Kimsenin görmediği o ışık! Bir Mustafa Günen yazısı

Prof. Dr. Uğur Batı Independent Türkçe için yazdı

Resim: Mustafa Günen, The Sea and The Mindfulness, 80 cm X 120 cm cm, Painting, Oil On Canvas

Bir resme bakarken; denizin sesini, iyotun kokusunu, tadını hissederseniz ne düşünürsünüz?

Bir sergide resimleri izleyenlerin kiminin tuz tadı aldığını, kimin iyot kokusu aldığını söylesek!

Açık denizde fırtına kompozisyonu olan bir resmi seyreden bir sanatsever midesinin bulandığını söyleyerek peynir istese?

Bir başka sergide küçük bir çocuk boş su şişesini resme tutarsa. Benzer pek çok anekdota şahit olduğumu düşünün.

Bu yüzdendir ki bu yazıda sözünü edeceğimiz ressama sinestet, resimlerine sinestezik resimler iddiasında bulunacağız. Resim ve sanat meraklıları bu yazıda çok şey bulacaklar. Keyifle okumanızı dileğiyle…

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Başlangıçta bir ışık hakkında yazacağım. "O" ışık. Kimsenin görmediği sadece ressamının gördüğü o ışık.

Türkiye'nin dünya çapındaki ressamı, denizleri en güzel çizen adam Mustafa Günen'in resimlerinde gördüğü o ışıktan söz ediyorum.

Düşünsenize bir ışık var (ya da yok) ve bir tek siz görüyorsunuz. Varlık bilinci gibi. Anlamak yani. Ya da hep sözünü ettiğimiz "o" enerji. Var ama sadece sen görüyorsun.

Christie's New York ve Christie's Londra gibi dünyanın en önemli müzayedelerinde resimleri "satılmış" bu önemli Türk ressamı, uluslararası birçok yayında yer almış, birçok özel seçkiye girmiş, dünyanın hatırı sayılır koleksiyonerlerinin gözdesi olmuş bir sanatçı.

Dünyanın en iyi sanat dergisi kabul edilen, 150 ülkede dağıtımı yapılan International Artist Magazine'de, 2008 ve 2016 yıllarında iki defa sekiz sayfalık haber oldu Mustafa Günen.

Günen, inanç ve kültür üzerine de çalışmalar yapıyor, bunları da tuallerine yansıtıyor. Bu yüzden ülkemizden böyle bir ressam çıkması gurur verici.

Mustafa Günen, "Son zamanlarda deniz resimleri yanında fikirlerimi sanatsal bir dille soyut resim tarzında aktarmak için çalışmalar yapıyorum. Sanatta ekol oluşturmuş, Kandinsky, Klee, Picasso gibi sanatçıların yöntemiyle önce bir varlık yorumu oluşturup, deklere edip tartışmaya açacağım. Bunun için, kişisel varlık izahımı, bir sanat manifestosu başlıkları ve açıklamalarından oluşan kitapçık hazırlıyorum. Bu bağlamda varoluşla ilgili olgunlaştırdığım düşüncelerimi sosyal medyada paylaşıyorum" diyor ama onun soyutları da su, deniz, okyanus, kar, kır, ışık, ton… İlham verici bir ressam. Varlığı resimlerinde bu gibi unsurlara "iliştiriyor."
 

Resim Mustafa Günen, The Village and Horses, 100 cm X 140  cm, Painting, Oil On Canvas.jpg
Resim: Mustafa Günen, The Village and Horses, 100 cm X 140 cm, Painting, Oil On Canvas

 

Tartışmaya açıyorum: Mustafa Günen bir sinestet mi? 

Uyduruyor olabilirim. Tam olarak kendisi öyle demiyorum ama hissettiğim bazı şeyler var. Mustafa Günen adeta bir "sinestet" gibi çiziyor diyorum çoğu zaman.

Asıl mesele çizdikleri resimler ve oralarda göze çarpan bazı detaylar. Bakanın duyuları birbirine karışıyor, çizerken bir şey yapıyor olmalı Mustafa Günen diyorum.

Duymayan için söyleyeyim, çoklu duyum olarak bilinen Sinestezi, kalıtsal yolla geçen ve çok nadir görülen bir "farklılık" türü.

Sinesteziye sahip olan insanlar renklerin tadını alır, müziklerin renklerini görür ve haftanın günlerine kişilik özellikleri yükleyebilirler. Bu kişilere "sinestet" denir.

Günen'in resimlerinde denizin kokusunu alabiliyor, bulutlara dokunuyor, kayaların sertliğini hissedebiliyor, renklerin tadını alıyor, ışığın huzmesini kucaklıyorsunuz gibi.

İlginç bir sinestetik tarzı var bu resimlerin, oradan yola çıkarak bu yorumu yapıyorum. 


Dünya çapındaki bir ressamın çocukluk örüntüsü

Günen, çocukluk yaşlarında yaptığı resimli romanlar dönemi hariç, tam elli yıldır resim yapıyor. Dünya literatüründe deniz ressamı olarak biliniyor. Ancak 20'li yaşlardan beri soyut resme büyük bir ilgisi ve tutkusu var.

Bir anekdot vereyim: 90'lı yılların sonudur. Merhum Kaya Özsezgin ve Sezer Tansuğ Hocalar, Nevzat Boztaş ile birlikte kendisini ziyarete gelirler. Onlara soyut resim tutkusundan bahseder Günen.

Kaya Özsezgin'e kendisinin Milliyet Sanat dergisinde yayınlanmış ve kesip sakladığı sanat yazılarını gösterir. Çok memnun olur ve Mustafa Günen'e soyut resmin çok ciddi bir alan olduğunu, uzun bir olgunlaşma süreci olduğunu söyler. Kendisine tavsiyelerde bulunur.

Gerçekten de soyut resim, özellikle felsefe ve bilimde, psikoloji, psikanaliz, sosyoloji gibi alanlarda yeterlilik gerektirir ki zaten Mustafa Günen de yine yetmişli yılların başından itibaren bu konularda sayısız dergiler ve kitaplar incelemiştir.

Özellikle TÜBİTAK'ın yayımladığı "Bilim ve Teknik" dergisini ve "Milliyet Sanat" gibi dergilerin her sayısını merakla ve keyifle okur. Hala da yoğun bir şekilde çeşitli bilimsel kitapları, yayınları okuyor ve izler.

Bu okumalarının sonunda resim yapmanın yanı sıra yıllardır sanat ve sosyal konularında makaleler de yazar. Dolayısıyla gözlem ve fikirlerimi soyut resim tarzında aktarmanın artık zamanı geldiğine karar verir. 

Suyu ve denizi kavramsallaştırması da böyle bir yaklaşımdan ileri gelir. Mustafa Günen de "suyu, denizi, dalgayı", salt olduğu gibi görmezsiniz.

Tüm bu unsurlar onda bir "enerji" biçimi olarak olgusallaştırılmıştır. Parça parçadırlar, parçalanmışlardır, bütündürler. "Parçacıklar ve Sistemler için Klasik Dinamik" isimli fizik ders kitabında verilmiş, elektromanyetiği bulan İskoç teorik fizikçi James Clerk Maxwell'in bir alıntısı vardır, aklıma onu getirir Mustafa Günen'in "su"ları. 

Bu nedenle biz maddesel bir sistemin enerjisini, sistem belirli bir durumdan diğerine geçerken artan veya azalan bir değer verebileceğimiz bir nicelik olarak düşünmeliyiz.

Standart bir durumda enerjinin mutlak değeri bizim için bilinmemektedir ve bilsek de bizim için bir değer taşımamaktadır. Çünkü bütün olgular enerjinin mutlak değerine değil, enerjideki değişikliklere bağlıdır.

(Referans alıntı: Classical Dynamics of Particles and Systems.
Stephen T. Thornton, Jerry B. Marion. s. 80)

 

Resim Mustafa Günen, Shiny Shore Painting 198.1 cm x 99.1 cm, Painting, Oil On Canvas.jpg
Resim: Mustafa Günen, Shiny Shore Painting 198.1 cm x 99.1 cm, Painting, Oil On Canvas

 

İşte Günen resminde açıkça bilim vardır, varlık vardır, oluş vardır, fizik vardır ve biliyor musunuz en çok matematik vardır.

Böyle çizmeyi Günen bir sorumluluk olarak ele alır. Çizer, anlaşılmasını ister, açıklar. Yazıları bu nedenle vardır. Yine söyleyeyim; Bunu da önceki duayen sanatçıların yaptığı şekilde yapar.

Bilindiği gibi Picasso, Kandinsky, Modrian, Klee gibi büyük ustalar, dönemlerinde gelişen bilimden, felsefeden etkilenerek ve yararlanarak bir düşünce, bir varlık yorumu oluşturmuşlardır.

Bunları gerçekleştirirken de ulaştığı değerlendirmelerini kimi kitap halinde kimi de makale şeklinde dergilerde, gazetelerde paylaşarak deklere etmiş, tartışmaya açmışlardır.

Kısaca sanata hesap vermişlerdir. Dolayısıyla Mustafa Günen de aynı doğruyu yapmak için önce varlıkla ilgili düşüncelerini ve neyi niçin yaptığını içeren izahları farklı imkanlarla manifesto başlıkları şeklinde verir.


Mustafa Günen'in denizleri

Sular… Denizler… Okyanuslar ya da dalgalar… Mustafa Günen'i evrensel bir ressam yapan bu araçlar.

Onlar hakkında yazmak istedim. Bunun için bri yol tercih ettim ve size dair bir makale yazıyorum, cevabı siz verin dedim.

"Mustafa Günen'in denizleri nedir?"

Bir eleştirmen olarak ben yazabilirdim ama Mustafa Günen'in kendisine sordum ve ondan alacağım cevapları. Kırmadı beni ve yazımı, şöyle ifade etti:

Benim için yoldaki su birikintisi, bardaktaki su ve okyanustaki dev dalgalar aynıdır. Çünkü su hidrodinamik yasalara bağlıdır. Suyun bütün halleri bu yasaya göre şekillenir. Aynı yasa gereği bütün su hareketleri, balansı referans alır. Yaklaşık kırk küsur yıldır gözlem ve incelemeler yaptığım için suyun hidrodinamiği ve balansı konusunda ileri düzeyde görsel bilgiye sahibimdir.  Resimlerimde ışığa çok önem veririm.  

Kaynağı belirli veya gizemli bir yerden mutlaka ışık aktarırım. Ancak açık denizlerdeki devasa dalgalar kütlesi yoğun olduğu için ışık geçirmezler. Ama ben, yine yasaya ve balansa bağlı kalarak denizdeki ışık ve suyun ışık geçirgenliği konusunda kendimce uygun değişiklikler yaparım. Bazen kendi sahillerimizden de resimler yaparım ama birebir aktarmam.

Ayrıca kompozisyonlarımdaki canlı, cansız hiçbir görsel unsurun taslağını önceden tuvale çizmem. Çünkü bölge görselindeki kimi kayalıkları kumsala çevirir, kimi kumsalı da kayalarla bazen de ağaçlarla donatarak kendi yorumumu mutlaka katarım. Dolayısıyla doğrudan boya ile başlarım. Realist resimlerde teknik, fotografik başarı oranı ile ölçülür. Çünkü tuvaldeki renk ve diğer tüm görsel formlar fotoğraf kuralları ve doğal disiplinin çizdiği sınırlara tabidir.

Kısaca sanatçının fırçası özgür değildir. Ancak ben, resimlerimin mümkün olan her yerinde fırçamı özgür bırakırım. Birçok formun içerisindeki renk yapılanmaları adeta gelişigüzel vurulmuş fırça darbeleriymiş izlenimini verir. Yine ne ışık ne de gölge renklerindeki ton aralığı geçişlerinde fotoğraftaki gibi renkleri birbirine yedirmem. Çoğunu bağımsız dokunuşlar şeklinde aktarırım.

Bu yüzden benim resimlerime yakından görenler 'Resimlere yakından bakınca karmaşık; geriden bakınca fotoğraf gibi' yorumlarını sıklıkla ifade ederler. Son olarak, yaptığım resimlere özellikle deniz resimlerine gelince, bizim sahillerimiz de dâhil, yaptığım hiçbir deniz resmini herhangi bir denize bakarak aktarma yapmam. Bundandır ki benim denizlerimin aynısı doğada yoktur. Her bir deniz resmim bir Mustafa Günen denizidir ve dünyada tektir.    

 

Resim Mustafa Günen, Peaceful Morning Painting, 157.5 cm x 78.7 cm, Painting, Oil On Canvas.jpg
Resim: Mustafa Günen, Peaceful Morning Painting, 157.5 cm x 78.7 cm, Painting, Oil On Canvas

 

Mustafa Günen resminde realist teknikler

Resmi bilenler bilir ki; realist resimlerde teknik, fotoğrafik başarı oranı ile ölçülür. Çünkü tuvaldeki renk ve diğer tüm görsel formlar fotoğraf kuralları ve doğal disiplinin çizdiği sınırlara tabidir. Kısaca sanatçının fırçası özgür değildir.  

Günen'de durum biraz farklıdır. Dikkatle bakarsanız görürsünüz ki onun resimlerinin mümkün olan her yerinde fırçasını özgür bırakmıştır.

Bu nedenledir ki, Günen'in resminin birçok formun içerisindeki renk yapılanmaları adeta gelişigüzel vurulmuş fırça darbeleriymiş izlenimini verir.

Yine ne ışık ne de gölge renklerindeki ton aralığı geçişlerinde fotoğraftaki gibi renkleri birbirine yedirmez. Çoğunu bağımsız dokunuşlar şeklinde aktarır.

Bu yüzden bir Günen resmini yakından görenlerde "Resimlere yakından bakınca karmaşık; geriden bakınca fotoğraf gibi" yorumlarını sıklıkla ifade ettiklerini görürsünüz.

Onun deniz resimleri, Türkiye sahilleri (bildiğiniz yerler ama aslında değiller) de dâhil, yaptığı hiçbir deniz resmini herhangi bir denize bakarak aktarma yapmaz. Bundandır ki Mustafa Günen denizlerinin aynısı doğada yoktur.

Her bir deniz resmi bir Mustafa Günen denizidir ve dünyada tektir.


Mustafa Günen resmi ve "sıcaklık" olgusu

Sıcaklık mı? Resim mi? Sıcaklık ve resim mi dediğinizi duyar gibiyim. Evet doğru, sıcaklık önemli bir resim faktörüdür. İkisi arasında ciddi bir ilişki vardır.

Her ışık kaynağının bir renk sıcaklığı vardır ve bunu mesela Planck'ın geometrik çizelgesinde görebilirsiniz. Mesela karanlık bir oda içinde ısıtılan cismin rengi kızıldan maviye ve beyaza doğru bir değişime uğrar.

Aslında cismin sıcaklığı arttığında mavi rengin tayf içerisindeki payı büyür, kırmızının payı azalır. Doğal ve hassas bir terazidir bu.

Mustafa Günen'in bazı resimlerindeki bulutların maviden kırmızıya ve oradan sarıya ve sonrasında bütünde bir "alev topuna" dönüşü, rengin sıcaklık değişimidir mesela.

Güneş'in Kelvin değişimleri gibidir. Sıcaklık ona bakan gözlerdeki etkiden dolayı kaymalara uğrar ve bu şekilde Günen resimlerinin içine girersiniz.

Onun resmi değişken ve etkileşimlidir. Ha keza sıcaklık sanat için de önemli bir kıstastır, atlanır, ben anlatayım.
 

Hepimiz hava tahmin raporlarını izleriz. Bütün dereceler sıcaklıkla ifade edilir. "Sıcaklık artı şu kadar veya eksi şu kadar derece olacak" diye bildirilir.

İşte sanat sözcüğü de aynı ısı tanımındaki sıcaklık kelimesine benzer. Pozitiftir. Isı ne olursa olsun, artı, eksi sıcaklık diye ifade edildiği gibi sanat da böyledir.  

Eğer sanatı sıcaklığa benzetirsek; sunulan bir eser güzelse de çirkinse de "sanat" diye ifade edildiği için pozitif algılanır, beğenilir.

Çünkü sanatın kendisi hem kavram olarak hem de sunum olarak, güzel ya da genel tanımıyla estetik bir sonuçtur.

Dolayısı ile sanat olarak ortaya konulan bir sunum, içeriği, konusu ister çirkin ve tiksindirici olsun, ister yapımında sanat dışı materyaller kullanılsın fark etmez.

Hangi yöntemle yapılırsa yapılsın, sanat olarak sunuluyorsa o şey güzeldir ve haz vericidir, mutlu eder.

İşte sanat adına ortaya konulan her oluşumun beğenilmesinin nedeni, insanların zihnindeki sanatsa güzeldir kavramıdır ve bu asla değişmez bir ön kabuldür.


Bundan dolayı insanlar, normalde çok çirkin kabul ettikleri, tiksindikleri şeyler bile olsa, sanat olarak sunulduğunda beğenirler.
Birçok sanat uğraşanının göremediği şey budur.

Çeşitli gerekçelerle sanatın içeriğini değiştirip yok sayarak, genel olarak tuhaf ya da çirkin hatta tiksinti verici olarak adlandırılabilecek bazı oluşumları sanat diye sunarlar.

Ortaya koydukları yapıtların yine de insanlar tarafından beğenilmesinden memnun olurlar. Kendilerince çirkini de sanatın içine soktuklarını zannederler.

Oysa onların çirkin sunumları, insanların zihninde sanatsa güzeldir, estetiktir kabulüne dönüşür. Yani sanatçı çirkin ve iğrençlikler sergilese de insanlar onu güzel olarak kabul eder.

Aksi halde ilgilenmezler veya beğenmezler. Bunu bir benzetme ile anlatayım. Sanata kırmızı boya diyelim. Onun içine her ne renkte ve şekilde olursa olsun bir nesneyi sokulduğunda o nesne artık kırmızı olarak görülecektir.

Aynı bu benzetmede olduğu gibi sanatın insan zihnindeki durumu, fonksiyonu budur. Yani bir şey sanat ise illaki güzeldir ve beğenmeye eğilimlidir. 
 

Resim Mustafa Günen, Euphoria Painting, 203.2 cm x 111.8 cm , Painting, Oil On Canvas.jpg
Resim: Mustafa Günen, Euphoria Painting, 203.2 cm x 111.8 cm , Painting, Oil On Canvas

 

Kavramsal sanattan Mustafa Günen resmine felsefi bir bakış

30'lu yaşlarda ölen genç İtalyan sanatçı Piero Manzoni, 1961'de Milano Palazzo Reale‘de açtığı bir sergide, içine 30 gram dışkı koyduğu kutuları, altın fiyatına (37 dolar) satışa sunmuştu.

Bugün o dışkıların değeri birkaç yüz bin euro olduğu söyleniyor. Şimdi bu örneği neden verdiğimi açıklayayım.

Bilirsiniz köpeklerini sokakta gezdirenler yanlarında plastik poşet taşırlar. Hayvan dışkıladığında ortada bırakmayıp temizlemek içindir.

Köpeğin dışkısını temizleyip çöpe atan insan zihniyeti sanatçının sergilediği dışkıya neden itibar eder ve para öder?

Sanatçı dışkısı olduğu için mi? Elbette hayır. Öyle olsa, sanatçı her tuvalete gittiğinde kapısında insanlar bekler. Peki, öyleyse insanın normalde tiksindiği bu nesneye ilginin sebebi nedir?

Cevap, sanat objesi olarak sunulmasıdır. Yine benzer birçok şekilde "sanat" adı altında garip ve kabul edilebilirlik sınırlarını zorlayan sunumlar olmuştur.

Neredeyse hepsi izleyiciler tarafından sempatiyle karşılanmış ya da ilgi görmüştür. İzleyicinin sanat adına sunulanları beğenme yaklaşımı, sanat kavramının ne ifade ettiği ile ilgilidir.

Bir fikir sanatı olarak da adlandırılan kavramsal sanat anlayışına göre, sanat objesi olarak sunulan eserde nesnenin yetenek ve yaratıcılığa dayalı plastik biçimlendirme yöntemi artık önemini yitirmiştir. Yani resim ve heykel yaparak sanat yapmanın önemi yoktur.

Onun yerine hazır yapım nesneler, sanatçının fikirlerini ifade etme objeleri olarak sunulmuş ve onlara göre bu yorum ve uygulama, sanatı da tanımlar hale gelmiştir. 

Kavram kelimesini geniş içerik, anlamından dolayı kavramsal sanatın ne olduğu konusu hep tartışılmıştır. Bu sanatı başlatanların tanımlarından çok farklı değerlendirme veya yorumlar öne sürülmüştür.

Kavramsal sanatı; nesnelerle sanat yapma olarak ta özetleyenler çoktur. Nesnelerle sanat yapmak tanımlaması görünüşte doğrudur. Ancak nesnelerle sanat tanımı kapsamı geniş bir izahtır.

Dolayısıyla burada şu ayırımı yapmak gerek. Birçok sanatta olduğu gibi plastik sanatlar da nesnelerle yapılır. Boya tuval gibi nesnelerle resim, ağaç, taş metal gibi çeşitli nesnelerle de heykel yapılır.

Aradaki fark bu nesneler sanatçının düşüncesine, fikrine göre bir şekil ve biçim alarak sanat objesi haline dönüşür. Dolayısıyla artık, boya, tüpteki boya değil, ağaç, taş da artık ağaç ve taş değildir.

Kesinlikle önceki durumlarına geri dönemezler. Onlar orijinal yapılarından geri dönülmez olarak sıyrılmış, sanatçının fikrini uygulamasına araç olmuştur. 

Kavramsal sanatta kullanılan nesneler ise sanatın dışında başka bir amaç için üretilmiş nesnelerdir, eşyalardır. Sanatçı sadece eşyanın kavram ve anlamını değiştirir ve kendi fikrine göre yeni bir anlam yükleyerek sanatsal objeye dönüştürür.

Bunlar tekrarlanabilir sanat objeleri sayılırlar, orijinal anlamlarına ve amaçlarına geri dönebilirler. Yani Duchamp'ın pisuarını götürüp tuvalete geri monte eder, yerine başka bir pisuarı imzalatıp asabilirsiniz.

Sanatsal fikirde ve anlamında bir değişiklik olmaz. Kavramsal sanatın yapısı ve sunumu budur. Mantık olarak da böyledir.


Mustafa Günen resminde varlık, yokluk 

Varlık, hem bilimin hem felsefenin ilgi alanındadır. Bence hem de sanatın. "Yokluk" ise daha çok felsefenin alanındadır. Hem de resmin.

"Yok" ile ilgili iki türlü kavrayış algısı vardır; birincisi "yok" deneyimlenmiş bir var'ın ortada veya artık mevcut olmamasıdır. "Yok"un daha önce var olup artık var olmama durumu, varla ilişkilidir. Yani "var"a zorunludur.

İkincisi ise hiçlik dediğimiz var olmama durumudur, yani hiçbir şeyin var olamadığı, olmadığı durumdur. Ancak hiçliğin tanımındaki var olmama izahı, var kavramına atıfta bulunulduğu için pek tatmin edici değildir.

Günen, varlığı resmindeki kendine has izlerde bulur. Belki de onu "özgün" kılan böyle bir şeydir. Denize bakar, var olur, denizin yerleştiği yere bakar, bildiğimiz bir yer olmasına rağmen orası değildir ve aniden yok olur.

Bulutlar hem oradadır hem de yoktur. Sonsuz bir bulut tarlasında gezer gibi olursunuz onun resminde. O zaman sormak isterim. Orada bulutlar varsa, o şey vardır, bulut yerine tarla varsa o şey yoktur!

Bunlar Günen'in zihin oyunlarıdır. O konuyu da ayrı bir yazıda işlemek isterim ama bu ilginç adam resim yaparken resmin izleyicilerine oyunlar oynar.

O yüzden onun resimlerinde varlık ve yokluk bilincini, buna dair bir felsefeyi rahatlıkla okuyabiliriz. 


Bitirirken

Mustafa Günen bir renk cambazıdır. Bir illüzyonist. Bir mentalist. Bana resmini anlatırken bir keresinde şöyle demişti:

Resmi tamamladıktan sonra renklerin eksik olup olmadığını özellikle ışık ve gölge renklerinde bir eksiklik olduğunu anlamak için ters çevirir ve bir müddet bakmam. Çünkü resme uzun süre bakıldığında renkler özellikle ışık tonları sizi hipnotize eder ve hiç hata yokmuş hissine kapılabilirsiniz. Dolayısıyla resmi ters çevirdikten uzun bir süre sonra gözlerimi kapayarak tekrar karşıma koyarım ve sonra gözlerimi açar bakarım. Çünkü ancak ilk birkaç saniye baktığınızda eksiği görebilirsiniz, sonrasında yeniden hipnoza girer eksik bir şey yokmuş deyip beğenme hissine kapılırsınız. Bunu hemen her resmimde yaparım.


Girişte yazdığım öne çıkarma ile makaleyi bitireceğim. Bir resme bakarken; Denizin sesini, iyotun kokusunu, tadını hissederseniz ne düşünürsünüz?

Bir sergide resimleri izleyenlerin kiminin tuz tadı aldığını, kimin iyot kokusu aldığını söylesek! Açık denizde fırtına kompozisyonu olan bir resmi seyreden bir sanatsever midesinin bulandığını söyleyerek peynir istese?

Bir başka sergide küçük bir çocuk boş su şişesini resme tutarsa! Benzer pek çok anekdota şahit olduğumu düşünün.

Bu yüzdendir ki bu yazıda sözünü edeceğimiz ressama sinestet, resimlerine sinestezik resimler iddiasında bulunduk. Keyifle okumuş olduğunuzu dilerim.

 

 

Önemli Not: Yazıdaki katkıları ve görüşleri için sevgili Mustafa Günen'e buradan teşekkürlerimizi iletelim.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU