Gözünde milyar dolarlar, elinde renkli kalemler, dudaklarında ise küfürlerle Donald Trump, her zaman olduğu gibi yine sahnede.
Ama bu kez bir şov kürsüsünde değil dünya haritasının başında.ve Avrupa'nın boynu bükük seyisi Zelenski'nin karşısında…
Masada hakaret dolu bir fırtına ve bu fırtınanın adı bir kez daha Ukrayna!
Bir zamanlar "at hırsızı" diyerek aşağıladığı adama, bu sefer "Dombas'ı ver, kurtul; yoksa yok olursun" diyor.
Trump'ın "delilik" olarak adlandırılan bu öngörülemez çıkışları, yüzeyde spontane gibi görünse de perde arkasında uzun süreden beridir pişen bir stratejinin yansıması var aslında.
Zira Trump'ın ajandasının başında "Ukrayna'nın parçalanması" duruyor hâlihazırda.
Bu açıdan bakıldığında Trump'ın yeniden gündeme taşıdığı "harita dağıtma" çıkışı, son derece dikkatle örülmüş bir stratejik planın izlerini taşıyor.
Şöyle ki; Ukrayna artık bir bölgesel çatışma alanı olmaktan ziyade küresel düzenin bir test alanı olmuş durumda.
Burada test edilen Avrupa'nın dayanıklılığı, Rusya'nın sabrı, Çin'in stratejik bekleyişi ve ABD'nin küresel öncelikleridir.
Nitekim İsrail'in İran'a olası saldırısı, Rusya'nın Avrupa'ya dair enerji politikası ve ABD'nin Çin'e yönelik uzun vadeli kuşatma planı, bu denklemde iç içe geçmiş durumda.
Bu yüzden Ukrayna meselesi, Avrupa'nın güvenliğinden çok daha fazlasını içeriyor:
Şöyle büyük resme bakıldığında Washington, Moskova'yla dolaylı bir denge kurarak Çin'in yükselişini frenlemek istiyor.
Bu nedenle ABD, artık Rusya'yı bir "düşman" değil, anlaşma yolunu bulabileceği bir "denge unsuru" olarak konumluyor.
Öte yandan Trump ve Putin arasında Budapeşte'de yapılması planlanan, ancak sürekli ertelenen görüşme, aslında bu yeni düzenin perde arkasını yansıtıyor.
Resmî açıklamalar yetersiz olsa da diplomatik kaynaklar bu kanaatte üç aşağı beş yukarı ortaklaşıyor.
Bu görüşme yalnızca Ukrayna üzerine değil; İran dosyası, İsrail'in güvenliği ve Çin'in kuşatılması üzerine kurulmuş bir denklem.
Evet, Ukrayna dosyası, yalnızca Avrupa'nın güvenliğiyle ilgili değil; aynı zamanda İsrail'in İran'a olası saldırısı üzerinden de bir pazarlık konusu.
Washington'un yeni denkleminde, İngiltere'nin gölgesi küçülürken İsrail'in ağırlığı gün geçtikçe artıyor.
ABD artık Atlantik ötesinde değil, Ortadoğu'nun tam kalbinde pozisyon alıyor.
Londra'nın etkisi azalırken, Tel Aviv'in ağırlığı giderek artıyor.
Tarih boyunca, ABD'nin "Stratejik pusulası" durumunda olan İngiltere telaşlı görünüyor, zira Washington'un pusulası artık daha çok İsrail'i gösteriyor.
Yani, daha açık bir ifade ile söylersek Beyaz Saray'ın kalbi artık Londra'da değil Tel Aviv'de atıyor.
Zaten Trump da bunu pek gizlemiyor.
Hatta bu gerçeği her haliyle haykırıyor.
ABD'nin son yıllarda jeopolitik ağırlığını Atlantik'ten Ortadoğu'ya kaydırması, bu tablonun ana kırılma noktası.
Öte yandan bu stratejik kayma, sadece İngiltere için değil Avrupa için de "jeopolitik bir deprem" niteliğinde.
Çünkü yüzyıllardır Anglo-Sakson ittifakının merkezi olan İngiltere, bu yeni denklemde geri planda kalıyor.
İngiltere'nin baş düşman olarak gördüğü Rusya, Trump'ın ve Amerikan derin aklının bakışında eskisi gibi bir tehdit değil, artık tam aksine asıl tehdit olarak görülen Çin'e karşı kullanılması planlanan değerli bir araç olarak görülüyor.
Nitekim ABD'nin asıl savaşı Avrupa'da değil, Asya'da ticaret savaşlarının, teknoloji ambargolarının, doların taht mücadelesinin sürdüğü Çin cephesinde.
Rusya bu tabloda, Çin'i dengeleyecek bir "jeopolitik kaldıraç" olarak görülüyor.
Tıpkı Soğuk Savaş'ta Çin'in Sovyetler'e karşı kullanıldığı gibi, bugün de Rusya Çin'e karşı konumlandırılmak isteniyor.
Bu, klasik Amerikan stratejisinin yeniden ısıtılmış hâli:
Yani "Düşmanımın düşmanı, benim geçici dostumdur" misali.
Öte yandan Trump'ın ani çıkışları, diplomatik görgüsüzlüğü, sert dili…
Birçoğu bunu kişisel dengesizlik olarak yorumluyor.
Oysa bu kaba tavır, siyaset biliminde çoktan tanımlanmış bir strateji olarak karşımıza çıkıyor.
Madman Theory'in "Deli Adam Teorisi."
Nixon'un Vietnam döneminde kullandığı bu taktiği şimdi Trump sahneye taşıyor.
Ama bu kez amaç, sadece düşmanları korkutmak değil; müttefikleri de tereddütte bırakmak.
Trump'ın öfke dolu çıkışları, ani kararları, diplomatik görgüsüzlüğü bir "kişilik bozukluğu" değil, tam aksine hesaplı bir kaos üretimi.
Trump, bu doktrini 21'inci yüzyıl diplomasisinin merkezine taşıdı.
Mekan ve zaman fark etmeksizin sağa sola küfrediyor, önüne geleni azarlıyor, haritaları yırtıyor ama her seferinde dünyanın dikkatini kendi ellerine topluyor.
Tüm bunları sadece diplomasi masalarının başında değil, ekranlar karşısında da yürütüyor.
Evet, bugün savaşlar artık sadece tankla, tüfekle değil, bazen ufacık bir kelimeyle, hatta birkaç hecelik bir tweet'le başlıyor.
Trump bunu çok iyi fark etmiş olmalı ki bu "deli adam" rolünü çok iyi oynuyor.
Bir tweet'le piyasaları sarsabiliyor, bir cümleyle diplomatik dengeleri değiştirebiliyor tek bir cümleyle borsaları çökertiyor, hatta ufak bir küfürle tüm diplomasi dengelerini alt üst ediyor.
Bu yönüyle Trump silahları değil algıları çalıştırıyor ve savaşların bile değiştiremediği haritaları bazen algıların değiştirebileceğini çok iyi biliyor.
Kabul edelim ki bu deli adamın dili silahlardan daha etkili ve tehlikeli.
Kendince yeni bir dünya düzenini kuracağına inanıyor; ne var ki her "yeni dünya düzeni" sözü, eskisinden daha fazla belirsizlik getiriyor.
Bugün, Gazze, Yemen, Ukrayna...
Yarın, Suriye, Irak, İran sonra belki Afganistan ve Tayvan…
Bir sonraki gün kim bilir neresi?
Yalnız gerçek olan şu ki dünya artık tümden bir savaş cephesi.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish