Avrupa Birliği'nin (AB) 2050 iklim nötr hedefleri, kıtanın enerji stratejisini ve haritasını kökten değiştiriyor.
1990 seviyelerine göre yüzde 60 emisyon azaltımını hedefleyen AB, fosil yakıtlara bağımlılığı azaltmak için yeşil hidrojeni kurtarıcı olarak görüyor.
Ancak bu sözde "temiz" çözüm, kirli ve karanlık tarihinin üzerini kapatmaya çalışan Avrupa'nın yeni sömürgecilik biçimlerine kapı aralıyor.
Suyun, güneş ve rüzgâr enerjisini kullanarak elektroliz edilmesiyle üretilen yeşil hidrojen, Avrupa'nın enerji geleceğinin anahtarı olarak sunuluyor.
Oysa bu çevreci çözümün ardında kritik bir gerçek yatıyor:
1 ton yeşil hidrojen üretmek için 9 ton saf suya ihtiyaç duyuluyor, bu da kuraklıkla mücadele eden ülkelerde ciddi su krizlerinin yaşanması anlamına geliyor.
Avrupa'da yenilenebilir enerji maliyetleri hem yüksek hem de Avrupa ülkeleri kendi kaynaklarını tehlikeye atmak ve olası negatif sonuçlarla yüzleşmek istemiyor.
Bu yüzden Avrupa Birliği 2030 yılına kadar hedeflenen 20 milyon ton hidrojenin yarısını kendi kıtasında üretmeyi ve diğer yarısını da ithal etmeyi planlıyor.
Yeşil hidrojenin ithal edilmesi planlanan ülkeler arasında bir güney Afrika ülkesi olan Namibya da var.
İlginç olan ise Namibya'yı "yeşil hidrojen tarlası"na çevirmeyi hedefleyen ülkenin daha önce bu toprakları sömüren ve on binlerce masum yerliyi öldüren Almanya olması.
Almanya, Namibya'yı Afrika'nın ilk yeşil hidrojen üssü yapmak için 2021'den beri ülkeye ciddi yatırımlar yapıyor.
Kendi iklim değişikliği gündemini tatmin etmek için, yıllar önce sömürdüğü bir ülkenin kaynaklarını "ortaklık" kisvesi altında yeniden sömürmekte bir beis görmüyor.
Almanya'nın yeşil maskesi
Namibya'nın güneybatısında yer alan ve dünyanın en zengin biyoçeşitlilik alanlarından biri kabul edilen Tsau Khaeb Milli Parkı, devasa bir enerji projesine sahne olmaya hazırlanıyor.
"Hyphen Project" adlı yeşil hidrojen tesisi, bu koruma altındaki yarımadaya inşa edilecek.
Proje kapsamında yeni bir derin su limanı kurulacak, inşaatın 2027'de tamamlanması ve hidrojen ihracatının 2029'da başlaması planlanıyor.
Kâğıt üzerinde Almanya, projenin amacının Namibya'nın kaynaklarını Namibya lehine sürdürülebilir şekilde kullanmak olduğunu belirtiyor.
Ancak daha önce Afrika'da gerçekleştirilen benzer projelerin sonuçları, bu iyimser senaryoyu desteklemiyor.
Almanya'nın desteğiyle kurulacak olan tesiste üretilecek yeşil hidrojenin büyük bir kısmı Almanya'ya ihraç edilecek.
Avrupa, temiz enerjiye geçerken, nüfusunun yalnızca yüzde 35'i elektriğe erişim imkanına sahip olan Namibya yine elektrik kesintileriyle mücadele edecek.
Yeşil hidrojen üretimi için büyük miktarda saf su gerekiyor.
Projenin deniz suyunu arıtarak bu ihtiyacı karşılaması planlanıyor.
Ancak arıtma sonucu ortaya çıkan yoğun tuzlu su, deniz canlıları için tehlike arz ediyor ve Namibya'nın mavi ekonomisini tehdit ediyor.
Projenin kurulacağı bölgede binlerce hektarlık çöl ekosistemi, güneş panelleri ve rüzgâr türbinleriyle kaplanacak.
Bu durum sadece Namibya'ya özgü sayısız bitki ve hayvan türüne ev sahipliği yapan bölge için bir tehdit unsuru.
Aynı zamanda balıkçılık ve kıyı halkının geçim kaynakları da tehlikeye girecek.
"Ortaklık" adı altında yürütülen bu projede bilgi ve teknoloji transferi de sağlanmayacak.
Alman şirketler kendi mühendislerini getirirken, Namibyalı işçiler düşük ücretlerle ağır işlerde çalıştırılacak.
Projenin finansmanı için verilen yüksek krediler, Namibya'yı uzun vadeli borç sarmalına sokacak ve ülkeyi ekonomik bağımlılığa sürükleyecek.
Namibya'daki çevre hareketleri bu projeye karşı ciddi uyarılarda bulunuyor.
Çevreciler, ekosistem tahribatının "geri döndürülemez" olacağını söylüyor.
Onlara göre bu proje yeşil değil, doğaya verdiği tahribat nedeniyle "kırmızı hidrojen" olarak tanımlanmalı.
STK'lar ve insan hakları örgütleri ise projeyi protesto ediyor, yerli halkın sürece dâhil edilmediğini ve haklarının ihlal edildiğini raporluyor.
Lüderitz'te ikinci işgal: Soykırımın üzerine kurulan tesis
Almanya'nın Tsau Khaeb Milli Parkı'na inşa etmeyi planladığı tesis, tarihi Lüderitz kasabasını da kapsıyor.
1883'te Bremenli sömürgeci tüccar Adolf Lüderitz'in Namib Çölü'nde kurduğu bu kasaba, Namibya'daki ilk Alman yerleşimiydi.
Aynı zamanda, 20'nci yüzyılın ilk soykırımı burada yaşandı.
1904 ile 1908 arasında Alman sömürge güçleri, Herero ve Nama etnik gruplarına mensup yaklaşık 100 bin kişiyi katletti.
Soykırımın sonunda Herero halkının yüzde 80'i, Nama nüfusunun ise yarısı yok oldu.
Katliam öncesinde bu insanlar, toplama kamplarına gönderildi.
Bu kampların en meşhurlarından biri Lüderitz'te, Köpekbalığı Adası'ndaydı.
Buraya gönderilen yaklaşık 3bin kişi, ağır koşullar altında zorla çalıştırıldıktan sonra açlık, susuzluk ve işkenceyle ölüme terk edildi.
Cesetlerin çoğu okyanusa atıldı.
Bugün kasabanın ana caddesi hâlâ "Bismarckstraße" (Bismarck Caddesi) adını taşıyor.
Ancak yerel halk, Almanya'nın yaşattığı bu büyük trajediyi unutmamak adına, Lüderitz ve çevresinde mezarlıklar, anıtlar ve anma alanları inşa ediyor.
2021'den bu yana görüşülen ikili ortak bildiri kapsamında Almanya, Namibya'ya 30 yıl boyunca toplam 1,1 milyar avro (yaklaşık 1,16 milyar dolar) yardım yapma sözü verdi.
Alman devleti bu süreçte resmen özür diledi, ancak bugüne dek herhangi bir tazminat ödemek şöyle dursun, yeni projeler aracılığıyla Namibya'nın kaynaklarından ve halkından daha fazla fayda sağlamanın yollarını aramaya devam ediyor.
Küresel projeleri yeniden düşünmek
Yalnızca Hyphen Projesi özelinde değil, küresel kuzeyin güney yarımkürede planladığı tüm büyük ölçekli projelerde bazı can alıcı sorular ısrarla sorulmalı:
Planlanan proje, sadece ihracat amacı mı taşıyor yoksa yerel kullanım için altyapı da içeriyor mu?
Sürecin başında ve yürütülmesinde, bölgede yaşayan topluluklar bilgilendirilecek mi?
Karar alma süreçlerine katılabilecekler mi?
Proje, yerel halk için sürdürülebilir ve adil iş fırsatları yaratacak mı?
Yerel ekosistem, doğal kaynaklar ve halkın sağlığı gözetilecek mi?
Olası bir çevre felaketi durumunda sorumluluk kimde olacak?
Yakın zamanda Zambiya'da, Çinli bir maden şirketine ait atık barajının çökmesi sonucu Kafue Nehri'nin kirlenmesi ve yaşanan çevre felaketi, bu soruların ne kadar hayati olduğunu bir kez daha gösterdi.
Benzer tartışmalar, Avrupa'nın yeşil enerji açığını kapatmak amacıyla Afrika'dan Avrupa'ya yeşil hidrojen taşımayı hedefleyen "Güney Hidrojen Koridoru" projesi için de yapılıyor.
Bu projeyle Avrupa endüstrileri karbon ayak izini azaltma hedeflerine ulaşmaya çalışırken, iklim eyleminin maliyeti ve yükü yine Güney'e, yani Afrika ülkelerine kaydırılıyor.
Gerçek bir ortaklıktan söz edilebilmesi için, ekonomik faydanın adil paylaşılması, yerel halkın yaşam kalitesinin yükseltilmesi, çevrenin korunması ve geçmişin travmalarının tanınması gerekir.
Avrupa'nın "yeşil" projeleri, kendi karbon yükünü Afrika'ya ihraç etmesinden başka bir şey değil.
Üstelik bunu öyle ustaca yapıyor ki, Afrika'nın değil, Avrupa'nın muhtaç olduğunu gizlemeyi başarıyor.
Sonuçta Afrika, kendini hâlâ dışarıya bağımlı sanıyor.
Mevcut potansiyelini güce dönüştürme konusunda güvensizlik ve ciddiyetsizlik sorunundan kurtulamıyor.
Uzun vadeli enerji stratejisi olan, kendi teknolojisini geliştiren, kaynaklarını millileştiren, genç nüfusunun gücünü eğitime ve üretime yönlendiren bir Afrika mümkün - hem de sandığımızdan çok daha yakın.
Afrikalı liderlere düşen, tarihin sömürü düzeni üzerine yazılmasına fırsat vermeden enerji rönesansını bir an önce başlatmak.
Kaynaklar:
https://theconversation.com/namibias-shark-island-europes-push-for-green-hydrogen-risks-compromising-sites-of-colonial-genocide-239549
https://www.spiegel.de/international/world/species-protection-worries-environmental-activists-cast-doubts-on-german-hydrogen-project-in-namibia-a-a9f25b3e-b5d5-433e-8db5-15b7c406f086
https://euobserver.com/eu-and-the-world/ar3fb931c4
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish