Büyük tartışmalara ve çekişmelere sahne olan Kıbrıs seçimleri sonunda tamamlandı.
“Seçim ne var bunda?” derseniz, işin içinde çok şey var.
Öncelikle, 20 yılı aşkın süredir iktidarda olan AK Parti ve Cumhur İttifakı’nın istediği sonucu veremedi.
Politikalarına büyük ölçüde ters düşen bir çizgi izleyen partinin lideri, cumhurbaşkanı seçildi.
Üstelik farkla! Neredeyse diğer adayın 2 katı oy aldı.
Peki, neden böyle oldu?
Türkiye’de her şeye hâkim olduğunu iddia eden, dediği dedik bir iktidar varken, 400 bin nüfuslu Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinden daha küçük bir yerde, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti neden istediğini yaptıramadı?
Kıbrıs’la ilgili bugüne kadar siyaseten üç farklı tez öne sürüldü.
- Birincisi, iki devletli çözüm, yani Kıbrıs Rum Kesimi ile Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin aynı devlet içinde, iki ayrı federasyon olarak yaşamaya devam etmesi. Buna kısaca federasyon tezi deniyor.
- İkincisi, Kıbrıs’ın bağımsız bir Türk Cumhuriyeti olarak ilan edilmesi—ki hâlihazırda durum bu. Bunun dünya tarafından tanınması ve Kıbrıs’ın fiilen iki devlet olarak yönetilmesi öngörülüyor.
- Üçüncü tez ise, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından dile getirilen, Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağlanması, yani 82. vilayet haline gelmesi görüşü.
Peki, hangisi doğru, hangisi yanlış?
Bugüne kadar neler konuşuldu, hangi süreçlerden geçildi, Avrupa Birliği ne dedi, Amerika nasıl yaklaştı, Türkiye’de neler yaşandı?
Bunları detaylı olarak anlatmayacağım; çünkü geçmiş yıllarda bunlar uzun uzun tartışıldı.
Benim üzerinde durduğum iki nokta var.
Birinci nokta, bu kadar güçlü ve hâkim bir iktidarın, 400 bin nüfuslut -tekrar hatırlatayım, Diyarbakır’ın merkez dört ilçesinden biri olan Bağlar Belediyesi’nden daha az nüfusa sahip bir yerde- dediklerini nasıl yaptıramadığı veya yapamadığıdır. Bu doğru mu, yanlış mı, tartışılır. Yani her dediğini yaptırması mı gerekiyor? Bu kadar otoriterlik doğru mu, bu başka bir tartışma.
Ama siz, etinden sütüne, suyundan maaşına kadar her imkânı sağladığınız bir yerde, eğer orayı istediğiniz gibi yönetemiyorsanız, orada bir sorun var demektir. İşte birinci sorun budur.
İkinci önemli konu, Kıbrıs harekâtının 1974’te yapılmış olmasıdır. Bugün 51 yıl geride kaldı ve 52. yıla giriyoruz.
Bu 51 yıl boyunca, mevcut iktidarın dışında kalan dönemlerde de, yani kaç iktidar geldi geçti, kaç başbakan, kaç cumhurbaşkanı görev yaptı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti orayı neden hâlâ doğru düzgün bir şekilde yönetemedi?
Söylediklerim yanlış anlaşılmasın; bazı gerçekler kulaklara acı gelebilir ama maalesef kabullenilmek zorunda.
Şu an Kıbrıs denildiğinde akla 3 şey geliyor:
- Kumarhane;
- Batakhane;
- Kara para.
Tekrar edeyim, duymayanlar kulaklarına küpe yapsın: batakhane, kumarhane ve kara para.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Neden böyle oldu?
Niçin böyle oldu?
Yani, Türkiye neden, tabiri caizse, bütün gücünü oraya boşalttı?
Veya orası neden illegalite için bir arka bahçe hâline geldi?
Bu 51–52 yıl boyunca milyarlarca dolar harcanmasına rağmen, neden doğru düzgün bir yönetim ve düzen sağlanamadı?
Üstelik on binlerce askerin bulunduğu, güvenlik açısından Türkiye’nin çok güçlü olduğu bir bölgede, Kıbrıs’ın yerli halkı neden Türkiye ve Türklerle arasına mesafe koydu ve bunu hâlâ sürdürüyor?
Neden oranın halkı İngiltere’ye karşı Türkiye’den çok daha sıcak bir sempati besliyor?
Bu soruları sormaya ve cevaplarını aramaya başladığınızda, kaşlar çatılıyor:
Niye böyle konuşuyorsun?
Sonrasında ise, “Nasıl böyle konuşuyorsun?” diyenler oluyor.
Bir adım sonrasında ise işler daha da karışıyor.
Türkiye’nin, topyekûn bir devlet olarak, özellikle de son 20 yılı aşkın süredir iktidarda olan AK Parti ve son dönemde Cumhur İttifakı’nın, bu konuda ciddi şekilde düşünmesi ve önüne koyup değerlendirmesi gerekiyor.
Eğer 51 yıldır hâkim olduğunuz, 400 bin nüfuslu bir yerde istediğiniz düzeni hâlâ kuramıyorsanız -bu düzenin istenilen düzen olup olmadığı, bilerek mi yapıldığı, kimlerin göz yumduğu gibi konuları bir kenara bırakalım- o zaman ne yapıyorsunuz?
400 bin nüfuslu bir yerde bu düzeni sağlayamıyorsanız, 22–23 milyonluk Suriye’de, Lübnan’da, Gazze’de, Orta Doğu’da neleri, nasıl yapabileceksiniz?
İşte bu nedenle, yıllardır konuşulması adeta tabu hâline gelmiş Kıbrıs meselesinin tüm yönleriyle ortaya konulup irdelenmesi gerekiyor.
Oradaki üniversitelerin durumu da ayrı bir hikâye. Sapı samanıyla karıştırmadan, başarılı birkaç üniversiteyi tenzih ederek söylüyorum:
Kıbrıs, Türkiye’de okuyamayanların diploma aldığı bir yer hâline gelmemeli, gelmemeliydi.
Buradan buraya nakiller, transferler ve benzeri uygulamalar da ayrı bir fasıl.
Üniversite konusu, gerçekten ayrı bir başlık.
İşte bu son seçimler, adeta bir milad oldu.
Bir başlangıç, bir dönüm noktası…
Neyin miladı?
Tekrar düşünmenin ve tartışmanın miladı.
Çünkü yıllardır bağımsız Kıbrıs devletini savunan Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut iktidar ortağı olan bir devlet başkanı çıktı ve dedi ki:
Oranın meclisi toplanıp Türkiye’ye iltihak kararı almalı, yani 82. vilayet olmalı.
Peki, bu mu doğru?
Yoksa bağımsız devlet tezi mi?
Burada iktidarın netleşmesi, bir pozisyon alması gerekiyor.
Öte yandan, bağımsız devleti savunan Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut tezi de bu. Ama bu kadar dost ve kardeş tırnak içinde ülke varken -Pakistan’dan Özbekistan’a, Azerbaycan’dan Katar’a- neden hiçbiri bunu tanımıyor?
Evet, çanlar kimin için çalıyor?
Kıbrıs için çalıyor.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish