Kar gibi erirken buzula dönüşmek: Yakın Plan filmi

Mustafa Orman Independent Türkçe için yazdı

Abbas Kiyarüstemi'nin Yakın Plan filminden bir sahne

Yönetmen Bahman Ghobadi, "Atın umudu yoktur. Onu, sırtında şakıyan kamçının umutsuzluğu yürütür. Bizim hikâyemiz de biraz böyle" sözüyle dünyada susturulmuş mağlupların, muzaffer bir sessizlikle dünyayı adımlayan zorunlu kalkışlarını temsil eder.

Toplumsal bir manifestoya imza atarken öte yandan kendini ifade etme biçimine dair filizlenmeyi de gösterir.

Umudun ve bekleyişin sınırlarında kalmayıp durmadan unutuşun da sopasını üzerinde hissedenlerin umutsuzlukla yürümeleri bundandır.

Bütün kapılar kapanmış, pencereler örtülmüştür. Yaşamayı umduğumuz, yaşamaya direndiğimiz bir mabedin ortasında kimileyin sessizce kimileyin konuşarak kimileyin de üreterek bir inşa süreci başlatırız.

Hem umutsuzluğu ileriye taşıyarak yaşama gücünü göstermek hem umuda kapı aralamak hem de varlığını hatırlatmak adına bu yola başvurulur.

Çünkü insanın içinde bulunduğu ruhsal ve sosyal-ekonomik durumlar, dünyaya adımlayarak yürümenin önünü birçok kez kapatır.

İnsanı anlatan yegâne kanıt gene insanın yüzü olarak belirir:

Umutsuzlukla, karamsarlıkla, debelenmekle çizgileri belirmiş, göz altları morarmış, gözbebeklerinin ışığı sönmüş, cildi solmuş bir insan, çoktan konuşmayı bırakmış ve vazgeçmiştir.

Yüzü konuşmaya başlamıştır. Onu yürütecek bir kırbaç bile yoktur artık.

Umut ve umutsuzluk öldüğünde insandan geriye ne kalır?

Duygulanımların sırrına erememek, yeryüzünde bir düşünce kırıntısına tutunamamak…

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Nietzsche'nin "umut" "…hayat deresinin üstüne atılmış gökkuşağıdır, köpükler onu yüzlerce kez yutar ama o hep yeniden belirir" sözü umutsuzluk ile umuda kalkışmak arasındaki mutlak döngüyü bize gösteriverir.

İnsanın bu kuytuda varlık sebebine terennüm edecek takati bulmasıyla, kendini ifade etme gücüne erişmesi o köpüklerin arasında belirir.

Bekleyişin içinde erimek ve yok olmak yerine eyleme kalkışmak, insanın kendini gösterme ve yaşama çabasına en büyük delildir.

Çünkü Maurice Blanchot'un "Beklemeyi bilmek iyi bir duvara hastır" sözü harekete dair kıvılcımı ateşler. 

***

Yakın zamanda Iğdır'da bir marangozla tanıştım.

30 yıllık ustalığında, günlerin aldıklarıyla verdikleriyle zanaatkarlığına ve yaşama sımsıkı bağlıydı.

Bu yılların içinde parmaklarından birkaçını marangozluğa kurban vermişti.

Kesik parmakların arasında oynaşan kereste, kulağının arkasına iliştirdiği kalemle sonsuz bir yaşam kıpırtısı bırakıyordu.

Parmaklarından gözümü alamadığımı fark ettiğinde ise "Benim kendimi ifade ettiğim yer burası, bu keresteler, şu testereler, zımparalar… İnsanın hem üretmesi hem de kendini ifade edebilmesi için bir şeylerden vazgeçmeyi göze alması gerekir değil mi?" demiş, bir süre öylece konuşmadan beklemiştik.

Haysiyetin belli sınırlarda gözettiği emek tomurcukları çarpık bir biçimde etrafa saçılsa da insanın gündelik yaşamdaki yerini hizaya çeker.

Mağlubiyetlerin gölgesinde düşüncesine sımsıkı sarılmış, hasarlarını göz ardı etmiş, kabullenişle edimlerini bir bir öne sürerek ve gerektiğinde eksilmeyi göze alıp çoğalmanın tüm gururlarını sırtlamış bir ustalık hafızası… 
 

 

Yakın Plan filmi ve kar gibi erimek

Yakın Plan filmi, gazeteci Hosein Farazmand'ın Tahran'da varlıklı bir aileye kendini ünlü bir yönetmen olarak tanıtan Hosein Sabzian'ı tutuklamaya giden iki asker ve taksicinin olduğu sahneyle açılır.

Gazeteci Farazmand'ın daha önce gazeteye haber yaptığı bu olay, Abbas Kiyarüstemi'nin yaşamı yeniden canlandırmak ve gerçeğin ne olduğu üzerine yaptığı sorgulamalarla izleyicinin önüne çıkar.

Mahkeme sıralalarında yargılanan yalnızca Hosein Sabzian değildir, izleyici de yargılanır.

Gerçeğin yüzeyinde biriken hakikatin sırları açığa çıktıkça, izleyiciyi bekleyen bireyin varlığı, yaşamın anlamı ve gerçeğin perdesi üzerine mahkeme salonunda ve dışarıdaki izleyicinin hafızasında bir sorgulama başlatılır.

Hikâye ilerledikçe Hosein Sabzian'ın mağrur yoksulluğunun ve tutkusunun doğurduğu sosyo-ekonomik politik durumlar, gerçeği ters yüz etmekle yetinmez aynı zamanda dağıtarak başkalaştırır.

Kiyarüstemi, Hosein Sabzian'ın ruhunda hasar almış anları, onu dışarı fırlatmış olayları ve öz benliğinde kopan fırtınaları kurgudan bağımsız görmeme imkânı sunar.

Bu imkân, gerçeğe dair yolların taşlarını döşediği gibi insanın yaşamak lekesine de gönderme yapar.

Akıl ile duygunun başat çatışmasına götüren mahkeme salonu, dile gelmeyenleri soru aracılığıyla yapılandırmaya çalışan sorgu dünyasının, insana karşı sert vahametini gözler önüne serer.

Hosein Sabzian, mahkeme salonunda herkes tarafından tek tek yargılanır, bu yargılama aynı zamanda bireylerin hayatlarındaki acı katmeri görmezden gelen bir insanlık durumunu da yansıtır.

Dünya yargılar, öteler, kişi daha ağzını açmadan onu susturmanın ve gerçeğin dile gelmesini engelleyen kalabalıklarını hatırlatır bir an.

Kalabalıkların yalanın sonsuz sayıdaki çoğunluğuna sarılarak, biricik gerçekliği ve onun tarafını kuşatma altına alır. Gerçeğin yanılgısı dahi yalanın tarafını tutar.

Oysa gerçek sade ve serttir, yalan ise dolambaçlı ve sonsuz sayıda forma girer.

Hz. Ali'nin "İlim bir noktaydı, onu cahiller çoğalttı" sözü gerçekle yalanın rolünü net gösterir. 

Hosein Sabzian'ın bir röportajında "Sanırım benim gibi olan, benim gibi düşünen insanlar kar gibi eriyor. Kendilerini ifade edecek yerleri yok. Yatay ve dikey cesetler var. Belki de biz ikinci türüz" diyerek Yakın Plan filmini ve gerçekte ünlü yönetmen Muhsin Mahmelbaf'ın yerine geçme fikrini de açık etmiş olur. 
 

 

Abbas Kiyarüstemi, mahkeme salonundaki kameraların arkasında Hosein Sabzian'a yönelttiği sorular, olayların anlatımıyla birlikte dolmuştaki başlangıç noktasına dönerek gerçeği gerçeğin bileşimiyle yorumlatır.

İmdat sesleriyle, feryat figanla ortalığı dağıtmak yerine toplumda saygınlık kazanmak, ifade gücü oluşturmak amacıyla giriştiği bu eylemle Sebzian, "dikey cesetler"i gösterme amacı gütmektedir.

Kiyarüstemi'nin dış dünyada olup biten bu gerçeği, düşünsel bir zirveye çekerek sorgulamaya çalışması, yaşanmış bir olayı dizayn ederek gösteriye açması sanatı hakikatin doğrudan sunumu olmaktan çıkarır.

Toplumsal problemleri gerçeğin doğasıyla ve parçaları birleştirerek bir insanlık eleştirisinin temelini atar ve sanat ne işe yarar sorusu yankılanır: Ünlüleşen ünsüzlük, sanatın etkisiyle kendi halinde olan bir karakterin gerçeğe temaşasını bir forma sokar.

Şu soru belirir film boyunca: Yaşam, sanat kadar gerçek midir, gerçek, sanat kadar yaşam da gerçek midir?

Filmin kendine ait bir gerçeklik sunması, sanatın gücünü gösterir. Yaşamdan el alan sanat veyahut edebiyat, ister yalan ister gerçek olsun her şeyi zirveye çekecek kudrete sahiptir. 

Hosein Sabzian özelinde gündelik yaşam içinde debelenen bireylerin var olma çabaları ağır sınav gibi geçer yeryüzünden.

Sartre'nin görülme dehşetinden salgıladığı bakış üstünlüğü, Sebzian'da kendini var etme kaygısı olarak dışa vurur.

Görünmeyen, dışa itilen bir adam olarak Sebzian, yoksuldur, boşanmıştır ve elinde kalan tek düşünce kırıntısı sinema tutkusudur.

Bu tutkuyu da en üst noktaya taşımak için kendi rolüne bürünmüş, Kiyarüstemi'nin "Peki şimdi kimin rolünü oynuyorsunuz?" sorusuna "Kendiminkini" diyerek, Sartr'ın insanın giyinerek çıplaklığını gizlemek, utançtan kurtulmak, sözünü anımsayarak Sebzian'ın bilinçsiz bir meydan okumaya soyunduğunu görürüz.

Lakin Sartr'ın sözüne bir kez daha dönüş yaparsak, Sebzian, "Yüzümüzü örten maskelerin esiriyiz. Eğer maskemizden kurtulabilirsek, gerçeğin güzelliği bizim olacaktır" der.

Ve böylece Sebzian, yaşamın anlamlı yollarını yüz ile ruh arasındaki bir çıkarımdan süzerek asıl çıplaklığı bize gösterir. 
 

 

Başkasının bakışından taşan güç, zehrini etrafa saçtığında herkes başkasının bakışıyla görülme isteğine soyunur.

Sebzian'ın yaşamda zorla örtülmüşlerin, kapı dışarı edilenlerin, eşikte bekletilenlerin ve kendini gözlemek uğruna kovulmuşların sözcüsü olması da bundandır.

Küçük görülme, yok sayılma deneyimlerini görmüş Sebziyan, "İnsan fakir olmamalı ki, haysiyetini kaybetmesin" sözüyle gururun benliğinde açtığı yaraları derinleştirir.

Dostoyevksi'nin roman karakterlerinin alçalmanın tüm sınırlarını zorlaması karşıt bir felsefi düşünceyi doğurur. Bu karakterler, alçaltılmaktansa bir alçak olarak görülmeyi arzulamış, bu yolla yazgıyı değiştirmek için ne olursa olsun bir ifadenin gücüne sığınmak gerektiğinin bilinciyle hareket etmiştir.

Üst sınıfın tahakkümünden kurtulma aracı olarak alçalmayı bir sığınak olarak görmüşlerdir. Benlik, tek ayak üstünde de kalsa, kendini ifa etme yoluyla yaşamla ödeşir. 

Sebzian da içten içe onu sarmalayan, görmezden gelen dünyaya "Madem beni bir insan olarak görmüyorsunuz, alın ben bir dolandırıcıyım" dercesine gururu da haysiyeti de izleyicinin kucağına bırakır.

İnsan, görülmek, duyulmak, elle tutulmak ve sevilmek ister; umutsuzca karanlıkların içinde de olsa yürümek ister bu dünyayı.

Ve insan, bir kenara itildiğinde, kar gibi erimemek için son kurşununu sabırla ve galibin hürlüğüyle en şatafatlı yere sıkar.

Sebzian her ne kadar pasif bir endişeyle yeryüzünde görülme sırasına girmiş olsa da sistemi ve yalanı soyundurur.

Sebzian, bir nevi Turgut Uyar'ın Malatyalı Abdo İçin Bir Konuşma şiirindeki şu dizelerdir: 

ölmezsem, öldürmezsem
kim benim farkıma varır?


Yakın Plan filmi ve Sebzian'ın dünyaya bakışıyla insan yaşarken ahlaki bir çerçevede şu soruları sormalı kendine: 

Peki biz kimiz? 

Umutsuzca kırbaçlanan at mı, kar gibi eriyen dikey cesetler mi? 

Hangisiyiz? 

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU