Beş yıl önce kaleme aldığım yazı dizisine 27 Mayıs 2020'de "60 yıl sonra 27 Mayıs askeri müdahalesine bakmak" adlı ilk makaleyle başlamış ve bu diziyi, sırasıyla "Harp Okulundan Yassıada'ya", "Bir dönem yargılanıyor" ve "Geride kalanlar… Yassıada ve Kayseri Cezaevi'nden anılar, izlenimler ve mektuplar" yazılarıyla 30 Mayıs 2020'de tamamlamıştım.
Aradan geçen süre içerisinde henüz yayımlanmamış konu kapsamındaki eserimi tamamlamış olmanın heyecanıyla, 27 Mayıs'ın nedenleri üzerine birkaç not düşüp yaptığım kısa değerlendirmeleri, Independent Türkçe okurlarıyla paylaşmak istedim.
Dört kurucudan üçü devre sonuna kadar ülkenin ve partinin kaderinde söz sahibiydi
Demokrat Parti (DP), 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidara geldiğinde birçok kesimin desteğini kazanmış bir oluşumdu.
1960'a kadar 10 yıl boyunca iktidar olan ve döneminde üç genel seçim kazanan partinin dört kurucusundan Köprülü, 1957'de partiyi terk edip karşısında yer almış, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Meclis Başkanı Refik Koraltan ve Başbakan Adnan Menderes'in yerleri ise hiç değişmemişti.
Süreç ilerledikçe Bayar ve Menderes'e birçok kesimden tepki gösterilirken DP içindeki muhalifler olan Yaylacıların değiştirilmesini istediği ve aşırılar arasında gösterilen isimlerin başında Meclis Başkanı Refik Koraltan da yer aldı.
27 Mayıs darbesi, 11. dönem sona ermeden gerçekleşti
Müdahale 11. dönem sona ermeden gerçekleşmişse de hazırlık aşaması, parlamentoda muhalefetin adeta silindiği ve DP'nin kuruluş ilkelerinden uzaklaşmaya başladığı 10. dönemle başladı.
11.dönemde ise çözülemeyen ekonomik sorunlarla dış politikada denge kaybı belirginleşti ve iç siyasette kaos ortamı oluştu.
CHP'nin politikaları iktidarın tercihlerini etkiledi
1957 seçimlerinden sonra muhalefet miting yapma, toplanma gibi doğal haklarından mahrum edildi. Bu ortamda İçişleri Bakanı ile Başbakan muhalefet liderini, muhalefet de hükûmeti hedef gösteren açıklamalar yaptılar.
11.dönemde muhalefetin başını çeken CHP, hem iktidara karşı ne kadar dirençli olduğunu gösterdi hem de kurduğu bilim kuruluyla önde gelen aydınları toplayıp parti politikalarını şekillendiren adımlar atmak gibi son derece etkili politikalar yürüttü.
Bu politikanın sonucunda 1961 Anayasası'nın temelini oluşturan 12 Ocak 1959 tarihli 14. Kurultayında ilan ettiği ve demokrasinin ön plana çıkartılıp bağımsız yargı vurgusunun yapıldığı İlk Hedefler Beyannamesi'nde, Anayasa'nın değiştirilmesine kadar ileri giden bir dizi taleplerde bulundu.
İktidar ise CHP'nin etkili politikalarıyla, her defasında "yeni önlem" paketlerini gündemine alıp, Tahkikat Komisyonunu kurarak ve bu Komisyona yetki vererek mücadele etmeyi tercih etti.
1954'ten sonra yaşananlar, iktidarların parlamentoyu kontrol etme geleneğinin yansımasıydı
Tek Parti dönemiyle başlayan iktidarların parlamentoyu ve seçimleri etkili bir şekilde kontrol etme geleneği; Meclis İç Tüzük Tadilatı, Seçim Kanunu'nda yapılan düzenlemeler, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Tahkikat Komisyonu kurulması ve ona yetki verilmesi gibi uygulamalarla DP döneminde de devam etmişti.
Özellikle 1924 Anayasası'nın yürütmeyi denetlemedeki eksikliği, sistemin açık taraflarını ortaya çıkarttı ve bu ortamın doğmasına zemin hazırladı.
Bu noktada 1924 Anayasası'nda Meclisi kontrol edecek bir mekanizma olmaması, 27 Mayıs'a gidişte iktidarın gücünü orantısız kullanması sonucunu doğurabildi.
Çıkartıldığı dönemde seçim sistemi ve siyasi dengeler, bu eksiklikleri hissettirmese de 1946'da çok partili yaşama geçildikten sonra durum değişti.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
21 Şubat 1950'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5545 sayılı Milletvekilleri Seçimi Kanunu'nun öngördüğü çoğunluk sistemi, 1924 Anayasası'nın hükümleri ile desteklenince meclis temsilinde dengeleri değiştirici bir güce ulaşıldı.
Meclisten geçen yasaların, anayasaya uygun olduğu ve denetlemenin olmadığı bir sistemde çoğunluğu alan iktidar, temsil oranında büyük güç elde etti ve uygulamada görüldüğü üzere bu güçten aldığı destekle tutumunu belirleyebildi.
27 Mayıs'a doğru ülke içinde yaşanan siyasi uzlaşmazlık ve çatışma ortamında bu durumun önemli rolü oldu.
İktidar-muhalefet restleşmesi, toplumu ayrıştırdı
DP döneminin bir darbeyle sona ermesinde birçok etken birbiriyle bağlantılı olsa da sürecin uzlaşılamaz bir noktaya gelmesinin temelinde, iktidar-muhalefet gerginliği vardı.
İktidar siyasi özgürlüklere karşı adeta tavır alırken, muhalefet de mücadelesini siyasi çatışmayı sokağa taşıyarak yaptı.
1957 seçimlerinden hemen sonra siyasi çatışmaların Meclis dışına taşınıp sokağa yansımasıyla bir kritik eşik daha aşıldı.
Toplumu ayrıştırmada ise özellikle cepheleşme girişimleri büyük rol oynadı.
İsmet Paşa'nın henüz muhalefete alışamadığı 1950-54 arasında zaman zaman sert çıkışlarının da etkisi ve 1924 Anayasası'nın açık noktasıyla çoğunluk sisteminden aldığı temsil gücüyle iktidar, çok erken bir dönemde 1953'ten itibaren eleştiriye tahammülsüzlük, basına-muhalefete-üniversiteye ve tepki gelen veya gelme ihtimali olan her kesime kısıtlamalar koyan yasalar çıkarttı.
1954'ten itibaren Mecliste partiler arasında fiziksel kavgaya dönüşen olaylar yaşandı.
Siyasi rekabetin dışına çıkan iktidar-muhalefet çatışması-savaşı, gerçek demokrasiye ulaşılmasının önündeki en büyük engel olarak gözükürken arka planında da seri halde 27 Mayıs'ın gerekçe ve bahanelerini üretti.
Asker, kendini rejimin teminatı olarak görüyordu
Hükûmet, 27 Mayıs'a gidiş sürecinde harekete geçmekte çok geç kalmış ve başta istihbarat olmak üzere darbenin gelişini anlamakta zafiyet göstermişti.
Cuntacıların siyasete etkisini gösteren Dokuz Subay Olayını ön göremeyen ve yeterince ciddiye almayan DP hükûmeti, aleyhindeki gösterileri orduyu kullanarak durdurmaya çalışarak kritik bir hata yaptı.
Bu noktada etkisi düşünüldüğünde askerin olaylara bakışı, ayrı bir önem kazanır.
Her şeyden önce ordu kendisini rejimin teminatı olarak görmekteydi. Bu bakış açısının hukuki dayanağı da Ordu İç Hizmetler Kanunu'nda yer alan "Silahlı Kuvvetlerin vazifesi Cumhuriyeti korumak ve kollamaktır" şeklindeki görev tanımıydı.
Hukuki dayanakla birlikte asker, görevini bir mesleğin ötesinde milli bir vazife ve devletin korunması olarak algıladı.
27 Mayıs'ı gerçekleştirenler; orduya bağlılık, zorlayıcı ekonomik koşullar, kapalı hayat tarzı ve kendilerini rejimin teminatı gören bakış açısıyla, tüm sorunların kaynağı olduğunu düşündükleri siyasetçilerin neden olduğu düzeni-kendilerine göre düzensizliği-yıkmayı bir vatan hizmeti olarak görmüşlerdi.
Sürecin sonlarına doğru tüm kesimlerden şüphe duymaya başlayan Başbakan Menderes, ordunun darbe yapma ihtimalini ve bu yönde kendisine iletilen tüm söylentileri reddetmişti.
Bu tutumunda bir yerde Genelkurmay Başkanı Erdelhun Paşa'nın ordunun yüksek kademesinin hükûmete bağlı olduğuna dair verdiği güvencenin etkisi olmakla birlikte, içten içe duyulan endişenin varlığını yok saymamak gerekir.
Hükümetin, son aşamaya kadar şüphe etmekten dahi çekindiği ordudaki düşünce ikliminden ve girişimlerden haberdar olmak için yeterince çaba sarf etmemesi veya etmeye cesaret edememesi, 27 Mayısçıların işini şüphesiz kolaylaştırdı.
27 Mayıs hareketi, toplumsal sınıf kavgalarından doğmadı
Askerin birtakım sıkıntıları olsa da arkasında güçlü toplumsal destek olmadan böyle bir harekete kalkışma, kalkışsa dahi başarılı olma şansı yoktu.
Cepheleşme siyasi ve toplumsal bölünme getirmişti fakat 27 Mayıs hareketi, toplumda sınıf kavgalarının doğurduğu bir sonuç olmadığından toplumsal uzlaşı, siyasi uzlaşıya bağlı olmuştu.
Siyasi uzlaşmayla, anayasal güvence, adalet, üniversite muhtariyeti, antidemokratik kanunların kaldırılması, basın özgürlüğü, hakim ve memur güvencesi sağlanması ve eşit muamele gibi muhalefetin taleplerinin karşılanması halinde temel sorunların çözüme kavuşturulması mümkündü.
Karşılıklı olarak söylemler yumuşatılabilir, asgari müşterek şartlarda bir uzlaşı sağlanabilirdi.
Irak'ta olanlardan sonra Adnan Menderes'i saran ihtilal korkusu, muhalefetin bu zayıf noktayı görüp üzerine gitmesi, sınırları aşan ifadeler ve sertlikle kontrole alma, baskıyla susturma yolunun tercih edilmesi, siyasi uzlaşının önündeki belli başlı engellerdi.
27 Mayıs, sivil siyasetin önemini kaybetmesinin bir sonucu değildi
27 Mayıs darbesi, gizli örgütlerle gerçekleştirilse de bir yerde açık işaretler vererek geldi. Gürsel'in mektubuyla bir başka ara eşiğin aşıldığını da belirtmek gerekir.
Askerin eğitim, iktisadi kalkınma başta olmak üzere şikâyetçi olduğu konularla ilgili görüşleri; köy enstitüleri gibi yapılanmaların tekrar hayata geçirilmesi, toprak reformunun yapılması, iktisadi kalkınmaya bağlı olarak vergi sistemindeki adaletsizliğin giderilmesi, sosyo-kültürel meselelerin çözümü ve siyasi partilerin bir düzene girmesiydi.
Çoğu 27 Mayıs'ın Atatürk devrimlerinin devamı olduğunu savunmuş ve ulusal hedeflerle yeni bir eğitim ve iktisat anlayışı kurulmasını gerekli görmüştü.
Bazıları da oy peşinde koşan siyasetçilerin bu hedefleri gerçekleştiremeyeceğine inanmıştı.
27 Mayısçıların siyasi tercihleri ile Atatürk'ün başlattığı siyaset dışı olma eğilimleri, darbe öncesi ve sonrasında da vardı.
Yani 27 Mayıs, sivil siyasetin önemini kaybetmesinin bir sonucu değildi.
Soğuk Savaş şartları, iki kutup arasındaki güç mücadelesi ile Ortadoğu'daki darbeler, Türkiye'de siyaseti etkiledi
Ortadoğu'da yaşanan İran'da Muhammet Musaddık'ın devrilmesi, Irak'ta darbe, Suriye, Lübnan'daki olayların, en azından iç politik gelişmeleri bu noktada da süreci etkilediği söylenebilir.
Menderes hükûmetleri döneminde Türkiye, ABD ve Batı'yı temsil eden bir zihniyetle Ortadoğu ve Balkanlar'da liderlik rolüne soyunmuş fakat sonuç odaklı değerlendirildiğinde Ortadoğu'da Mısır'da Nasır'ın muhalefetini, Balkanlarda da SSCB'nin etkisini yok etmede başarılı olamamıştı.
Öte yandan bölgesindeki örneklerden farklı olarak Türk ordusu, ne girdiği mücadelelerde mağlubiyet yaşamış ne de iktidarı ele geçirme hırsı olmuştu.
Müdahaleyi yapanların büyük bir bölümünün öncülüğünde iktidarı, sivillere devretmek için samimi ve istekli bir tutum gösterilmiş olması, bu anlayışın göstergesiydi.
27 Mayıs'ın gerekçelerinde etken-edilgenlik karmaşası
Amerika ve İngiltere'de ve hatta SSCB'de 27 Mayıs'ın nedeni, DP-CHP arasındaki çatışma ile iktidarın uygulamalarına bağlanmıştı.
SSCB ile olumlu ilişkiler U-2 Olayıyla başlamadan sona ermiş ve darbeden hemen sonra 31 Mayıs'ta SSCB, Türkiye'deki yeni hükûmeti tanımıştı.
Ekim 1960'da da Türkiye'den SSCB'ye ticaret anlaşması yapmak ve ilişkileri geliştirmek amacıyla Behçet Osman Ağaoğlu başkanlığında bir heyet Moskova'ya gitmişti.
Askerin maaşlarının ödenmesi için ABD'nin maddi desteği, darbeyi gerçekleştiren askerlerin bir grubunun burada eğitim görmüş olması, yatırım programları, Menderes'in SSCB'ye adım atması gibi gelişmeler, "27 Mayıs'ı dış güçler mi yaptı?" sorusunu akla getirebilir.
Hemen belirtelim ki müdahaleyi sadece bu nedenlere bağlamak, iç siyasette ülkeyi çatışma ortamına getiren kritik hataların etken olmaktan çıkartılması amacını taşır.
ABD kaynaklarında da 27 Mayıs'ın, Menderes'in son dönemde artan baskıcı eylemlerine orduyu karıştırarak muhalifleri yok etme anlayışını benimsemesine karşı bir grup askerin müdahale yapması ve böylece Atatürk'ten itibaren ordunun siyasetten uzak kalmasının dışına çıkılması olarak değerlendirildiğini hatırlatalım.
Yine 27 Mayıs'a gidişte hükûmetin ve partinin başı olmasına rağmen Adnan Menderes'in adeta çemberin dışına çıkartılarak, sorumluluğun Celal Bayar'a atılması gibi bir durum da söz konusudur.
Oysa 27 Mayıs'ın gerçekleşmesinde başta uygulamalarıyla hükûmetin, 1957'den itibaren hak arayışını kışkırtıcılıkla birleştirerek sokağa taşıyan muhalefetin ve siyasete müdahalede kendinde hak gören askerin sorumluluğu vardı.
27 Mayıs, kendi getirdiği düzeni de koruyamadı
27 Mayıs darbesi, Türkiye'ye seçilmiş meşru bir iktidarı yıkmış, yeni bir anayasal düzen getirmiş ve askerin politikanın yörüngesine oturmasını sağlamıştır.
Sivillere müdahalenin önünü açtıktan sonra da Türkiye, uzun yıllar bu sorunla yüzleşmek durumunda kalmıştır.
27 Mayıs'ı gerçekleştirenler Demokrat Parti ve geride bıraktıklarını, 1961'in sonuna gelindiğinde sonlandığını düşünmüştü.
Oysa kendi getirdikleri de uzun süre korunamadı.
1971 Muhtırası ile başlayıp 12 Eylül'le zirveye ulaşan bu devri sonlandırmaya yönelik rövanşist yaklaşımlarla adımlar atıldı.
Nihayet 2020 yılında son nokta konularak getirdikleri ve geride bıraktıklarıyla bu devir tamamen kapandı.
* Bu değerlendirmelerin bir kısmı, henüz yayımlanmamış eserimin sonuç bölümünde ayrıntılı olarak yer almaktadır.
** Metindeki "Cumhuriyet gazetesi dışındaki" görseller Yassıada Broşüründen alınmıştır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish