Son günlerde Türkiye'nin almak istediği askeri uçaklar konusu ve yerli-milli imkanlarla yaptığı ve yapmak istediği nedir dersek, bunun cevabı; hava gücünü hızlıca modernize etme gayretidir.
Neler yapılıyor?
Halen başka ülkelerde kullanılmakta olan askeri av-bombardıman ve ulaştırma uçaklarının tedariği, geliştirilen savaş uçakları, İHA ve helikopterler, radarlar, elektronik harp sistemleri, iletişim cihazları ve diğer uçuş elektroniği (avionics) ile silah ve mühimmat sistemlerinin geliştirilmesi üzerine çalışılıyor.
Bu kapsamda her yönden yoğun tedarik programları ve üretim projeleri işletiliyor.
Bunlar çok kapsamlı çabaları işaret eder mahiyetteki projelerdir.
Bir yandan 2025 yılına kadar NATO'ya (GSYİH'dan) katkı payı yüzde 5'e yükseltildi, diğer taraftan 2026 yılı savunma bütçesi yükseltildi.
Bu demek oluyor ki savunma konusu daha fazla gündemimizde.
Bugünlerde en fazla sözü edilen konular ise F-16 modernizasyonu ile F-16, Eurofighter ve F-35 alımıdır.
Diğer yandan KAAN'ın imali süreci devam ediyor.
Peki bu konunun ayrıntıları neler?
Bu hususları fazlasıyla karmaşık anlatanlar var, terimleri de doğru kullanmıyorlar.
Şimdi biz bu konuyu sağlıklı bir şekilde ve her yönüyle ele alalım.
Savunma mimarisini düşünmeden uçaklardan bahsedilemez
Önce savunma mimarisi konusuna değineyim.
Burada özellikle hava gücünü konu ettiğimize göre mimari yapıyı bu yönlerden düşünmenizi isterim.
Savunma mimarisi, bütün savunma sistemleri, savaş uçakları, ihbar ve kontrol, savaş gemileri, zırhlı vasıtalar, roketler, İHA'lar, vs. için geçerlidir.
Aşağıdaki şekli daha önce de yayımladım.
Bu kez bazı önemli gelişmeleri ve konuya açıklık getirecek tarifleri buna eklemek isterim.
Mimari yapı temelden çatısına kadar tümüyle bir bütünlük sergiler.
Yapılara bakıldığında temeli hemen görülmese de esası oluşturur.
Bir toplumun tarihi, kültürü, karakter, idealleri, beklentileri, organizasyon kabiliyetleri, ittifakları, sanayisi, yeraltı zenginlikleri, politik yönü (ekseni), gibi çok temel konular belirleyicidir.
Şimdi savunma mimarisi konusunu açıklamaya görselin en üstünden itibaren başlayalım.
 
Türkiye Cumhuriyeti olarak yaşamaya en dipten başlamıyoruz.
Sıfırdan başlayanlara göre durum farklıdır, çok ileri olanlara göre de.
Coğrafi konumunda köklü haldeki İngiliz, Fransız, Alman toplumlarının birer egemen ülke olmaları, imkanları, daha sonrasında dünyaya bakış açıları ve hükmettikleri toprakların genişlikleri, bununla gelişen ilave imkanları, bugüne dek dünyada neyin davasını güttükleri, gibi hususlar onları işte bugünkü değerine ve görünümüne getirmektedir.
Değerler üst üste konarak gelişir, belirginleşir ve bir kapasite ölçüsü olur.
Sıfırdan başlamaya örnek verelim, hem de bugüne bakarak: Suriye ülkesi demeniz mümkün ama durum incelediğimiz manada nasıl?
İşte size harap olmuş bir ülke.
Konumuza gelirsek, ülkenin neredeyse yok olan savunmasını yeniden inşa edeceksiniz hem de dış tehditler her yerdeyken, İsrail gibi bir ülke istediğinde egemenliği ihlal ederek, Şam dahil çok hedefi vuruyorken.
Kolay mı?
Bu örneği nerede olduğumuzu iyi anlayalım diye verdim.
Türkiye, egemen ve güçlü bir ülkedir, savunması tamdır, hatta dünyada en önemli askeri varlığa sahip bir ülkedir.
Türkiye mevcut coğrafyasında ilelebet payidar kalacaktır ki bu baki kalmaktır, kavramsal olarak beka demektir.
Ulusal güvenlik stratejisi Türkiye'nin kuruluşundan bugüne "Yurtta sulh cihanda sulh" şiarı üzerine inşa edilmiştir ve uygulanmaktadır.
Türkiye, bu zorlu jeopolitik ortamında güçlü bir orduyla hem kendisi hem de diğer uluslar için bir garanti hüviyetindedir.
Üstelik dünya tarihinde Türklerin askeri yetenekleri tartışılmaz biçimde güçlüdür, her zaman ve şartta insanlık ve dünya için bir teminattır.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğundan bu yana ülke sadece barışı düşünmektedir.
Bu esaslar çerçevesinde Türkiye, dün ve bugün olduğu gibi, yarın da varlığını sürdürecektir.
Türkiye kendi değerleri ile Batı medeniyetinin değerlerini birlikte okumaktadır, demokrasi, hukuk, insan hakları, serbest rekabetin sürdürülmesi, gibi.
Türkiye zorbalara, tiranlara, işgalcilere karşıdır.
Bu yukarıdaki paragrafı aklımızda tutalım, ileride politika konusunu işlerken değineceğim.
Bu ana stratejik bakışla ve jeopolitik ortamıyla Türkiye halen hem NATO hem de Avrupa içinde bir teminattır.
Türkiye savunma alanında milli (ulusal), NATO ve Avrupa kapsamında işbirliği halindedir.
Son dönemde artan Rus yayılmacılığı, Ukrayna savaşı, dünyadaki ve bölgemizdeki genel silahlanma eğilimi, başat aktörlerin genel politikalarındaki sertlik hali ile cari politikaya karşılık gelen ekonomiden teknolojiye, her tür konudaki genel küresel sıkışıklık halinin diğer ülkeleri olduğu kadar Türkiye'yi de savunmada hazırlıklı olmaya ittiği açıktır.
Batı dünyasından ABD dışında, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya en bariz örneklerdir.
ABD, İngiltere gibi güçlerin dünyaya bakış açıları çok genel hatlarla benzerdir.
Özellikle Almanya, bu son durumu değerlendirerek, kendisi ve bölgesi için yeni bir savunma doktrinine geçmeyi kabul etmektedir.
Başbakan Friedrich Merz ile birlikte Almanya'nın daha dışarı açılarak savunmasına dönük gayretler içine girdiği görülmektedir.
Fransa'nın öteden beri dile getirdiği gibi Avrupa ortak ordusu konusu gündemdedir.
Türkiyesiz bir Avrupa savunması olmayacağı gibi, Avrupa'daki her tür huzursuzluğun Türkiye'yi yakından ilgilendirdiği de açıktır.
Avrupa, aynı anda, NATO varken de kendi güvenlik sistemini kurmak istemektedir.
Ama şunu da unutmayalım, Avrupa ülkeleri zaten kendi ordularıyla savunmalarını yapıyorlar.
Belki yakın zamana kadar bazı ülkeler bu durumu biraz ikinci önceliğe atmış idi, ama bugün bu savunma konusu tekrar en üste çıktı.
Türkiye'nin savunma doktrini
İşte bu atmosferdeyken, her ne kadar "Trump Doktrini" der gibi bir "Erdoğan Doktrini" olarak işaret edebileceğim referansa sahip olmasam da ben bunu kendi adıma açıklamak isterim.
Doktrin konusuna değineyim.
Temel doktrinlere ilave olarak politika alanında, demokrasilerde, her iktidarın bir savunma doktrini olur.
Bu şu demektir, "ülkenin temel stratejisi ve doktrini var ve ben buna kendi yönetimin süresince şu türden bir yoğurt yeme usulü getiriyorum".
Türkiye'nin şu anki savunma doktrinine esas olabilecek hedefleri kendimce sıralayayım, en azından mevcut durumu ve temeli işaret eder türden:
- Yerli-milli savunma sanayiini tamamen geliştirmek, çeşitlendirmek ve küresel ölçekte güçlendirmek, savunma sanayii ile birlikte savunma ortaklıkları kurmak ve Türkiye'nin güvenliğini ve caydırıcılığını artırmak,
- Bölgesel ve küresel barışa katkı sağlamak ve böylelikle Türkiye'nin gücünü her açıdan olduğu gibi askeri yönden de arttırmak,
- Müttefiklerle ve ortaklarla beraber Atlantik'ten Pasifik'e bir savunma ve güvenlik alanı oluşturmak, en başta ise çatışmaların sürdüğü çevresel sorunlara çözüm getiren ülke olmak,
- Kara, deniz, hava ve siber-uzayda gelişmiş bir orduya sahip olmak, milli hedef ve çıkarlar geliştikçe ordunun sorumluluk ve ilgi alanını da genişletmek.
Eğer böyle bir anlayışla hareket ediliyorsa, kara, deniz, hava ve siber-uzayda eksiksiz ve çok ileri silah sistemlerine sahip olmanız gerekmektedir.
Ülke savunması ve egemenliğini koruma hakkından asla taviz verilemeyeceğine göre, zamana ve şartlara göre modernizasyon programları yapılmak zorundadır.
Hava ülkesi
Popüler Mavi Vatan söyleminin uluslararası hukuktaki karşılığı Deniz Ülkesi'dir ve bu tanım zaten vardır.
Aynı şekilde Gök Vatan demekteyiz, ancak bu da var ve bunun asıl adı Hava Ülkesi'dir.
Hava Ülkesi, yer sathındaki topraklar ve karasuları üzerindeki egemen hava sahasıdır.
 
Yukarıdaki görselde Hava Ülkesi, Ulusal ve Uluslararası Hava Sahası kavramları görülmektedir.
Egemenlik alanının Hava Ülkesi ile belirlenmiştir.
Hava sahasını korumak ve kollamak, önce her vatandaşın, kurumun ama asıl olarak devlet adına Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın sorumluluğundadır.
Onun için Hava Kuvvetlerine uçak, füze, radar, vs. verilir ki bu görevi deruhte edilebilsin.
Hava Kuvvetleri'ne her şeyin iyisini verirseniz iyi yapar, kötüsünü verirseniz zorlanarak yapar.
Buna bağlı olarak deniz yetki alanları ile işaret edilen yine bir önemli Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) kavramı var.
Denizin içindeki ve dibindeki her türlü kaynağın kullanılması zenginliktir ve bu her ülke için uluslararası hukukla tespit edilmiş alanlardır.
O zaman Hava Kuvvetleri ülkenin kaynaklarının korunması ve kullanılması bakımından deniz yetki alanlarının tamamı üzerinde hakimiyet sağlamalıdır.
Başka türlü bir şekli olmaz!
Geldik şimdi uzaya.
Bu konuyu çok kere dile getirdim.
Artık konumuz uzay oldu.
Uzaydaki güç, ülkenin gücü demek oldu.
Güncel stratejik parolam şu: Uzaya hâkim olan dünyaya zaten hakimdir!
 
Yukarıdaki görsel bize hava ve uzaydaki görevleri işaret etmektedir.
Hava Ülkesi'nde ulaşım, iletişim, gözetleme ve kontrol alanı vardır.
Uzayda ise daha fazlası ve derinliği var; iletişim, gözetleme, kontrol, derken uzay-koloni alanı…
Uydular, uydu ağları, roketler, lazerler, uzay istasyonları…
Bunlar bugün uzay üstünlüğü konularıdır.
Halen bu görevler için Türkiye çaba içerisindedir.
Uzayda egemenlik konusu ve hukuk kaideleri henüz çok zayıf.
Güçlü olan uzaydaki imkanları çok boyutlu eline geçirip kullanıyor.
Bu konu niye önemli?
Hava ve uzay teknolojileri kendine özeldir de ondan.
Basamaklar halinde çıkılır.
Gök Vatan diyoruz ya, kapsamında hava ülkesi de var, derin uzay da…
Hava gücü
Savaş zaten zor bir konudur, hava savaşı ha keza.
Hava üstünlüğü ve hava sahasının kontrolü asli görevlerdir, dahası; egemenlik demektir, varoluşsaldır, hayatidir.
Teknolojinin, ateş gücünün ve aldatmanın yoğun olduğu bir ortamda hava üstünlüğünü ele geçirecek ve elde tutacaksınız!
Hava hakimiyeti artık bugünün bütün savaşlarının en kritik konusudur.
Bir diğer görev olan hava sahasının korunması, yönetimi ve kontrolü hususu, barıştayken ve savaştayken yapılan büyük, kapsamlı ve özellikleri olan bir görevdir.
Bütün bunlar hem insanla hem de sistemlerle yapılır. Hatta bir noktada diğerine sorumlulukların aniden devri söz konusu olduğundan uluslararasıdır, güç mücadelesi içine girilirse de ittifak ve ortaklıkları içerir.
Bu sistem-insan buluşması her defasında bir üst seviyeyi zorlar.
Bu artık kas gücüyle kılıç sallayan cesur asker değil, ama bunun üzerine ekleyin, çok teknik insandır, iyi yetişmiş olması gerekir.
Şunu da söylemeliyim, askeri küçümseyen cahiller yok değildir; havacı askerin teknik seviyesi gayet üst seviyededir, değilse bile öyle olmak zorundadır.
Uçuk bir söz isterseniz, bugün hava savaşında yer alan asker bir manada robot ile uyumlu insandır.
Güç mücadelesi dediğinizde işte bu kapsamda olacaksınız ve zaafa düşmeyeceksiniz.
Bunlar kolay anlatılır şeyler değildir.
Yoksa şakası yok, zaaf, zaaf, zaaf, sonra egemenliğiniz yok olur.
Bunu neyle yapacaksınız?
Hız, bilgi, teknoloji, dayanıklılık, iyi yetişmişlik, uyumluluk, daima bir önde olmak, inisiyatif, hedef, taarruz, işbirliği-koordinasyon, ateş-gücü, müessiriyet…
Daima önde olan mevcut konumunuzu nasıl yakalar ve sürekli muhafaza edebilirsiniz?
Rakipleriniz kimler?
Onların yaptığından daha önce daha iyi, güvenli, güçlü olan imal edeceksiniz.
Onu bazen saklayacak, bazen rakibinizin gözüne sokacaksınız.
Bu açıklamaları havacılar bilirler.
Mesele kamuoyunun belli bir anlayışla olaylara bakabilmeleri, ki olan bu!
Bakın henüz savaş konusuna gelemedik.
Uçağı, pilotu, komuta yapısını ve yer personelini birlikte düşünün.
Rakip, mütecaviz veya istismarcı hava gücü sizi ölçer biçer planını buna göre yapar, değil mi?
Açığınız varsa oradan sızarlar ve içeriye girerler.
Bu hava hakimiyeti ve gücü noktasında ne denli zor ve kritik anlatabiliyor muyum?
Örneğin bir ABD, Fransız, Çin, Rus, İsrail uçağı, İHA'sı veya havada kullanılan bir silah, sizinkinden daha üstün ise siz geride kaldıysanız, bu kritik egemenlik konusunu ne şekilde çözeceksiniz.
Kendi gücünüzle ve müttefiklerinizle.
Savunmaya bu gözle bakmazsanız olmaz.
Demek ki modernizasyon deyince büyük düşüneceksiniz, imkanlarınızı zorlayacaksınız ve çok çalışacaksınız, herkesten çok!
Zoru bırak, kılıç sallamak bana yeter diyemezsiniz!
Bunun için bu tür stratejik çözüm konuları "bakkaldan süt almaya benzemez".
Politika
Politika her alanda…
Konumuza ait açıdan doğrudan söze gireyim, "eksen kayması" gibi ifadeleri duyarsınız.
Bir ülkenin ekseni, stratejisi, yüksek politikası yönüyle sağdan sola veya soldan sağa dönmektir.
Politik seçim için herkes özgürdür, istediğini düşünebilir.
Hatta iktidarlar bile; biri o ideolojiden diğeri bu ideolojiden olabilir.
Benim politik tercihe ait bir söyleyeceğim olamaz.
Neyi söyleyebilirim?
Bu noktada karşımıza çıkan fikirler ve gayretler neler, bununla ilgilidir.
Örneğin (ihtiyaca binan) Rusya'dan S-400 hava savunma sistemi alındı.
Bu çok tartışıldı. Hatta ABD, CAATSA'yı bu yüzden uyguladı ve Türkiye F-35 projesinden çıkarıldı.
Yetmedi, F-16 modernizasyonu konusu bile son Washington ziyaretinde karşımıza çıktı.
Türkiye, ABD ile silah sistemleri konusunda politik manevralar yapıyorken, bazı uzmanlar da çıktılar dediler ki; öyleyse Rus uçağı veya Çin uçağı alalım…
Hatta şu model daha iyi, gibisinden fikirler öne sürüldü.
ABD, NATO, Batı, F-35 karşıtlığı birlikte açıklandı.
Kişisel ise bunlar olabilir, ben burada değilim.
Bu "yüksek politika" olarak hemen, bir anda kabul edilebilecek ve uygulamaya sokulacak bir konu mudur, bunu açıklayabilirim.
Yüksek politika dediğim şu; yaklaşık 100 yıllık politika, üst üste konan değerler, birikim, anlayışlar, tüm kara, deniz ve hava silah sistemleri, sadece satın alınanlar değil, beraberinde milli olarak üretilenler, entegrasyonları, kullanma konseptleri, harekât usulleri, eğitimler, işbirliği usulleri, vs. aklınıza ne geliyorsa.
Olur canım ne olacak ki, denecek bir şey mi bu?
İşte eksen kaymasını isteyen politik bakış sahipleri bunu çok kolay dile getirirler.
Dünyada işler bu kadar kolay olsaydı keşke!..
Rusya ve Çin için sorun olmaz, hatta işlerine gelir.
İster büyük bir adım atmaya gir, ister planlı bir şekilde onlardan yana olmaya başla.
Kendilerinin yapamadığını siz kendi elinizle yapmayı kabul ederseniz, hem de çok büyük bir politik pazarlık yapmadan, stratejik ve jeopolitik kazanç-kayıp hesabı yapmadan, bu risk alınabilir mi?
Kim alacak bu riski?
Demokrasilerde şöyle olur:
Seçim olur, bir siyasi parti ben sosyalist veya komünist partiyim der, örnek bu ya, demokrasiyi bırakıyor ve diktatörlüğe geçiyorum der, hatta bununla ilgili olarak başka bir sosyo-ekonomik ve sosyo-politik süreci başlatıyorum der, halk bu partiyi seçer, iktidara getirir, rejim değişir, işte o zaman eksen kayar, bu politikayla olur.
Türkiye'de politika ne Rusya'daki ne de Çin'deki gibidir.
Silahlar, savaşlar, caydırıcılık mantığı, vs. bunlar maceraya atılmakla olacak işler değildir.
Uçak satın almak diye küçük düşünenlere ben önce bütün bunları söylemek zorundayım, savunma mimarisi ve yüksek politika konusu ciddidir, hem de çok ciddi!
Av-bombardıman uçağı ihtiyacı
İşte bu noktada karşımıza hava gücüne dikkatlice bakmak ihtiyacı doğar.
Tam ve eksiksiz, diğer savunma alanlarının gücüne güç katacak mahiyette bir hava gücü gerekmektedir.
Savunma ana-sistemlerinin veya ana-silah sistemlerinin stratejik hesabı 70 yıl kadardır.
Ara dönem ihtiyaçlar ise yine stratejik mahiyette en az 20-40 yıl gözetilerek deruhte edilir.
(Burada 40 yıl kullanılan silah kâl edilir anlaşılmasın, kullanılır ama zamanın icapları tutmaz.)
Bütün bunları düşünerek uçak tipine bakılır, çözüm optimum şekilde temin ve tesis edilir.
Doğrudan şu tip uçak demek yanlıştır.
Şunu görmekteyiz;
ABD uçağı, Rus uçağı veya Çin uçağı şeklinde açıklama yapanlar var.
Uçak satıcılarının pazarlaması gibi konuşmalar yapmak olmaz, bu yaptığım açıklamaların hiçbir yanına uymaz.
Savaş uçaklarıyla ilgili bir filo oluşturmak oldukça külfetlidir, hesap gerektirir. Özellikler yönüyle;
- Stratejik hesabın tutması,
- Zamanlamanın oturması,
- Müttefiklik ve ortaklık ilişkileri,
- Caydırıcılıkla kazanmayı garanti etmesi (savaşmadan kazanmak),
- Sistemlerin efektif ve birbirine her yönden uyumlu olması,
- Müşterek ve birleşik operasyonlara eksiksiz katkı vermesi,
- Hedeflere ulaşılması ve tehditlerin bertaraf edilmesi, gibi pek çok konu hesaba katılır.
Sırasıyla gündemdeki savaş uçaklarıyla ilgili konulara bakalım.
Ana silah sistemleri olarak envanterde F-16 ve F-4 vardı.
F-4'ler ile F-16'ların bir kısmı eskidi.
Gerçek olan bu, şimdi devamına bakalım.
F-35
Hava Kuvvetleri planını daha önceden yapmıştı.
Bunu da bilmek gerekiyor.
Türk Hava Kuvvetleri, daha 2000 yılındayken, F-35'leri şunun için bünyesine katmak istedi:
- F-4'lerin eskimesi, elden çıkması üzerine modernizasyona esas olacak bir ana-sistemin kazanılması.
- Hatta projeye ortak olmak suretiyle, 5 nci nesil silah sistemini bünyeye almayı, 6 ncı nesil sistemlere geçişin kolaylaştırılması.
Dünyada en önce bu ileri sisteme kavuşanlar arasında olunması.
F-35 projesi malum, CAATSA nedeniyle askıda.
F-16
1980'lerden bu yana etkin biçimde kullanılan F-16'lara gelelim.
Dünyada ABD'den sonra en fazla ve güçlü bir şekilde F-16 kullanan ülkelerden biri Türkiye'dir.
Ancak bunların 79'u iyileştirme (modernize) gerektiriyor.
Bu uçakları kâl edecek değilsiniz, daha ömrüne ömür katılabilir.
Neticede milli servet. F-16 iyileştirmesi F-35 alındaydı da gerekliydi.
Peki, F-16 Viper neden ortaya çıktı?
F-35 gündemden düşmedi. Ara çözüm gerekmekteydi.
Ara çözüm için 40 adet yeni, yeterince gelişmiş ve sisteme uyumlu bir uçak tipi yeterli olacaktı.
Bu 4,5 ncu nesil denen bir tip olabilirdi.
Eğer F-35 olmayacak ise 40 adet (ara çözüm için) F-16 Viper satın alınsın dendi.
Son durum ne?
ABD ile ilişkiler CAATSA ile beklemede.
KAAN
Ülkeye asıl gerekli olan yerli-milli uçak KAAN hem de en öncelikli biçimde, tam çözüm bu.
Egemen bir ülke için savaş uçağı imal etmek çok önemlidir.
KAAN ilk uygulamadır, bundan sonrası için bu teknolojiyi öğrenmek anlamına gelmektedir.
Egemenlik de bunu gerektirir.
Somut olarak KAAN çalışmaları daha birkaç yıl önceye dayanıyor. Değil mi?
Yine de ilerleme çok başarılı oldu, hızlı ilerleme sağlandı.
Ayrıca Hürkuş gibi uçaklar da realize edildi, ancak bunlar av-bombardıman sınıfındaki rakiplerini bertaraf edebilecek türden değil; asli hava üstünlüğü görevleri için değil.
Savunma sanayii gelişirken çeşitli uluslararası sorunların ve engellerin giderilmesi de düşünülüyor.
Bu arada bazı ülkelerle ortaklıklar daha rahat kuruluyor.
Müttefikler içinde örneğin İspanya, İtalya ve İngiltere, Türkiye için daha hızlı hareket edebiliyor ve sorun yaratmıyor.
Türkiye uzun zamandır İtalyan firmalarla ortak çalışıyor.
Bir Türk firması İtalya'dan uçak fabrikası satın aldı.
Bunlar gelişmenin hızlı ve kapsamlı düşünülmesini gerektiren gelişmeler.
KAAN için bugüne ait en önemli sorun sahası motordur.
Bir jet uçağının motoru çok gelişmiş ve denenmiş olmak zorundadır.
Hatırlanması gereken bir diğer husus da (asıl gerekli olan) KAAN için motor sorununun çözülmesi.
Ki bu da yerli-milli motorlar devreye girene kadar gerekli ara çözüm için dışarıdan satın almak manasındadır.
Eğer ABD (son Washington ziyaretiyle de görüldüğü ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın bir medya programında işaret ettiği gibi) KAAN için gerekli motorları vermez ise Eurofighter'da kullanılan BAE'nin ürettiği İngiliz motorlar alınabilir.
KAAN'ın Malezya'dan ortak bulması da iyi bir gelişmedir.
Eğer 5'inci nesil uçak yapmak istiyorsanız mikroişlemciler sorununun da çözülmesi gerekir.
Malezya ile ortak savunma sanayii çalışması imkânı yapmak, bir parti uçak satışının ötesinde de düşünülmelidir.
Eurofighter
Eğer CAATSA'nın çözülmesi beklenecek olursa, ne yapılmalıydı?
Hava gücünde zafiyet duyulması kabul edilebilir mi?
Hayır.
İşte bu noktada Avrupa uçağı Eurofighter projesi ortaya çıktı.
Hem Avrupa da savunma konusunda güçlenmek istiyor…
Eurofighter Avrupa dışında Körfez ülkelerinde uçuyor.
Başka neler söylenebilir?
- NATO ile tam uyumlu.
- F-16 ve diğer hava, yer, komuta, su üstü ve uzay sistemleriyle uyumlu. F-16 Viper'a yakın bir uçak.
- Uçak da üstündeki uçuş elektroniği de silah ve mühimmat da Viper'a uyumlu.
- Hava savunma, taarruz, her türlü radar ve komuta yapısı ve usulleri müşterek ve birleşik görevler için çalışır durumda.
İşte bu sebeplerle 40 adet Eurofighter konusu (yine ara çözüm olarak) gündeme getirildi.
Uçak filosu kurmak kapsamlı çalışma gerektirir; yer sistemleri, eğitimler, bakım kademeleri, diğer lojistik konular… Zaman alır.
Uçakların bakımları tam ise ikinci el demek eksik demek değildir; üzerindeki değişmesi gereken parçalar zamanında yenileriyle değişti demektir.
İşte bu kez de diğer haberler gelmeye başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Körfez Ülkeleri'ne ziyaretinde Katar ve Kuveyt'ten hazır Eurofighter'ların satın alınması gündeme geldi.
Demek ki Türkiye hazır alımla kısa zamanda Eurofighter filosu kurabilecek, Avrupa'dan yeni üretimle belli bir zaman içinde (süreyi firmalar belirler) ara çözüm av-bombardıman gücünü tamamlayabilecek.
Böyle bakılırsa tahminen tümüyle 2-3 Eurofighter filosu kurulabilecektir.
Vizyon
Savunma, bir mimari yapı ve nihayetinde tehditler ve ülkenin hedefleri ile tamamen bağlantılı bir konudur.
Ana sistem KAAN olacak ise yine de F-35 alınmalı mı, eğer imkân varsa veya ABD vermek isterse, F-35 projesine tekrar dönülmeli mi?
Savunma böyle bir şey! Bir şeyin içindeyseniz ve o sizi o bağlamda savunmak için katkı veriyorsa, KAAN varken de F-35 alabilirsiniz.
Bugün Türkiye'ye Eurofighter satmaya dayalı çalışan Avrupa ülkeleri savunma ihtiyaçlarına dayalı olarak kendi istekleriyle F-35 satın alıyorlar ise işte size pratik cevap bu.
Savaş uçaklarının kendisi caydırıcıdır.
Bir ara ifade edildi, F-35'ler şöyle sorunlara haiz diye.
Uçaklar geliştirilir, eksikleri tamamlanır, ama esas olan varlığıyla savunma ve caydırıcılık denklemini çözüp çözmediğidir.
Yukarıda açıklanan bütün mimariye dayalı bakın konuya…
Av-bombardıman uçağı işin bir kısmıdır.
Eğer "Gök Vatan" dediğimiz "hava ülkesini" eksiksiz korumak amaçlanıyorsa bu uçaklar gereklidir.
Ancak dahası da var, milli hedeflerin kendi kontrolünüzde ve engelsiz çözülmesini istiyorsanız, daha farklı uçaklara da sahip olmalısınız.
Destek uçakları, ulaştırma uçakları, bombardıman uçakları, özel maksat görevlerine uygun uçaklar ve helikopterler ilk akla gelenleri.
Eğer uçak geminiz olacaksa hava gücünüz ile deniz gücünüzü birleştireceksiniz demektir.
Bu da başka bir stratejik gücü elde tutmak manasına gelmektedir.
Anlayacağınız bu konunun ucu açıktır.
Sürekli yeni bir kabiliyet arayacaksınız.
İstediğinizde yeni ve gerekli olanı yapmayı isteyeceksiniz.
Havacılık sistemlerinde "4,5'tan sonra 5 gelir" diye bakılmamalıdır.
Arada çok teknoloji farkı var.
Tüm konsept ve strateji yeni ve farklı, uzay ve küresel entegrasyon konuları var.
Bir de dünya nerede, bakalım.
ABD en fazla 5 nci nesil uçağı üretti ve sattı, 6 ncı nesil uçakları geliştirdi, prototipler ortaya çıktı.
Çin de 5 ve 6 ncı nesil uçaklar üzerine çalışıyor.
Rusya, 4,5 ve 5'İnci nesil bandında.
Bu bir savunma yarışıdır, rekabetidir.
En önde gidenler daha çok caydırırlar.
Bu işin özü ne biliyor musunuz?
Vizyon!
Savunma vizyonunuz sizin savunmanızın başarısına imkân sağlar.
Vizyonu önde olan, caydırıcı olan ve istediğinde yapabilen ülkeler güçlüdür.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish
 
             
                 
               
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
	             
	             
	             
	             
	             
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                     
                    