Bir gün Kıbrıs'taki seçimler hakkında yazacağım aklımın ucundan bile geçmezdi.
Ülkenin depresif gündemi ve bunaltıcı kamu söylemi içinde, asosyal eğilimli bir insan olmama rağmen, son cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair teknik detay içermeyen birkaç kenar not düşme ihtiyacı hissettim.
*
Oldum olası seçim sonuçlarını tahmin etmekte berbatım.
Tufan Erhürman'ın ezici bir farkla seçimi kazanmasını beklemiyordum.
En iyi ihtimalle, belli belirsiz sezgiyle, Tufan Erhürman seçimi kıl payı kazanır sanıyordum.
*
Derken sandıklar kapandı. Yayın yasağı kalktı. Ve her şey 15 dakikada olup bitti.
Kimi destekçileri ve varlıklı bir düzenin konforunda yaşayan "sol" eğilimli bir kesim seçmen yeni cumhurbaşkanını nihayet karanlıkların içinden çıkıp gelen bir kurtarıcı olarak selamladı.
*
Siyasi bir uzman ya da adadaki herhangi bir partinin üyesi olmasam da toplumsal öfkenin sandık siyasetinin en belirgin göstergesi olduğunu söyleyebilirim.
Bu seçimde ortaya çıkan sonuç da bir duygu siyasetti.
Ne inceden inceye tasarlanmış bir strateji ne belirgin bir ideoloji; sadece ortak bir arınmaydı sanki söz konusu olan.
Bizim ülkemizde seçim sonuçları kimin ne kadar öfkeli olduğuna bakar.
Ve halkın öfkesi -ki buna muhalefet de dahil- son zamanlarda ülkedeki rahatsız edici olaylardan dolayı kaynama noktasına gelmiş ve bunalmış insanlar daha da bezmişti.
Nihayetinde Guiguzi'nin dediği gibi "duygular ve istekler insanlardaki değişimi tetikler".
Görünen o ki, Hayaletler Vadisinin Bilgesi'nden bu yana pek bir şey değişmedi. 1
*
Ortaya çıkan tablo, aslında Friedrich Engels'in sözünü ettiği türden bir tarihsel gelişme değildi; yani, özgür iradelerin sürekli birbirini engellemesinden kaynaklanan bir zorunluluk ya da kaçınılmazlıktan söz edemeyiz.
Tarih insanların iradeleri ve çatışmaları sonucunda şekillenir, evet.
Gelgelelim, Engels'e göre sonuçlar çoğu zaman kimsenin tam olarak arzu ettiği ya da önceden tahmin edebildiği şeyler değildir.
Engels, çatışan iradeler ve çıkarlardan bahsederken haksız değil.
Oysa bu seçimde, oyların dağılımı sanki bir çatışmanın değil, garip bir uzlaşının sonucu gibiydi.
Tabii bu tartışmaya açık bir argüman. Müteveffa filozof hayatta olsa ne derdi acaba?
*
Eğer mevcut KKTC iktidarının bir parçası olsaydım, bu sonuçtan endişe duyardım.
Şimdi asıl soru şu: Rüzgârı arkasına alan muhalefet, gerçekten bu iktidarı yerinden edebilir mi?
Siyasal rüzgârın tersine döndüğü göz önüne alındığında, böyle bir olasılık hiç de uzak değil.
Çünkü birçok kişi -ve muhalefet cephesi- hükümet için günbatımının geldiği kanaatinde.
Hatta erken seçim ihtimali, kahve yudumlayan bazı kişiler ve siyasetinde rüzgâr nereden eserse oraya yönelenler arasında yüksek sesle dile getiriliyor.
*
- Kayıtlı seçmenlerin yaklaşık yüzde 63,6'sı geçerli oy kullandı.
- Tahminen seçmenlerin yüzde 35,2'si sandığa gitmedi. Yani 76.809 kişi oy vermedi.
Benim hesaplarıma göre, son birkaç yılda yaşananlardan dolayı sandığa gitmeyenlerin sayısı, eski Cumhurbaşkanı Tatar'a oy verenlerden 27 bin 95 kişi fazlaydı.
Her 100 seçmenden 54'ü sessizliği tercih etti.
Bu bir ilgisizlik değil - daha ağır bir siyaset.
Sessiz bir protesto.
*
Seçim sonuçları, Kıbrıs Rum basını ve kanaat önderleri arasında görüş ayrılığı yarattı.
Bazıları sonuçlara temkinli ve kuşkulu yaklaşırken, yeni cumhurbaşkanının bir değişim getirmeyeceğine inananlar da mevcut.
Bunun yanında, meseleyi karmaşık ve hassas bulan ancak yine de umudunu kesmeyenler var.
Başkent Lefkoşa uzakta. Olimpos'un tepesinden bakma şansım olmadığı için, manzara bana ancak böyle görünüyor.
*
Bir yanda insanın yaşam enerjisini tüketen Lefkoşa siyaseti ve "entelijensiyası" diğer yanda günden güne artan kibir ve hoşgörüsüzlük; bu ortamda yaptırılan seçim anketleri gündeme geldiğinde, gazeteci Eduardo Galeano'nun şu sözlerini hatırlamadan edemedim:
Anketlerin sonuçları seçimlerin sonuçlarıyla çok nadir uyuşur. 2
*
Ne yazık ki sosyal olgular olmadan istatistikler bir şey ifade etmiyor.
Çünkü olgular ne tek başına anlam ifade eder ne de konuşurlar.
Evet, olgular var ama tek başlarına durmuyorlar.
Başka olgular da var ve istatistikleri fetiş haline getirmek ya da rakamlara kutsallık atfederek detaylı sonuçlara ulaşmak mümkün değil.
Bu olsa olsa tortulaşmış zihniyet dünyasının bir karikatürleştirmedir — ve böyle düşünen yalnız ben değilim.
Kâhin, tanrıların iradesini öğrenmek ve kehanette bulunmak için kurban edilen hayvanın bağırsaklarına bakıp işaret arıyor.
Ama işaretler bir noktadan sonra bulanık ve yetersiz.
Peki, şimdi ne olacak?
Yeni Cumhurbaşkanı ne yapacak?
İki devletli çözümü mü gündemine alacak, yoksa federasyon için mi uğraşacak?
Yapısal bir değişiklik meydana gelecek mi?
Yoksa mevcut durumu sürdürebilmek adına kozmetik dokunuşlar mı yapılacak?
*
Bir not da yürütülen seçim kampanyasına dair.
Müstakbel Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman'ın seçim kampanyası öteki adayın aksine geniş bir ideolojik tayfı kapsıyordu.
Sert ve incitici konuşmadı.
*
Ve eskiden düştüğü hatalara bu kez düşmedi.
Yeni Başkan Tufan Erhürman doğası gereği hümanist, iyi bir insan.
Onu tanımak ve sevmemek imkânsızdır.
Ancak önceki seçim kampanyalarında halkın arasına yeterince inmemekle ve bu yakınlığı sürdürememekle eleştirilmişti.
Bu kez, havalı Lefkoşalı muhalifler ile Sol Parti elitlerinin desteğini almanın yanı sıra, farklı kesimlerin de desteğini kazandı.
Hiçbir kesimi hışımla Raskolnikler!, yani bölücüler diye, azarlanmadı.
Gerçi böylesi geniş bir ideolojik tayfa seslenmesi eleştirel muhalifler arasında homurtulara yol açmadı değil.
Yine de kısmen reklamvari sloganlarla yürüttüğü kampanya, siyasi iletişim açısından adeta bir ders niteliğinde.
Uzun lâfın kısası, yeni başkanımız Tufan Erhürman, eski Cumhurbaşkanları Ersin Tatar ve Mustafa Akıncı'nın yaptığı hatalardan uzak durmayı başardı.
Aslında o hatalar da başlı başına bir ders olur:
Seçim Kampanyası 101: Ne Yapmamalı?
*
Tahminlerde yanılan biriyim, dedim.
Yine de bu konuda anlatılacak bir şey kalmadığı söylenemez.
Acaba Türk hükümeti siyasi yelkenlerini adadaki rüzgârla doldurup Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman ile birlikte mi çalışacak?
İki taraf aynı istek ve çıkarları paylaştığında, bu karşılıklı ilişkide taraflardan birinin mutsuz olması için bir neden yoktur.
Dolayısıyla, "evet" cevabı, bu adanın kuzeyinde "iktidarın miadı doldu" şeklinde okunabilecek bir mesajdır.
Bugün bile güncelliğini hiç yitirmeyen başyapıtların yazarı eski bir tarihçiden alıntı yapacak olursak, eli güçlü olan istediğini, zayıf olanın ise yapmak zorunda olduğunu yapar. 3
Ne kadar çok kullanıla kullanıla eskise de Thukydides'in bu sözünü asla unutmamalıyız.
*
Peki, bu durumda Türkiye'nin izleyeceği politika, De Lampedusa'nın "Her şeyin aynı kalmasını istiyorsan, her şeyi değiştirmen gerekir" stratejisi olarak yorumlanabilir mi?
KKTC siyaset dünyasını içten bildiğini iddia eden ve bu yazıyı okurken bana parmak sallayarak akıl vermesi muhtemel "kanaat elitlerinin" önyargı ve peşin hükümlerine rağmen, zamanla benim düşüncem Türkiye'deki muktedirlerin hamlelerinin dönem dönem ustalıkla yapılmış, bu yüzden de ilk bakışta kavranması zor bir strateji olduğu yönünde gelişti.
Dahası okuduklarımdan, konuştuklarımdan ve kendi deneyimlerinden dolayı Türkiye'nin Kıbrıs konusunda iyi hazırlık yaptığını ve kendini sürekli güncellediğini biliyorum.
Sonuçta Türkiye'nin uzun bir müzakere geleneği var.
Bu da Türk diplomasisine dönük kalıplaşmış fikirleri yerinden edebilir.
Konumuza nüans katması açısından bunu da bir kenara not etmek gerek.
1. Guiguzi. (2023). İkna sanatı (G. Fidan, Çev., 9. basım). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 22.
2. Galeano, E. (2013). Hayır diyoruz. Metis, s. 104.
3. “Thukydides”. İçerisinde Ratcliffe, S. (Der.), Oxford Essential Quotations.: Oxford University Press. Erişim Tarihi 14 Kasım. 2024, https://www.oxfordreference.com/view/10.1093/acref/9780191866692.001.0001/q-oro-ed6-00010932
Bu yazı ile ilgili düzeltme veya yorumunuz varsa lütfen benimle iletişime geçin: [email protected]
İbrahim Beyazoğlu Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) İletişim Fakültesi'nde öğretim görevlisi (PhD.) ve gazetecidir. Leeds Üniversitesi Tarih Bölümü'nde, aldığı bursla, konuk araştırmacı olarak bulunmuştur. https://scholar.google.com/citations?user=JrwwtXAAAAAJ&hl=tr&oi=ao İ[email protected]
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish