Steve Bannon, Donald Trump'ın siyasi yörüngesini ve "Önce Amerika" doktrinini şekillendiren bir entelektüel ve ideologdur.
Bannon doktrinini deşifre etmek, Batılı müttefikler için en temel ulusal güvenlik ve ekonomik istikrar meselesi haline gelmiştir.
The Economist dergisi, 23 Ekim 2025 tarihinde Washington DC'deki evinde Bannon ile kapsamlı bir görüşme gerçekleştirdi.
Bu görüşmede MAGA hareketinin ABD’nin müttefiklerine bakışını gösteren önemli cümleler vardı.
Onları birlikte analiz edelim.
"Himaye edilenler": Müttefiklik kavramının yeniden tanımı
Bannon'ın dünya görüşünün belki de en çarpıcı yanı, geleneksel müttefiklik kavramına radikal yaklaşımıdır.
Onun terminolojisinde NATO müttefikleri gerçek anlamda "müttefik" değil, ABD tarafından korunan "himaye edilenlerdir".
Bu bakış açısı, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan transatlantik ittifak yapısının temellerini sarsıyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bannon, Avrupa'nın askeri kapasitesini "bir şaka" olarak nitelendiriyor ve bu ülkelerin ekonomik olarak "meteliksiz" olduğunu vurguluyor.
Bu tespitin ardından gelen stratejik sonuç net: Avrupalı müttefikler, Amerikan gücü ve kaynakları üzerinde bir "yük."
ABD'nin kendi çıkarlarına odaklanmak yerine, kendisini savunamayan ülkelerin güvenliğini finanse ettiğini savunuyor.
Bu görüş, MAGA hareketinin dış politikadaki temel felsefesini yansıtıyor:
ABD'nin küresel ilişkileri, yalnızca Amerikan işçi ve orta sınıfının refahını artırdığı ölçüde anlamlıdır.
Müttefiklerle olan bağlar, ortak değerler veya tarihi dayanışma üzerine değil, tamamen "işlemsel" bir temele oturtulmalıdır.
Savaş sonrası düzenin çöp sepetine atılması
Bannon'ın "Fourth Turning" (Dördüncü Dönüş- Başka bir yazımda bu teoriyi anlatacağım) teorisine olan inancı, onun dünya düzeni vizyonunu şekillendiriyor.
Bu teoriye göre, tarih yaklaşık 80 yıllık döngüler halinde ilerler ve her döngünün sonu, mevcut düzenin yıkıldığı apokaliptik bir kriz dönemidir.
Bannon, Batı'nın şu anda tam da bu krizin içinde olduğuna inanıyor.
Bu çerçevede, "savaş sonrası uluslararası kurallara dayalı düzen" artık "tarihin çöp sepetine" atılmıştır diyor.
Bannon'a göre bu düzen, bir dönem küresel elitlere hizmet ederken "küçük adama" da bazı kırıntılar sunmuştur.
Ancak 2008 Mali Krizi ile birlikte bu denge bozulmuş ve düzen tamamen sıradan insanın aleyhine işlemeye başlamıştır.
Bu nedenle, bu düzeni korumaya çalışmak anlamsızdır.
Bunun yerine, Amerikan işçisinin ve ulusal çıkarlarının merkezde olduğu "yeni bir ekonomik düzenin" kurulması gerekmektedir.
Bu yeni düzende, uluslararası kurumların ve çok taraflı anlaşmaların yeri yoktur.
Müttefiksiz hegemonya: Kale Amerika vizyonu
Bannon'ın vizyonunda ABD, küresel liderliğini sürdürmek için müttefiklerin rızasına ihtiyaç duymaz.
Amerikan hegemonyası, tamamen kendine yeterli bir "Kale Amerika" konseptine dayanır.
Bu kalenin iki temel sütunu vardır: Çin ile topyekûn bir ekonomik savaş ve Amerikan iç pazarının kontrolü üzerine kurulu katı bir ekonomik milliyetçilik.
ABD'nin en büyük silahı, devasa iç pazarıdır.
Bannon bunu "Altın Kapı" metaforuyla açıklar.
Bu kapıdan geçmek ve Amerikan pazarına erişmek isteyen yabancı şirketlere iki seçenek sunulur: Yüksek gümrük vergileri ödeyerek pazara erişim için bir "prim" ödemek veya üretimlerini ABD'ye getirerek istihdam yaratmak.
Bu ekonomik milliyetçilik politikasının nihai hedefi, yüksek katma değerli işleri ve üretim kapasitesini yeniden ABD topraklarına çekerek ülkeyi içeriden güçlendirmek ve küresel tedarik zincirlerine olan bağımlılığı ortadan kaldırmaktır.
Bu vizyonda müttefikler, Amerikan pazarından pay almak için rekabet eden ve bunun için bedel ödemesi gereken "müşteriler" konumuna indirgenir.
Yumuşak gücün kasıtlı ihmali
Bannon'ın dünya görüşünün belki de en göze çarpan eksikliği, yumuşak güç kavramına yer vermemesi.
Diplomasi, kültürel etki, ortak değerler ve uluslararası kamuoyunun desteği gibi unsurlar onun stratejik vizyonunda yok.
Toplam ABD gücü, müttefiklerin rızasına veya uluslararası kurumların meşruiyetine değil, yalnızca ekonomik ve askeri öz yeterliliğe dayanıyor.
Bannon, siyaseti bir müzakere ve uzlaşma sanatı olarak değil, mutlak zafer hedeflenen bir "siyasi savaş" alanı olarak görüyor.
Kendi sözleriyle:
Artık tartışma zamanı değil... Biz kazanana kadar bir santim bile geri adım atmayacağız.
Onun için siyaset, "düşmanlarla savaşın başka yollarla devamıdır."
Nihai hedef, rakiplerle bir orta yol bulmak değil, "kurumları kontrol etmek" ve ülkeyi ideolojik olarak "geri almaktır."
Bu yaklaşım, ABD'nin geleneksel etki araçlarını kasıtlı olarak terk etmesi anlamına gelir.
Bannon'ın bakış açısında bu bir kayıp değil, aksine ülkeyi zayıflatan dış bağlardan kurtulmak için bir gereklilik.
Müttefikler için stratejik çıkarımlar
Bannon'ın vizyonu gerçeğe dönüşürse, ABD'nin geleneksel müttefikleri kendilerini radikal bir şekilde değişmiş bir dünyada bulacaklar.
Avrupa'nın stratejik özerklik tartışmaları, entelektüel bir egzersiz olmaktan çıkıp varoluşsal bir aciliyete dönüşüyor.
ABD'nin kendilerini bir "yük" olarak gördüğü bir dünyada, müttefiklerin kendi askeri kapasitelerini ve ekonomik dayanıklılıklarını artırmaları artık bir seçenek değil, bir zorunluluk.
Yeni transatlantik ilişki, ortak değerler veya tarihi bağlar üzerine değil, tamamen işlemsel ve sıfır toplamlı bir temele oturacak.
Washington'daki muhataplara her adımda somut ve ölçülebilir verilerle şu sorunun cevabını sunmak gerekecektir:
Bunun Amerika'ya ne faydası var?
Sonuç: Tektonik bir kırılmanın eşiğinde
Steve Bannon'ın doktrini, 75 yıldır Amerikan dış politikasının temelini oluşturan liberal enternasyonalizmden tam bir kopuşu temsil ediyor.
Tavizsiz bir ekonomik milliyetçilik, müttefiklere ihtiyaç duymayan bir tek taraflılık, geleneksel müttefiklerin bir yük olarak görülmesi ve siyasetin bir uzlaşı değil, bir savaş olarak kavranması üzerine inşa edilen bu vizyon, gerçekleşmesi halinde mevcut küresel düzende tektonik bir kırılmaya yol açacaktır.
ABD'nin müttefikleri, bu olasılığın ciddiyetini kavramalı ve hazırlıksız yakalanmanın maliyetinin hesaplanamaz olacağı bu yeni ve belirsiz döneme gecikmeden uyum sağlamalıdır.
Atlantik'in iki yakası arasındaki ilişkinin geleceği, artık sadece ortak tehditlerle değil, müttefiklerin kendi özerkliklerini ne kadar hızlı inşa edebilecekleriyle de belirlenecektir.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish