Siyonist İsrail'in Filistinlilere karşı uyguladığı soykırım ve son olarak Amerikan emperyalistlerinin İran'a yaptıkları fütursuz saldırı, insanlığın esaslı bir barış eğitiminden geçmesi gerektiğini gösteriyor.
Bu görev hükümetlere emanet edilemez.
Öğretmenlere büyük bir sorumluluk düşüyor.
Barış eğitimi ihtiyacı, eğitimimizin en önemli sorunlarını da unutturamaz.
İlk ve ortaöğretimde milyonlarca öğrencinin karnelerini almaları vesilesiyle bu sorunları hatırlatmak istiyorum:
Yıllardır süren bu sorunların çözümü için herhangi bir adım atılmadığı gibi, sorunlar daha da büyüdü.
Bu 4 sorun şunlardır:
1. Anadilini öğrenme hakkı: İnsan Hakları bildirgelerinde, uluslararası öteki sözleşmelerde yer aldığı halde, Türkiye hükümeti, temelsiz bir bölünme korkusuyla anadili Türkçe olmayan milyonlarca öğrenciyi anadilini okullarda öğrenme hakkından yoksun bırakmaya devam etti. Avrupa ülkelerindeki Türkiyeli çocuklara, Yunanistan'daki Türk azınlığa, Kerkük'teki Türkmenlere tanınan bu hakkı, Kürt çocuklarından esirgedi. Böylece onları zorla asimile etme programına devam etti.
Kendini "demokrat" olarak nitelenmekten geri durmayan Türk aydınlarının gündeminde bu konu yer almıyor!
PKK'nın silah bırakması ve kendini lağvetmesi karşılığı bu hakkın hayata geçeceği umuluyorsa da bu konuda açıklanmış bir vaat yok.
Oysa anadilini öğrenme hakkı, her insanın ekmek ve su kadar temel ihtiyaçlarından ve haklarından biridir. Hiç değilse eğitim çevrelerinin bunun farkında olmaları, örneğin öğretmen sendikalarının konuyu sürekli gündemde tutmaları gerekirdi.
2. Eğitimin bilimsel esasları içermesi: Türk eğitiminin en önemli sorunlarından ikincisi bilimsellikten gitgide uzaklaşmasıdır. AKP hükümetleri, yıllardır, eğitimi bilimsel temellerinden uzaklaştırarak ona dinsel bir karakter vermeye çalışıyor. Bunun için emrindeki dinci örgütleri besliyor ve onları eğitim alanında söz sahibi ediyor. Okul eğitiminde diyanet elemanlarından yararlanmaya çalışıyor.
Laik aydınlar, yıllardır bu tehlikeye parmak basıyorlar. Bilimsel eğitimden uzaklaşmayı önlemek için "Laiklik Meclisleri" gibi platformlar kurdular. Tepki gösteriyorlar, fakat projesinde kararlı olan hükümete geri adım attırmak mümkün olmadı.
3. Özel okulculuk: Türkiye burjuvazisi, hiçbir dönemde kendi çocuklarının halkın çocuklarıyla aynı sıralarda, aynı öğretmenlerden ve aynı imkânlarla öğrenim görmesine razı olmadı. Bu, en büyük bölücülük eylemlerinden biridir ve burjuvazi bu bakımdan günahkârdır. İktidar, zenginlerin elinde olduğu için hükümetler de özel okulculuğu sürekli özendirdi. 1990'larda, Avrupa burjuvazisi, Avrupa Birliğine girilecekse eğitimin paralı hale getirilmesini, velilerin de eğitim giderlerine katılmasını şart koştu. O tarihe kadar çeşitli adlarla velilerden para toplayan devlet, biti biraz kanlandığı için bundan vazgeçti fakat onun yerine özel okullara giden öğrenci oranını artırma yoluna gitti.
Özel okulculuk, dinci vakıfların amaçlarını gerçekleştirmek için bulunmaz fırsattı. Fetullahçılar başta olmak üzere laik devleti yıkmak isteyenler, pek çok dershane, yurt, yatılı okul açtılar. Öte yandan, laik zenginler ve orta sınıf da gerici eğitimden çocuklarını koruma gerekçesiyle kendi denetimlerinde üniversite ve ortaöğretim kurumu açma yoluna gittiler. 1980'lerde özel okullara devam eden öğrencilerin oranı yüzde 2 kadardı. Günümüzde bu oran okul öncesi, ilk ve ortaöğretimde farklı olmakla birlikte ortalama yüzde 9'a çıktı. Orta sınıflara mensup veliler, çocuklarının halk çocuklarıyla aynı sıralarda eğitim görmesiyle çocuklarına yazık olacağını düşünüyor ve bunun için "avuç dolusu" para ödüyorlar.
4. Yabancı dilde öğretim: Türkiye'deki eğitimin müzmin sorunlarından biri de yabancı dilde öğretimdir. Bir yabancı dil bilme isteğinden kaynaklanan bu uygulama, bazı okullarda derslerin bir kısmını İngilizce, bazı okullarda ise nerdeyse tamamını bu dilde verme biçiminde uygulanıyor.
Eğitim dilinin resmî dil yerine başka bir dil olması, bağımsızlığa aykırıdır. Okuldan Türk bayrağını indirip yerine yabancı bir ülkenin bayrağını asmaktan farksızdır. Milliyetçilik konusunda mangalda kül bırakmayanların yabancı dilde öğretim karşısında sus pus olmaları, milliyetçiliklerinin bağımsızlıkçı ve halkçı bir yurtseverlikten kaynaklanmadığını ve yabancı hayranlığından kurtulamadıklarını gösterir. Bunu bir zamanların ABD üsleri gölgesinde milliyetçilik yapmaya benzetebiliriz.
1980-2019 yılları arasında 40 yıl yayın yapan Öğretmen Dünyası'nın kampanyalarıyla yurtsever aydınlarımızdan önemli bir bölümü yabancı dille eğitim karşısında yer aldı. Oktay Sinanoğlu Profesör Aydın Köksal, Bayraktaroğlu, bu konuda kitaplar yayımladılar, konferanslar verdiler. Millî Eğitim Bakanlığı Anadolu Liselerinde fen derslerinin yabancı dille verilmesine, yararlı olmadığı gerekçesiyle son verdi.
Türkiye'de eğitimin yabancı bir dille (İngilizce) ile verilmesi, ABD merkezli uluslararası sermayenin bir isteğidir ve Türkiye hükümetleri bunu sona erdirecek bir iradeden yoksundur. Bu gerçeği Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Bener Cordan "20 yıldır bunun aleyhindeyim, elimden bir şey gelmedi" diye açıklamıştı.
Selçuklu ve Osmanlı döneminde Türkçenin eğitim dili olamayacağını zanneden yöneticiler medreselerde Arap diliyle eğitim yaptırıyorlardı. Bu tutum, Türkçenin bilim dili olmasını geciktirmiştir. Bugün de Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi Türkçenin eğitim dili olamayacağını savunanlar nedeniyle konu hakkında bir adım atılamıyor.
"Bağımsızlıkçı, Aydınlanmacı, Halkçı" Ulusal Eğitim Derneği ve Öğretmen Dünyası dergisi 2019'da kapandıktan sonra bu konular sahipsiz kalmış gibidir. Onları yeniden gündemde tutacak ve düşünce alt yapısını güçlendirecek örgütlü çevrelere ihtiyacımız var.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish