 
  • Rusya’nın bir anayasası olmalı; çünkü, oligarşiyi ve otokrasiyi tarif etmeli, hatta içindeki değişik unsurların durumunu belirginleştirmeli. 
  • Türkiye’nin bir anayasası olmalı; çünkü, çok kültürlü İmparatorluk dağıldı, yeni bir modern ulus devlet kuruldu, ancak siyaset yapanların ikilemleri ortadan kalkmadı.

Bundan önce Osmanlı’nın anaysa çalışmalarından başlamalıydım ama konu dağılır.

Zira Osmanlı’da anayasa çalışmalarının gelişme şekli pek de olması gereken doğallıkta değildir.

Ama birkaç cümle yazayım, Osmanlı’da anaysa olmalıydı; çünkü, var olan monarşik yapı bile bir tarife ihtiyaç duymaktaydı.

Kaldı ki yapılan savaşlarda mağlup olan veya alınan desteğin karşılığı söz verilen, böylelikle Osmanlı’ya dayatılan anlaşma metinlerinde, "şunları düzeltin" şeklinde talimatlar vardı.

Fransa’yı söyleyelim, bu ulus devlet kültürünü siyaseten dünya sahnesine koyan fikrin babası kabul edilebilecek ülke, anayasasıyla da diğerlerine rehber olmalı. Hatta Fransa da İngiltere gibi sömürgeciydi.

En son İngiltere’nin (Anglosakson kültürün) siyasi çizgisindeki bütün değerleri içinde bulunduran ABD’ye bakalım. ABD, her biri bir devlet statüsüne haiz eyaletlerden oluşan bir ülke.

Modern ulus devlet tanımının tüm özelliklerine haiz, bugün dünyada hegemonik güç mücadelesinde en ileri noktada, dünya savaşlarından galip çıkıp, bunun üstüne bugün geçerli olan uluslararası sistemi kuran ülke, "köleciliği" bitirmek için bir iş savaş yapan tek ülke, kuruluş ayarlarında özgürlük ve demokrasiyi tanımlamak amacıyla sadece bir sayfa bile olmayan anayasaya sahip. 

Demek ki demokrasi kültürü kimde var?

En fazla Rönesans ve reform fikrini içinde barındıran, modern ulus devlet yapısını kuran, sanayileşmiş, kapitalist ülkeler.

Bunların kanunları o gelişmiş demokratik kültürünü üstlenebiliyor.

Anayasaya bile daha az ihtiyaç duyuyorlar, hatta ihtiyaçları varsa da sebepleri diğerlerininki gibi değil.
Buna karşılık otokrasi kültürü daha fazla olanlar, bir dönem sömürülenler, reformlarını hazmedememişler veya reformist olamayanlar, politik kültürü gelişime odaklayamamış tolumlar bir şekilde yasalarını, standartlarını, usullerini sürekli tartışıyorlar, sürekli değişiklikler yapıyorlar ve hatta ciltler halinde anayasa metinlerine ihtiyaç duyuyorlar.

Önemli olan anayasa değil, bir ülkede gelişmiş demokratik ve politik kültürün var olmasıdır. 

Gelişmiş demokratik ve politik kültür için liderlik edecek var ise ancak onun önünde bir saygı ifadem olur.

Çünkü yüksek politika doğrultusundaki bakış açısı, önce yasları doğru ve zamanında yapar.

Gecikmiş ve yanlış yapılmış yasalar yıkımın yolunu hazırlar.

Mesela, etik ve politik sistem için gerekli yasaların çok iyi yapılması ve uygulanması gerekir.

Bir ülke için içerideki yasaların ve yargı sisteminin çalışması bir biçimde kendine göre çalışır mahiyette olabilir.

"Yasa da var, yargı da var" denebilir.

Ancak dışarıya çıkınca görülür, uluslararası sistemde bütün bunların bir karşılığı ve değeri vardır. 

Yasalar ve uygulamaları yaşama ve çağın icaplarına bütüncül bakılarak, bunların işleyişi yönüyle incelenerek ele alınmalıdır.

Sistemsel bağlamda, modernizmin, kapitalizmin, demokrasinin, ulus değerlerinin neresindesiniz, bakmak gerekir.

"Yarısı var, yarısı yok; öyle de olur böyle de" denirse, sistem kendi çevrimini çalıştıramaz.

Bunun yasaları da tatminkâr olmaz. 

Uluslararası anlaşmaları yaparken, tıpkı Tanzimat (1839) öncesi gibi, güçlü ve yeterli olanlar, "sizde bu eksik, tamamlayın da gelin" derler.

Öyle değil mi?

Avrupa Birliği (AB) uyum yasalarının özünde ne var zannediyorsunuz? 

Ama bakın, konu yasalardan ziyade, ortak değerlerin var olması konusudur, sistemin insan, kurumsal yapılar ve politik bakış bağlamında entegre olmaya yatkın olmasıdır.

Yunanistan Türkiye’den sonra AB’ye girmek istedi ve kabul edildi.

Öyle, asıl sebep sistem idi.

Kültürcülük yönüyle sorunların üstesinden gelinmiş veya sorun olmaktan çıkarılmış gerçek bir ortak zemin vardı, bütünleşmek için şartlar hazırdı.

Sadece evrakları, işleyiş metotlarını ve formatları düzenlediler, hepsi o kadar.

Şimdi bakın, AB yasaları Yunanistan gibi bir ülkede geçerli olabiliyor, kapitalizm de aynı şekilde politika da…

Bütüncül bakın!..


Yüksek politika

Bu benim üzerinde durduğum ve yerleştirmek istediğim bir terimdir.

Herkes politika yapsın, bu başka.

Ancak yüksek politika yapmak, neyin nereden geldiğini, buna göre sağlam bir çizgi içinde olmayı gerektiren tariftir.

Belli seviyedekiler için bilinmeyen bir şey yok!

Sistemi bilmek ve buna göre yüksek politik alanda konumlanmak, işte bütün mesele budur, büyüklük budur.

İnsan doğasından kaynaklanan ikilemler, çıkarlar veya reaksiyonlar hep vardır ve olacaktır da.

Bütün mesele neyin ne olduğunu bilmekten geçer.

İnkâr etmek sapkınlıklara sebep olur veya güçlü olana kullanışlı olmanın da yolunu açar.

Her alandaki seçkinlerin düşüncelerini yorumlamak ve bu bağlam üzerine sürdürülen politikalarda toplumsal uzlaşma için gerekli kamuoyunun adaptasyonunu pekiştirmeye çabalamak marifet değildir.

Engel de yoktur, yapan yapsın!

Eğer bu alanlarda çok iddialı çıkışları olanlar var ise bunlar, mesela uluslararası ilişkilerde, sadece toplumsal düzen içinde mevcut ideolojiyi veya siyasi bakışı meşrulaştırmaya dayalı çalışmaları yapabildikleri bilinmelidir.

Tersine de aynı şeyleri söylemek mümkündür; ortamı gerenler, normal-doğal seyri baltalayanlar, düşmanlıklar yaratanlar, düşmanlıklar üzerinden siyaset devşirenler, hak-hukuk gaspıyla kendi nüfuz alanlarındaki kapasiteyi sürekli artırmak isteyenler, kendini destekleyenlerin de içinde olduğu bir sistemi güçlendirerek iktidar mücadelesinde haksız bir tutumu meşrulaştıranlar olur ise bilinmelidir ki ileriye dönük bir fayda üretilmiş olmaz.

Burada konu edilen her bir terim ve sistemli durum bellidir ve esasen güç oluşumlarının tarifini yapar.

Sistem, içindekileri ve dışındakileri gayet iyi bilir.

Ne kadar rahatsınız, üst perdeden bakıp düşünebiliyorsunuz?

Amerika’sı, İngiltere’si, Fransa’sı, Rusya’sı, Çin’i, her bir yeri, sosyalizmi, komünizmi, kapitalizmi, üçüncü yoldakileri, hatta otokrasiyi, demokrasiyi, popülizmi, oklokrasiyi, demagojiyi, kleptokrasiyi, nepotizmi, seçkinciliği, hepsini biliyor ve bunların üstünden bakabiliyor musunuz?

Yoksa ben kendi çıkarıma bakar, oradan ilerlerim, fazla kafamı yormam mı diyorsunuz?

Dünya hali!..

Gelinen noktadaki mesele!..


Sonuç

Burada Orta Çağ skolastiğinin üzerine kurulan ve geliştikçe insanlığı içine alan iki temel konuyu; modern kapitalizmi ve ulus devletleri ile bunlardan müteşekkil bir sistemi irdeledik.

Ortada bir gerçek var; modern kapitalizmi bilmeksizin ne hakkınca siyaset yapılır ne de uluslararası, ekonomi veya hukuk alanlarında hakkınca çalışma yapılır. 

 

 

1.  Erişim: https://www.indyturk.com/node/757093/türki̇yeden-sesler/kapitalizmin-savaşı 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU