Bir dönem yargılanıyor (3)

Prof. Dr. Zehra Aslan Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Türkiye’nin gözü kulağı 14 Ekim 1960 Cuma günü saat 09.55’de Yassıada’ya kilitlenmişti.

Tüm davaların bağlandığı Anayasa’yı İhlal Davası’nın ilk oturumu açıldığında, kalabalık bir izleyici topluluğunun önünde 401 sanık, Divan’ın karşısındaydı.

11 ay içinde Türkiye, 19 ayrı dava halinde başlayıp sonradan 17’sinin Anayasa Davası çatısı altında birleştirilmesi ile devam eden davaların görüldüğü bu küçük adadan gelecek haberlere kilitlendi.

Radyoda Yassıada saati, heyecanla beklendi. Gelişmeler, yurtdışındaki kamuoyunda da dikkatle ve ilgiyle izlendi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


Olağanüstü bir mahkeme kuruluyor 

27 Mayıs sonrası MBK tarafından çıkarılan Geçici Kanun ile eski cumhurbaşkanı, başbakan, vekiller ile Demokrat Parti mensuplarını ve onların suçlarına iştirak edenleri yargılamak üzere bir Yüksek Adalet Divanı kurulacağı belirtilmişti. 

Yüksek Adalet Divanı, adlî, idari ve askerî kazaya mensup hâkimler arasından, Bakanlar Kurulu'nun teklifi üzerine, Milli Birlik Komitesi’nce seçilecek bir başkan, sekiz aslî ve altı yedek üyeden oluşturulacaktı. 

Bundan sonra sanıkların yargılanıp yargılanmayacaklarına karar verilmesi amacıyla Bakanlar Kurulu'nun teklifi ile Millî Birlik Komitesi’nce seçilen bir başkan ile otuz üyeden kurulu Yüksek Soruşturma Kurulu oluşturuldu. 

Yüksek Adalet Divanı'nın başsavcısı ile beş yardımcısı da Yüksek Soruşturma Kurulu'nun başkanı ve üyeleri arasından, yine Bakanlar Kurulunun teklifi ile Millî Birlik Komitesi tarafından tayin edilecekti. 

Yüksek Adalet Divanı'nın verdiği kararlar kesin olmakla birlikte idam kararlarının infazı, Millî Birlik Komitesi’nin onayına bağlanmıştı. 

Millî Birlik Komitesi üyeleri, Komiteden ayrılmış olsalar bile, Yüksek Adalet Divanı'nda, Yüksek Soruşturma Kurulu'nda ve Divan Savcılığı'nda vazife almayacaklardı.

Yargılanma yetkisi ise Yüksek Adalet Divanı ve Yüksek Soruşturma Kurulu tarafından kullanılacaktı.

Milli Birlik Komitesi’nin belirleyeceği heyette en önemli mesele, mahkeme başkanının seçimiydi.

Orhan Erkanlı’nın anılarına göre, ilk olarak Yargıtay Başkanı Recai Seçkin göreve getirilmiş ve bir hafta boyunca Divan, Ankara’da gizli toplantılar yapmıştı.

Bu toplantılardan sonra başlangıçta görevi kabul eden Seçkin, Divan Başkanı ile üyeler arasında görüş ayrılıkları çıktığı gerekçesiyle ayrılmak istediğini bildirmişti.  

Ricası kabul edilen Seçkin, Yargıtay başkanlığı görevine dönmüştür. Bu gelişme üzerine Komite, mahkeme heyetinin başkanlığına Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanı Salim Başol’u getirmeye karar vermiştir. 

Salim Başol’un görevi kabul etmesiyle birlikte 15 hâkim ve 9 savcıdan oluşturulan Yüksek Adalet Divanı’nın başkanı belirlenmişti.

Göreve zaten gönüllü olup arzusunu Komiteye ileten Yüksek Soruşturma Kurulu Üyesi Altay Ömer Egesel, Divan’ın başsavcısı olmuştur. 
 

1.jpg
Kaynak: Akis, 18 Eylül 1961


Ön soruşturmalar 30 kişilik MBK tarafından seçilen ve başkanlığına Hayrettin Şakir Berk'in getirildiği Kurul tarafından yapılmıştır. 

Bu süreçte eski Cumhurbaşkanı’nın yargılanması, öncelikli bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.

Çünkü 1924 Anayasası'nın 41.maddesinde cumhurbaşkanı, sadece vatana ihanet sebebiyle TBMM'ye karşı sorumlu tutulmuştu.

Milli Birlik Komitesi'nin 7 Temmuz 1960 tarihli 2 numaralı kararı ile bu soruna çözüm bulunmuştur. 

Kararın gerekçesine göre Celal Bayar, Anayasanın tağyir, tebdil ve ilgasında etkili olmuş ve hükümet mensupları üzerinde nüfuzunu kullanarak, suçun işlenmesinde öncü rol üstlenmişti.

Böylece Bayar’ın yargılanmasının önündeki kanuni engel kaldırılmış ve Yüksek Adalet Divanı'nda yargılanmasına ittifakla karar verilmiştir.
 

2.jpg
Kaynak: Kudret, 16 Ekim 1960.


Cumhurbaşkanı’nın yargılanma sorunu çözülmüş, Yassıada’ya nakledilen DP’lilerin ağustos ayından itibaren ilk ifadeleri alınmış ve ön soruşturmalar tamamlanmıştı. 

Böylece pürüzler ortadan kaldırılıp tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra yargılamaların başlayacağı gün beklenmeye başlanmıştır.
 

3.jpg
Kaynak: Kudret, 15 Ekim 1960


Adanın eski jimnastik salonunda toplanan Mahkemenin dizilişi, Selahaddin Karayavuz’un, yayına hazırlamış olduğumuz fakat henüz yayınlanmamış anılarına göre şöyleydi:  

- Deniz tarafı ile orta kısmın büyük bölümü sanıklara ayrılmıştı. Buranın etrafı parmaklıklarla çevriliydi. Duruşma sırasında her üç metrede bir silahlı askerler bulundurulurdu. 

- Alfabetik sıraya göre dizilmiş olan sanıkların tam karşısında yüksek bir yerde hâkimler heyeti oturuyordu. 

- Onların sağında savcılar, önlerinde İstanbul Radyosu’nun spikerlerinden bazıları ile stenograflar vardı. 

- Deniz kısmının hâkimlere yakın tarafında avukatlar, onların önündeki tek kişilik masada da Ada Komutanı Tarık Güryay oturuyordu. 

- Salonda amfi biçiminde sıralar dizilmişti. Buralar davetlilere ayrılmıştı. 

- Sanıkların arkasında, aileleri için ayrılan küçük bir kısım vardı. Sanıkların arkalarına dönüp bakmaları yasak olduğundan ancak salona girip çıkarken aileleri ile göz göze gelebiliyorlardı.


Ana dava: Anayasayı İhlal Davası

İlk günkü heyecan, 15 Eylül 1961 tarihine kadar sürdü.

Anayasa, 6-7 Eylül Olayları, İstanbul-Ankara Olayları, Topkapı Olayları, İrtikâp-Zimmet, İstimlâk, Vinlex, Gemi, İpar, Barbara, Radyo, Örtülü Ödenek, Geyikli Olayları, Kayseri Olayları, Demokrat İzmir, Vatan Cephesi, Değirmen, Köpek ve Bebek adlarıyla ayrı ayrı davalar görüldü. Toplam 592 sanık yargılandı.

17 davanın birleştirildiği 1960/1 esas numaralı Anayasa Davası, Yassıada'daki tüm davaları sonuçlandırmıştır.

İlk oturumu 14 Ekim 1960 Cuma günü saat 09.55'de yapılan ve bu oturumda sanık sayısı 401 olan davanın, "1" numaralı sanığı Celal Bayar, "2" numaralı sanığı Adnan Menderes, "3" numaralı sanığı Medeni Berk, "4" numaralı sanığı İzzet Akçal ve  "5" numaralı sanığı da Hüseyin Celal Yardımcı'dır. 

Dava kapsamında ceza tevkifnamelerinde sanıklara isnat edilen suç, Türk Ceza Kanunu'nun vatan aleyhinde işlenen cürümleri içeren 141 ve anayasayı ihlal kapsamındaki 146/3 maddeleridir.

Anayasa Davası’nın Trabzon Milletvekili Osman Nuri Lermioğlu dışındaki 400 sanığın hazır bulunduğu 14 Ekim 1960 tarihli ilk duruşmasında, sorgulama yapılmamış sadece sanıkların ve avukatlarının Yüksek Adalet Divanı’ndan talep ettikleri evraklar üzerinde durulmuştur. 

Sanıklar, cumhurbaşkanı başta olmak üzere hükümet üyeleri, Meclis başkanı ve yardımcıları, Tahkikat Komisyonu başkanı ve üyeleri, Salahiyet Kanunu'nu teklif edenler ile DP milletvekilleri olmak üzere kabaca bir tasnife tabi tutulmuştur. 

'Vatana ihanet' suçlamasıyla açılan davanın kapsamını, 'kanunların ve Cumhuriyet prensiplerinin ihlal edildiği, dikta rejimine gidildiği, milletvekillerinin görevlerini gerektiği gibi yapmadıkları' gibi iddialar oluşturmuştur.

Bu bağlamda DP'nin iktidara geldikten sonra demokratik esaslardan saptığını gösteren kanun ve uygulamalar olduğu iddiasıyla sanıklar yargılanmıştır. 

Suçlamalar şu altı başlık altında toplanıyordu: 

- CHP'nin mallarını hazineye devreden 14 Aralık 1953 tarihli ve 6195 sayılı Kanun. 

- Kırşehir'in kaza haline getirilmesi. 

- Emekli Sandığı Kanunu'nun 39. maddesinde 21 Haziran 1954 tarihinde yapılan tadil ile Yargıtay, Danıştay, Sayıştay başkan ve üyelerinin de gerekli görülmesi halinde emekliye sevk edilebilmeleri. 

- 30 Haziran 1954 tarihli ve 6428 sayılı, 11 Eylül 1957 tarihli ve 7053 sayılı kanunlarla, Seçim Kanunu'nun 35. ve 109. maddelerinin değiştirilmesi. 

- 6761 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ile eşitlik ilkesinin ihlal edilmesi. 

- Meclis Tahkikat Encümeni'nin kurulması ile Salahiyet Kanunu'nun çıkartılması. 

DP’liler, avukatlarının hazırladıkları savunmaların yanında kendileri de savunma yaptılar.

Zaten Meclisin önemli bir bölümü hukukçuydu. Avukatsız bu süreci yönetmeye çalışanlar da vardı.

DP’liler savunmalarında ve mahkemedeki sorgularında bir takım ortak vurgular yaptılar. 

- Seçim sisteminin, parlamentonun olduğu bir ülkede diktatörlüğün olamayacağını, özellikle de Türkiye gibi bir ülkede böyle bir rejimin yaşama şansı bulunmayacağını belirttiler. 

- Serbest seçimle gelen meşru bir iktidarın temsilcilerinin muhakeme edilemeyeceklerini vurguladılar. Yani teşrii masuniyetine atıf yaptılar. 

- Anayasa'nın 103. maddesini delil göstererek Meclis’in normal teşri süresinde çıkartılan hiçbir kanunun, anayasaya aykırı olamayacağı konusunda ısrarcı oldular.

- Bununla bağlantılı olarak Anayasa Mahkemesi gibi bir üst kurum olmadığı için çıkartılan kanunların, anayasaya uygun olup olmadığının ileri sürülemeyeceğini savundular.

- Büyük çoğunluğu Atatürk ilkelerine bağlılıklarını vurguladılar. 

Mahkeme, ilk günden itibaren sanıkları, Celal Bayar ve Adnan Menderes aleyhinde sevk etmeye yönelik bir tutum benimsemişti.

Özellikle sanık avukatları, savunmalarını bu doğrultuda oluşturma gereği duydular.

Bu tutumu benimseyici delillerin başında da Şem'i Ergin ile Ethem Menderes'in hatıraları yer almaktaydı. 

Yine başını Balıkesir Milletvekili Sıtkı Yırcalı'nın çektiği DP içerisinde sessiz bir muhalefet hareketi olarak değerlendirilebilecek "Yaylacılık" savunmaların önemli dayanaklarından birisini oluşturmuştu. 

Bir diğer dayanak DP Meclis Grubunu olağanüstü toplantıya çağıran takrire imza atılmış olmasıydı.

Bu takrirle, hem grup fevkalade toplantıya çağrılmış hem de Fatin Rüştü Zorlu, Medeni Berk, Namık Gedik, Ethem Menderes, Hasan Polatkan, Lütfi Kırdar, Celal Yardımcı ve Hadi Hüsman gibi kişilerin hükümetten uzaklaştırılarak yerlerine daha yumuşak mizaçlı olanların getirilmesi amaçlanmıştı. 

Listede imzası olanlar mahkemede tespit edilmiştir.

Mahkemenin tutumu, bağımsız olmadığı algısını oluşturmuştur. Sağlıklı şartlarda savunmaların yapıldığını söylemek güçtür. 


İddianame okunuyor

Başsavcı Altay Ömer Egesel’in, 10 Temmuz 1961 tarihinde okumaya başladığı iddianamesinde diktatörlüğe giden yolun DP iktidarı sayesinde beşte dördünün kat edildiği belirtilmiş ve diktatörlerin akıbetlerinin malum olduğu vurgulanmıştı. 

Davalar süresince Muammer Aksoy’dan alıntılar yaparak iddianamesini temellendirmeye çalışan Başsavcı Egesel, Hüseyin Nail Kubalı’nın idealizminden ve inandığı doğrular için mücadelesinden övgüyle söz etmiştir. 

Tahkikat Komisyonu’nun kurulması ve 27 Nisan’da çıkartılan Salahiyet Kanunu’nun kabulü ile anayasanın açıkça ihlal edildiğini ileri sürmüştür. 

İddianamede diğer kanunlar dışında Arapça ezan yasağının kaldırılmasına da yer verilmiş ve bu durum irticai faaliyet olarak yansıtılmıştır. 

İddianame kapsamında anayasanın ihlali ve dikta rejiminin kurulduğu iddialarının temellendirildiği suçlamaları şöyle özetleyebiliriz: 

- Üniversite muhtariyeti yok edilmiştir. 

- Seçme ve seçilme haklarının içi boşaltılmıştır. 

- Demokratik müesseseler, tahrip edilmiştir. 

- Muhalefet işlemez hale getirilmiştir. 

- Murakabe sistemi çökertilmiştir. 

- Kanun önünde eşitlik prensibi yok edilmiştir. 

- Milli birlik parçalanmıştır. 

- Muhtelif yollarla amme hukuku müesseseleri yok edilmiş ve bunun için de DP, Meclis’te çoğunluğu elde etmiş olmanın avantajından yararlanmıştır. 

- DP Grubu, yine çoğunluğunu kullanarak anayasa nizamını kökten kaldıracak faaliyetlere girişmiştir. 

- Tahkikat Encümeni ve Salahiyet Kanunu ile dikta rejimi tahakkuk ettirilmiştir.

İddianamede sona doğru gelindiğinde Anayasa Davası’nda sanık olarak yargılaması devam eden 396 kişi ile ilgili açıklamalar yapılmıştır.

Önce “1” numaralı sanık Celal Bayar’a, sonra da Adnan Menderes’e isnat edilen suçlar okunmuştur. 

14 Temmuz günü toplanan otuz beşinci oturuma, diğer sanıklarla ilgili değerlendirmelerin okunması ile başlanmış ve sonuç kısmında talep edilen cezalar, açıklanmıştır. 

Başsavcı, aralarında Celal Bayar, Adnan Menderes, Medeni Berk, İzzet Akçal, Celal Yardımcı, Refik Koraltan, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın bulunduğu 107 sanık için idam, 281 sanığın 5 ila 15 yıl arasında hapsi ve 8 sanığın da beraatını istemiştir.

Kemal Özçoban, Kasım Küfrevi, Abdülkadir Eryurt, Şevki Erker, Rüştü Güneri, Naci Berkman, Sabri Dilek ve Mahmut Goloğlu, beraatları istenen milletvekilleriydi.


İddianameye cevap: Son savunmalar

İddianamenin tamamlanmasının ardından sıra, son müdafaalara gelmiştir. 350 sanığın toplu müdafaası yapılacaktı.

Tüm sanık ve avukatları adına Avukat Sakıp Güran söz aldı ve dört günde okunan bir iddianameye cevap hazırlayabilmek için mahkemeden asgari 15 günlük bir süre istedi.

Salim Başol’dan şöyle bir yanıt aldı: 

15 güne imkân yok. Buyurun oturun efendim. Müdafaada ne kadar müddet verileceğine evvelce temas ettim. Anayasayı İhlal hakkındaki son tahkikatın açılması kararı, Divanın çalışmaya başladığı 14 Ekim’i müteakip günlerde sanıklara tebliğ edilmiştir… Onun için bir defa 15 gün müdafaa için mühlet vermeye ne benim evvelce bildirdiklerim ve ne de usul kanunu müsaittir…

[Anayasayı İhlal Davası Tutanakları, "İddianame", s.306]


Salim Başol, müdafaaların beş gün sonra başlaması kararını bildirince Adnan Menderes’in avukatlarından Talat Asal, müddetin çok kısa olduğunu ve bu şekilde müdafaanın zaman tasarrufu ilkesinin ihlal edileceğini söyledi. 

Yüksek Adalet Divanı Başkanı, “Hazır müdafaalar vardır, evvela onları dinlemeye başlarız, diğerlerini yaparsınız, müdafaa iki, üç günde bitecek değildir” cevabını verdi.

Talat Asal, Başsavcı’nın iddianamede okuduğu vesikaların kendilerine verilmediğini söyleyerek ek süre talebinde ısrar edince Mahkeme Başkanı’nın sabrını zorladı. 

Müddeti siz tayin edecek değilsiniz. Divan tayin edecektir. Mehil verebilir diyor. Vermeyebilir de. Son birkaç gün devam eden iddia ile karşı karşıya değilsiniz. Çok daha evvel karşı karşıya idiniz.

[Anayasayı İhlal Davası Tutanakları, "İddianame", s.307]
 

4.jpg
Kaynak: Ses, 15 Ağustos 1961

 
Süre konusunda Başkan Salim Başol ve hakkında ölüm cezası istenilen Fatin Rüştü Zorlu arasında da bir diyalog geçmiştir.

Dosyaların tetkik edilememesi halinde savunma yapamayacaklarını belirten Zorlu’ya, Başol “yaptığınız kâfi” demişti:

F.R. Zorlu: İddia makamı, duruşmada mevzubahis olmamış olan yeni bazı vesikalar ortaya sürdü. Mesela Dışişleri Bakanlığının bazı telgraflarından bahsetti. Usule uygun olmayan bu hal karşısında elbette ki bunları tespit etmek ve avukatlarımızla görüşmek zorundayız.

Başkan: Zaten onun için mühlet veriyoruz. Buyurun oturun.

F.R. Zorlu: Ama dosyaları tetkik edemezsek ve avukatlarımızla konuşamazsak müdafaayı yapamamış oluruz.

Başkan: Buyurun oturun. Yapamazsan ne yapalım, yapan yapar. 14 Ekim’den beri yaptığınız kâfi.

[Anayasayı İhlal Davası Tutanakları, "İddianame", s.310]


Celal Bayar’ın mahkemede son sözleri

21 Temmuz 1961 Çarşamba günü toplanan otuz altıncı oturumda toplu savunmalara geçilmiş ve 97 avukatın hazırladığı ortak savunma, Avukat Sakıp Güran tarafından okunmaya başlanmıştır.

Celal Bayar’ın avukatlarından Gültekin Başak, umumi müdafaayı kabul ettiklerini bu bittikten sonra şahsi müdafaa yapacaklarını söylemişse de savunmalara yine de Celal Bayar’dan başlanmıştır. 

Aleyhinde isnat edilen suçların fazlalığı nedeniyle dosyası oldukça kabarık olan Celal Bayar, mahkemede son sözlerini söylerken birçok iddiaya değinmiştir.

Fakat onu en çok etkileyen Atatürk’e karşı olmakla suçlanması olmuştu. 

Yalnız bu kabul edilsin. Atatürk’le ölünceye kadar beraber bulunuyorduk. Hatta son nefesinde 'Evladım sana emanet' demişti. Atatürk inkılaplarına karşı kötü muamele yaptığımız iddiası bize verilecek en büyük cezadır.

Ben asılmaya razıyım. Zaten yaşamın sonundayım. Yalnız Atatürk inkılaplarına kötü muamele yaptığımız bize söylenmesin. Bizim ne gibi bir muamele yaptığımızı tarih kaydetmiştir. Bu imtiyaz asla elimizden alınamaz. Atatürk’le beraber memlekete hizmet ettiğimi ve onun bana olan itimadını herkes bilir. 

[Anayasayı İhlal Davası Tutanakları, s.2907]


Celal Bayar’ın sözleri, her ne kadar Mahkeme Heyetine tesir edememişse de, gerçekten çok etkileyiciydi.

Davalar süresince olduğu gibi yine kendinden emin ve cesurdu. Yola çıkarken kurşunun kendisine döneceğini bilerek çıktığını söyledi. Tecrübeli devlet adamı, adeta meydan okumuştu:

78 yaşındayım, benim için hayatta beklenecek bir şey kalmadı. Şimdiden karar verebilirsiniz. Bunu sükûnetle söylüyorum. Nitekim meşrutiyet mücadelesine girdiğim zaman ya kurşunla öleceğimi, ya da mahkûm olacağımı bile bile atılmıştım.

Bu mücadelede arkadaşlarımızın bir kısmı düşman kurşunu ile şehit oldu. Bir kısmı da mahkûm oldu. Siyasi mahkûmiyet benim için mühim değil. Şayet sizleri ihtilal mahkemeleri olarak kabul etseydim burada ağzımı açıp bir tek kelime dahi söylemezdim.

Ben Atatürk inkılaplarına ve memlekete hizmet ettim. Kararlarınızı bir taraflı iddiaları ele alarak vermeyiniz. Her şeyi düşününüz. Kararınızı burada bekliyorum.

[Anayasayı İhlal Davası Tutanakları, s.2908]


Adnan Menderes’in son konuşması

Otuz sekizinci oturumda söz verilen Adnan Menderes, “birçok memleketlerde eşine rastlanması pek nadir” olduğunu belirttiği davaların siyasi mahiyetine, ilk vurgusunu yaptı.

Anayasayı ihlal gibi bir davanın Türk siyasi tarihinde mevcut olmadığına dikkat çekti ve sorular sordu. 

1950’de DP iktidara gelinceye kadar acaba Anayasa mı yoktu, yoksa Anayasayı ihlal mahiyetinde veya ona aykırı kanunlar ve hareketler mi memlekette mevcut değildi?

Anayasayı İhlal Davası Tutanakları, s.2908]


"1950’den önce de anayasa vardı. O halde neden anayasanın tebdil, tağyir ve ilgasına yönelik bir dava açılmamıştı?" diye sordu.

1950 seçimlerinin bir plebisit olduğu yönündeki değerlendirmelere karşı çıktı. 

Diktaya gidişe delil olarak gösterilen kanunları, (Kırşehir Kanunu’nu unutarak), Halkevlerinin kapatılması, CHP’nin mallarının Hazineye devri, Emekli Sandığı Kanunu’nun 39'ncu maddesi ile basın ve seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun kabulü, Tahkikat Encümeni’nin kurulması, Salahiyet Kanunu’nun kabulü şeklinde sıraladı. 

Sonra da iddianamede bunlar arasında kurulan bağlantının mantıksız olduğunu savundu.

Halkevleri kapatıldıktan hemen sonra 1951 ara seçimlerinde 20 mebusluğun 18’ini aldıklarını ve CHP’nin mallarının Hazineye devredilmesinden kısa bir süre sonra yapılan 2 Mayıs 1954 seçimlerinde DP’nin ezici bir seçim zaferi kazandığını hatırlattı.

İddianamede savunulanın aksine Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri ve diğer kanunlar da DP aleyhinde bir sonuç ortaya çıkartmıştı.

1960 baharında kesin olarak yapmayı kararlaştırdıkları seçimleri, ortamdaki huzursuzluk nedeniyle yaz sonuna ertelediklerini söyleyen Menderes, yakın arkadaşım dediği Ethem Menderes’e, hatıra defterinde aleyhinde yer alan bazı sözlerden dolayı, kırgınlık duymadığını da sözlerine eklemişti. 


Tarihi kararlar

İddianamenin okunması ve sanıkların toplu savunmasından sonra 15 Eylül 1961 tarihinde cuma günü toplanan elli beşinci oturumda, Cumhuriyetin en büyük siyasi davası sona ermiş ve beklenen kararlar verilmiştir.

Bir devir, 592 sanık, 10 yıllık iktidar yargılanmış, 202 duruşma yapılmış ve binin üzerinde de tanık dinlenmiştir.

Sanıklar teker teker ayağa kaldırılarak, haklarında verilen hükümler yüzlerine okunmuştur. 

Aylardır devam eden Anayasayı İhlal Davası nihayet bitmişti. 15 Eylül 1961 günü, temiz açık bir havada mahkeme binasının arkasında öbek öbek bulduğumuz yerlere oturarak sıramızı beklemeye başladık. Kimi taşların üzerine tünemiş, sırasını beklemekte, iki başını ellerinin arasına almış düşünmekte.

Sanıklar, milletvekili seçildikleri illerin harf sırasına göre birer ikişer gruplar halinde, kararın tefhim edileceği salona girmekteler. Hediyesinin ne olduğunu öğrenenler diğer kapıdan çıktıkları için içerde olup bitenlerden haberdar değiliz…

Hep meraktayız ama üzerimizde bir hafiflik var ki… Her halde ana kaynağı 17 aylık bir stresten sonra ne olacaksa olsun tarzındaki kaderciliğin getirdiği 'sonuca rıza' göstermekten ibaretti…

DP Trabzon Milletvekili Fikri Karanis

[Fikri Karanis, Koltuk değnekli Demokrasi, s.457;
Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri I, s.68]

 

5.jpg
Kaynak: Akis, 18 Eylül 1961


Zaman aşımı nedeniyle Değirmen Davası ile duruşma döneminde vefat ettikleri için 6 sanık (Yusuf Salman, Yümnü Üresin, Lütfi Kırdar, Gazi Yiğitbaşı, eski Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut ve Kenan Yılmaz)  hakkındaki amme davaları düşmüştür. 

31 sanık müebbet hapis cezasına çarptırılmış, 418 sanığa 6 ay ila 20 yıl arasında değişen hapis cezaları, 15 idam ve 123 beraat kararı verilmiştir. 

Adnan Menderes, Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Refik Koraltan, Emin Kalafat, Agâh Erozan, Ahmet Hamdi Sancar, Bahadır Dülger, Baha Akşit, İbrahim Kirazoğlu, Nusret Kirişçioğlu, Zeki Erataman, Osman Kavrakoğlu, Rüştü Erdelhun idam cezasına çarptırılan sanıklardı. 

Bunlardan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan hakkındaki kararlar “oy birliği” ile diğerleri hakkındakiler ise “oy çokluğu” ile verilmişti.

Mahkeme kararını açıkladıktan sonra idamlık ve müebbetler ayrıldı. Elleri kelepçelendi. Sonra elleri kelepçeli vaziyette ayrı motorlara bindirildiler.

İdam edilmeyen veya idam kararı verilmeyen DP mensuplarının, başlangıçta Kayseri, Sinop, İmralı ve Adana cezaevlerine nakledilmeleri kararlaştırılmıştı.

Daha sonra bakan ve milletvekillerinin Kayseri'ye diğer mahkûmların ise Adana'ya sevk edilecekleri açıklandı. 

 
Kayseri yolcuları

15,5 ayımızın geçtiği Yassıada’yı geride bırakıp Kayseri’ye gönderilecekmişiz. 'Mişiz' diyorum çünkü bu bizden titizlikle saklanmıştı.

Bu sözlerle anlatıyor DP Trabzon Milletvekili Selahaddin Karayavuz anılarında.

Kararlardan sonraki süreç, büyük bir gizlilik içinde yürütülmüştü. Mahkûm olanlara birer küçük çanta hazırlamaları, içerisine sadece diş macunu ve bir iki küçük eşya koymaları bildirildi.

Geri kalan eşyalar ailelere posta ile gönderilecekti. Çantanın içine pantolon, gömlek dahi konulmasına izin verilmemişti.

Tutuklular buna itiraz etmişler ve Ada Komutanı Tarık Güryay’a en azından birer takım elbise çantalarına konmalarına izin verilmesi ricasında bulunmuşlardı. 

Nihayet Yassıada’dan nakil günü gelip çatmış ve siyasi mahkûmlar, günün henüz ışımadığı bir zaman diliminde mahkemeye giderken sıralandıkları yokuşa dizilmişlerdi.

Güvenlik önlemleri artırılmıştı. Mahkûmlar, Yassıada’da hücumbotlara bindirilmek üzere iskeleye getirilmeden, önce kelepçelerin sesi duyulduysa da sonradan onlara kelepçe takmaktan vazgeçilmiştir.

Hücumbotlara bindirildikten sonra Yeşilyurt İskelesine çıkarılan milletvekilleri, buradan vasıtalarla Yeşilköy Havaalanına getirildiler.

Yeşilköy askeri havaalanına gelindiğinde Kayseri Cezaevi yolcuları, burada önceden hazırlanmış olan uçakların önünde çift sıra halinde dizildiler.

Mahkûmlar ikişer ikişer birbirlerine kelepçelenerek uçaklara bindirildiler. Artık Kayseri’ye gideceklerini de öğrenmişlerdi. Bazı uçaklarda tutukluların, kelepçeleri çözülmüştür. 


MBK üç kişinin idam kararını onaylıyor

İdamlıkları taşıyan motor ise İmralı’ya doğru hareket ederken, 15 kişinin kaderini belirleyecek toplantı için gözler Ankara’ya çevrilmişti.
 

6.jpg
Kaynak: Akis, 18 Eylül 1961


İrtibat Bürosu, Yüksek Adalet Divanı'nın kararlarını, hemen bir askeri uçakla Ankara'ya sevk edip Komitenin tasdikine sundu. 

Milli Birlik Komitesi’nde yapılan oylamada 13 kişi, dört idama onay verdi. Yaş haddi sebebiyle Celal Bayar’ın ölüm cezası, oy çokluğu ile kararlar alındığı için de 12 idam kararı, müebbet hapis cezasına çevrildi.

MBK’nın üç idamı onaylaması üzerine Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961 Cumartesi günü sabaha karşı idam edildiler.
 

7.jpg
Milliyet, 17 Eylül 1961, s.1


Adnan Menderes, 15 Eylül sabahına doğru hakkındaki kararı beklemeden mücadeleden vazgeçmişti. 

İntihar teşebbüsü haberi alınır alınmaz Ord. Prof. Sedat Tavat ile Amerikan Hastanesi İç Hastalıklar Uzmanı Nevzat Yeğinsu, Yassıada’ya getirildiler. Midesi yıkanan Menderes, kurtarıldı. 

Fakat Tarık Güryay’ın da hatırasında belirttiği gibi açıklanan kararlarla birlikte Menderes, kısa bir süre önce döndüğü ölüm yolculuğuna yeniden çıkacaktı.

Berrin Menderes, son bir umut eşini kurtarmak için parti liderleriyle görüşmeler yaptı. Bunlar bir sonuç vermedi.

Adnan Menderes, doktordan sağlam raporu alınır alınmaz 17 Eylül’de idam edildi. 
 

8.jpg
Milliyet, 18 Eylül 1961, s.1


Böylece bir devir, kapandı…


(Devamı: Geride kalanlar… Yassıada ve Kayseri Cezaevi’nden anılar, izlenimler ve mektuplar)

 

Kaynaklar:

- 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanununun bazı hükümlerinin kaldırılması ve bazı hükümlerinin değiştirilmesi hakkında geçici Kanun, 12 Haziran 1960.
-Akis
- Fikri Karanis,  Koltuk Değnekli Demokrasi ve 27 Mayıs Darbesi, Ajans Medya, İstanbul, Ocak 1994.
- Işıl Tuna’nın Zehra Aslan’la Yaptığı 26 Mayıs 2019 tarihli röportaj, “27 Mayıs müdahalesi”, Önce Vatan, 26 Mayıs 2019.
- Kudret
- Milliyet
- Orhan ERKANLI, Anılar, Sorunlar, Sorumlular (27 Mayıs 1960-12 Mart 1971 Türkiyesi), 4.baskı, Baha Matbaası, İstanbul 1973.
- Selahaddin Karayavuz, Yassıada’da Düşündüren ve Güldüren Anılar, yayınlanmamış (yayına hazırladığımız) anıları.
- Ses
- Yüksek Adalet Divanı Kararları, TBMM Açık Erişim, Yer numarası: 1985-4520
- Yüksek Adalet Divanı Kararları, TBMM Arşivi Açık Erişim, Yer numarası: 1985-4520.
- Yüksek Adalet Divanı, Anayasayı İhlal Davası İddianame, 1960/1,  TBMM Açık Erişim, Yer: 1985-4501.
- Zehra Aslan, Yassıada'da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri I, Libra Kitap, İstanbul 2017.
- Zehra Aslan; Işıl Tuna, Yassıada'da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri II, Libra Kitap, İstanbul 2018.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU