Türkiye'nin nadir toprak elementleri atılımı

Cihad İslam Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Her çağın kendi stratejik kaynakları vardır.

Bir dönemde baharat yollarıydı, bir diğerinde kömür ve demir; yakın tarihte petrol ve doğalgaz.

Bugün ise insanlığın ulaştığı teknolojik seviye, farklı bir madde grubunu jeopolitik ve ekonomik mücadelelerin merkezine yerleştirmiş durumda: Nadir toprak elementleri (NTE).

Bu elementler, periyodik tabloda sıra dışı görünmelerine rağmen, modern dünyanın olmazsa olmazlarıdır.

Akıllı telefonlardan elektrikli araçlara, rüzgâr türbinlerinden lazer sistemlerine, savunma sanayiinden uzay teknolojilerine kadar geniş bir alanda kritik rol oynarlar.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ne var ki, "nadir" adını yalnızca doğada az bulunmalarından değil, aynı zamanda üretimlerinin teknik zorluklar, çevresel riskler ve jeopolitik belirsizliklerle dolu oluşundan alırlar.

Bugün dünya NTE üretiminin %60'ından fazlası Çin'in elindedir.

Bu durum, hem Batılı ülkelerin hem de gelişmekte olan sanayileşmiş devletlerin enerji dönüşümü, dijitalleşme ve savunma kapasitesi alanlarında stratejik bir bağımlılık içinde oldukları gerçeğini ortaya koymaktadır.

Çin, geçmişte bu gücünü bir dış politika aracı olarak da kullanmış, Japonya gibi ülkelere NTE ihracatını kısıtlayarak önemli mesajlar vermiştir.

İşte bu nedenle, nadir toprak elementleri artık yalnızca maden mühendislerinin ya da sanayi yatırımcılarının konusu olmaktan çıkmış; jeopolitik strateji uzmanlarının, diplomatların ve devlet adamlarının gündeminde ilk sıralara yükselmiştir.

Bu elementlerin kontrolü, yalnızca üretim gücü değil, politik nüfuz, ekonomik direnç ve teknolojik bağımsızlık anlamına da gelir hale gelmiştir.

NTE'lerin bu kadar önemli hale gelmesinde teknolojik dönüşümün hızı kadar, dünyada yaşanan tedarik zinciri krizlerinin de payı büyüktür.

Pandemiyle başlayan ve Ukrayna Savaşı'yla daha da derinleşen küresel kırılmalar, enerji ve hammadde güvenliğini her zamankinden daha merkezi hale getirmiştir.

Artık mesele yalnızca büyüme değil, dirençli ve sürdürülebilir kalkınma kurabilme meselesidir.

Ve bu yeni çağda, nadir toprak elementleri bir ülkenin sanayideki geleceğini, savunma yetkinliğini ve hatta dış politika esnekliğini şekillendiren temel faktörlerden biri olmuştur.

Bu bağlamda Türkiye'nin keşfettiği dev NTE rezervi, yalnızca ekonomik bir kaynak değil; yeni bir stratejik denklem kurma fırsatı olarak değerlendirilmelidir.

Zira artık mesele yalnızca neye sahip olduğunuz değil, sahip olduklarınızı nasıl yönettiğiniz ve hangi stratejik vizyonla değerlendirdiğinizdir.

Ve işte bu noktada Türkiye, tarihten gelen jeopolitik mirası ile yeni yüzyılın kaynak rekabetinde merkezî bir aktör olma yolunda çok önemli bir eşiği geride bırakmıştır.


Türkiye'deki Beylikova Rezervi: Rakamlara ve potansiyele yakından bakış

Türkiye, yer altı zenginlikleriyle tarihin her döneminde medeniyetlerin ilgisini çekmiş, doğu ile batı arasında bir köprü değil, adeta bir maden atlası olagelmiştir.

Fakat 2022 yılında Eskişehir'in Beylikova ilçesinde ortaya çıkan nadir toprak elementi rezervi, sadece bu tarihsel zincirin yeni bir halkası olmakla kalmamış; aynı zamanda Türkiye'yi 21'İinci yüzyılın stratejik kaynak rekabetinde sahnenin tam ortasına yerleştirmiştir.

Yaklaşık 694 milyon tonluk cevher rezervi ile Beylikova sahası, Çin'in iç bölgelerindeki dev sahaların ardından dünyanın en büyük ikinci rezerv alanı olarak kayıtlara geçmiştir.

Ancak mesele sadece miktar değildir. Bu rezervin içinde 17 farklı nadir toprak elementi bulunmakta;

  • Özellikle yüksek teknoloji üretiminde kilit rol oynayan neodimyum (Nd),
  • Praseodimyum (Pr),
  • Terbiyum (Tb)
  • Ve disprosyum (Dy) gibi elementlerin varlığı, bu alanı stratejik açıdan son derece değerli kılmaktadır.

Rezervin dikkat çekici bir diğer özelliği de, floritten barita, baryum karbonata kadar çok sayıda ekonomik değeri olan eşlikçi mineralleri içermesidir.

Bu durum, yalnızca NTE üretimini değil, entegre bir maden-enerji ekosistemi kurma imkânını da beraberinde getirmektedir.

Başka bir deyişle, bu saha yalnızca bir maden değil, çok katmanlı bir endüstriyel stratejinin çekirdeği olma potansiyeline sahiptir.

Yine de teknik gerçekçilikten uzaklaşmamak gerekir. Söz konusu rezervin tenör oranları, yani içerdiği elementlerin zenginliği, bazı Çin sahalarına kıyasla daha düşüktür.

Bu durum, rezervin işlenebilirliğini ve ekonomik geri dönüş sürecini doğrudan etkiler.

Fakat bu zorluk, bir caydırıcı değil; bir teknoloji ve mühendislik çağrısı olarak okunmalıdır.

Türkiye'nin burada atacağı her adım, yalnızca maden işletmeciliği değil, aynı zamanda yerli teknoloji geliştirme kabiliyeti ile de doğrudan ilişkilidir.

Bu çerçevede 2023 yılında ilk adım atılmış ve Eti Maden tarafından hayata geçirilen 1.200 ton kapasiteli pilot tesis, sürecin ciddiyetini ve kararlılığını göstermiştir.

2025 ve sonrasında ise yıllık 570 bin ton cevher işleme hedeflenmektedir.

Bu rakamlar, Türkiye'nin sadece hammadde üreticisi değil, aynı zamanda NTE'leri yüksek katma değerli ürünlere dönüştüren bir teknosanayi ülkesine evrilme vizyonunu da içinde barındırır.


Alparslan Bayraktar'ın vizyonu: Tedarikçi ülkeden stratejik güce

Devletler tarih boyunca kaynaklara sahip olmak kadar, bu kaynakları hangi stratejiyle kullandıklarıyla da tanınmışlardır.

Bugün Türkiye, Beylikova'daki dev nadir toprak elementi rezervinin ortaya çıkmasıyla yalnızca bir hammadde deposu olmanın ötesine geçmekte; yeni bir sanayi paradigması inşa etme sorumluluğuyla karşı karşıya kalmaktadır.

İşte bu eşiğin farkında olan, meseleyi klasik maden işletmeciliği düzleminden çıkartıp yüksek stratejiye taşıyan isimlerin başında Alparslan Bayraktar gelmektedir.

Bayraktar'ın çizdiği vizyon, ham bir kaynağın uluslararası şirketlere satılması değil; bu kaynağın değer zinciri içinde işlenmesi, ileri teknolojiye entegre edilmesi ve nihayetinde Türkiye'nin sanayi gücüne dönüştürülmesi esasına dayanır.

"NTE üretebilen 5 ülkeden biri olacağız" sözü, sadece bir niyet değil, bu yeni stratejik anlayışın şifresidir.

Türkiye'nin bugüne kadar enerji ve maden politikalarında önemli bir evrim geçirdiği aşikâr.

Ancak Bayraktar döneminde bu evrim, klasik kalkınma modelinden kopmaksızın, endüstriyel egemenliğe ve teknolojik bağımsızlığa yönelen bir eksende hız kazanmıştır.

Bu bağlamda atılan ilk adım olan pilot tesis yatırımı, yalnızca teknik bir süreç değil, aynı zamanda devletin bu alana ne denli kararlı biçimde yatırım yaptığına dair sembolik bir başlangıçtır.

Ancak bu stratejik atılımın başarısı, yalnızca cevherin çıkarılması ve işlenmesiyle sınırlı değildir.

Asıl başarı, bu kaynakların AR-GE'ye dayalı biçimde uç teknoloji ürünlerine dönüştürülmesidir.

Bayraktar bu noktada, Türkiye'nin sadece tedarik zincirinin bir halkası değil, mühendisliğin ve yeniliğin merkezlerinden biri olmasını hedeflemektedir.

Bu, klasik bir "maden politikası" değil, yüksek teknolojiye dayalı sanayi devleti olma vizyonudur.

Bu yaklaşım aynı zamanda dışa bağımlılığın azaltılması, savunma sanayiinde yerli üretimin güçlenmesi, enerji dönüşümünde sürdürülebilirliğin sağlanması ve genç mühendis kuşakların inovasyon alanında öncü roller üstlenmesi gibi çok katmanlı etkiler yaratacaktır.

Türkiye artık sadece bir şeyler satan değil, bilgi, ürün ve teknoloji üreten bir ülke olma yolundadır.

Alparslan Bayraktar'ın bu çerçevedeki kararlı ve vizyoner liderliği, sadece bugünün projelerini değil, Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında Türkiye'nin nerede duracağına dair güçlü bir iddiayı temsil etmektedir.

Bu vizyon, hem geçmişin derin devlet geleneğine yaslanmakta, hem de geleceğin rekabetçi dünyasında Türkiye'ye eşsiz bir jeostratejik ve ekonomik avantaj sunmaktadır.
 


Küresel rekabet, diplomasi ve jeopolitik etki

Günümüz dünyasında enerji, veri ve stratejik madenler; askeri güç kadar etkili, diplomasi kadar belirleyici, ekonomi kadar yön verici unsurlar haline gelmiştir.

Türkiye'nin Beylikova'daki nadir toprak elementi rezerviyle bu alanda birdenbire öne çıkması, sadece iç politikayı değil, uluslararası güç dengelerini de etkileyecek derinlikte bir gelişmedir.

Çin'in 2000'li yıllardan itibaren NTE üretiminde neredeyse mutlak bir tekel kurmuş olması, Batı'nın savunma, teknoloji ve yeşil enerji hamlelerini büyük oranda Çin'e bağımlı hâle getirmiştir.

ABD, Avrupa Birliği ve Japonya gibi ülkeler için bu durum, yalnızca bir ekonomik risk değil, ulusal güvenlik sorunu olarak görülmektedir.

Dolayısıyla bu ülkeler, son 10 yılda NTE tedarik kaynaklarını çeşitlendirmek için yeni müttefikler ve üretici ülkeler arayışına girmiştir.

İşte Türkiye, bu bağlamda eşsiz bir stratejik fırsatla karşı karşıyadır.

Beylikova rezervi, Batı ile Çin arasındaki bu yeni soğuk teknoloji savaşında Türkiye'ye, "alternatif kaynak ve güvenilir ortak" rolünü oynama imkânı sunmaktadır.

Türkiye, jeopolitik olarak sadece Avrupa ile Asya arasında değil; aynı zamanda Çin ile Batı arasında stratejik bir madde koridorunun kesişim noktasında yer almaktadır.

Bu durum, klasik "köprü ülke" söylemini aşarak, aktif oyun kurucu ve merkez ülke konumuna geçme potansiyelini beraberinde getirmektedir.

Bunun diplomatik sonuçları şimdiden görünmeye başlamıştır.

Gerek ABD'nin tedarik çeşitlendirme planlarında Türkiye'ye yönelik artan ilgisi, gerek Avrupa ülkeleriyle yapılan madencilik ve teknoloji iş birlikleri; bu yeni stratejik konumun diplomasiye nasıl yansıdığını göstermektedir.

Türkiye bu alanda yalnızca hammadde sağlayıcısı değil, aynı zamanda teknoloji geliştiren, sanayi kuran, uluslararası yatırım çeken bir merkez ülke olmaya adaydır.

Beylikova'daki NTE rezervi aynı zamanda çok taraflı diplomasi için de yeni imkânlar sunmaktadır.

Türk Devletleri Teşkilatı, Orta Doğu ülkeleri ve Afrika ile sürdürülebilecek madencilik-teknoloji iş birlikleri sayesinde, Türkiye bu stratejik kaynağı bölgesel güç mimarisini şekillendirmede bir kaldıraç olarak kullanabilir.

Bu, klasik ittifak yapılarının ötesine geçen, çok eksenli, çok yönlü ve çok katmanlı bir dış politika yaklaşımını beraberinde getirecektir.

Bu yeni gerçeklik karşısında Türkiye'nin yapması gereken, yalnızca bu rezervi çıkarmak değil, onu jeopolitik bir kaldıraç hâline getirecek entegre bir strateji inşa etmektir.

Alparslan Bayraktar'ın öncülük ettiği bu vizyon, yalnızca bir bakanlığın projesi değil, Türkiye'nin küresel rolünü yeniden inşa etme iddiasıdır.

Unutmamak gerekir ki tarihte kaynaklara sahip olanlar değil, o kaynakları devlet aklıyla ve stratejik vizyonla yönetenler sahnede kalıcı olmuştur.

Türkiye'nin bu yeni konumda söyleyeceği çok şey, vereceği çok güçlü mesajlar olacaktır.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU